Stefan Zweig ve Edebi Anlayışı
Stefan Zweig'ın Biyografisi
Stefan Zweig
1881'de Viyana'da zengin bir sanayicinin oğlu olarak doğdu. O yıllarda Viyana,
sanat ve kültürün beşiği olduğundan, bir de Zweig'ın ailesinin varlığı
eklendiğinden, küçük yaşlardan itibaren hiç bir kültürel ve sanatsal
faaliyetten geri kalmadı.
" Sanatsal,
yazınsal ve müzikal eğilimlerini ondört- onbeş yaşlarında keşfeden Viyana
şehrinin kitapevlerinin, tiyatrolarının, müze ve konser salonlarının vaadettiği
arkadaşlıklara ve teşviklerine hocalarına nispetle daha fazla müteşekkirdi.
(...) Stefan ve okul arkadaşları önemli bir prömiyeri ayakta izlemek üzere
bilet edinmek için üç saat öncesinden kuyruğa girerlerdi. Filarmoni'nin
provalarına usulca sokulur, üniversitenin derslerinde itişip kakışır, kafeleri
dolduran Mercure de France, Neue Rundschau, Burlington Magazin gibi ulusal ve
uluslararası gazeteleri doyumsuzca okur ve yayımlanan sanatsal eleştiriler
hakkında tartışırlardı ".
Entelektüel bir
yaşam için yabancı dil öğrendi, İngilizce, Fransızca, İtalyanca,
Latince ve Yunanca'ya hakim oldu. Viyana ve Berlin Üniversiteleri'nde
Felsefe öğrenimi gördü.Şiir yazmaya başladı ve şiir konusunda Hugo von
Hofmannsthal ve Reiner Maria Rilke'den etkilendi.
1920 yılında , 39
yaşında iken Frederike von Winternit ile dünya evine girdi.
Onunla birlikte Salzburg'ta yirmi yıl boyunca yaşadı. Kapuzinerberg'te
güzel bir villada geçirdiği yıllar, Zweig'ın edebiyat alanında en verimli
yılları oldu. Bu durum, Hartmut Müller'in 1988'de kaleme aldığı Stefan
Zweig'ın ayrıntılı biyografisinde şöyle geçmektedir:
Stefan Zweig
1920'li ve 30'lu yıllarda Alman dilinin en çok okunan yazarları arasındaydı.
Kitapları milyonlarca baskıya ulaştı ve elliyi aşkın dile tercüme edildi.
Thomas Mann, Hugo
von Hofmannsthal, Romain Rolland, James Joyce, Franz Werfel, Arthur Schnitzler,
Ravel Toscanini ve Richard Strauss gibi ünlü isimlerle dostluk kurdu. 1933'te
Naziler Yahudi kökenli Zweig'ın kitaplarını yaktı ve paha biçilemez eserleri
küle dönüşen Zweig, kahroldu. Çünkü bir yazar için kitapları, hislerinin
düşüncelerinin vücut bulduğu yaratılar, onların çocukları gibidir. Bu olayın
ardından 1934'te Zweig'ın evi Gestapo tarafından saygısızca arandıktan sonra,
işte o zaman Zweig, kendisini çok değersiz ve umutsuz hissetti, bu durumlara
daha fazla katlanamayacağını anlayarak, hayatında bir dönüm noktası olan,
ülkeyi terk etme kararını aldı.
"
Sosyalistlerin silah depoları aramalarında jandarmalar dünyaca ünlü barış
yanlısı Zweig'ın da villasının altını üstüne getirdiler, iç çamaşırı
dolabıma kadar. Polisin bu harekatını yazar sınır tanımayan bir
aşağılama ve hiçe sayma olarak karşıladı. ... bir caniymişim
gibi muhbir raporuyla peşime düştüler. O yetkili organların bu
keyfiyetine son derece kızgın ve tamamıyla kendinden geçmişti, hürriyetinin
tehdidi aniden Avusturya'yı mümkün olduğunca çabuk terk etme kararı vermesine
sebep olmuştu’’
Artık onun için
Avrupa'sını beyninde taşıdığı gibi kitaplarını da yanında taşıyarak sürgün bir
hayat başlamıştı. Montaigne'in " Kanımca kitaplar, insanın hayat
yolculuğunda yanına alabileceği en iyi besinlerdir " düşüncesine katılan
Zweig, bir ülkeden başka bir ülkeye geçer iken değerli bulduğu kitaplarını da
yanından ayırmıyordu. İlk olarak rahat etme düşüncesiyle Londra'ya taşındı ama
zihni karmaşıklığını burada da yenemedi. İçinde bulunduğu bunalım, 1937'de eşi
Frederike'den ayrılmaya itti. Londra'da bir yıl yaşadıktan sonra Portekiz'e
sekreteri Lotte Altmann ile birlikte seyahate çıktı. 1939'da yanında bulunan
vatandaşı Lotte Altmann'dan etkilenerek Merhamet adlı eserini
kaleme aldı ve onunla 6 Eylül 1939'da evlendi.
1940'ta İngiliz
vatandaşı olan Zweig, İkinci Dünya Savaşı sırasında, New York'a , Arjantin'e,
Paraguay'a ve Brezilya'ya gitti. Brezilya seyahatini ve onu her gün kahreden
Avrupa'nın içinde bulunduğu durumu da kapsayan Satranç adlı
eserini yazdı. Londra'dan Brezilya'ya taşınma kararını aldı, bu kararda etkili
olan bir etken de karısı Lotte'nin Londra'nın nemli havası ile bir türlü
uyuşamayan astımı idi. Brezilya'da çeşitli eserler verdi. Brezilya halkı ile
hiçbir problem yaşamamasına rağmen, yine de içindeki karanlık onu umutsuz bir
hale sokmaya yetiyordu. Her gün memeleketi Viyana'dan gelen haberleri can
kulağıyla dinliyor, her gün kahroluyordu ve tam on bir yıl önce Değişim
Rüzgarı adlı eserine yazdığı intihar hayalini artık gerçekleştirme
vakti gelmişti.
23 Şubat sabahı
Petropolis, Gonçalves Dias 34 numarada yatak odasının kapısı ikindiye kadar
kapalı kalmıştır. Nihayetinde evdeki hizmetli kaygılanmış ve hemen, girişi
sağlayan polise haber vermiştir. " Memurlar sırtı üstüne uzanmış, tam
olarak spor kıyafeti tarzında kestane rengi bir gömlek, siyah kravat ve koyu
kahve tonunda bermuda pantolon giymiş bir adam bulmuşlardı. Kadınının üzerinde,
not alıyorlardı, çiçekli bir iç çamaşırı olup, sol kolu göğsünün üzerinde
durmaktaydı. Bu cesed Avusturya doğumlu, bir kaç ay önce İngiltere
vatandaşlığına geçen, takriben altmış yaşlarında olan yazar Stefan Zweig'a
aitti; yanındaki ise otuz üç yaşındaki karısı Lotte Altmann'ın cesediydi. Uyku
ilacı almışlardır." İtinayla toplanmış yazı masasının üzerine veda mektubu
iliştirilmiş, kurşun kalemin ucu açılmış, ödünç alınan kitaplar gereğince not
edilmiştir. Masanın üzerinde Petropolis belediye başkanına ithafen Declaraçao başlıklı
bir yazı bulunmuştur ".
Stefan Zweig'ın
itinayla kaleme aldığı son yazısı, belki insanlığa yön veren bir biçimde
değildi ama içerisinde ne kadar müteşekkir olduğunu yazıyor ve kendi
sabırsızlığından şöyle bahsediyordu:
" Declaraçao
Hür iradem ve arzumla hayata veda etmeden önce son bir vazifeyi yerine getirmek
icap ediyor: bana ve işime öyle iyi ve misafirperver bir teneffüs imkanı veren
bu mükemmel ülke Brezilya'ya minnetimi ifade etmek. Giderek bu ülkeyi daha
fazla sevdiğimi fark ettim ve kendi lisanımın dünyası benim için çöküp
gittikten ve manevi vatanım Avrupa kendini yok ettikten sonra hiç bir yerde
yaşamımı baştan kuramazdım. Fakat
altmış yıl sonra tam olarak yeniden başlayabilmek için özel güçlere ihtiyaç
duyulur. Ve benimkiler uzun yıllar göçebe hayatı yaşayarak tükendi. Böyle dik
bir duruşla hayatımı sonlandırmayı daha iyi ve vakitli buluyorum, bu ruhani işi
daima büyük bir haz ve şahsi bir hürriyet, yeryüzündeki en yüksek erdem olarak görüyorum.
Tüm dostlarımı selamlıyorum! Bu uzun gecenin sonunda şafak kızıllığını görmenizi
dilerim! Ben, ziyadesiyle sabırsız olan ben, önden gidiyorum "
Stefan Zweig'ın
söz konusu intiharı üzerine, Thomas Mann, Zweig'ın eski karısı olan
Frederike'ye 15
Eylül 1942'de gönderdiği mektupta şöyle demektedir: " Yine bizden biri
büyük dünya yenilenmesi karşısında yelkenleri suya indirerek, iflas bayrağını
çekerek intihar etti. Ezeli düşmanlarını sevindirmek zorunda mıydı? Bununla
meşgul olamayacak kadar bencildi ".
Fakat Zweig,
" En güzel ölüm, kendi özgür iradenle gerçekleştirdiğin ölümdür."
felsefesini benimseyerek, kendince doğru bildiği yoldan gitmeyi tercih
etmiştir.
Stefan Zweig'ın Karakter Özellikleri
Stefan Zweig,
entelektüel bir çevreden geldiğinden dolayı okumaya, aklını kullanmaya,
düşünmeye, eleştirmeye ve yeni düşünceler üretmeye çok uygun bir yapıya
sahiptir. Kendisini tam olarak Avrupalı bir birey olarak görmekte ve Avrupa kavramını
eserleri ve hayatının tam merkezine oturtmaktadır. Zweig'ın akla ne kadar önem
verdiği şuradan rahatlıkla çıkarılmaktadır: " … Aslında benim şiddetin her
türlüsü ve korkunç derecede güçlü bir tutku tarafından kuşatıldığımı biliyor
muydunuz? Sadece kendime hakim olursam mantığa ulaşabiliyorum ".
Akla oldukça önem
veren Zweig, insanlığı merkezine almış olan hümanizm anlayışını
benimsemektedir. İnsanların asla zarar görmemelerini isteyen Zweig, her daim
uzlaşmadan ve barışçıllıktan yana olmakta, Avrupa'nın tecrübe ettiği savaşı çok
saçma ve acımasız bulmaktadır. Zweig'ın barışçıl olduğu; " Adil olmayan
bir barış bile, en haklı savaştan daha iyidir " sözünden
anlaşılmaktadır. " Savaş, mantık ve haklılık duygusuyla bağdaşmaz. Savaşta
duygularınızın yükselmesi, düşündüğünüz şeyler için coşku duymanız ve
düşmanınızdan nefret etmeniz gerekir " ( Zweig).
" …savaş,
önleyemedikleri ve içine çekildikleri bir felaketti ve bu felaketin
içinde herkes aslında kardeşti " sözleri Zweig'ın savaşı
mantıksız bulduğunu ve onu insanın başına gelebilecek bir felaket olarak
gördüğünü ortaya koymaktadır. Zweig, savaşın yüzünden insanların mahvolmasına
göz yumamayacak kadar da duyarlıdır, çünkü ‘’insan", Zweig için çok önemli
idi. Hartmut Müller de yazmış olduğu Stefan Zweig'ın biyografisinde "
O'nun dini insana imandı " sözleriyle bu durumu
desteklemektedir.
Stefan Zweig,
ailesi tarafından nazlı yetiştirildiğinden dolayı, tehlikeden ve adrenalinden
korkacak kadar da hassas bir birey olmuştur. Zweig'ın yetiştirilme tarzı şöyle
gösterilebilir:
" Zweig
hayatı boyunca nazlı bir çocuk olarak varlıklı evlerde günlük hayatın
zorluklarından kaçınmış, yapabildiği en iyi şekliyle Frederike'yi övgü ve
nasihatlarla uzaktan desteklemişti " Zweig'ın savaşı çok tehlikeli
bulmasına örnek olarak da şu kısım gösterilebilir: " …yirminci yüzyılda
ölüm silahlarıyla eğitilmeyi de çağdışı bir canilik olarak görüyordum. Benim
düşüncemde bir insan için doğru olan şey, bir savaşta kendisini vicdani retçi
olarak göstermekti. …kahramanlık benim doğamda yok. Tehlikeli durumlardan hep
kaçmayı tercih etmişimdir; "
Stefan Zweig'ın Eserleri
Stefan Zweig'ın en
çok okunan ve en çok dile çevrilen eserleri şöyle sıralanabilir:
Montaigne
Roterdamlı Erasmus
Maria Stuart
Maria Antoinette
Emil Verhairen
Romain Rolland
Joseph Fouche
Macellan
Amerigo
Ruh Yoluyla
Tedavi:
Mesmer- Baker-
Eddy-
Freud
Kendi Şiirini
Yazanlar:
Casanova- Tolstoy-
Stendhal
Üç Büyük Usta:
Balzac-
Dickens-
Dostoyevski
Kendileriyle
Savaşanlar:
Hölderlin- Kleist-
Nietzsche
Korku (1920)
Wondrak
Dünün Dünyası
(1941)
Hayatın Mucizeleri
Merhamet (1939)
Değişim Rüzgarı
(1942)
Amok (1922)
Bir Kadının
Yaşamından 24
Saat (1927)
Satranç (1941)
Erika Ewald'ın
Aşkı
Bilinmeyen Bir
Kadının
Mektubu
Yakıcı Sır
Karışık Duygular
Bir Yüreğin Ölümü
Kitapçı Mendel
İlk Tecrübe
Clarissa
Castellio Calvin'e
Karşı
İnsanlığın
Yıldızının
Parladığı Anlar
Stefan Zweig'ın Edebi Kişiliği
Stefan Zweig'ın
eserlerine genel manada bakıldığında, kadın tutkusu ve iç dünyasını okuyucuyu
etkileyecek biçimde kaleme aldığı görülmektedir. Yazarımız Stefan Zweig'ın bir
kadın olmamasına rağmen böylesine kadının tutkusundan ve içindeki merhametinden
haberdar biri olması oldukça etkileyicidir. Stefan Zweig'ın, kadınları ne denli
etkilediği ve kadının iç dünyasını ne denli tanıdığı, edebiyat eleştirmeni olan
Laurent
Seksik'in Stefan Zweig'ın Son Günleri adlı kitabında yer alan
şu kısımdan çıkarılabilir:
" …bir hanım
Zweig'a doğru yürüdü, karşısında durdu, belirgin bir Portekizce aksanı taşıyan
İngilizcesiyle şöyle dedi: Affedersiniz, siz... Stefan Zweig'sınız, değil mi?
Gazeteler Pétropolis'te olduğunuzu yazdı. Adım Consuela Burgos, kocam Profesör Burgos,
Rio'nun en iyi cerrahı... Bütün kitaplarınızı okudum, Sabırsız Yürek'i,
Korku'yu, Bir Yüreğin Ölümü'nü ve elimden hiç düşürmediğim Bir Kadının
Yaşamından 24 Saat'i. Bir erkeğin kadın ruhuna nasıl bu denli nüfuz
edebildiğini hep merak etmişimdir. Bir sırrınız mı var, sorup soruşturuyor,
hanımlarla mı konuşuyorsunuz? Bu hakikatleri nereden bulup çıkarıyorsunuz?
Sizden bahsederken kullandığım bir tabir var, " ruh araştırmacısı"
diyorum... kitabınızın kahramanı Mrs. C. sayesinde ta Monte Carlo'ya gittim ve
itiraf edeyim, şahane elleri olan o genç adama ben de sırılsıklam aşık
olurdum... hem size sırrımı açabilirim, çünkü dostum sayılırsınız sonuçta,
kelimeleri insanın yüreğini ısıtan bir dost….’’
Zweig, insan
psikolojisi ile çalışmalar yapan çağdaşlarından etkilenmiş ve çeşitli inceleme
ve çıkarımlarını eserlerine yansıtmayı da ihmal etmemiştir. Örneğin, Korku adlı
eserinde kocasını aldatan Irene'nin, kocasının durumu anlayacağı korkusuyla
içinde patlayan volkanların etkisiyle nasıl yanıp tutuştuğunu, Bir Kadının
Yaşamından 24 Saat adlı eserdeki Mrs. C.'nin hissettiklerini, Merhamet adlı
eserdeki Edith von Kekesfalva'nın, kötürüm genç bir kızın nasıl histerik
nöbetleri geçirdiğini, Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu adlı
eserde, gururlu bir kadının, çocuğunu yalnız başına, zorluklarla büyütmesini,
yine buna benzer biçimdeki Wondrak adlı eserdeki, çirkinliği
yüzünden sosyal baskı görüp ötelenen ve de insan yerine konmayarak tecavüze
uğrayıp, hamile kalan genç bir bayanın çocuğunu mükemmel bir şekilde büyütme
isteğine ve gücüne sahip olması ve de annelik iç güdüsünün çılgın yanını, Erika
Ewald'ın Aşkı adlı eserde, bir kadının platonik bir aşk yaşaması
sonucu duygularını, Karışık Duygular adlı eserde, Roland
adındaki genç bir adama acı çektiren vicdan azabını yaşama şeklini, Satranç adlı
eserindeki gestaponun zorbalıklarına maruz kalmış ve çıldırma raddesine gelmiş
olan Dr. B. 'nin hisleri ve son olarak Yürek Çöküntüsü adlı
eserdeki yaşlı ve kendini oldukça yalnız hisseden bir babanın kızı için duyduğu
ciddi manadaki endişelerini o kadar taptaze ve akıcı aktarmaktadır ki Zweig,
biz okuyucular olarak da insanın iç dünyasına yolculuk yapabilme fırsatına nail
olabilmekteyiz.
Bunların yanında,
Stefan Zweig, tarih incelemelerinde adı geçen bazı kayda değer kişilerden çok
etkilenmiş ve tarih sahnelerinde başarılı bir biçimde boy göstermiş olan söz
konusu etkilendiği kişilerin biyografilerini kaleme almıştır. Çünkü biyografi
ustası olarak da bilinen Zweig, tarihte önemli adımlar atan değerli kişilerin
hayatlarının yazılması gerektiği düşüncesine sahiptir ve bu durum Sigmund Freud
ve psikoloji biliminden etkilenmesi sonucu ortaya çıkmış bir durumdur.
Biyografilerinden en çok ses getirenleri şunlardır: Rotterdamlı Erasmus,
Montaigne, Maria Antoinette, Romain Rolland, Macellan, Fouche, Üç Büyük Usta:
Balzac, Dickens, Dostoyevski; Kendileriyle Savaşanlar: Hölderlin, Kleist,
Nietzsche; Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar:
Casanova,
Stendhal, Tolstoy.