Bin Hüzünlü Haz Romanının Tahlili
Bin Hüzünlü
Haz, Hasan Ali Toptaş’ın romanıdır.
Bin Hüzünlü Haz, ilk
sayfasından sonuna kadar bir arayışın anlatısıdır. Bu arayış “Hayatın akıl
almaz derecede oyuna dönüştüğü, hayallerin sınırı aşıp aşıp gerçeklere karıştığı,
yerini göğünü ne idüğü belirsiz kıpırtılarla uzun kuyruklu, güzel güzel
yalanların doldurduğu ve her şeyin kelimelerle yaşatılıp kelimelerle
öldürüldüğü, acayip ve soluk renkli bir dünya” da şekillenir.
Bin Hüzünlü
Haz romanında
“anlamlı” ve takip edilebilir bir olay örgüsünden bahsetmemiz mümkün değildir.
Yazarı tarafından dokuz bölüme ayrılan metin, neden-sonuç çizgisi üzerinde
gelişmez. Bölümler birbirine “sayıklamavari” cümlelerle ve imgelerle bağlanır.
Bin Hüzünlü Haz, aramaya
konudan, kendinden başlar ve bir neticeye ulaşmaz. Anlam tüm belirsizliğini,
çoğulluğunu ve yeniden üretilirliğini içinde barındırır.
Bin Hüzünlü Haz romanında
merak öğesi vardır fakat bu, organik bir
olay örgüsünden ziyade parçalı ve münferit bir yapı içerisine
konumlandırılmıştır. Dolayısıyla yukarıda ifade ettiğimiz gibi bölümler
birbirine tekrarlanan imgelerle bağlanır.
Bin Hüzünlü
Haz romanı,
her gün akıl almaz cinayetlerin işlendiği, kanın gövdeyi götürdüğü, vahşet ve
pornografinin bütün rahatsız eden görünümlerinin sergilendiği, “herkesin
gırtlağına kadar suça gömüldüğü ve orta yere fırlayan bazı çığırtkanların da,
yeni bir şey kesfetmişçesine işaret parmaklarını zamanın burnuna dayayıp ‘Suç
çağı, suç çağı!’ diye haykırıp durdukları bir dünyada “(s. 10), Alaaddin isimli
muhayyel, varlığı ve yokluğu bilinmeyen bir kahramanın hissettiklerini
anlatması ile başlar. Televizyondan canlı olarak yayınlanan bütün bu vahşet olayları
herkes gibi Alaaddin tarafından da izlenir. Televizyondan yayınlanan olaylar,
araya reklamların girmesi ile sekteye uğrar. Yazar bu reklam arası ile
anlatının düzlemini de değiştirir. Birden sayıklamavari cümleler ve
birleştirilen, bölünen, yerleri boş bırakılan kelimelerle hem kaotik ortam
desteklenir hem de Alaaddin’in aktardığını sandığımız anlatı “diye konuşmasını
sürdürüyordu Alaaddin.” (s. 18) cümlesi ile bir başka şahsa yani yazar-
anlatıcıya bırakılır.
Bin Hüzünlü
Haz romanında metnin anlatımını ele alan yazar-anlatıcı, Alaaddin’i
beklerken oturduğu evin terasından şehri seyreder. Uzun bekleyişten sıkılan
anlatıcı Alaaddin’i aramak için sokağa çıkar. Bu arayışın kendisini bir sonuca
ulaştırmayacağını bile bile bir maceraya atılır.
“(...)aslında
hiçbir zaman hiçbir yere gidilmiyor da, gidilmiş gibi olunuyor. Ancak
kelimelerle gidiliyor ya da kalınacaksa kelimelerle yaşanıyor, kelimelerle
gülünüyor, kelimelerle
ağlanıyor ve sonunda gene kelimelerle kös kös dönülüyor(...)” (s. 35)
Bin Hüzünlü
Haz romanında metin boyunca devam edecek olan arayış serüveninin ilk
durağı Motel ROM olacaktır. Zira Alaaddin’in ancak Motel ROM’da bulunabileceği
söylenmektedir:
“...Çocuk
bahçesini geçer geçmez, hemen sol tarafta, üzerinde soluk renkli harflerle
MOTEL ROM yazan karanlık bir kapı göreceksin, tamam mı? ‘Tamam,’ dedim. ‘İşte
Alaaddin’i ancak o kapının arkasında bulabilirsiniz’, dedi. ‘Bulamazsan, oranın
gevezeler gevezesi bir sahibesi vardır, ona sor. Biraz cadı, biraz kalleş,
biraz da ne dediğini bilmezin tekidir ama, o mutlaka bilir.” (s. 40)
Motel ROM’daki
yaşlı kadın, yüzlerce Alaaddin olduğunu söyler ve postmodern bir olguyu dile
getirir: Düş ile gerçeğin geçirgenliği.
“Belki de onu
aramaya başladığın için arıyorsundur artık, dedi. Bilmiyorum, dedim. Ya da, onu
senden başka kimsenin düşünmediğini düşündüğün için? Bilmiyorum, dedim. Sen de
bi bok bilmiyorsun, dedi. Evet, dedim. Büyük, ama çok büyük bir felaketin
eşiğindeymişim gibi, gözlerime acı acı baktı; peki nasıl bulacaksın onu? Arada
bir sesini isitiyorum da ne demek oluyor şimdi, hani yüzünü hiç görmemiştin?
Görmedim, dedim, yalnızca zaman zaman sesini işitiyorum. Düş gibi mi, dedi.
Hayır, dedim, basbayağı gerçek gibi. Aynı şey işte, diye homurdandı. “ (s. 44)
Bin Hüzünlü
Haz romanında anlatıcı Alaaddin’i Motel ROM’da da bulamaz. Burada
kendisine aslında Alaaddin diye birisinin olmadığı söylenir. “ ‘Öyle birisi yok
bence,’ dedi hem azarlar, hem de alay edercesine. ‘Bir serap görüyorsun sen.
Evet, daha önce de dediğim gibi, oldukça tatlı, hoş ve bol parıltılı bir serap
görüyorsun. Ya da, kendi masalının içinde yaşıyorsun. Alaaddin’in sesi sandığın
ses de, hiç kuskusuz başka bir şeylerin sesi. Belki de, başka bir şeylerin
sessizliği. Kurbağa sürüsü gibi vırak vırak ötüsüp yeri göğü yıkan birtakım
arzuların sesi, söz gelimi; gece gündüz konusup insanın kafasını şişiren
eşyaların, yaralı bir kurt gibi hiç durmaksızın uluyan özlemlerin, insan
suretine girip sokaklarda sersefil sürünen acıların, uzaklıkların, bir
aradalıkların, ayrılıkların, ya da sessizliklerin sesi. Belki de bizim henüz
fark edemediğimiz, başka başka şeylerin.’ “ (s. 48)
Motel ROM’da
aradığı Alaaddin’i bulamayan yazar-anlatıcı, arayışına tekrar şehrin
sokaklarına dönerek devam eder. Sokaktaki arayışı sırasında Motel ROM’daki yaşlı kadını görür ve onu
takibe başlar. Kadının peşi sıra pek çok mekân dolaşır ve tam yetiştiği sırada
kadını kaybeder. O an Alaaddin’i şehirde bulamayacağını anlar:
“Sonra ben
orada, nedense ilk kez, artık Alaaddin’i şehirde bulamayacağımı düşündüm.
Aklıma nereden estiyse, belki de bir anın içindedir o, dedim kendi kendime.
(...) Sonra da, belki Alaaddin’i, Alaaddin’in kaybolduğu bir hikâyede
aramalıyım diyecektim ki, birden kaleyi gördüm ve aklımdan geçen seyi bulmuş
gibi, hızlı hızlı yürümeye başladım.” (s. 62)
“Alaaddin’in
hikâyesini arayan cılız bir hikâye şeklinde (...) kaç hafta, kaç yıl, ya da kaç
koca yüzyıl dolaştı[ğını]” (s. 51-52) bilmeden arayışını sürdüren anlatıcı
Alaaddin’i şehirde bulamayacağını fark edince ve Asip Dağı’nın eteklerindeki
kaleye doğru yürümeye başlar.
Bir patikada
bulur kendini. Patikadan yoluna devam ederek ormanı bütün ihtişamı ile
görebildiği bir yere varır. Bu manzara karşısında etkilenen anlatıcı aşağı
inerek ormana dalar.
Anlatıcının
çesitli suretlere bürünerek sürdürdüğü arayışta, arayanlar da çeşitlenir. Kimi
zaman Alaaddin’i Tatar kızı, kimi zaman da tahtına varis olarak gördüğü kardeşi
arar. Alaaddin ile ilgili pek çok rivayet anlatılır. Bu rivayetler anlatı
ihtimallerini çoğalttığı gibi sonucun belirsizliğini de güçlendirmektedir.
Alaaddin yol arkadaşlığı yaptığı Tatar kızı tarafından ihanete uğrar. Mola
verdikleri bir yerde baskına uğrayan Alaaddin canını zor kurtarır. Baskından
sonra bulunmamak için çesitli yerlerde tebdil-i kıyafet dolaştığı ve
çalıştığına dair hikâyeler anlatılır.
Bir başka
hikâye ise Alaaddin’in kadın kıyafeti ile saraya girerek tahttaki kardeşinin
gözde cariyeleri arasına girdiği yönündedir. Bütün bunlar belirsizliği
arttırmak içindir. Son olarak Alaaddin sarayın mahzenindedir ve burada
karşılaştığı Tatar kızına ihanetin bedelini ölüm olarak ödetir.
Bin Hüzünlü
Haz romanında anlatının sonlarına doğru anlatıcının çoğulluğuna katkı
sağlayan bir bilgi daha verilir. O da anlatıcının kadın olduğudur. Bütün
anlatılan rivayetler, Alaaddin ve Tatar kızına dair söylenenler tek ve
değişmeyen bir gerçeği ifade etmez.
Alaaddin’in
akıbeti ne olmuştur? Onu arayan gerçekten bulmuş mudur? Bunların cevabı
verilmemiştir. Çünkü ucu açık bırakılmış metin, okuyucunun, anlatıcının,
yazarın ve nihayet metnin zihninde sonsuz üretilirliğe bırakılmıştır.
Bin Hüzünlü
Haz her
şeyin kelimelerle kurulup kelimelerle yaşatıldığı bir metindir. Böyle bir
kurmaca üzerine oturtulmuş, dolayısıyla engin bir olanaklar denizini barındıran
bir anlatı konumuna büründürülmüştür.
Bin Hüzünlü Haz, ihtiva ettiği
bir çok özellik sebebiyle postmodern anlatı grubuna dâhil edilebilir. Bunlardan
ilki reel algısının
tahrip edilmesi, gerçek ile kurmacanın iç içe geçmesidir. Yazar-anlatıcının
gerçekten gezip dolaşarak Alaaddin’e ulaştığı, ya da ona ulaşmak için çıktığı
yolculuğun sadece düşünsel/hayalî bir yolculuk olduğu, ya da Alaaddin’in
aslında olmadığı yolundaki tüm yorumlara açık kapı bırakmaktadır.
Zira bu metin,
“duruşlarında kalp atışlarımızın ritmini taşıyan, kelime dediğimiz şu zavallı
işaretlerin arasına zamanı hapsedip iyice yavaşlatmak” ister ve “[b]ir de oldum
olası ayrıntılarda gizlenen ve asla birbirlerinden ayrılmayan hayatı, Tanrıyı
ve hikâyeyi bulmak için belki; onlarla, ancak ayrıntıların kesinliğiyle elde
edilebilen uzak bir belirsizlikte çeşit çeşit, baş döndürücü oyunlar oynamak ve
bu oyunlarla çocuklaşıp zaman zaman saflığı yakalamak” (s. 65) istemektedir. Bu
yüzden de anlatının “metin” olduğu sık sık hatırlatılmaktadır. Zira bu şekilde
var oluş gerçekleşecek ve yazar, gerçeğin kendisine nasıl göründüğünü
anlatabilme şansına erişecektir.
Bin Hüzünlü Haz, ana metinden
her bir hikâye adasına kadar kurmaca olduğu vurgulanan, helezonik kurgusu olan
bir metindir. Kurmaca ile gerçeğin, geçmiş ile şimdinin, bir hikâye adasının
diğeri ile iç içe geçtiği bir yapı sergilemektedir. Ancak bu ayrımlar
birbirlerinden çok keskin çizgilerle ayrılamamaktadır. Zira tam ayrılacağı
sırada, yazar-anlatıcı cümlesini “söz gelimi, belki, sanki, bilemiyorum” gibi
sözcüklerle sonlandırmaktadır.
Bin Hüzünlü Haz romanında üstkurmaca
önemli bir kurgu ögesidir. Postmodern metinlerde metnin yazılış süreci, onun
ana izleklerinden biridir. Böylelikle metnin kurmaca yapısı, onun konusu olmuş
olur. Okuyucu metnin yazılış sürecinin içinde yer alır ve anlatılan olayların tanığı
olur. Anlatıda yazar sürekli okuyucusu ile diyalog içerisindedir. Bu tür bir
uygulama klasik ve modernist romanlarda da yer alır ama postmodernist yazarın
gayesi diğer romanlarda olduğu gibi okuyucuyu bilgilendirmek, ona yararlı olmak
düşüncesi değil yaratmaya çalıştığı oyuna okuyucuyu da dâhil ederek yeniden
üretilirliği sağlamaktır. Anlatının tam içinde yer alan postmodernist yazar
bütün bu faaliyetini oyuna hizmet için yapar.
Bin Hüzünlü Haz romanında yazar
anlatıcı, “siz” diye hitap ettiği okuyucuyla sürekli diyalog içerisindedir.
Hatta okuyucu, yazar anlatıcı gibi her şeyden haberdardır, çünkü anlatıyı âdeta
birlikte yazarlar. Yazar anlatıcı anlatının bütün yazılış serüvenini okuyucu
ile paylaşır. Yazar anlatıcı, sadece romanı nasıl yazdığını değil bunun
nedenini, yazarken neler yaşadığını da anlatısında aktarır. Bazen “Hâlâ
oradaysanız”(s. 27) diye seslenir okuyucuya, bazen “belki size garip gelecek
ama” (s. 32) diye okuyucu ile samimi bir paylaşıma girer, bazen de “sizin
bilmenizde de yarar yok bence” (s. 58) diyerek okuyucu ile arasına sınır koyar.
Bin Hüzünlü
Haz romanında yazar anlatıcı, metnin kurgusunda yer vereceği
“hikâyeleri” okuyucusuyla paylaşır ve onunla sohbet havasında konuşarak
“Olabilirliklerin kum gibi kaynadığı” (s. 116) bu hikâyeleri nasıl anlatacağını
da belirtir:
“Sonra,
bakarsınız, yeni yeni kendi soluğuna kavuşan anlatının hızı anlatacaklarımın
önüne geçti diye, kafanızda oluşan sorularla birlikte sizi o mahşeri
kalabalığın yanı başında bırakıp ansızın geriye döner ve bu yolculuk boyunca
olup bitenleri yeniden anlatmaya başlarım. Hiç kuskusuz, duruşlarında kalp
atışlarımızın ritmini taşıyan, kelime dediğimiz şu zavallı işaretlerin arasına
zamanı hapsedip iyice yavaşlatmak için yaparım bunu. Bir de, oldum olası
ayrıntılarda gizlenen ve asla birbirlerinden ayrılmayan hayatı, Tanrıyı ve
hikâyeyi bulmak belki; onlarla, ancak ayrıntıların kesinliğiyle elde edilebilen
uzak bir belirsizlikte çeşit çesit, baş döndürücü oyunlar oynamak ve bu
oyunlarla çocuklaşıp zaman zaman saflığı yakalamak için...” (s. 64-65).
Bin
Hüzünlü Haz,
yazar-anlatıcının “çok özel uğraş” dediği “bin hüzünlü haz” olarak nitelediği
yazma edimini, salt kendisine ait kılmayarak hem metni, hem de okuru en az
kendisi kadar özgür bırakmaktadır. Üstkurmaca olarak adlandırılan olanaklarla
metnin yeni bir varoluşsal nefes alması sağlanmaktadır.
Bin Hüzünlü
Haz romanının ilk bölümünde yalnızca sesini duyduğumuz Alaaddin, en çok
suçtan arınmışlığından tedirgin olmaktadır. (s. 9) Suça bulaşmak, suç işlemek
istemektedir; ancak bunu bir türlü başaramaz. Koltuğuna oturup haberleri
seyretmeye başlayınca “suçtan arınmışlığını unutup rahatlıyor[dur]” (s. 13)
Sonra, kendi varlığını başka varlıklarda hissetmeye başlıyor ve birkaç dakika
sonra yine “gerçek” dünyaya dönüyordur. Bu kez televizyondaki görüntüler ile
Alaaddin’in zihni, onun gerçeklik algısını ve düsüncesini karman çorman eder:
“Reklam
filmlerinden oluşmuş korkunç bir sağanağın altında şemsiyesiz devleşen eşyalar
diyelim değil kaçamıyorum ağızlarını açmış ince belli çamaşır makineleri ahu
dilli kasetçalar diyeben buna şehla gözlü televizyonlar falan futbolcu dün
şiddetli öksürmüş eyvah kaçamıyorum yok sözdehiçim boşalıyor yoksabendarkalçalı
bakire koltuk takımları podyum sirinleri fesmekân futbolcu da oh sarkıcının dalı
narindir bu yıl beniceksikızlararasında birin gibi zonkluyorum yok açamıyorum
yok kendiniçin böyleyledin senderinsan olarakaranlık hayallerdeydin” (s. 14)
Buradaki
karmaşa ve belirsizlik, içinde yaşanılan dünyanın gerçekliğinden şüphe
edilmesinin en açık kanıtıdır. Alaaddin belki de suç işleyerek kendi varlığını
ispat edecektir; ancak suç, onun için imkânsızdır. Her türlü suçtan ya da somut
addedilen gerçeklikten azadedir o. “Hayatın akıl almaz derecede oyuna
dönüştüğü”nü söyleyendir (s. 18). Kimi zaman, “anlatı ormanında” kimi zaman
belleğinin derinliklerinde Alaaddin’i arayan yazar-anlatıcının elinde ise, “o
yokluktan başka hiçbir şey yok”tur (s. 28).
Bin Hüzünlü
Haz romanının en önemli imgesi ormandır. Bu imge içine edebiyat tarihi,
masallar, romanlar gibi pek çok unsur metinlerarasılık bağlamında
yerleştirilir. Adı üzerinde bir metinlerarasılık ormanına dalarız. Oduncu Baba,
Hansel
ile Gratel, Kırmızı Başlıklı Kız, Ali Baba ve Kırk Haramiler, Alaaddin, Binbir
Gece Masalları, Don Quijote (Cervantes), Dönüşüm (Kafka) vb. eserler
kimi unsurları ile bu anlatı ormanında bir arada bulunurlar.
Kahramanımızın
daldığı bu büyülü orman âdeta bir anlatmalar cennetidir. Zira Batı kaynaklı
masallardan olan Hansel ile Gratel, Kırmızı Başlıklı
Kız
olduğu gibi metne yerleştirilir. (s. 78-79)
Metinler ya da
anlatmalar arasındaki geçişin “derken...” ifadesi ile sağlandığı anlatıda,
kahramanın yel değirmenlerine karşı savaşan şövalye Don Kişot
ile
karşılaştığını görürüz. Kısa bir anıştırma ile burada Cervantes’in aynı adlı
eserine gönderme yapan anlatıcı, ardından Kafka’nın Dönüşüm’ünü
parodileştirir.
Gregor
Samsa’nın ters dönmüş bir böcek hali burada şu şekilde tasvir edilir:
“Sonra tam da
kalktığım yerde, hemen oracıktaki yumuşacık otlarla çıtırdayıp duran sararmış
yaprakların üzerinde, dev bir böcek gördüm. Gövdesi, neredeyse bir insanınki
kadar vardı bu böceğin; benim az önceki halimi taklit edercesine sırt üstü
yatmış, bir yandan güçlükle başını kaldırıp kaldırıp kubbemsi karnına bakıyor,
bir yandan da hiç kuşkusuz doğrulup kalkabilmek için, acınası incelikteki
bacaklarını oynatıp duruyordu.” (s. 91)
Bununla
birlikte âdeta bir efsaneye dönüşen ya da yazar tarafından bilinçli olarak öyle
kurgulanan Asip Dağı da anılması gereken göndermelerdendir.
Bin Hüzünlü Haz, üstkurmaca,
reel kaybı, metinlerarasılık, çoğulcu ve katmanlı yapı, pop-art gibi özelliklerinden
dolayı postmodern anlatı olarak değerlendirmemiz gereken bir eserdir.