Ferit Edgü – Hayatı, Edebi Kişiliği Eserleri
Hayatı
Ferit
Edgü 24 Şubat 1936’da İstanbul’da doğar. Tam adı İsmail Ferit Edgü olup, Fatma
Nevber Hanım ile Nuri Mehmet Edgü’nün oğludur. Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nde dört
yıl öğrenim görür. Bedri Rahmi’nin öğrencisi olur. Akademinin son sınıfındayken
devletin açtığı bir sınavı kazanarak önce Münih’e oradan da Paris’e gider.
Paris’teyken
Academie Feu’da 6 yıl seramik öğrenimi gören Ferit Edgü, Sorbonne’da felsefe,
Louvre’da sanat tarihi kurslarına devam eder. Bu etkinliklerin dışında edebiyat ve resimle
de ilgilenmeyi ihmal etmez. 1964’te yurda dönerek Beypazarı ve Hakkâri’de yedek
subay öğretmen olarak askerliğini yapar. Hakkâri’nin Pirkanis köyündeki
öğretmenlik deneyimi; daha sonra yazacağı “Kimse” ve “O” romanları ve öykülerinin yazılışında etkili olur. Hatta bu
dönem onun yaşamında ve yazarlığında dönüm noktası olacaktır.
1967’de
askerliğini tamamlayarak Paris’e giden yazar bir yıl sonra Türkiye’ye geri
döner. İstanbul Manajans’ta metin yazarı olarak çalışır. DATA Reklâm Şirketini
kurar ve 1977’den sonra da Ada Yayınlarında görev yapar. Bedri Rahmi Sanat
Galerisi’ni yöneten Edgü hâlen İstanbul’da yaşamaktadır ve bir çocuk babasıdır.
Ferit
Edgü’nün Edebiyata olan ilgisi; kendisiyle yapılan söyleşilerde ve çeşitli
makalelerde söylediği üzere Sait Faik’in Şahmerdan adlı eseriyle başlamıştır. Sait Faik’in “sıradan insanların
günlük yaşantısı”nı yazması Edgü’yü çok etkilemiş ve kendisinin de
“yazabileceği” fikri bu eserin onda uyandırdığı izlenimlerle gerçekleşmiştir.
Edgü’nün
kitapla ilk tanışıklığı şüphesiz Şahmerdanla olmamıştır. Nitekim çocukluk yıllarından söz ederken eline ne
geçerse okuduğunu söyler: “O dönemde (savaş yılları) gazete kâğıtlarından
yapılan kese kâğıtları vardı; düzgünce açıp onları da okurdum.” derken Edgü’nün
okumaya olan düşkünlüğünü zor şartlarda dahi olsa küçük yaşlarda başladığını
gösterir. Hatta çocuk yalnızlığını kitaplarla paylaştığını, kitaplara
sığındığını söyler. Sait Faik’ten önce Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri
Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin, Tolstoy... vb. onun en çok okuduğu yazarlar
arasındadır. Okumaya Orhan Veli ve Orhan Kemal’le devam eden Edgü’nün dünya
görüşünü aydınlatan şairler Rimbaud ve Lautremont olmuştur.
Edebi Kişiliği – Sanat Anlayışı
1950’lerde
“Kaynak” dergisinde yayımlanan şiirleriyle edebiyat dünyasına giren Edgü, Sait
Faik’i okuduktan sonra öykü yazmaya başlar.
1950’lerde
yazarlığa başlayan Edgü bu dönemde “varoluşçuluk” akımının etkisindedir.
Sartre, Camus, Heidegger, Hursell, Bordiev ve Jaspers Edgü üzerinde karamsar dünya
görüşleri ve bireyselleşme olgusu ile etkili oldular.
Ferit
Edgü ilk öyküsünün 1953’te yayımlandığını söyler, fakat bu öykünün ismini
zikretmez. “Yitik Gün” tahminen ikinci ya da üçüncü yayımlanan öyküsüdür. Daha sonra Kaynak, Yeni Ufuklar, Mavi, Pazar Postası, Dost dergilerinde çıkan şiir ve öyküleriyle ismini duyuran
Edgü’nün 1950 ve 1960’lı yıllarda Ataç, Yeni
Dergi, Eylem, Papirüs, Ant, Soyut özellikle de Yeni Ufuklar dergisinde
yayımladığı çağdaş sanat ve estetik sorunlarına ilişkin inceleme yazıları,
çevirileri ve kimi yazıları tartışma yaratmıştır.
Paris’teyken
Kaçkınlar'ı
yayımlar. Bozgun adlı eserini de Paris’te kaleme alan Edgü, Sartre, Camus ve
Beckett’ten çeviriler yapar; şiir, öykü, çeviri, yazın ve resim üzerine
denemelerini çeşitli dergilerde yayımlar.
Tüm
bu yazın faaliyetleri içinde Edgü “romancı, öykücü, denemeci” nitelemelerini
beğenmeyerek kendisinin her şeyden önce yazar olduğunu vurgulamaktadır.
Paris’ten sonra
hayatının dönüm noktasını teşkil edecek olan Hakkâri yolculuğuyla karşılaşır.
Edgü Hakkâri’nin Pirkanis köyü için şunları söylemektedir: “Pirkanis kendimi ve
bildiklerimi sınamamda yardımcı oldu. İnançlarımı, insanlara, doğaya bakışımı,
kitaplardan öğrendiklerimi, o Allah ’ın dağında, on dört haneli, yolu,
elektriği, telefonu olmayan bir köycükte, tüm dünyası o dağlar, o koyunlar olan
insanların arasında yeniden gözden geçirmek olanağını buldum bütün bir kış
boyu. Ama insanoğlu her gittiği yere kendini de götürdüğüne göre... ”
Pirkanis’e
kendini de götüren; ancak belki de yazarlık hayatı boyunca kendisine esin
kaynağı olacak olan bir dolu malzemeyle İstanbul’a geri dönen Edgü’nün bundan
sonra yayımladığı eser Av adlı öykü kitabıdır.
Edgü
on yıl sonra Kimse ’de (1976) Hakkâri’yi anlatmaya başlar. İki yıl sonra da O/Hakkâri’de Bir Mevsim
(1977) adlı kitabında burayı anlatmaya devam eder. Bunları aynı çizgide Doğu Öyküleri takip eder.
1978’de
Ah Minel Aşk
adlı şiir kitabı yayımlanır. Aynı yıl yayımlanan Bir Gemide (1978) adlı öykü
1979’da Sait Faik Öykü Ödülünü alır. Sanat ve felsefe üzerine yazdığı
denemelerinden oluşan Ders Notları ile 1979 T.D.K. Deneme ödülünü alır. Bu ödülü 1988’de Sedat
Simavi Vakfı Edebiyat ödülü takip eder. Yapıtlarından O Almanca ve Fransızca’ya, Eylül’ün Gölgesinde Bir Yazdı Almanca’ya çevrilir. O adlı romanı Hakkâri’de Bir
Mevsim/O adıyla (Yön: E. Kıral, 1982) ve Onat
Kutlar’ın senaryosuyla sinemaya uyarlandı. Bu film 33. Berlin Film Festivalinde
(1983) ve 2. Akdeniz Kültürleri Film Festivali’nde (1984) ödüller aldı.
Yazarlığa ilk soyunduğu yıllardan itibaren “aykırı”
olmayı yeğleyen Edgü bu konudaki görüşlerini şöyle açıklamaktadır. “Aykırılık,
çocukluğumdan beri benim tabiatımda vardı. Ona hiç ihanet etmedim. Aykırılığı
yazarlığın, sanatçılığın, kaçınılmaz öğesi olarak gördüm. Hatta bir erdem...
Ama aykırılıklar, tepkiler, başka aykırılıklarla,
tepkilerle anlam kazanır.”
Ferit Edgü Türk Edebiyatında öncü bir yazar olma yolunda giden
bir sanatçı. Geleneği yadsımayan fakat gelenek çizgisini kırarak “yeni” ye
ulaşmaya çalışan Edgü’ye göre : “Hiçbir zaman yıkmadan yeni bir şey yapılamaz.”
Yenilik peşinde olan yazar, kişiliğini, özgün üslubunu yakalamaya çalışan
yazardır. Bu yüzden Edgü de gençlik yıllarında yeni’nin peşinden koşmuştur.
Onun için önemli olan “arayanın yepyeni bir ses bulması ve bu sesin, onun kendi
sesi olmasıdır.” Ancak yazarın kendi sesi de bir yere kadar yeterli
olmayacaktır. Yazar “tıkandığı yerde bir çıkış arar.” Bu çıkış yolu da Edgü’ye
göre “eski” olandır.
Geleneğin
zincirini kırarak yeni bir halka oluşturmaya çalışan Edgü riskli bir yola
girmiştir. Bu yolda ilerlerken yeni ifade imkânlarıyla, yeni tekniklerle
sanatını yenilemektedir. Ancak onun sanatının tek gayesi yenilik değildir. Onda
olgunlaşan sanat değerleriyle birlikte kendisini ilgilendiren şeyin
“authentique’lik” olduğunu daha sonra açıklayacaktır ve “Yazar, sanatçı ne
kadar has, ne kadar yalansız, dolansız ben bunun kokusunu almaya çalışıyorum.
Çünkü yenilik, önünde sonunda zihinsel bir çabanın ürünü; haslık ise çok daha
derinlerden varoluşun köklerinden geliyor” diyecektir.
Ferit Edgü kendini, çok okuyan fakat az yazan bir yazar olarak
görür. Sözcükler onun ifadesiyle “babasının malı” değildir. Bu yüzden
kelimeleri titizlikle kullanır. Çünkü okuyucuyu pasif bir konumdan aktif bir
konuma geçirebilmek için; yazarın çok okuması, çok düşünmesi ve bu sayede
düşündürüp düş kurdurabilmesi gerekir. Onun istediği etki okuyucuda “yaratıcı
bir tepki” uyandırabilme başarısıdır. Bunun için çok söze ihtiyaç yoktur. Önemli
olan az sözle şok etkisi yaratabilmektir. Bu yüzden olsa gerek Edgü minimal
öyküler yazmış ve bu öykülerin Türk Edebiyatındaki en önemli temsilcisi
olmuştur.
Bir yazar için en büyük trajedi yazamamaktır. Yaşamın
zenginliği içinde acıları, umutları, sevgileri, coşkuları... v.b. yazamamak,
uygun biçimi, uygun rengi bulamayıp aktaramamak değil sadece trajedi, büyük bir
karışıklıktır aynı zamanda. Bu durum insanı tükenmişliğe götürür. Tükenmişlik
sonuncunda geride kalan ise sadece sözcükler, imgeler ve çağrışımlardır. Ancak
bu sözcüklerin ya da imgelerin ardında kalan yaşam zenginliği onları sadece
birer sözcük ya da imge olmaktan çıkarır. İçlerine sıkıştırılan anlam
zenginliğiyle taşıdıkları geniş bir dünya oluşturur.
Edgü çoğu zaman içinde bulunduğu tükenmişlik hissi içinde
yazamadığını söyler. Tabii herkesin olduğu gibi onun da söyleyebileceği şeyler
vardır muhakkak. Ama söylediği her sözün onu bir öncekinden daha ileri
götürmesi şartı vardır. Her söylenenin de bir sonrakine katkısı olması gerekir.
Eğer böyle değilse yazmanın, üretmenin, bir anlamı yoktur. Böyle düşündüğü için
Edgü çok az yazan ancak, yazdıklarının neyin karşılığı olduğunu kendisine soran
bir yazardır. Böylece bir yazar olarak okuyucularına karşı sorumluluklarının
bilincinde olduğunu kanıtlamaktadır.
Yazar kendisine uzak ve yakın olan sanatçılara bakarken;
Tahsin Yücel, Tarık Dursun K., Orhan Duru, Bilge Karasu, Onat Kutlar, Feyyaz
Karacan, Demir Özlü, Adnan Özyalçıner, Yusuf Atılgan, Vüs’at O.Bener, Nezihe
Meriç... v.b. çağdaşı olduğu yazarların isimlerini zikreder. Bunlar onun
tespitiyle belli bir “üslup”a sahip olma kaygısını taşıyan yazarlardır.
Yazarımızın bu sanatçılarla etkileşimini tespit edip onun tam anlamıyla hangi
akıma mensup olduğunu ortaya koymak bizim için oldukça zordur. Binaenaleyh yeniyi
seven ve sürekli kendini “yeni”leyen yazarın, değişen yaşam koşullarıyla
birlikte tek bir çizgide ilerlediğini söylemek mümkün değildir. Üstelik
yazarken, bir yazar olmaktan ziyade “birey” olmaya çalışan Edgü kendisinden
hareketle yazdığını belirtmektedir. Daha önce değindiğimiz üzere gelenekten
yararlanan fakat bu etkiden tamamen uzak şahsi üslubunu oluşturmaya çalışan
sanatçının bir akıma mensubiyeti pek fazla söz konusu olmamıştır. O daha çok
kendi üslubunu oluşturmaya onu yetkin bir hâle getirmeye çalışan bir yazar
olarak karşımıza çıkmıştır.
Pek çok yazarda olduğu gibi Edgü’yü de yazmaya iten temel olgu
yalnızlıktır. Çocukluk yıllarından itibaren bu yalnızlığı kendi içinde
duyumsayan, onu besleyen yazar “yalnızlıkta” yazdığını söylemektedir. Aykırı kişiliğiyle
toplumdan ister istemez soyutlanan romancı kendisini anlayacak, kendisine
benzeyen, onun diliyle konuşan ve onun dilini algılayabilen, kısaca onun
yalnızlığını karşılıksız paylaşan insanlar için yazmaktadır. Sosyal yaşam
içinde yankı bulmayan sesinin yankısı için yazmaktadır. Bu sayede kendini ve
varoluşunu tamamlayabilecektir. Çünkü onun için yazmak “oldum olası bir varoluş
sorunudur”.
Toplumun ötesinde bir birey olarak yazabilmek özgür düşüncenin
bir ürünüdür. Karşı koymanın, dogmaları yıkmanın, zincirleri koparmanın,
sürüden ayrılmanın bir ürünüdür. Ve bu yönüyle Edgü’ye en yakın olandır.
Henüz çocuk yaşta düştüğü yalnızlık içinde yazarın tek
sığınağı kitaplar olmuştur. Pek fazla dostluk kuramayan ve içine kapanık biri
olduğunu söyleyen Edgü on yaşındayken kendisine zengin sayılabilecek, elli
altmış kitaplık bir kütüphane oluşturmuştur.
Edgü; kendisinden öncekilerden ve çağdaşlarından bir şey
almayanın hiçbir şey veremeyeceğini düşünür. Yazmak birikim işidir. Kişi her
yazdığı, her kullandığı sözcükte dahi atalarının mirasını kullanmak zorundadır.
Her yaşam kendi içinde birçok yaşamı barındırır. Sanatçı tüm bu yaşamları bir
araya getirerek oluşturduğu yeni yaşamlarla; hayatı anlamlı ve zengin bir hâle
dönüştürür. Sanatın serüveni bu sayede yaşamın serüvenine dâhil edilir. Yazar
tüm bu serüvenleri içine alacak sonsuz genişlikte bir dünyayı sığdırmak ister
küçük hacimli yapıtına. Bunu sığdırabildiği ölçüdedir ortaya koyduğu eserin
değeri. Bu yüzden olsa gerek Edgü küçük hacimli eserler yazmaktadır. Ancak
eserin varoluşu yeterli değildir bu serüveni sonlandırmaya. Okuyucu da
dâhildir, dâhil olmak zorundadır düşler âlemindeki bu serüvene. Edgü okuruna
uzak bir mesafeden yaklaşan bir yazar değildir. Onunla sürekli etkileşim
içindedir. Bunu çoğu zaman kullandığı yerel üsluplarla, yerel temalarla
gerçekleştirir. Ancak yerelden evrensele ulaşma çabasını da göz ardı etmez.
Günümüz yaşam, koşulları dâhilinde hızlı tüketim toplumuna ihtiyaçları
doğrultusunda karşılık veren Edgü, düşlemeyi bilen herkese ulaşmaya çalışır.
Onları içine soktuğu düşünsel aktiviteyle birlikte yazarlık eylemine dâhil
etmeye çalışır. Böylece her okuyucuda can bulan eseri, yeni okurlarla da
birleşerek kendi yaşamını idame ettirmekte, kendi serüvenini hayata
geçirmektedir. Bunun yanında Edgü yazma eylemini, romanın kurgusu içine dâhil
etmeyi de ihmal etmez.
Yazarlar
eserlerini sadece yayımlamak için yazmazlar. Onlara yazarken ne yazdıkları,
niçin yazdıkları sorulmaz. Yazmak bir arayıştır. Ne aradığını, ne bulacağını
bilmeyen ama; yüreği, peşinde olduğu gizi çözmek için çırpınan bir yolcudur
yazar. Birikimi yaşam deneyimlerini derleyen bir araştırmacı, malzemesini en
güzel şekilde yontan bir maden işçisi, değersizi değerli kılan bir simyacı,
yaşanılmaz hayatı yaşanılır kılan bir tabib... Nedir yazarın malzemesi? Edgü’ye
göre “dil” dir, “insan”dır, “toplumsal tarihsel olaylardır”, “psikolojik,
psişik, düşünsel olgular”dır. Yazar bu malzemeyi
yaratıcı bir söylemle dillendirir.
Edgü’ye
göre “yazmak çözülmüş bir sorun değil, her yazmaya oturuşta çözülmesi gereken
bir sorunlar yumağıdır. Çünkü yazar, her şeyi bilen, çözümleri ve bileşimleri
gerçekleştirmiş, çıkacağı yolculuğun haritasını çizmiş, pusulası, basınç ve
derinlik ölçülerini yedeğine almış kişi değildir. Böylesi bir yolculukta bunların
pek fazla işine yaramayacağını bilir. Dahası kendisini yanıltacaklarını, doğru
derken yanlış yol gösterebileceklerini düşünür. Can yeleği de yoktur bu tür
yazarın. Okyanusa açılmayı aklına koymuş bile olsa. Tüm güvencesi kendisidir.
Bir de kendisi gibi böylesi yolculuklara çıkmış olanlar” zor, çetrefilli olan
bu yolda ilerleyebilmek kolay değildir. Çoğu zaman uzun uzadıya duraklarda,
kimsesiz ve yalnız bir vaziyette kalakalmaktadır Edgü. O yazamamaktadır ve bu
onun için büyük bir trajedidir.
Edgü
de bu duraklara sanatının belirli aşamalarında takılmıştır ve bu duruma
kendisiyle yapılan söyleşilerde, yazdığı makalelerde çoğu zaman temas
etmektedir. Ancak onun yazamamasının nedeni tükenmişlik değil, kendini tüketip
tekrarlama korkusu; yine’lemektense yeni’lemek sevdasının olmasındandır.
Yazacaklarının yazdıklarına bir şeyler eklememesi düşüncesinden korkmaktadır.
“Daha açık bir deyişle bir tükenmişlik, bir tüketilmişlik, bir kısır döngü
içinde dolanıp durma, bir bitmeyen gece saplantısı ya da gerçeği”. Asıl
korkuları bunlardan ibarettir Edgü’nün. Öyle bir korkudur ki; bu onu
sözcüklerden, kelimelerden, cümlelerden alıkoymaktadır. Onlara karşı kendini
suçlu hissetmektedir.
Ferit
Edgü’ye göre yazar konuyu düşünerek eserini oluşturmaz. Eser ortaya çıktıktan
sonra konu kendini o eser içinde bulur. Tıpkı resimde olduğu gibi. Edgü resim
çizerken de konu üzerinde düşünmediğini, tamamen özgür bir şekilde, ona
sınırlama getirmeden çizip boyadığını söyler. Resim bittikten sonra düşünmeye
başlayan Edgü tamamlanmış bu eseri sonrasında bozarak oluşturduğunu söyler. O,
mükemmelin, bitmişin, tamamlanmışın, sonlanmışın peşinde koşmaz. Onun için
eksiksiz bir güzellik tehlikelidir. Bu okuyucuya ya da seyirciye sanatçının
sırtını dönmesidir. Böylece umduğunu bulamayan okuyucu eserin dışında
kalacaktır; ancak bu yazarın yazma eylemini paylaşma isteğinden de kaynaklanır.
Çünkü bitmemiş olanı zihninde tamamlayan okuyucu, esere üretken bir yapıyla
dışardan dâhil olacaktır. Edgü aktarımda bulunduğu kişilerle diyalogu sever.
Ferit
Edgü yazmaya ve çizmeye aynı dönemlerde başlamıştır. Resme olan ilgisi ve resim
yapma isteği Klee’yle başlar. Klee’nin resimleri onda şöyle bir izlenim
oluşturur: “Herkes çizip boyayabilir; ön yargılarından kurtulmuş, gözünü
yeryüzüne ilk kez açmak yetisinde olan herkes” ve böyle çizmeye başlamıştır. Bu
onun için “mutlu bir rastlantı”dır. İkinci mutlu rastlantısı ise Sait Faik ve
Şahmerdan adlı eseridir. Bu öyküye tekrar dönmeyeceğiz ama Klee’nin resimleri
karşısında söylediklerini Edgü bu kez edebiyat alanında da doğrulamıştır. Çünkü
“Herkes yazabilir; gene önyargılarından kurtulmuş ve bu yazma istediğini duyan
herkes” diyen yazar aynı etki altında kaldığını itiraf eder. Yazmak ve çizmek
onun için bir ayrıcalıktır. Yazarımız bu her iki ayrıcalığı da en iyi şekilde
kullanarak kendini ayrıcalıklı bir konuma oturtmuştur.
Eserleri
Ferit Edgü Öykü, Romani Deneme, Şiir gibi edebi türlerde eserler
vermiştir. Ferit Edgü’nün bazı kitapları da birçok yerde ödül almıştır. Aşağıda
Ferit Edgü’nün Öyküleri, Şiirleri, Romanları, Denemeleri, Senaryo Çalışması ve
Diğer Yapıtları listelenmiştir.
Öykü
• Kaçkınlar (1959)
•
Bozgun (1962)
•
Av (1968)
• Bir Gemide (1978)
• Çığlık (1982)
• Binbir Hece (1991)
• Doğu Öyküleri (1995)
• İşte Deniz, Maria
(1999)
• Devam (2001)
• Do Sesi (2002)
Romanları
·
Kimse (1976)
·
O (Hakkâri’de Bir Mevsim) (1977)
·
Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı (1988)
·
Yaralı Zaman (1997)
Denemeleri
• Ders Notları (1978)
• Şimdi Saat Kaç?
(1978)
• Yazmak Eylemi (1980)
• Kitap & Ressamın
Öyküsü (1991)
• Yeni Ders Notları
(1991)
• Seyir Sözcükleri
(1996)
• Sözlü/ Yazılı (2003)
• İnsanlık Halleri
(2003)
• Avara Kasnak (2005)
• Buluşmalar (2007)
Şiirleri
• Ah Min-el Aşk (1978)
• Dağ Şiirleri (1999)
Senaryo
•
Hakkâri’de Bir Mevsim (1983) ( “O” adlı romanından senaryo, Onat Kutlar
ile birlikte)
Diğer Yapıtları
• Yaşayan Bedri Rahmi
(1976)
• Eren Eyüboğlu (1981)
• Arslan (1982)
• Osman Hamdi
Bilinmeyen Resimleri (1986) (Mustafa Cezar ile birlikte)
• Ergin İnan (1988)
• Mustafa Pilevneli
(1988)
• Türk Hat Sanat
(Karalamalar, Meşkler) (1988)
• Karapınar Tülü
Carpets (1989)
• Füreyya: Ateş ve Sır
(1992)
• Berlin Paintings
1989-1990 (1990)
• Van Gogh: Yüzyıl
Sonra (1990)
. Fikret Mualla (1995)
• Aliye Berger (1998)
• Fotoğrafların Öyküsü
Şakir Eczacıbaşı (1999)
• Avni Arbaş (2001)
• Abidin (2003)
• Görsel Yolculuklar
(2003)
• 20.Yüzyılda Sanat
(2003) (Enis Batur, Barış Pirhasan, İlhan Usmanbaş, Uğur Tanyeli, Işıl
Kasapoğlu, Adnan Çoker ile birlikte)
• Doğa Dostları (2004)
• Kuzgun Acar (2004) (
Levent Çalıkoğlu, Murat Ural ile birlikte)
. Paraboller (2007)
• Biçimler, Renkler,
Sözcükler (2008)