Gölgesizler Romanının Tahlili
Gölgesizler romanı Hasan Ali Toptaş’ın romanıdır.
Gölgesizler romanında olaylar
şehirdeki bir berber dükkânı ile bir köyde geçmektedir. Eserin ivme kazandığı
“olay”, köyün en güzel kızı Güvercin’in kaybolmasıdır. Bu kayıpla birlikte
köyde bir kaybolma tedirginliği başlar. Anlatıya ismini veren “gölgesiz” olma
durumu, yok olma üzerinden varlığın sorgulanması biçiminde görünür.
Gölgesizler
romanının
ikinci bölümde, muhtar ile selamlaşan ve muhtarın, içinden, “[a]rtık sen de bu
köylü sayılırsın” (s. 12) dediği kişi,
şehirdeki berberin, uzaklardaki köyde, bir dükkânda, berber kılığında gördüğü
kendisidir. Metin, bu şekilde ilerlemektedir. Şehirdeki berberden çıkan
insanlarla köyde karşılaşılmaktadır. Köyden şehre giden ya da kaybolan insanlar
da yine şehirdeki berber dükkânına gelirler. Anlatıda sürekli bir dönüşüm ve
hareket egemendir. Berber dükkânına en son gelen ve berber ile sohbetlerinden
yazar olduğunu öğrendiğimiz adam, anlatıcı, dükkândan son çıkan kişi olacaktır.
Bu noktada berberden çıkanlara sıra numarası vermek işlevsel olacaktır.
1.
Önce, “dışarısı
iskelet dolu” (s. 23) diye bağıran, isminin Nuri olduğunu öğrendiğimiz kişi
çıkar dükkândan.
2.
Sonra jilet almak üzere berberin çırağı gider ve “ansızın
kaybol[ur]” (s. 41)
3.
Daha sonra çırağını aramak üzere berber çıkar dükkândan.
4. Berberden sonra
da koltukta uyuklayan adam “benim gitmem gerek” (s. 122) diyerek çıkıp gider dükkândan.
5.
“Gerçi jilet
almaya giden çırağın artık geri gelmeyeceğini” (s. 94) bilen yazar-anlatıcı,
berberin döneceğini düşündüğü için uzun süre dükkânda bekledikten sonra o da
çıkıp şehirde dolaşmaya başlar. Şehirdeki bu kaybolmaların köydeki
izdüşümlerine bakıldığında, kronolojinin tamamen bozulduğu görülmektedir.
3.
Şehirdeki dükkândan çıkanlardan köyde ilk karşılaşılan
kişi berberdir.
1.
Berberden sonra, on iki yıldır kayıp olduğu söylenen ve
kaybolmadan önce köyün berberi olan Cıngıl Nuri çıkagelir.
2.
Daha sonra, ustası tarafından jilet almaya gönderilen
çırak gelir köye.
4.
Son olarak da şehirdeki berberden “benim gitmem gerek”
diyerek çıkan motosikletli postacı gelir. Görüldüğü üzere, şehirden “1, 2, 3,
4, 5” sırasıyla çıkanlar, köyde, “3, 1, 2, 4” şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Gölgesizler
romanında
anlatının özüne sinen yok olmalar ve ortaya çıkmalar bir mantık düzenine
oturmadığından simgesel düzeyde kalmakta ve eserin sonuna dair yapılan her
türlü yorumun da üstünü açık bırakmakta, böylece de metnin kurgusunu belirsizleştirmektedir.
Gölgesizler
romanındaki
çakışan ya da uyuşmayan zamanlar da söz konusu belirsizliği yaratmaya yardımcı
olurlar. Aynı zamanda bu durumlar, anlatıdaki her kelimenin gerçeklikle olan
ilişkisine kuşkuyla yaklaşmamıza neden olmaktadır. Zira olayların sonunda
görüldüğü üzere, gerçekte ne köy ne de yazar-anlatıcının penceresinden bakınca
görülen bir berber dükkânı vardır.
Gölgesizler romanındaki
helezonik yapı bu şekilde kurulmuştur. Kendi içine evrilen bu yapıda, romanın
sonundaki durum tüm bu karmaşayı açıklığa kavuşturmaktadır. Anlatının son
bölümünde, yazar-anlatıcının tıraş olurken oğlunu markete jilet almaya
gönderdiği ve eserdeki tüm hikâyelerin yazar-anlatıcının, oğlu gelene kadar
geçen sürede düşündükleri olduğu anlaşılmaktadır.
Gölgesizler var oluş
yerine yok oluştan yola çıkar. 20. yüzyılın maddenin egemenliği altında
yitmekte olan insanını simgelemesi bakımında önem arz eder. Gölgesizler sanatçının
karnaval havasındaki kurgusu düşünüldüğünde geleneksel tahkiye unsurlarını
yoğunlukla taşımaktadır ve postmodern bir anlatı görünümündedir.
Gölgesizler estetik
düzlemde âdeta bir yok oluşun anlatısıdır. Gidiş/kaçış/bırakış/terk ediş
üzerine çeşitlemelerle doludur. Burada toplumsal anlamda bir yok oluşla
birlikte, sınırlarını aşmak isteyen bireyin kendi gerçeğini araması sırasında
başvurduğu bir çözüm olarak “kaçış” imgesi ile karşılaşırız.
Gölgesizler romanındaki bu
motif postmodem yaklaşımın imkânlarından olan reel algısının yok edilmesiyle
sağlanır. Toptaş’ın çok katmanlı metin dünyasında bu yok oluş yolculukları
somut düzlemde değil, varoluşsal iç yolculuklarla soyut çizgide yapılır.
İnsanın “kendi varlığına karışarak yok olması” (s. 100), anlatıcının en fazla üzerinde
durduğu soyut imgedir. Bunu en çok da “mezara girmekten başka kaybolma yolu
bilmeyen” (s. 14) köylüler uygular.
Gölgesizler
romanının
en dikkat çeken yönlerinden biri de gerçeği sorunsallaştırmasıdır. Onu
dönüşümlü kılarak ya da belirsizleştirerek yok eden sanatçı, bunu sıklıkla
masalları kullanarak yapar. Metnin temelinde duran kaybolan kızın bir ayı
tarafından kaçırılması ve ondan hamile kalarak bir yaratık dünyaya getirmesi
büyülü gerçeklikle açıklanabilecek bir motiftir.
Bu gerçek
algısının tahribatıyla birlikte üstkurmaca ögesi de metinde hemen dikkati
çeker. Yazarın buradaki amacı, anlatıyı okurla oynanan bir oyuna dönüştürmek ve
dış dünyayı yansıtmak yerine yazma edimini metnin odağına oturtmaktır.
Gerçekten de Toptaş bunu anlatısında fazlasıyla başarır. Zira eser,
üstkurmacanın ipuçlarıyla doludur. Öncelikle kentteki berberde tıraş olmak için
bekleyen adam bir yazardır. “Ola ki karmakarışık bir yüzle henüz adını
koyamadığım o romanı tasarlıyordum. Uzaklardaydım yani, sözcükler ya da
sayfalarca uzaklardaydım.” (s. 95) sözleri anlatıcı-yazara aittir ve kurmacalık
vurgusu yapar. Bir başka yerde anlatı kişileri için “herkes içimdeydi. Bir
anlamda bu, benim de onların içinde olmam demekti aslında.” (s. 142) der,
gerçek ile kurgu arasından bakar kahraman. Anlatının sonunda bu anlatı yazarı
kahramanın jilet almaya giden oğlu da- Toptaş’ın bu eseri yazdığı sırada o
yaşlarda bir oğlu vardır- kurmaca metinde jilet almaya gönderilen ama
anlatıdaki epidemik yokoluşun büyüsüne kapılan berber çırağına dönüştüğünün
okur tarafından düşünülmesini sağlamak için elinden geleni yapar Toptaş.
Gölgesizler romanına bakıldığında,
kitabın sonunda, anlatılan bütün hikâyelerin, yazar-anlatıcının bir süre içinde
zihninden geçen hikâyelerin toplamından oluşuyor olması, meta evrenin en açık
örneğidir. Ayrıca, anlatının daha ilk bölümünden itibaren okur, kurmaca bir
dünyanın içinde olabileceğini sezmektedir. Okur, anlatının yazılış sürecine
ortaktır; ancak çok dikkat ederse bunun farkına varabilmektedir. Daha yerinde
bir ifadeyle, metin bittikten sonra başa döndüğünde bu kez bilinçli olarak onun
yaratım sürecine ortaklık edecektir.
Gölgesizler
romanına
metinlerarasılık bağlamında bakacak olursak karşımıza tasavvufi ve geleneksel
göndermeler çıkacaktır. Tasavvufi açıdan Toptaş’ın bu anlatısı oldukça
metafizik yaklaşımlar taşımaktadır. Burada söylemek istediğimiz Toptaş’ın
kuantum fiziğine dayanan bir evren yarattığı değil, yazarın kurduğu evrenin
modern fiziğin evreni ile örtüştüğüdür.
Gölgesizler
romanında
zaman kronolojik olarak akmaz. Bu da eserdeki insanların aynı anda farklı
yerlerde bulunmalarına neden olmaktadır. Bu durum, kuantum fiziğindeki “üst
üste gelme ilkesi”ne denk düşmektedir. “Kuantum Fiziğinin Garip Söylemleri”
başlıklı makalede, söz konusu ilke şu sekilde tanımlanmaktadır: “Kuantum
Kuramının belki de en garip (ve en çok itiraz alan) yönü bir sistemin aynı anda
birkaç farklı durumda bulunabilmesi. Parçacıklar doğal olarak böyle durumlara
giriyorlar. Örneğin bir elektron tek bir noktada değil de değişik noktalarda
aynı anda bulunabilir’’.