Edebiyat Araştırmaları: Gölgesizler Tahlili
Son Başlıklar
Loading...
Gölgesizler Tahlili etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gölgesizler Tahlili etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ağustos 2020 Salı

Gölgesizler Romanının Tahlili


Gölgesizler romanı Hasan Ali Toptaş’ın romanıdır. 

Gölgesizler romanında olaylar şehirdeki bir berber dükkânı ile bir köyde geçmektedir. Eserin ivme kazandığı “olay”, köyün en güzel kızı Güvercin’in kaybolmasıdır. Bu kayıpla birlikte köyde bir kaybolma tedirginliği başlar. Anlatıya ismini veren “gölgesiz” olma durumu, yok olma üzerinden varlığın sorgulanması biçiminde görünür.

Gölgesizler romanının ikinci bölümde, muhtar ile selamlaşan ve muhtarın, içinden, “[a]rtık sen de bu köylü sayılırsın” (s. 12) dediği kişi, şehirdeki berberin, uzaklardaki köyde, bir dükkânda, berber kılığında gördüğü kendisidir. Metin, bu şekilde ilerlemektedir. Şehirdeki berberden çıkan insanlarla köyde karşılaşılmaktadır. Köyden şehre giden ya da kaybolan insanlar da yine şehirdeki berber dükkânına gelirler. Anlatıda sürekli bir dönüşüm ve hareket egemendir. Berber dükkânına en son gelen ve berber ile sohbetlerinden yazar olduğunu öğrendiğimiz adam, anlatıcı, dükkândan son çıkan kişi olacaktır. Bu noktada berberden çıkanlara sıra numarası vermek işlevsel olacaktır.

1.            Önce, “dışarısı iskelet dolu” (s. 23) diye bağıran, isminin Nuri olduğunu öğrendiğimiz kişi çıkar dükkândan.
2.   Sonra jilet almak üzere berberin çırağı gider ve “ansızın kaybol[ur]” (s. 41)
3.    Daha sonra çırağını aramak üzere berber çıkar dükkândan.
4.  Berberden sonra da koltukta uyuklayan adam “benim gitmem gerek” (s. 122) diyerek çıkıp gider dükkândan.
5.            “Gerçi jilet almaya giden çırağın artık geri gelmeyeceğini” (s. 94) bilen yazar-anlatıcı, berberin döneceğini düşündüğü için uzun süre dükkânda bekledikten sonra o da çıkıp şehirde dolaşmaya başlar. Şehirdeki bu kaybolmaların köydeki izdüşümlerine bakıldığında, kronolojinin tamamen bozulduğu görülmektedir.
3.    Şehirdeki dükkândan çıkanlardan köyde ilk karşılaşılan kişi berberdir.
1.   Berberden sonra, on iki yıldır kayıp olduğu söylenen ve kaybolmadan önce köyün berberi olan Cıngıl Nuri çıkagelir.
2.    Daha sonra, ustası tarafından jilet almaya gönderilen çırak gelir köye.
4.   Son olarak da şehirdeki berberden “benim gitmem gerek” diyerek çıkan motosikletli postacı gelir. Görüldüğü üzere, şehirden “1, 2, 3, 4, 5” sırasıyla çıkanlar, köyde, “3, 1, 2, 4” şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Gölgesizler romanında anlatının özüne sinen yok olmalar ve ortaya çıkmalar bir mantık düzenine oturmadığından simgesel düzeyde kalmakta ve eserin sonuna dair yapılan her türlü yorumun da üstünü açık bırakmakta, böylece de metnin kurgusunu belirsizleştirmektedir.

Gölgesizler romanındaki çakışan ya da uyuşmayan zamanlar da söz konusu belirsizliği yaratmaya yardımcı olurlar. Aynı zamanda bu durumlar, anlatıdaki her kelimenin gerçeklikle olan ilişkisine kuşkuyla yaklaşmamıza neden olmaktadır. Zira olayların sonunda görüldüğü üzere, gerçekte ne köy ne de yazar-anlatıcının penceresinden bakınca görülen bir berber dükkânı vardır.

Gölgesizler romanındaki helezonik yapı bu şekilde kurulmuştur. Kendi içine evrilen bu yapıda, romanın sonundaki durum tüm bu karmaşayı açıklığa kavuşturmaktadır. Anlatının son bölümünde, yazar-anlatıcının tıraş olurken oğlunu markete jilet almaya gönderdiği ve eserdeki tüm hikâyelerin yazar-anlatıcının, oğlu gelene kadar geçen sürede düşündükleri olduğu anlaşılmaktadır.

Gölgesizler var oluş yerine yok oluştan yola çıkar.  20. yüzyılın maddenin egemenliği altında yitmekte olan insanını simgelemesi bakımında önem arz eder. Gölgesizler sanatçının karnaval havasındaki kurgusu düşünüldüğünde geleneksel tahkiye unsurlarını yoğunlukla taşımaktadır ve postmodern bir anlatı görünümündedir.
Gölgesizler estetik düzlemde âdeta bir yok oluşun anlatısıdır. Gidiş/kaçış/bırakış/terk ediş üzerine çeşitlemelerle doludur. Burada toplumsal anlamda bir yok oluşla birlikte, sınırlarını aşmak isteyen bireyin kendi gerçeğini araması sırasında başvurduğu bir çözüm olarak “kaçış” imgesi ile karşılaşırız.

Gölgesizler romanındaki bu motif postmodem yaklaşımın imkânlarından olan reel algısının yok edilmesiyle sağlanır. Toptaş’ın çok katmanlı metin dünyasında bu yok oluş yolculukları somut düzlemde değil, varoluşsal iç yolculuklarla soyut çizgide yapılır. İnsanın “kendi varlığına karışarak yok olması” (s. 100), anlatıcının en fazla üzerinde durduğu soyut imgedir. Bunu en çok da “mezara girmekten başka kaybolma yolu bilmeyen” (s. 14) köylüler uygular.

Gölgesizler romanının en dikkat çeken yönlerinden biri de gerçeği sorunsallaştırmasıdır. Onu dönüşümlü kılarak ya da belirsizleştirerek yok eden sanatçı, bunu sıklıkla masalları kullanarak yapar. Metnin temelinde duran kaybolan kızın bir ayı tarafından kaçırılması ve ondan hamile kalarak bir yaratık dünyaya getirmesi büyülü gerçeklikle açıklanabilecek bir motiftir.

Bu gerçek algısının tahribatıyla birlikte üstkurmaca ögesi de metinde hemen dikkati çeker. Yazarın buradaki amacı, anlatıyı okurla oynanan bir oyuna dönüştürmek ve dış dünyayı yansıtmak yerine yazma edimini metnin odağına oturtmaktır. Gerçekten de Toptaş bunu anlatısında fazlasıyla başarır. Zira eser, üstkurmacanın ipuçlarıyla doludur. Öncelikle kentteki berberde tıraş olmak için bekleyen adam bir yazardır. “Ola ki karmakarışık bir yüzle henüz adını koyamadığım o romanı tasarlıyordum. Uzaklardaydım yani, sözcükler ya da sayfalarca uzaklardaydım.” (s. 95) sözleri anlatıcı-yazara aittir ve kurmacalık vurgusu yapar. Bir başka yerde anlatı kişileri için “herkes içimdeydi. Bir anlamda bu, benim de onların içinde olmam demekti aslında.” (s. 142) der, gerçek ile kurgu arasından bakar kahraman. Anlatının sonunda bu anlatı yazarı kahramanın jilet almaya giden oğlu da- Toptaş’ın bu eseri yazdığı sırada o yaşlarda bir oğlu vardır- kurmaca metinde jilet almaya gönderilen ama anlatıdaki epidemik yokoluşun büyüsüne kapılan berber çırağına dönüştüğünün okur tarafından düşünülmesini sağlamak için elinden geleni yapar Toptaş.

Gölgesizler romanına bakıldığında, kitabın sonunda, anlatılan bütün hikâyelerin, yazar-anlatıcının bir süre içinde zihninden geçen hikâyelerin toplamından oluşuyor olması, meta evrenin en açık örneğidir. Ayrıca, anlatının daha ilk bölümünden itibaren okur, kurmaca bir dünyanın içinde olabileceğini sezmektedir. Okur, anlatının yazılış sürecine ortaktır; ancak çok dikkat ederse bunun farkına varabilmektedir. Daha yerinde bir ifadeyle, metin bittikten sonra başa döndüğünde bu kez bilinçli olarak onun yaratım sürecine ortaklık edecektir.

Gölgesizler romanına metinlerarasılık bağlamında bakacak olursak karşımıza tasavvufi ve geleneksel göndermeler çıkacaktır. Tasavvufi açıdan Toptaş’ın bu anlatısı oldukça metafizik yaklaşımlar taşımaktadır. Burada söylemek istediğimiz Toptaş’ın kuantum fiziğine dayanan bir evren yarattığı değil, yazarın kurduğu evrenin modern fiziğin evreni ile örtüştüğüdür.

Gölgesizler romanında zaman kronolojik olarak akmaz. Bu da eserdeki insanların aynı anda farklı yerlerde bulunmalarına neden olmaktadır. Bu durum, kuantum fiziğindeki “üst üste gelme ilkesi”ne denk düşmektedir. “Kuantum Fiziğinin Garip Söylemleri” başlıklı makalede, söz konusu ilke şu sekilde tanımlanmaktadır: “Kuantum Kuramının belki de en garip (ve en çok itiraz alan) yönü bir sistemin aynı anda birkaç farklı durumda bulunabilmesi. Parçacıklar doğal olarak böyle durumlara giriyorlar. Örneğin bir elektron tek bir noktada değil de değişik noktalarda aynı anda bulunabilir’’.


Featured

[Featured][recentbylabel2]

Featured

[Featured][recentbylabel2]
Notification
This is just an example, you can fill it later with your own note.
Done