Kayıp Hayaller Kitabı Romanının Tahlili
Kayıp Hayaller Kitabı Hasan
Ali Toptaş’ın romanıdır. Her biri düşsel bir yolculuk olan 13 bölümden oluşur.
Geniş zamanda genişledikçe genişleyen bireylerin yaşamları, âdeta ilerlemeden
aynı olay etrafında döner durur. Kişilerin özellikle de kadınların hikâyeleri
sanki tek bir kadının öyküsüdür.
Kayıp Hayaller Kitabı romanındaki
olaylar şöyle belirlenebilir: “Sinemacı Şerif’in jeneratöründen yükselen pat
pat sesleri”nin cazibesine kapılan Hasan
ve Hamdi, ders çalışmayı bırakarak sinemaya kaçak girmeyi başarırlar. Yansından
izlemeye başladıkları filmde, bir çocuk ağlamaktadır. Sonradan çocuğun babası
olduğu öğrenilecek, süt beyaz atı olan sarı bıyıklı bir adam, çocuğun
ağlamasını bahane ederek karısını dövecektir. Annesini kurtarmak niyetiyle
koşan çocuk, babasının öfkesini artırır ve adam oğluna bir tekme atar.
Yaptığından hemen pişman olan adam, kendini affettirmek için heybesinden şeker
çıkarıp verir oğluna. Sonra karısıyla münakaşaya devam eder ve çocukla ilgilenmez.
Çocuk da heybedeki tüm şekerleri bitirir ve daha var mı diye heybeyi yoklarken
bezlere sarılmış afyon sütünü kocaman bir şeker sanıp yer ve birdenbire ölür.
Sonra
ortalığı bir telaş kaplar. Hasanların “kasabalıları andıran telaşlı köylüler”
(s. 14) geçer ekrandan. Sarı bıyıklı adamsa, süt beyaz atına atlayıp kaçar. Bu
sırada kocasının kaçakçı olduğunu yeni öğrenen kadın, evdeki tüm değerli
eşyaları bahçeye atar. Oğlunun cenazesinin kaldırıldığı gün, muhtarın iddiasına
göre, “aklını oynatmış olmalı ki, evle birlikte ateşe ver[ir] kendini.” (s. 26)
Ancak
buradan sonraki satırlarda hayalle gerçek muğlaklaşır ve adam, hayal
gördüğünden emin olarak karısının suretini ara ara görür; bir kadın da aynı
anda bir hayal gördüğünü ve aynı hayali tekrar gördüğünü düşünür. Sonra da bir
dağın başında sarı bıyıklı adamın, yüzü parçalanmış cesedi bulunur. Tam, katil
hakkında yorum yapılırken Sinemacı Şerif, Hasan ile Hamdi’yi yakalayıp yaka
paça dışarı atar.
Kayıp Hayaller Kitabı romanının
ilk bölümünde anlatılan bu yarım hikâye, eserdeki başka bir eksik hikâyenin
eksik olan parçasıdır aslında. Söz konusu hikâyenin başı ve sonu bilinmekte
ancak en can alıcı kısmı bilinmemektedir. Hasan’ın “oldukça eski bir hikâyeydi
bu ve sık sık anlatılırdı” (s. 59) dediği hikâye, dedesi Ali ile kasabanın
delisi Kevser’in sevdalarını hakkındadır.
Buna
göre, inatçı babaları yüzünden bu iki sevdalı genç bir türlü kavuşamıyormuş.
Ama bir gün, süt beyaz atı olan bir adam, Kevser’i kaçırmış. Kevser o günden
sonra hep kaçıp köyüne dönme hayaliyle yaşamış. Bu yüzden, kocası Hidayet’in
getirdiği renk renk basmalara, ipeklere, fındık fıstıklara, leblebilere,
halkalı şekerlere ve koku şişelerine hiç bakmamış; altınları “mendillerin ucuna
düğümleyip düğümleyip bir köşeye koy[armış]” (s. 78).
Ancak
birgün, Kevser’in, ona yalnızlığından kurtulma umudu veren bir bebeği olmuş.
Metinde, köyün delisi olarak tanıtılan Kevser’in hikâyesine dair bu kadar bilgi
verilmektedir. Sırtında torbasıyla, peşinde köpekleriyle gün boyu dolaşıp asla
konuşmayan bir meczuptur o. Peki, ne olmuş da Kevser delirip köye dönmüştür?
Şimdi tekrar filmdeki yarım hikâyeye dönerek bu iki hikâye arasındaki
benzerliklere bakmak gerekmektedir. Filmdeki kadın da Hidayet’inki gibi süt
beyaz atı olan ve onun gibi “körüklü çizmelerini gırç gırç öttüren” (s. 12) bir adam tarafından
kaçırılmıştır. Filmde, kadının dışarıya attığı eşyaların bir kısmı, Hidayet’in
Kevser’e uzaklardan getirdiği hediyelerdir.
Bu
durumda yine Kevser’in hikâyesine dönüldüğünde, kocası Hidayet’in kaçakçılık
yaptığını ve oğlunun ölümüne neden olduğunu öğrenen Kevser, aklını oynatmış ve
evi ateşe vermiştir. Dağlara düşüp kocasını aramış, bulmuş ve onun yüzünü bir
taşla ezerek öldürmüştür. Daha sonra kasabasına dönen Kevser, taşı bir torbaya
koyup yıllarca sırtında taşımıştır. Bu arada filmdeki hikâyeden Kevser’in
hikâyesine dönülmüş oldu yine. İçinde ne olduğu roman boyunca öğrenilemeyen
torbadaki şey, Kevser’in intikam aleti olan taştır aslında.
Toplam
dört parçadan oluşan hikâye şu sekilde tamamlanmaktadır: 1. Kevser’in Hasan’ın
dedesine olan sevdası ve kaçırılma öyküsü, 2. Filmdeki çocuğun ölümü ve kadının
evi yakması, 3. Süt beyaz atlı adamın ölümü, 4. Kevser’in delirip köye dönmesi.
Ancak bu sıralama anlatıda, “2-3, 1-4” şeklinde verilmiştir. Bu da eserin
belirsizleşmesinde etkili olmaktadır.
Kayıp Hayaller Kitabı romanının
temelinde aslında bir taşra edimi durmaktadır. Bu olgu ben- anlatıcının bakış
açısından kendini gösterir. Ancak sürekli bir dönüşüm içinde olan bu kahraman,
her şeyi çok katmanlı görür ve algılar. Bu bağlamda karşımıza çıkan metin postmodern yaklaşımın
özellikleri ile bezenmiştir. Yine karnaval bir Toptaş anlatısı olan metin,
geleneksel bağlamda da göndermeler taşımaktadır.
Kayıp Hayaller Kitabı,
yokluğun varlığını, kurmacanın varlığı üzerinden serimlemektedir. Bu durum Gölgesizler’deki
gibi “hayal” (s. 225) ile kurulmuştur.
Kayıp Hayaller Kitabı romanının
sonunda, Hasan’ın annesinin “Hamdi de kim?” sorusu, olayların kurmaca- gerçek
ikilemine de noktayı koymaktadır. Zira Hamdi, varlığı yer yer kuşku yaratsa da
Hasan’ın en yakın arkadaşı olarak tanıtılmaktadır ve eserin sonunda görüldüğü
üzere Hamdi, Hasan’ın hayalî arkadaşıdır. Hamdi’nin var olmayışının
ispatlanması üzerine metin tekrar başa dönmektedir. Zira eserde Hasan’ın
dışındaki anlatıcı, Hamdi’nin dedesidir. Hamdi diye bir çocuk olmadığına göre,
dedesi de olmayacaktır. O halde eseri Hasan ile birlikte anlatan diğer anlatıcı
kimdir? Bu sorunun cevabı, Hasan’ın Kevser ile seviştiğini gördüğü rüyada
bulunmaktadır. Kevser, Hasan kulübeye girdiğinde iki kez, “asa tıkırtılarından
tanımıştım seni zaten” (s. 177)der. Yani, Hamdi’nin dedesi ile Hasan aynı kişilerdir.
Anlatı da Hasan’ın ya “kayıp hayalleri”nin kitabıdır ya da kayıp “hayaller
kitabı”dır. Kısacası, ortada yok olmuş hayaller ya da kitap vardır. Ya da her
ikisi birden kaybolmuştur ve yazar, okurundan en az birini bulmasına yardımcı
olmasını beklemektedir.
Kayıp Hayaller Kitabı romanında
ikinci bölüm dedenin ağzından aktarılır. Ancak sonunda kullanılan “Bu nedenle
ben içimi çektikçe şaşırıp yüzüme bakacaksın diyecektim ki bak işte gene
baktın. Hem de ben aksakallı dede kılığında yaşayan bir çocukmuşum da sen
babaanneymişsin gibi baktın.” (s. 53) cümleleri anlatıcının aslında dedenin
sesinde bir çocuk olduğu ortaya çıkar. Bu hikâye de o halde çocuğun hayalidir.
Kayıp Hayaller Kitabı sürekli
gerçek-hayal bağlantısı kurar ve sık sık
okuru şaşırtır. Tam her şey netleşeceği sırada okuyucu tekrar bir kurmacanın
içine bırakılır. Özellikle kadın ve erkek kahramanların sürekli aynı kişiye
dönüşmesi anlatının reel algısındaki yıkımı beraberinde getirir. Örneğin 10.
bölümde anlatıcı Hasan, Kevser’in birden annesi olarak karşımıza çıkar. (s.
226)
Kayıp Hayaller Kitabı romanında
üst üste gelme/çakışma hâlleri görülmektedir., Kayıp Hayaller Kitabı ’nda
ilk çakışan ve bunu bir imge kabul edip yorumladığımızda aynı kişi olduklarını
söylediğimiz filmdeki kadın ile köyün delisi Kevser’dir. Daha sonra ise, anlatı
boyunca sezdirilmesine rağmen, ancak son cümle olan “Hamdi de kim?” sorusu ile
ikna olduğumuz Hamdi’nin gerçeklik düzleminde yer almayışı ve dolayısıyla
dedesinin de olmayışı gelmektedir.
Kayıp Hayaller Kitabı
romanında “zaman geçmek bilmiyor bir türlü, zaman akmak bilmiyor, zaman gerisin
geri de gitmiyor, zaman hatta zaman zaman olmuyor ve onlar olmayan bir zamanın
içinde öyle uzun zaman oturuyorlar[dır]” (s. 66) ifadeleriyle birbirine
dönüşen/birbiri ile zamanları da eş olmak üzere çakışan diğer ikili ise, aynı
zamanda metnin iki ayrı anlatıcısı olan Hasan ile Hamdi’nin dedesidir. Aynı
olayı farklı açılardan görmektedirler. Örneğin Hasan, Kevser’in peşindeki ala
köpeklerle bir adamın dövüşmesini şöyle anlatır: “[a]rtık birbirlerine
dönüştüler boğuşa boğuşa, ya da köpeğin içinden başka bir adamın karaltısı
çıktı da daha ben neler oluyor böyle diyemeden aksakallı adamın ümüğüne
çöküverdi.” (s. 88)
Burada
Hasan’ın “aksakallı adam” dediği adam, Hamdi’nin dedesidir. Hamdi’nin dedesi
aynı olayı şu sözlerle anlatır: “[h]atta sen o ala mendeburun bir zaman sonra
silkinip ansızın ayağa fırladığını, çamurlu bir sesle hırladığını ve atılıp
hızla beni yere devirdiğini de fark etmedin; devirmişti oysa, dahası, tepeme
çullanıp tıpkı bir insan gibi iki eliyle ümüğümü sıkmıştı” (s. 113).
Daha
sonra Hamdi’nin dedesi Hasan’ın kendisine baktığını fark eder. Hasan ve
Hamdi’nin dedesinin eşzamanlı görünüşü böyledir. Ancak, anlatıcının Hasan
olduğu yerde, Hamdi’nin dedesini işaret eden “asa tıkırtıları” (s. 180)
duyulur. Ya da anlatıcının Hamdi’nin dedesi olduğu yerde Kevser’in evini
taşlayan çocuklar, Hamdi’nin dedesine “Ulan sen enayi misin? [....] Sapanını
çıkarıp sen niye taşlamıyorsun ha?” (s. 111) diye çıkışırlar. Burada da “sapan”
ile Hasan’a işaret edilmektedir.
Kayıp Hayaller Kitabı romanında
ilk bölümün anlatıcısı Hasan’ın şu sözleri, anlatının sonuna dair ilk
işarettir: “Olup bitenler karşısında ben değildim de artık ben, biraz Hamdi,
biraz dedeydim sanki” (s. 8) Zaten Hamdi de “gerçekte yaşamayan, ancak
[Hasan’ın] hayal edebildiği acayip bir kuştu[r] sanki” (s. 9). Hamdi’nin
dedesinin anlatıcı olduğu satırlarda geçen şu cümle, metnin üstkurmaca
boyutunun en açık kanıtıdır: “Yani o yalan gerçeğe daha çok benzesin de ben
yaşadığıma pekâlâ inanayım diye seni getire getire getirip o yalanın en can
alıcı noktasına gök bir boncuk gibi iğnelemiş olamazlar mı? Olurlar, derim
ben... Olmazın olmadığını bilirim çünkü” (s. 40).
Kayıp Hayaller Kitabı romanında
Hamdi, anlatıcı konumuna hiçbir zaman geçmez. Hamdi’nin dedesi, Hasan’ın
anlattığı olayları bir başka açıdan görerek aktarır. Hasan ve Hamdi ders
çalışırken onların kaytarmasına engel olmak için başlarında bekleyen dede,
şunları düşünür:
“[Hasan
ve Hamdi] birbirlerine benziyorlar sanki okuyup
durdukça,
öyle çok benziyorlar ki bir an ikisini aynı bedende
görüyorum
ben ve iste tutup bir kez daha ürperiyorum” (s. 38)
Bu,
yer değiştirme ya da tek vücutta birleşme durumu anlatının döngüsel yapısıyla
da ilişkilendirilirken, metnin son cümlesini de imleyen bir göstergedir aynı
zamanda. Hamdilerin evine gidiyorum diye dönüp dolaşıp kendi evine gelen Hasan,
annesine Hamdi’nin nerede olduğunu sorar. Annesinin cevabı, anlatının
üstkurmaca ve döngüsel yapısını tamamlayan son noktadır: “Hamdi de kim?” (s.
225)
Kayıp Hayaller Kitabı romanında
böylece, bütün hikâyenin aslında Hasan tarafından anlatıldığı ve taşrada
çocukluk yaşayan Hasan adında bir çaresizin kendi sinema salonunda kendi
filmini kurguladığını anlarız. Toptaş son bölümde bütün metni âdeta bir kez
daha kurgulatır. Yani Hasan hayatındaki bazı anı kırıntılarından Kevser’in
öyküsünü kurmuştur.
Kayıp Hayaller Kitabı romanında
metinlerarasılık bağlamındaki dönüşümlere bakacak olursak, Hasan ile Hamdi’nin
sinemada izledikleri filmdeki hikâye ile kasabanın delisi Kevser’in hikâyesinin
birbirini tamamladığını hatırlamamız gerekir. Söz konusu iki hikâyenin
kahramanlarının birbirine dönüştüğü ve birbirinin aynısı oldukları
söylenebilmektedir. Ayrıca, bu iki hikâyeden birinin “kurmaca” diğerinin ise “gerçek”
olması, ancak ikisinin de sonuçta tek bir hikâye olması, maddesel dünyanın
“Mutlak Varlık” tarafından düzenlenmiş bir kurmaca olduğu, her şeyin hayal
ürünü olduğu yorumuna ulaştırmaktadır.
Burada,
gerçek ve kurmacayı ayıran kişi, Hasan’ın annesidir. Bu kadın Hamdi’nin kim
olduğunu sorarak hem Hasan’ı hem de okuru, kurmaca boyuttan gerçekliğe taşır.
Dolayısıyla, Hasan’ın annesinin olduğu yerler “gerçek”, Hamdi ve dedesinin
olduğu yerler ise, Hasan’ın yarattığı kurmaca evrendir. Bu noktada Kevser çok önemlidir;
zira o, her iki evrende de yer almaktadır. Ve hatta anlatının kurmaca ve
gerçeklik düzlemi arasındaki ilk geçişi onun hikâyesi üzerinden verilmektedir.
Kayıp Hayaller Kitabı romanında
zamanın sürekli yeniden doğuşu söz konusudur. Hasan’ın kurduğu evren ile içinde
yaşanılan evrenin birbirine paralel şekilde sürekli tekrarı Eliade’nin
belirttiği biçimde bir tekrara işaret etmektedir. Aynı zamanda bu, kurmaca
evren ile içinde yaşanılan dünyanın birbiriyle örtüşüyor olması, söz konusu iki
evren için de ayrı anlamlara gelmektedir.
İlki,
kurmaca âlemi kuran kişi, içinde yaşanılan evrenin, Tanrı’nın bir kurgusu
olduğunun ayırdına varmış ve kendi evrenini öyle kurmuştur. İkincisi, Tanrı’nın
kurduğu izafi âlemin içinde, başka izafi âlemler vardır. Yani, Hasan’ın kurduğu
evren, Tanrı’nın kurduğunun alt kümesi durumundadır.
Kayıp Hayaller Kitabı,
işte böyle bir ikili evren benzerliğini göstermektedir. Allah’ın kurduğu âlem
ile Hasan’ın kurduğu evreni karşılaştırma durumu söz konusudur.
Kayıp Hayaller Kitabı romanında gönderme
yapılan metinlerden biri de Kafka’nın Dönüşüm
adlı eseridir. Yazar burada anlatıcının kendisini bir böceğe dönüşmüş olarak
kurgulamasını sağlar. Bu sahne şöyle verilir: “Sonra, ‘İçeri girsem’ diyor gene
karıncaya dönüşebileceğini düşünerek; ‘İçeri girsem ve duvar dibine varıp su
seslerinin karşısında dursam... Orada, başka bir yaratığa dönüşsem sonra,
sözgelimi yaratıkların en iri gözlüsüne; ve iri gözlerimle doya doya baksam
neye ve kime baktığımı bilmeden, kana kana baksam.” (s. 81)
Kayıp Hayaller Kitabı romanında
ayrıca Atçalı Kel Mehmet Efe (s. 215 ), “Hızır ile
İlyas” (s. 107), ve “Umacı” (s. 128) efsanelerine, parodi ve pastiş bağlamında
masallara (s. 61, 207, 217) da göndermelerde bulunulmuştur.