İçimizdeki Şeytan Zaman ve Mekan
Bu içeriğimizde Sabahattin Ali’nin
içimizdeki Şeytan romanının zaman ve
mekan anlayışının işleyişini ele aldık.
Zaman
İçimizdeki Şeytan romanında vak’a
ve anlatma zamanları kısaldığından bakışlar dıştan içe yönelir ve derinleşir.
Bu durum, zamana daha çok psikolojik ve ferdî bir boyut kazandırmış olur.
içimizdeki Şeytan’da anlatma
zamanı ile vak'a zamanı aynı sürekliliğe sahiptir. Hâkim bakış açısı ile kaleme
alınan bu romanda yaklaşık 3,5 aylık bir zaman dilimine ait olaylar anlatılır.
Buradaki zaman unsurunun asıl
fonksiyonu; kahramanların iç değişim ve gelişim durumlarını belirlemektir. Bunu
en açık bir şekilde İçimizdeki Şeytan romanının birinci derecedeki kahramanı
olan Ömer’in şahsında görmek mümkündür; üç ay öncesine kadar 'dünyada
insanların yapabileceği tek şeyin "ölmek” olduğu'na (ÎŞ.s.13), hayatın
boşluğuna ve anlamsızlığına inanan ve bütün hatalarına sürekli bir "şeytan"ın
sebep olduğunu sanan (İŞ., s.55) Ömer, romanın sonuç kısmına kadar geçen üç
aylık sürede kısmî bir iç değişim ve bilinçlenme süreci yaşar.
İçimizdeki Şeytan romanının asıl
vak'a zamanı; Macide'nin Ömer'e yazdığı mektupta belirtilen "üç ayı geçen
beraber hayatımız" (İŞ..S.287) ibaresindeki süreyle sınırlıdır. Bu zamanın
asıl fonksiyonu da Ömer'i bir iç değişime hazırlamaktır.
Mekan
İçimizdeki Şeytan romanında
mekân, İstanbul’dur. Asıl vak'a, Kadıköy'den Köprü’ye hareket eden bir vapurda
ve Beyazıt, Babıali ve Şehzadebaşı gibi semtlerde cereyan eder. Yalnız, Macide’nin
geçmişi hakkında bilgi vermek için kısa bir süre Balıkesir'e hayalî bir
yolculuk yapılır.
İçimizdeki Şeytan romanında
'gösterme metodu' yerine 'anlatma metodu' ağırlıkta olduğu için, mekâna has
dikkatlerin doğrudan onu gören kişinin mizacını yansıttığını söyleyebiliriz.
İçimizdeki Şeytan'da Ömer'in,
Macide ile ilk tanıştığı sıralarda Balıkpazarı'na yaptığı gezinti tıpkı bir korku filmi başlamadan önce çalınan
fon müziği gibi, onun iç dünyasını, kişiliğini ve gelecekte onu bekleyen müphem
tehlikeleri sezdirmektedir;
‘’ ... Balıkpazarına yürüdü. Dar
sokaklarda arabalar, hamallar birbirine sürtünerek geçiyordu. Yaz kış çamurlu
olan dar yaya kaldırımında muvazenesini kaybetmemeye çalışarak yürüyordu. Biraz
sonra Yaş iskelesine geldi. Demir kanatlı pencereleri yarı açık duran esmer,
dümdüz taş binalar, ihsanı aralarında ezecek kadar birbirine yakındı. Her
dükkanın önünde sokağın kenarındaki su yoluna doğru uzanan kirli yağ
sızıntıları vardı. İnsanın burun deliklerini yapışkan bir koku sarıyor ve
yakındaki durgun denizden bu sokaklara pis ve rutubetli bir hava katıyordu. (İŞ.,s.
93)
İçimizdeki Şeytan romanından
alınan yukarıdaki metinde görülen "dar sokaklar", "yaz kış
çamurlu dar yaya kaldırımlar ", "demir kanatlı pencereler",
"esmer dümdüz taş binalar", "kirli yağ" sızıntılarının
aktığı su yolu, insanı taciz eden yapışkan koku, "durgun deniz" ve
rutubetli hava ibareleriyle tavsif edilen mekân, gerçekten insanda, onu ezecek,
yutup yok edecek bir vehim uyandırır. Zaten Ömer "hayat beni sıkıyor (..)
Her şey beni sıkıyor" (İŞ.,s.12) diyen ve hayattan hemen hiç bir
beklentisi, ümidi olmayan zavallı bir insandır. Böyle birinin, dış dünyayı daha
farklı görmesi doğrusu pek beklenemez de.. Sabahattin Ai burada, kahramanın ruh
halini doğrudan tasvir etmek yerine, mekâna has ifadelerle dolaylı bir anlatımı
yeğlemiş ve çok az sanatkarda görülen bir ustalıkla mekân-insan ilişkisini yakalamayı başarmıştır.
İçimizdeki Şeytan romanının diğer
bölümlerinde de mekâna ait ifadelere (Ömeri’n kaldığı pansiyon ve bekar odası
tanıtılırken (s. 135-136), Galip amcanın işyeri gezilirken (s.93-94) vs. gibi rastlamak
mümkündür. Fakat karşımıza hep insanı ezen, onun kendisi ve dünya ile
çıkmazlığını yansıtan/simgeleyen labiret
temalı dar mekânlar çıkar.
Bu yüzden İçimizdeki Şeytan romanında
roman kahramanları, bu dar ve ezici mekânlardan kır hayatına, tabii bir hayata
ve daha geniş bir hayata kaçmayı arzu ederler.