Romantik Bir Viyana Yazı Romanının Tahlili
Romantik
Bir Viyana Yazı, Adalet Ağaoğlu’nun eseridir. Adalet
Ağaoğlu, postmodern söylemin imkânlarını kullanarak kaleme aldığı eserinde
ömrünü yollarda tüketmiş bir çağdaş gezginin hikâyesini anlatır. Romantik Bir Viyana
Yazı’nda Şark geleneği kadar modern Batı anlatılarında da çokça kullanılan
çerçeve vak’a tipi tercih edilmiştir. Bir noktadan sonra kesişen iç içe iki
vak’a katmanından dıştaki, bir sanatçının yazma sürecini yansıtır. İlk kez
Londra Hyde Park’ta Barok ve Viyana hakkında bir roman yazmayı şiddetle
arzulamaya başlayan yazar, bu tutkusunu kaybetme/yakalama gelgitleri arasında,
Viyana’ya üçüncü gelişinde dağınık ve karanlık da olsa yazmaya başlar. İç vak’a
ise tarih dersleri biçiminde düzenlediği romanından ibarettir.
Kâmil
Kaya, kendisine has tarih anlayışı ve değer ölçüleri ile alışılmışın dışında
bir öğretmendir. Edebiyat öğretmeni Nesrin’le sessiz, sakin bir beraberlik
kurmuştur. Şairliği, kibarlığı romantizmi ve tarihteki olayları yaşar gibi anlatması
yüzünden öğrencileri tarafından “hayalci hoca” olarak adlandırılır. Zaman zaman
fikirleri yüzünden görev yeri değiştirilmiş, bir ara görevinden
uzaklaştırılmıştır. Konya, Kütahya, Kastamonu ve Kırşehir’de geçen 37 yıl
üzerine emekli olunca yıllar boyu anlattığı mekânları görmek, kendi tabiriyle
“öte”ye geçmek için yurt dışına çıkmaya karar verir.
Romanını
yazarken Viyana’da kır kahvesinde hocanın eski öğrencilerinden Asaf’la
karşılaşan yazar, onun anlattıklarından ve elindeki notlardan hocanın macerasını
tamamlıyor ve Romantik
Bir Viyana Yazı’nda bundan sonra iç ve dış katman birleşerek yürüyor:
Venedik’de
tesadüfen eline geçen “Sevme Sanatı” adlı bir kitaptan Alma Mahler’i tanıyan
hoca, yıllar önce ölmüş bulunan bu kadına karşı tutkulu bir aşk duymaya
başlayınca onun mekânı olan Viyana’ya geçmiştir. Viyana’da karşılaştığı eski
öğrencisi Asaf’ın teklifi üzerine yaz mevsimini onun boş duran evinde geçirmiş
ve hayatına Clea girmiştir. Duygusal olarak yakınlık duyduğu öğrencisi Yunus
Viyana’ya gelerek hocanın yanında üç hafta kalmış, ilişki bozulunca Yunus’u
öldüren hoca çıldırmıştır.
Romantik
Bir Viyana Yazı bu serüveni bilinçli bir kurgusallıkla; postmodernist bir
tavırla yansıtır. ‘Hayalci Hoca’ Kâmil Kaya’nın yurt içi yolculukları da
Viyana’ya gidişi de sembolik bir anlam taşır. O bir tarih öğretmenidir ama
alışageldiğimiz türden olmayan, Klainbaum’un John Keating’i gibi aykırı bir
öğretmendir. Elbette o bu aykırılığının bedelini Türk eğitim sisteminde hiç de
yabancısı olmadığımız bir bürokratik tasarrufla ödeyecektir: Sürgün. Bu zorunlu
yolculukların Kastamonu, Kırşehir, Kütahya, Konya gibi hep K ile başlayan
şehirlere yapılması ve kahramanın adında da aynı ses oyununa başvurulması,
romanı oyunlaştıran postmodernist anlayışın ironik tutumudur. Gerçekliğinden
şüpheye düşülen her fenomenin bizi bir mecaza ya da sembole götüreceği gerçeği
göz önüne alınırsa eserde böyle bir yönteme başvurulmasının sebebi daha iyi anlaşılır.
Hayalci
Hoca’nın Viyana tutkusu, cihan devleti iken iki kez yoluna baş koyduğumuz ve
kapısından döndüğümüz şehrin tarihimizdeki ve tarih öğretimimizdeki yeri ile
ilişkilidir. Onun öğrencilerine söylediği şu sözler bir tarih kitabında
okuyacağımız veya bir tarih öğretmeninden dinleyeceğimiz sözler değildir:
“...
Viyana Kapısı, dedik mi yeniçerinin tak tak vuran şah damarı da, Viyana kalesi
içinde sersefil yatan gariplerin küt küt atan yürecikleri de aklınızda olsun.
Genç kızların yarım kalmış çehiz kaneviçeleri, bağbozumlarında damağa vuran
şıranın tadı, savaş tarlalarında açan kiraz ağaçlarının çiçekleri aklınızda
olsun.”
Romantik
Bir Viyana Yazı romanının ana kahramanı Kâmil Bey
bir tarih öğretmenidir. Hayatı sürgünlerde geçmiş, bu yolculuk ve mecburi
hayatlarında yaşadıklarını yazmıştır. Ancak okur, bu notların aslında
yazar-anlatıcı tarafından yazılmış kurmaca bir kitabın notları olduğunu
öğrenir.
“Anita’dan bir bardak şarap daha istemeliyim. Yazdıklarıma yazamadıklarıma
bakmalıyım. Ta yanıma gelen, benimle konuşan hayaleti bu sefer tutmalıyım. Onun
sisler içinde eriyip gitmesine izin vermemeliyim. Anita, şarabımı getirdi. Ben,
kapadığım defteri açtım. O da ne? Nereden çıktı lise tarih dersleri(m) şimdi?”
(s. 32) “Gecenin ve ormanın ıssızlığında büsbütün güçlü hissedilen rüzgârın
fısıltıları kulaklarımda, çoktan uyumuş bahçeli evlerin arkasındaki sokakların
karanlığına karıştım. Tabii bir kolumun altında ‘tarih Dersleri’ defterim,
öteki kolumun altında Edebiyat Notları’ dosyasıyla.” (s. 102) “Emekli tarih
öğretmeni kadar yazarı da merak etmeye başlayan ruh doktoru bu okur, damağına
iksir hafifliğiyle değen bir yudum soğuk şaraptan sonra, dosyanın kapağını kaldırmış;
ilk sayfada şu başlıkla karşılaşmış: ROMAN-TİK Bir Viyana Yazı. Peki ama,
diyeceksiniz, sen kim oluyorsun da bize bu masalı anlatıyorsun? Söylemedim mi?
Ben de anlatılanların yalancısıyım, demedim mi?” (s. 177) gibi ifadelerden
anlatının anlatısı olan bir üstkurmaca ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılır.
Romantik
Bir Viyana Yazı romanında bu yönü sağlayan ikinci bir durum
da yazma edimini sorunsal haline getirmektir. Bu da metinde, “Bir de Roman
öldü, diyorlar. Ölmek kolay mı? Roman, arkasında kocaman ayısı, küçücük
merkebi, elinde defiyle ortalıkta dolanıp durmakta, çalıp oynamaktadır.
Üstelik, sevilsin sevilmesin, kendini asfaltta, alanlarda, dağda bayırdakinden
daha özgür duymakta, atını alan da çoktan Üsküdar’ı geçmiş bulunmaktadır.” (s. 151) gibi uzayıp giden
sayfalarda ele alınmaktadır.
Okurun
metne dâhil edilmesi de üstkurmacayı sağlayan bir diğer özelliktir. Yazarın sık
sık okura “Ey okur”, “Bu okur”, “Değerbilir okur”, “Ruh doktoru okur” (s. 169,
175, 177) gibi ifadelerle seslenen kahramanımız, yine okurla samimi bir üslupla
zaman zaman söyleşir. “Viyana için, hala yerinde duruyor mu, diye lütfen
haritalarınıza bakınız.” (s. 9) “Af buyurun, bu çılgın, bu güzelim, bu cafcaflı
ve aynı zamanda da son kerte simetrik post-barok (Ne dedim?)” (s. 29) “Haaa
sahi, şu Campari’yi de boşverin. Garsondan bir bardak buz gibi kırmızı Lancers
isteyin. Ben ısmarlıyorum.” (s. 177)
Romantik
Bir Viyana Yazı romanında anlatının kurgusallığı ve
gerçekle çelişkisi daha kitabın ilk sayfasında ironik bir biçimde vurgulanır.
Bu eserin benzerlerinden farklı olduğu özellikle ifade edilir: “Bu sayfalardaki
bütün kişi, yer, kitap adlarının, tarihlerin, coğrafyaların ‘gerçektekilerle’
her türlü ilişkisi vardır. Sadece, kitabın okunup üflenmiş roman
kategorilerinden hiçbiriyle hiçbir ilişkisi yoktur. Yazarın özlemi, bu romanın
kafalarda önden hazır herhangi bir kalıba sokulmadan okunmasıdır.” (s. 5)
Okurun
tarih öğretmeninin notlarından takip ettiğini sandığı anlatının birden bire bir
yazar tarafından kaleme alındığının anlaşılması reel algısını yerle bir eder.
Kuruvaze ceketli bir adam olarak tasvir edilen Kâmil Öğretmen, bir de
bakarsınız âdeta yazara ilham kaynağı olan bir kuruvaze ceketli yazı cinine
dönüşür. (s. 17)
Romantik
Bir Viyana Yazı romanında olağanüstü ögesinin
kullanım alanı doğrudan üslup endişesine bağlanabilir ve bizi bu romanın
postmodern yanına getirebilir: “Gördükleriyle işittiklerinin hiçbir anlamı
olmadığına ve gözleri kapalıyken yaşadıklarının aslolduğuna” (s. 103)
inanıyorsa romanın baş kahramanı tarih hocası, gerçeği fiziksel/mantıksal
boyutundan soyutlayarak salt düşsel alanda genişletmiş demektir. Bu tür bir
kahramanın anlatılacağı eserde, Ağaoğlu kuşkusuz kendisini geleneksel romanın
“güzerân etmemişse bile güzerânı imkân dahilinde bulunan...” diye başlayan o
çok mantıklı, o çok aklı başında ve gerçekçi tanımıyla sınırlamayacaktır. Çünkü
bütün sanat türleri için muhtevanın üslubu belirlediği en azından belirlemesi
gerektiği muhakkaktır. O da öyle yapıyor ve kendisini olağanüstünün,
düşselliğin, mantık kurallarını alt üst etmenin cazibesine alabildiğine
bırakıyor. Zaten romanın ilk bölümünde fiktif bir kahraman ve aynı zamanda
romanın baş kişilerinden birisi olan yazar, yazmak istediği romanın
özelliklerini şöyle sıralar:
“Ağır
zaman, Tanınan.
Sonsuzluk,
sınırsızlık.Aykırılık, belirsizlik.
Kolaycılık
hattâ yüzsüzlük.
Coşku
ve tutku.
Düzensiz
düzen.Kıvrımlar ve kuplar.
Aydınlıklar
ve gölgeler.
Hepsine
kırmızı mumlu bir davetiye göndermeliyim” (s. 16)
Romantik
Bir Viyana Yazı romanının “yeni tarihselcilik” bağlamındaki göndermeleri
de dikkate değerdir. “Geçmişin kokusu yoktur.. ..Geçmiş erir, kan ve alın teri
buharlaşır, havaya karışır gidermiş.” (s. 122). Bir leitmotiv gibi
metni kuşatan bu cümle kuşkusuz roman gibi tarihi de hayattan ayırıyor. Bu
bağlamda Barok dönemine yapılan anıştırmalar yoğunluktadır.
Barok,
imgesi,”ırkçılık, milliyetçilik kavramlarından uzak”lığıyla yazarın ilgisini
çekmektedir. (s. 31, 50) Özellikle Viyana’nın kendisine benzettiği Barok,
mutantan ve müsrif bir hayat tarzı olarak hayretle seyredilen ama eleştirilen
bir boyut oluşturuyor: “Güzellik ve ölüm. Süslülük, çılgınlık ve veba. Ölümü
karnavallarla kovalayış.. Karanlıktan korkan adamın şarkı söylemesi. Hepsi bu
kadar” (s. 120)
Romantik Bir Viyana Yazı
baş döndürücü bir ayrıntı trafiğine sahne oluyor: Merzifonlu’nun Viyana
kuşatması esnasında kaplıcalarda oyalanması (nedense Murad Giray’dan
hiç bahis yok), Margarit Terez’in İspanya’dan Viyana’ya gelin getirilmesi
esnasında damat imparatorun görkemli baleler tertip ettirmesi (s. 60), Viyana
kuşatmasından daha üç gün önce imparatorun Sonsuzluk Mabedi adlı, fillerin de
şaşırtıcı biçimde dahil olduğu bir baleyi yönetmiş olması, Mari Vetsera ile
Arşidük Rudolf’un aşk yüzünden intiharları, Saraybosna’da Arşidük Ferdinand’ın
vurulması, Habsburglar’ın son temsilcilerinden İmparator Franz Jozef’in
sabahın saat altısında bir tiyatro sanatçısı olan metresinin kapısına dayanarak
iç acılarını anlatması ve maceraları, Prens Balthasar’ın kireç ocağına düşen
işçi karşısındaki tipik “barok” tavrı, Hocanın “tarihe karışıp kaç kere IV.
Mehmet şenliklerini o zamanın insanlarıyla yan yana izlemiş. Konstantinopol’ü
kaç defa Fatih’le birlikte topa tutmuş. Bir akşam Dilhayat Hanım yeşil
feracesiyle Üsküdar iskelesinde belirivermiş, ortalığı uçucu bir gül suyu
kokusu sarmış; bestekâr Sazende Hanım eteklerinin hışırtısıyla kendisini
Göksu’ya götürecek arabaya binerken, kulaklarında evcara saz semaisi uğuldamış
(olması)” (s. 119) vb.
Anlatının
tümü ile mutlaka ilişkisi olan bütün bu ayrıntıların fon bazında kalmaktan öte,
barok bir anlayışın hayatın gerçeğinden ne denli trajikomik biçimde uzak
kaldığının gösterilmesine yardımcı olur.
Romantik
Bir Viyana Yazı romanındaki metinlerarasılık ilişkileri de
bizi postmodern yaklaşıma götürmektedir. Örneğin, Yahya Kemal’in şiirleri (s.
13, 66,
169), Kafka’nın Milenaya Mektuplar’ı
(s. 26, 104), Mehmet Akif Ersoy’un “Çanakkale Şehitleri”ne şiiri (s. 37), Cem
Sultan’ın beyitleri (s. 38), Sevme Sanatı
(s. 95), Ahmet Haşim’in şiirleri (s. 156) bu niteliği sağlayan eserlerdir.
Bununla birlikte pastiş bağlamında masallardan yapılan anıştırmalar, parodi
anlamında Nuh Tufanı’na yapılan göndermeler de burada anılmalıdır.
Romantik
Bir Viyana Yazı, düşsel olanın mantıkla izaha gerek
duyulmaksızın takdimi, zaman, mekân ve kimliklerde meydana gelen parçalanma,
fiktif ve gerçek âlemler arasındaki geçişme, ansiklopedik birikimin kullanım
tarzı, yazma eyleminin irdelenmesi, metinlerarasılık gibi özellikleriyle postmodern
bir anlatıdır, denebilir.