Edebiyat Araştırmaları: Romantik Bir Viyana Yazı Tahlili
Son Başlıklar
Loading...
Romantik Bir Viyana Yazı Tahlili etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Romantik Bir Viyana Yazı Tahlili etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ağustos 2020 Salı

Romantik Bir Viyana Yazı Romanının Tahlili


Romantik Bir Viyana Yazı, Adalet Ağaoğlu’nun eseridir. Adalet Ağaoğlu, postmodern söylemin imkânlarını kullanarak kaleme aldığı eserinde ömrünü yollarda tüketmiş bir çağdaş gezginin hikâyesini anlatır. Romantik Bir Viyana Yazı’nda Şark geleneği kadar modern Batı anlatılarında da çokça kullanılan çerçeve vak’a tipi tercih edilmiştir. Bir noktadan sonra kesişen iç içe iki vak’a katmanından dıştaki, bir sanatçının yazma sürecini yansıtır. İlk kez Londra Hyde Park’ta Barok ve Viyana hakkında bir roman yazmayı şiddetle arzulamaya başlayan yazar, bu tutkusunu kaybetme/yakalama gelgitleri arasında, Viyana’ya üçüncü gelişinde dağınık ve karanlık da olsa yazmaya başlar. İç vak’a ise tarih dersleri biçiminde düzenlediği romanından ibarettir.

Kâmil Kaya, kendisine has tarih anlayışı ve değer ölçüleri ile alışılmışın dışında bir öğretmendir. Edebiyat öğretmeni Nesrin’le sessiz, sakin bir beraberlik kurmuştur. Şairliği, kibarlığı romantizmi ve tarihteki olayları yaşar gibi anlatması yüzünden öğrencileri tarafından “hayalci hoca” olarak adlandırılır. Zaman zaman fikirleri yüzünden görev yeri değiştirilmiş, bir ara görevinden uzaklaştırılmıştır. Konya, Kütahya, Kastamonu ve Kırşehir’de geçen 37 yıl üzerine emekli olunca yıllar boyu anlattığı mekânları görmek, kendi tabiriyle “öte”ye geçmek için yurt dışına çıkmaya karar verir.

Romanını yazarken Viyana’da kır kahvesinde hocanın eski öğrencilerinden Asaf’la karşılaşan yazar, onun anlattıklarından ve elindeki notlardan hocanın macerasını tamamlıyor ve Romantik Bir Viyana Yazı’nda bundan sonra iç ve dış katman birleşerek yürüyor:

Venedik’de tesadüfen eline geçen “Sevme Sanatı” adlı bir kitaptan Alma Mahler’i tanıyan hoca, yıllar önce ölmüş bulunan bu kadına karşı tutkulu bir aşk duymaya başlayınca onun mekânı olan Viyana’ya geçmiştir. Viyana’da karşılaştığı eski öğrencisi Asaf’ın teklifi üzerine yaz mevsimini onun boş duran evinde geçirmiş ve hayatına Clea girmiştir. Duygusal olarak yakınlık duyduğu öğrencisi Yunus Viyana’ya gelerek hocanın yanında üç hafta kalmış, ilişki bozulunca Yunus’u öldüren hoca çıldırmıştır.

Romantik Bir Viyana Yazı bu serüveni bilinçli bir kurgusallıkla; postmodernist bir tavırla yansıtır. ‘Hayalci Hoca’ Kâmil Kaya’nın yurt içi yolculukları da Viyana’ya gidişi de sembolik bir anlam taşır. O bir tarih öğretmenidir ama alışageldiğimiz türden olmayan, Klainbaum’un John Keating’i gibi aykırı bir öğretmendir. Elbette o bu aykırılığının bedelini Türk eğitim sisteminde hiç de yabancısı olmadığımız bir bürokratik tasarrufla ödeyecektir: Sürgün. Bu zorunlu yolculukların Kastamonu, Kırşehir, Kütahya, Konya gibi hep K ile başlayan şehirlere yapılması ve kahramanın adında da aynı ses oyununa başvurulması, romanı oyunlaştıran postmodernist anlayışın ironik tutumudur. Gerçekliğinden şüpheye düşülen her fenomenin bizi bir mecaza ya da sembole götüreceği gerçeği göz önüne alınırsa eserde böyle bir yönteme başvurulmasının sebebi daha iyi anlaşılır.

Hayalci Hoca’nın Viyana tutkusu, cihan devleti iken iki kez yoluna baş koyduğumuz ve kapısından döndüğümüz şehrin tarihimizdeki ve tarih öğretimimizdeki yeri ile ilişkilidir. Onun öğrencilerine söylediği şu sözler bir tarih kitabında okuyacağımız veya bir tarih öğretmeninden dinleyeceğimiz sözler değildir:

“... Viyana Kapısı, dedik mi yeniçerinin tak tak vuran şah damarı da, Viyana kalesi içinde sersefil yatan gariplerin küt küt atan yürecikleri de aklınızda olsun. Genç kızların yarım kalmış çehiz kaneviçeleri, bağbozumlarında damağa vuran şıranın tadı, savaş tarlalarında açan kiraz ağaçlarının çiçekleri aklınızda olsun.”


Romantik Bir Viyana Yazı romanının ana kahramanı Kâmil Bey bir tarih öğretmenidir. Hayatı sürgünlerde geçmiş, bu yolculuk ve mecburi hayatlarında yaşadıklarını yazmıştır. Ancak okur, bu notların aslında yazar-anlatıcı tarafından yazılmış kurmaca bir kitabın notları olduğunu öğrenir.

“Anita’dan bir bardak              şarap     daha istemeliyim. Yazdıklarıma yazamadıklarıma bakmalıyım. Ta yanıma gelen, benimle konuşan hayaleti bu sefer tutmalıyım. Onun sisler içinde eriyip gitmesine izin vermemeliyim. Anita, şarabımı getirdi. Ben, kapadığım defteri açtım. O da ne? Nereden çıktı lise tarih dersleri(m) şimdi?” (s. 32) “Gecenin ve ormanın ıssızlığında büsbütün güçlü hissedilen rüzgârın fısıltıları kulaklarımda, çoktan uyumuş bahçeli evlerin arkasındaki sokakların karanlığına karıştım. Tabii bir kolumun altında ‘tarih Dersleri’ defterim, öteki kolumun altında Edebiyat Notları’ dosyasıyla.” (s. 102) “Emekli tarih öğretmeni kadar yazarı da merak etmeye başlayan ruh doktoru bu okur, damağına iksir hafifliğiyle değen bir yudum soğuk şaraptan sonra, dosyanın kapağını kaldırmış; ilk sayfada şu başlıkla karşılaşmış: ROMAN-TİK Bir Viyana Yazı. Peki ama, diyeceksiniz, sen kim oluyorsun da bize bu masalı anlatıyorsun? Söylemedim mi? Ben de anlatılanların yalancısıyım, demedim mi?” (s. 177) gibi ifadelerden anlatının anlatısı olan bir üstkurmaca ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılır.

Romantik Bir Viyana Yazı romanında bu yönü sağlayan ikinci bir durum da yazma edimini sorunsal haline getirmektir. Bu da metinde, “Bir de Roman öldü, diyorlar. Ölmek kolay mı? Roman, arkasında kocaman ayısı, küçücük merkebi, elinde defiyle ortalıkta dolanıp durmakta, çalıp oynamaktadır. Üstelik, sevilsin sevilmesin, kendini asfaltta, alanlarda, dağda bayırdakinden daha özgür duymakta, atını alan da çoktan Üsküdar’ı geçmiş bulunmaktadır.” (s. 151) gibi uzayıp giden sayfalarda ele alınmaktadır.

Okurun metne dâhil edilmesi de üstkurmacayı sağlayan bir diğer özelliktir. Yazarın sık sık okura “Ey okur”, “Bu okur”, “Değerbilir okur”, “Ruh doktoru okur” (s. 169, 175, 177) gibi ifadelerle seslenen kahramanımız, yine okurla samimi bir üslupla zaman zaman söyleşir. “Viyana için, hala yerinde duruyor mu, diye lütfen haritalarınıza bakınız.” (s. 9) “Af buyurun, bu çılgın, bu güzelim, bu cafcaflı ve aynı zamanda da son kerte simetrik post-barok (Ne dedim?)” (s. 29) “Haaa sahi, şu Campari’yi de boşverin. Garsondan bir bardak buz gibi kırmızı Lancers isteyin. Ben ısmarlıyorum.” (s. 177)

Romantik Bir Viyana Yazı romanında anlatının kurgusallığı ve gerçekle çelişkisi daha kitabın ilk sayfasında ironik bir biçimde vurgulanır. Bu eserin benzerlerinden farklı olduğu özellikle ifade edilir: “Bu sayfalardaki bütün kişi, yer, kitap adlarının, tarihlerin, coğrafyaların ‘gerçektekilerle’ her türlü ilişkisi vardır. Sadece, kitabın okunup üflenmiş roman kategorilerinden hiçbiriyle hiçbir ilişkisi yoktur. Yazarın özlemi, bu romanın kafalarda önden hazır herhangi bir kalıba sokulmadan okunmasıdır.” (s. 5)

Okurun tarih öğretmeninin notlarından takip ettiğini sandığı anlatının birden bire bir yazar tarafından kaleme alındığının anlaşılması reel algısını yerle bir eder. Kuruvaze ceketli bir adam olarak tasvir edilen Kâmil Öğretmen, bir de bakarsınız âdeta yazara ilham kaynağı olan bir kuruvaze ceketli yazı cinine dönüşür. (s. 17)

Romantik Bir Viyana Yazı romanında olağanüstü ögesinin kullanım alanı doğrudan üslup endişesine bağlanabilir ve bizi bu romanın postmodern yanına getirebilir: “Gördükleriyle işittiklerinin hiçbir anlamı olmadığına ve gözleri kapalıyken yaşadıklarının aslolduğuna” (s. 103) inanıyorsa romanın baş kahramanı tarih hocası, gerçeği fiziksel/mantıksal boyutundan soyutlayarak salt düşsel alanda genişletmiş demektir. Bu tür bir kahramanın anlatılacağı eserde, Ağaoğlu kuşkusuz kendisini geleneksel romanın “güzerân etmemişse bile güzerânı imkân dahilinde bulunan...” diye başlayan o çok mantıklı, o çok aklı başında ve gerçekçi tanımıyla sınırlamayacaktır. Çünkü bütün sanat türleri için muhtevanın üslubu belirlediği en azından belirlemesi gerektiği muhakkaktır. O da öyle yapıyor ve kendisini olağanüstünün, düşselliğin, mantık kurallarını alt üst etmenin cazibesine alabildiğine bırakıyor. Zaten romanın ilk bölümünde fiktif bir kahraman ve aynı zamanda romanın baş kişilerinden birisi olan yazar, yazmak istediği romanın özelliklerini şöyle sıralar:

“Ağır zaman, Tanınan.
Sonsuzluk, sınırsızlık.Aykırılık, belirsizlik.
Kolaycılık hattâ yüzsüzlük.
Coşku ve tutku.
Düzensiz düzen.Kıvrımlar ve kuplar.
Aydınlıklar ve gölgeler.
Hepsine kırmızı mumlu bir davetiye göndermeliyim” (s. 16)

Romantik Bir Viyana Yazı romanının  “yeni tarihselcilik” bağlamındaki göndermeleri de dikkate değerdir. “Geçmişin kokusu yoktur.. ..Geçmiş erir, kan ve alın teri buharlaşır, havaya karışır gidermiş.” (s. 122). Bir leitmotiv gibi metni kuşatan bu cümle kuşkusuz roman gibi tarihi de hayattan ayırıyor. Bu bağlamda Barok dönemine yapılan anıştırmalar yoğunluktadır.

Barok, imgesi,”ırkçılık, milliyetçilik kavramlarından uzak”lığıyla yazarın ilgisini çekmektedir. (s. 31, 50) Özellikle Viyana’nın kendisine benzettiği Barok, mutantan ve müsrif bir hayat tarzı olarak hayretle seyredilen ama eleştirilen bir boyut oluşturuyor: “Güzellik ve ölüm. Süslülük, çılgınlık ve veba. Ölümü karnavallarla kovalayış.. Karanlıktan korkan adamın şarkı söylemesi. Hepsi bu kadar” (s. 120)

Romantik Bir Viyana Yazı baş döndürücü bir ayrıntı trafiğine sahne oluyor: Merzifonlu’nun Viyana kuşatması esnasında kaplıcalarda oyalanması (nedense Murad Giray’dan hiç bahis yok), Margarit Terez’in İspanya’dan Viyana’ya gelin getirilmesi esnasında damat imparatorun görkemli baleler tertip ettirmesi (s. 60), Viyana kuşatmasından daha üç gün önce imparatorun Sonsuzluk Mabedi adlı, fillerin de şaşırtıcı biçimde dahil olduğu bir baleyi yönetmiş olması, Mari Vetsera ile Arşidük Rudolf’un aşk yüzünden intiharları, Saraybosna’da Arşidük Ferdinand’ın vurulması, Habsburglar’ın son temsilcilerinden İmparator Franz Jozef’in sabahın saat altısında bir tiyatro sanatçısı olan metresinin kapısına dayanarak iç acılarını anlatması ve maceraları, Prens Balthasar’ın kireç ocağına düşen işçi karşısındaki tipik “barok” tavrı, Hocanın “tarihe karışıp kaç kere IV. Mehmet şenliklerini o zamanın insanlarıyla yan yana izlemiş. Konstantinopol’ü kaç defa Fatih’le birlikte topa tutmuş. Bir akşam Dilhayat Hanım yeşil feracesiyle Üsküdar iskelesinde belirivermiş, ortalığı uçucu bir gül suyu kokusu sarmış; bestekâr Sazende Hanım eteklerinin hışırtısıyla kendisini Göksu’ya götürecek arabaya binerken, kulaklarında evcara saz semaisi uğuldamış (olması)” (s. 119) vb.

Anlatının tümü ile mutlaka ilişkisi olan bütün bu ayrıntıların fon bazında kalmaktan öte, barok bir anlayışın hayatın gerçeğinden ne denli trajikomik biçimde uzak kaldığının gösterilmesine yardımcı olur.

Romantik Bir Viyana Yazı  romanındaki metinlerarasılık ilişkileri de bizi postmodern yaklaşıma götürmektedir. Örneğin, Yahya Kemal’in şiirleri (s. 13, 66, 169), Kafka’nın Milenaya Mektuplar’ı (s. 26, 104), Mehmet Akif Ersoy’un “Çanakkale Şehitleri”ne şiiri (s. 37), Cem Sultan’ın beyitleri (s. 38), Sevme Sanatı (s. 95), Ahmet Haşim’in şiirleri (s. 156) bu niteliği sağlayan eserlerdir. Bununla birlikte pastiş bağlamında masallardan yapılan anıştırmalar, parodi anlamında Nuh Tufanı’na yapılan göndermeler de burada anılmalıdır.

Romantik Bir Viyana Yazı, düşsel olanın mantıkla izaha gerek duyulmaksızın takdimi, zaman, mekân ve kimliklerde meydana gelen parçalanma, fiktif ve gerçek âlemler arasındaki geçişme, ansiklopedik birikimin kullanım tarzı, yazma eyleminin irdelenmesi, metinlerarasılık gibi özellikleriyle postmodern bir anlatıdır, denebilir.


Featured

[Featured][recentbylabel2]

Featured

[Featured][recentbylabel2]
Notification
This is just an example, you can fill it later with your own note.
Done