Bir Düğün Gecesi Özeti -Tahlili - Edebiyat Araştırmaları
Son Başlıklar
Loading...

30 Aralık 2016 Cuma

Bir Düğün Gecesi Özeti -Tahlili


Bir Düğün Gecesi Kimliği - Konusu


Bir Düğün Gecesi 1979 yılında yayınlanmıştır. Adalet Ağaoğlu’na ait olan Bir Düğün Gecesi 12 Mart döneminin kuşku ve güvensizlik ortamının çizildiği bu roman 1970 yıllarındaki  Türk toplumunun genel bir tablosunu sunar. O dönemi çizilen farklı tiplerle yansıtan bu roman görünüş açısından çok geniş özellikler taşır.

Bir Düğün Gecesi Özet - Olay Örgüsü



Bir Düğün Gecesi, yaşama biçilen bir değerle ‘’Ölmeyeceksek içelim bari…’’ sözüyle başlar. 12 Mart olarak bilinen karışık siyasal dönemin bir arka plan motifi olarak işlendiği ve bu dönemin önce ve sonrasında toplumumuzu meydana getiren çeşitli katmanlardaki bireylerin sergilenmesidir.

Bir Düğün Gecesi, 68  kuşağının bir üyesi olan Ayşen ile 12 Mart darbesini gerçekleştiren generallerden birinin oğlu olan Ercan’ın düğün gecesinde başlayıp düğün boyunca devam eder ve düğünün pastasının kesilip dansın başladığı bir anda, romanın başkişileri de olan Ömer ve Tezel’in düğünü terk etmesiyle biter. Roman kişilerinin geçmişteki yaşantıları ve düğünde yaşananlar, romandaki olayları oluştururken; kişilerin her birinin ayrı birer öykülerinin mevcut olduğu görülmektedir. Bu kişileri bir araya getiren Ayşen ve Ercan’ın düğünüyken onların bu düğüne gelmelerinin nedeni de farklıdır.

Bir Düğün Gecesi romanında, kişilerin hikayelerinin birbirinden kopuk olduğu görülmektedir. Adalet Ağaoğlu, romanda sahte yaşamları sahneye koyar. Hangi toplum katmanından olursa olsun bunlar gerçek dışı yaşantılardır.

Bir Düğün Gecesi romanının başkişisi olan Ömer ve Ayşen’in sürekli göz göze gelerek birbirlerine olan ilgilerini göstermeleri, Ömer’in eski öğrencisi olan Tuncer’in yeni konumuyla Ömer’e açıklama yapma çabası ve bu durumun Ömer’de uyandırdığı hayret, Tezel’in intiharı düşünürken aniden yine yaşama sarılışı gibi küçük olaylardır. Ama bu küçük olaylar, olaylar zincirini oluşturmadıkları gibi olaylar örgüsünü de silikleştirmektedir. Bu açıdan Bir Düğün Gecesi ayrı ayrı olayların birleşimidir.

Bir Düğün Gecesi Anlatım Teknikleri-Bakış Açısı



Bir Düğün Gecesi, on iki ana (üst) ve içeriğini özetleyen başlıklar taşıyan on iki ara (alt) bölümden oluşmaktadır. Bölümlerin tümünde kahraman anlatıcılar bakış açısının hakim olduğu ‘’ben’’ anlatım söz konusudur. Numaralanmış on iki bölüm ömer’in ‘’bakış açısı’’ndan verilmektedir. Ömer’in  buradaki işlevi sunuculuktur diyebiliriz. Düğün salonunu tamamen olmasa bile büyük ölçüde Ömer’in bilincinden görülmektedir. Burada hem anlatan hem de anlatılan kişilerden birisidir:

“Tezel. Az önce deve tabanının dibine bıraktığı içki bardağından boşalan eli titriyor. Ailenin anlayışlı damadı olarak hemen Tezel’in yardımına koşmam gerek.” (s.5)

Görüldüğü gibi ana bölümlerde Ömer’in bilinci kullanılmıştır.Ömer ,ana bölümlerde birinci kişi ağzından ve sessiz olarak içten konuşan bir kişidir.

Bir Düğün Gecesi romanında ana bölümlerin anlatıcısı konumunda olan Ömer’in bilincinden geçenler, iki gruba ayrılır. İlki yakın ya da uzak geçmişi; ikincisi ise şimdi ile ilgili fikirleridir. Aysel ile sabah düğüne gelmeden önce ömer’in yaptığı konuşma yakın geçmiştir. Aysel’in düğüne gelmemesinden dolayı Ömer, bu durumu şu şekilde anımsar:

“Aysel hiç oralı olmuyordu. Çat çat çat… Keşke bu son cümleyi söylemeseydim. iyice battığıma inandırmasaydım onu. Bu sabah sesi yazı makinesinin çıtçıtları arasından son kerte açık, hiç inişsiz çıkışsız; ne öfkeli, ne hırçın, ne de kızgın; ama belki birazcık yorgun çıkıyordu.” (s.84)

Bir Düğün Gecesi romanında ağırlıklı olarak iç monolog tekniği kullanılmıştır. Bu tekniğin dışında iç diyalog ve bilinç akışı da romanda sıkça kullanılır. Romanda içeriğe uygun olarak kullandığı bağımsız iç konuşma yönteminin dışında, anlatım tekniklerinin hepsini kullanmaya çalışmıştır. Tezel’in sürekli yineledigi “intihar etmeyeceksek içelim bari” ifadesi Tezel’in içkiye sığınışını, bunalımını gösteren bir leitmotiv’tir. Yine Ömer’in taktığı kalın çerçeveli gözlük, onun üniversitede profesör oluşunu ve görünüşünü ifade eden bir leit-motif’tir.

Bir Düğün Gecesi romanında iç monolog tekniği,  ağırlıklı olarak kullanılmıştır. Anlatıcı olan roman kahramanlarının tümü içlerinden konuşurlar. Bu durum romanda iç monolog, iç diyalog ve bilinç akısının yoğunluklu olarak kullanılmasını sağlamıştır. Romanın iç konuşmalarında yapılan geriye dönüşler ve flashback teknikleriyle, kişilerin geçmişleri tanıtılırken, düğüne katılamayan kişilerle ilgili bilgiler verilir. Özellikle Ömer ve Tezel’in düğün anından geçmişi anımsamaları bu teknik aracılığıyla aktarılır. Örnegin Ömer, düğünde birinin omzuna dokunması ile bir anda hapishane günlerine döner:

“Biri omuzlarımdan tutmuş, silkeliyor: Kendine gel!... “Kendine gel Prof!... Burası senin üniversiten değil!... Kim bu? Ayşen mi başı omzunda duran, Aysel mi? Tezel’mis. Hayret! Başı omzumda hıçkıra hıçkıra ağlıyor.” (s.289-290)

Bir Düğün Gecesi romanında yazar, mümkün olduğunca olayları dışarıdan anlatan üçüncü tekil şahıs anlatıcıyı devre dışı bırakmış, bunu yerine karşılıklı konuşmalar ama iç monolog seklinde yapılan sessiz konuşmalar olarak süren konuşmalara ağırlık vermiştir. Yazar, özellikle bağımsız iç konuşma yöntemini farklı şekilde kullanarak özgün ve arayışçı biri olduğunu göstermektedir. Yazarın modern romanın diğer anlatım yöntemlerini kullanması, onun romanın kurgu ve teknik yapısına verdiği önemi göstermektedir.

Bir Düğün Gecesi Zaman



Bir Düğün Gecesi romanı, kapsadığı  kısa bir zaman süresiyle adına da uygun olarak dar bir zamanı yansıtmaktadır. Bir  Düğün Gecesi romanında dış gerçeklik olarak algılanan düğün 26 kasım 1972, saat 19:00’dır. Bu ifade romanın henüz ilk bölümünde, nikah davetiyesi üzerindeki zamandır. Romanın sonunda, düğün bitmeden salondan çıkan Ömer ve Tezel’den sonra düğün devam etse de romanın iç zamanı 3-4 saat olarak kabul edilebilir.

Bir Düğün Gecesi romanındaki olayların geçmesini sağlayan zaman düzlemi iç zamanı oluşturmaktadır. Burada düğün okur için zamanın sıfır noktasıdır. Bu romanın “şimdi”sini düğün oluşturmaktadır. Bir de bu düğün öncesi yani Ömer ve diğer kişilerin geçmişleri vardır. Birinci düzlemi algılanan dış gerçeklik, ikinci düzlemi ise zaman düzleminin arasında kesin bir ayrım yapılamamakta; geçmiş zaman, düğün zamanını bütünlemektedir.

Ayrıntılar, romanlarda anlatıcı konumundaki kişilerin fikirlerinden öğrenirken, geçmiş de yine bu kişilerin bilinçlerinde oluşan anımsama ve çağrışımlarla sunulmaktadır. Bu şekilde geçmiş geriye dönüşlerle parça parça verilir.

Bir Düğün Gecesi romanında geniş bir toplumsal zaman söz konusudur. Burada zaman, olayların köklerini ve psikolojik konumlarını anlatan bir derine gitme ve araştırma vasıtası olarak önemli bir göreve sahiptir. Özellikle romanın önemli bir tarihi sürecini oluşturan 68 olayları, geçmişin anımsanmasında önemlidir. Romanın devrimci kişilerinden Tezel, Ömer, Tuncer ve Ayşen gibiler, bilinçaltlarında sürekli geçmişlerini irdelerler. Bu açıdan dış zaman, roman kişilerinin geldikleri noktayı ve içinde bulundukları psikolojiyi yansıtmaktadır.

Bir Düğün Gecesi Mekan



Bir Düğün Gecesi romanının mekanı Anadolu Kulübü’dür. Bu kulüp, Ankara’da Batılı, çağdaş yasam şeklini  benimsemiş, sadece yüksek bürokratların ve seçkin zenginlerin gidebildiği,adından başka hiçbir yerel nitelik göstermeyen bir yerdir. Romanda bu mekan burjuvanın sürekli gittiği bir yerdir. Romanın devrimcilerinin ise yenik ve yıkık psikolojilerini göstermektedir. Başlangıçta kendileri de bu mekanların kişileri iken, komünizm adına burjuvaya ait bazı değerlere (Amerika, polis, ordu) karsı mücadele etmişler ve sonunda dava arkadaşlarının yanlış tutumları sebebiyle yıkılmış olarak bu mekana geri dönmüşlerdir.

Bir Düğün Gecesi romanının sonunda Ömer’in Anadolu Kulübü’ne dışarıdan bakışı ilginçtir. O da yıkık
psikolojisine uygun olarak bu mekanı şöyle değerlendirmektedir:

“Geri dönüyorum. Dar, çirkin sokağa, o sokağın üstündeki kimliği kimliksiz yapıya, Anadolu Kulübü’ne bakıyorum. Üst katın bol ışıklı camlarına sıkı sıkıya çekilmiş perdeler düğünü örtüyor. Düğün sokağa ve geceye örtük duruyor(…) Salt düğünü bekleyen erleri, polisleri ve cipleri görüyorum. Tuncer’in iki kat arası dar bir pencereden seyrettiği.” (s.295)

Bu konuşmalarıyla Ömer, Anadolu Kulübü’nün sokağını çirkin ve bu Kulübü kimliksiz bir biçimde görür. Ayrıca Ayşen ve Tuncer, bu kulüpteki insanların arasına girerek bu mekandan çıkamamaktadırlar. Bu mekanı tercih ederek burjuvayı da kabul ederler. . Yazar, burjuvayla işbirliği yapan ve burjuvayı koruyan, asker ve polisin, hem kulübün içinde hem de kulübün dışında bulunduğunu belirterek, bu güçlerin işlevini göstermiş olmaktadır.

Bir Düğün Gecesi Dil ve Üslup



Bir Düğün Gecesi romanında, değişik kişiler ve özellikle Ömer’in bilincinin ön planda olması, romanın dilini de etkilemiştir. Romanda en çok kullanılan iç konuşma tekniğine bağlı olarak zaman da “şimdi” ve “geçmiş” olarak iç içedir. Zaman dizimine uymayan bir anlatım söz konusudur. Bu şekilde zaman, kişilerin bilinçlerinde parça parça algılanıyorsa, bu kişilerin dilleri de zamana bağlı olarak, düzgün ve bası sonu belli olan cümlelerden oluşmayacaktır. Düşüncelerdeki kopukluk dile de yansımaktadır.

Bir Düğün Gecesi romanında genellikle özne ve yüklemsiz cümleler dikkat çeker.. Tek sözcüklü cümleler ile daha uzun fakat yüklemi bulunmayan parçalar, cümle görevi görürler. Örneğin,


‘’Boşluk. Hiçlik. Gecenin karanlığı. Değil(…) Denizde yalpalayan ışıklar, gelip geçen ardı
ardına bir kuyruk oluşturan araçların farları.” (s.28) 

Bunların dışında kişinin kafasından geçen parça parça düşünceleri yansıtan cümleler kullanılmıştır. 

Örnek: “ Bir hiç. Yokum ben. Duruyorum. içiyorum. Ne seviyorum, ne nefret ediyorum… Yok aman yok. Duygulu falan değilim. Bencilim bencil! Defolsunlar basımdan… İnsan yönetirmiş… Gördük. Para yönetir, silah yönetir tomsonların ucu.” (s.27-30)

Yüklemi düşük, tek sözcükten oluşan cümleler ve cümle olmayan sözcüklerin kullanılması, romanda tercih edilen bilinç akışı tekniğinin etkisini göstermektedir. Romanın bir başka cümle yapısı da olumsuz ve soru cümleleridir:

“Neden salıverdiler seni? Nasıl böyle çabuk?... En azından dünyanın sonunun geldiğine inanamaz mıydı? Bu direnci nereden buluyor? Bu çökmezliği nasıl besleyebiliyor?... Açma gözlerini. Bakma öyle… bu güvensizlikler girmemişti.” (s.264)

Bir Düğün Gecesi romanındaki bu tip cümleler, roman kişilerinin olumsuz psikolojilerini ve güvensizliklerini göstermektedir.

Bir Düğün Gecesi romanında yazarın en önemli özelliklerinden biri , roman kişilerini konum ve psikolojilerine göre konuşturmasıdır. Örneğin, Tezel gibi intihara yaklaşmış ve alkolik olmuş birinin, başkalarına karşı kibarca konuşması doğru olmazdı. Bu yüzden onun ifadeleri kaba ve argodur. Tezel’in bu kötü konuşması şöyledir:

“Park Otel’e giderken eski biçim giysiler satan çok züppe bir butikten aldığım uçak biletinin bütün gelirini çekti elimden pis karı!-“ (s.22)


Bir Düğün Gecesi romanında Adalet Ağaoğlu farklı anlatıcıları ve her sınıftan insanları devreye sokarak çok seslilik sağlamıştır .Yazarın bu anlayışı, romanlarına dil zenginliği katar. 

Bir Düğün Gecesi romanı, öncelikle 12 Mart denilen karmaşık, siyasal bir dönemin bir arka plan olarak işlendiği ve bu dönemin önce ve sonrasında toplumumuzu oluşturan çeşitli katmanlardaki insanların sergilenmesidir.

Bir Düğün Gecesi Kişiler- Karakterler- Şahıs Kadrosu



Bir Düğün Gecesi romanında sergilenen kişiler iki ayrı grupta toplanmaktadır. 1. grup devrimci gençler; 2. grup zengin, soylular ve yüksek rütbeli subay aileleri. Birinci grupta Tezel, Tuncer ve onları eylemlerinde ve düşüncelerinde destekleyen Prof. Ömer, Aysel, Tezel, Ayşen ve Ali Usta’dır. Bu kişilerin her biri toplumun belli bir kesimini yansıtır. Ömer (öğretim üyesi), Tezel (sanatçı), Ali Usta (tamirci), Ayşen, Tuncer, Gül, Zehra (öğrenci) gibi. İkinci grup ise dügün sahiplerinden oluşmaktadır. Müjgan ve İlhan (gelinin annesi babası), Nuriş Hanımefendi ile Tümgeneral Hayrettin Özkan (damadın annesi ile babası), Gönül Hanımla emekli albay Ertürk (damadın enişte ve teyzesi). Bir de bu iki grup arasında geçişi simgeleyen Ayşen vardır. Önceleri devrimci iken, tümgeneral oğluyla evlenerek ikinci gruba geçer.

Ömer



Ömer, Üniversitede bir ekonomi profesörüdür.Romanın Ayşen ve Tezel ile beraber başkişisidir. Romandaki ana bölümlerin anlatıcısı, Berna Moran’ın deyimiyle sunucudur. Prof. Ömer, akademisyen bir sosyalisttir. Dengeli, ağırbaşlı olduğundan dolayı eylemlerini, özellikle ders boykotlarını onaylamadığını belirtmesi ve arkasından bir süre tutuklanıp serbest bırakılarak görevine iade edilmesi nedeniyle, düşünce bakımından benzerlikleri olan öğrencileri tarafından işbirlikçi olma ithamıyla karşılaşır. Bu olay onu oldukça etkiler. Eşi Aysel ile kötü olan arası daha da açılır.

Düğün boyunca Ömer’in sorunlu ruh hali sürer. O, eşi Aysel’in kendisinin itirafçı olması kuskusunu taşıması ve bunu Ömer’e söylemesi, ayrıca daha önce Aysel’in Engin’le olan ilişkileri nedeniyle bu düğüne mutsuz bir biçimde gelir. Hatta Aysel’e telefon eder ve onunla tartışır. Bundan dolayı Tezel ile birlikte sürekli içkiye sığınır. Bu düğün Ömer için bir değişim sürecidir. İlk defa eşine “salak karı” der. Ayrıca kendisi sürekli ailenin dengeli damadı iken, kayınvalidesi Fitnat Hanımın sık sık Aysel’i sorması nedeniyle kızar ve sesini yükseltir.

Ömer, düğünün hem içinde hem de bir anlamda dışındadır. Fikir ve duygularıyla düşünün dışında iken varlığıyla düğündedir. Ama, aileden uzak bir kenarda düğünü seyreder. Ömer, romanın sonunda, çok sıkılması edebi ile kendisi gibi düğünden bir anca uzaklaşmak isteyen Tezel’le Anadolu Kulübü’nden ayrılır.


Tezel



Tezel, romanın sanatçı tipidir. Aysel ve İlhan’ın kız kardeşidir. O da Aysel ve Ömer gibi devrimcidir. Romanda, birinci bölümde, Tezel’in Ayşen’in düğünü için İstanbul’dan Ankara’ya gelirken yapmış olduğu gece yolculuğu, bu yolculuk sırasında geriye dönüşlerle yaptığı çağrışımlarla anlatılır. Bu bölüm “Tezel’in Gece Yolculuğu” ismini taşır. Bu bölümde, İstanbul Park Otel’in barından otobüse bininceye kadar geçen süreyi, otobüsün hareketini, yolculuğu esnasında yolcuların, şoför ve yardımcılarının ilişkilerini çağrışım ile hatırlayarak eğitim için Ankara’dan İstanbul’a gidisini şöyle değerlendirir:

“Gebze sırtları karanlıklar içinde. Birkaç ışık, birkaç far; ölü, ölez, pışpış(…) Kanyak çok kötü çıktı. Çocuk da susmadı. Ağla babam ağla…” (s.48)

Tezel, düğünde Ömer ile beraber sürekli içerek düğünü kenardan izler. Ailesine karşı soğuktur. Bunun esasında ise İlhan ve Müjgan’ın burjuva olması ve aile bağlarının olmamasıdır.

Başından iki evlilik geçmiş ve bu evlilik hüsranla bitmiştir. Her iki eşi de onu kendi çıkarları için kullanmışlardır. Eşlerinden biri burjuvadır. Tezel’in eşi devrimciliği bir burjuva olarak kavrayamamıştır. Aile parasıyla geçinir. Bu yüzden Tezel, sahte devrimci eşinden boşanır. Tezel, resim yaparak geçimini sağlar ve basına buyruk bir kadındır. Fikir ve yaşayış biçimiyle düğündeki kişilere ters düşer.

Tezel, yaptığı tablolarda devrimci sembolleri göremeyen iki gençten sanatıyla davalarına ihanet ettiği gerekçesi ile birinden tokat, diğerinden tükürük yediği için bütün içtenliğiyle bağlandığı devrimci fikirden koparak psikolojik boşluğa düşer ve içkiye sığınır. Alkolik birisi olur. Hiçliğe sığınır. Tezel,geldiği noktayı şu şekilde özetler:

“İçkini içersin, hiçliğe bakarsın, kendi hiçliğini görürsün; hiçbir şey, hiçbir biçimde canını sıkmaz olur(…) Az buz tokadı yer yemez hiçliği seçmiştik: Makineler senin elinde olmadığına göre, seni senin hiçliğin paklar ancak. Nokta. Bitti. Hadi içelim.” (s.20-21)

Bir Düğün Gecesi romanında Tezel’in tasviri birkaç yerde Ömer tarafından yapılır. Tezel ,yaşamdan bir beklentisi kalmayınca kendisini hiçliğin kıyısına itmiştir. Fiziki olarak kötü duruma düşen Tezel’i, Ömer şöyle tasvir eder:

“Ne güzel kızdı Tezel. Ne havalı. Ailenin en güzel, en yetenekli, en çağdaş çocuğu. Şimdi şu hale bak. Gözlerinin altı balon balon.” (s.15)

Bir Düğün Gecesi romanında Tezel’in dili ve konuşması, kendi kötü psikolojisini de yansıtmaktadır. Tezel, genellikle argo konuşur.

Ayşen



Ayşen, Bir Düğün Gecesi’nin gelinidir. İlhan Dereli ve Müjgan’ın kızı; Aysel ve Tezel’in yeğenidir. Üniversitede öğrenciyken halasının eşine karşı duygusal bir yakınlık duyar. Bu yakınlık, onu öğrenci olaylarının içine itmiştir.

Ayşen,  kendini lüks bir yaşama adayan, kızının en çok yardımcı ihtiyaç duyduğu bir anda bile tırnaklarının biçimiyle dertlenen bir anne ile ticaret hayatını kızının mutluluğuna tercih eden bir babanın kızıdır. O, Ailesinden göremediği ilgiyi arkadaşlarında aramaktadır.

Bir Düğün Gecesi romanında Ayşen ,üç yerde anlatıcı olarak yer alır. iç monologlarında bir türlü yakınlığını göremediği ailesini eleştirir. Annesiyle kavgasından sonra, onun kayıtsızlığına büyük tepki duyar:

“Neredeyse “Anneciğim, anneciğim,” diyecektim. Kımıldanmıştım. Göz ucuyla anneme bakmıştım. Güvenseydim, böyle yapmazdım değil mi? Gözucuyla bakmazdım, hemen  ırlardım(…) Annemin, sanırım camı kaparken, kırılan tırnağına bakmakta olduğunu görüverdim. Her şey, ölmesi bile çoktan önemini yitirmiş, inanmayacaksınız ama, kırılan uzun, cilalı tırnağına bakıyordu.
“Geber!” (s.227)

Ayşen, annesinin üniversiteye lüks araba ile kendisini almaya gelişine kızar. Ayrıca arkadaşının hapse girişini annesine söylemek ister ama Müjgan hanım onu dinlemez. Aysel beklediği ilgiyi ve anne sevgisini bir türlü bulamaz. Hatta annesine: “…elmas kokuyorsun. Tırnak cilası kokuyorsun. Fondöten kokuyorsun. Kan kokuyorsun, kan! Her şey kokuyorsun, ama hiç anne kokmuyorsun.” (s.234) diyerek özlediği anne sevgisini bulamadığını haykırır. Ayşen, annesi gibi babasına da tepki duyar.Çünkü , Ayşen’in babası onu para için evlendirmektedir. Ayşen,babasının bu tutumunu şu sözleriyle eleştirir:

“Babam da çevrenize girip, ne çok politikacı tanıdı. Sonra hep su konuşmalar: Yok yahu, sahi mi? Seyran’da ki o bağ, sekiz dönümlük o yer, sadece üç bin lira öyle mi? Kapatalım şurayı(…) Sonra bir telefon bankaya her bankada bir yakın tanıdığı vardır, nedense…” (s.232)

Ayşen, babasından da beklediği yakınlığı göremez. O da annesi gibi devrimcilerin düşmanı bir burjuvadır.Ayşen, ailesinden göremediği ilgiyi arkadaşlarında arar. Ama arkadaşları da ona farklı gözle bakarlar. Ailesi yerine koyduğu arkadaşları tarafından sadakatını ispat için, kendisinden para istenmesi, onu daha da yalnızlaştırır. Kendisine niçin değer verildiğini sorgular. Çünkü ortadan kaldırılmasını istedikleri burjuvanın parasını istemeleri, kendisini para hatırı için aralarında tuttukları düşüncesine kapılır Arkadaşlarının kendisini kullanarak burjuvadan intikam alındığını düşünür. Bu olaylardan sonra Ayşen grup içinde kendi yerini sorgulamaya baslar, bunalır.

Arkadaşları da ailesi gibi kendisini anlamamışlardır. Grupta kendisini en çok eleştiren Zehra’yı sahtekar olarak görür ve su sözleriyle eleştirir:

“Kimin kızı Zehra? Evi nasıl? O ana dek hiç bunu merak etmemiştim(…) Hadi canım bir ırgat kızı Başkent’in bir üniversitesine kadar nasıl gelebilirmiş? Nasıl setlant bir sueteri olabilir ve altı ayda bir gözlük çerçevesi değiştirebilir(…) Hep ben. Annemin yüzünden… Belki ben de kendimi saklamasını bilmiyordum. Yoksulluk edebiyatında beceriksizdim.” (s.248)

Kendisine göre hayatının en özgür ve mutlu günlerini, tutsak olduğu hapishanede yaşayan Ayşen, babasının konumu ve çabaları ile  hapisten çıkarken arkadaşlarının itham ve şüpheleri ile karsılaşır. Bedenen hür, ruhen mutsuz birisi olur. Bu bakımdan kader, Tezel ve Ömer’le koşutluk göstermektedir. Ayşen’in arkadaşları tarafından yalnızlığa itilmesi onun tepki ve intikam duymasına neden olur. Karşı gücün temsilcisi bir tümgeneralin oğlu Ercan’la evlenir. Ayşen , duyduğu nefreti iç konuşmaları ile şu şekilde yansıtır:

“Ben yok. ‘Biz’ var: Pis burjuva kızı! Unutamaz mısın iki de bir ‘ben’ demeyi? Unuttum işte Gül. Söze sık sık ‘çocuklar ben…’ diye başladığım için beni sürekli böyle azarlayıp durmuş olan bütün eski arkadaşlarıma selam söyle. Ayşen ‘biz’ olmuş de (…) Oldum Gül. Artık hiç ‘Çocuklar ben’ demeyeceğim. Hep biz: Bizim arabamız, bizim buzdolabımız, bizim salonumuz (…) Bizim sevgisizliklerimiz” (s.220)

Sonuç olarak Ayşen, sevgisizliğin kurbanı olmuş ve kendisini babası için feda etmiştir. Bu şekilde kötü de olsa bir çıkış yolu bulmuş ve tepki duyduğu devrimci ve burjuva çevresinden intikam almıştır. Ayşen de tipik bir 68 kuşağının bir üyesi olarak Tezel ve Ömer gibi kenara itilmiştir.

Aysel



Aysel, Ömer’in eşi ve gelin Ayşen’in halasıdır. O da Ömer gibi akademisyen ve yazardır. Ailesine kırgın olması ve karşı gücün temsilcilerinin (burjuva-ordu) bulunması nedeniyle düğüne gelmez.

Aysel, düğüne gelmediği halde, ağırlığını hissettiren birisidir. Eşi Ömer ile Engin’den dolayı araları bozulur. Çünkü o, Engin ile eşini aldatır. Ömer düğüne yalnız gelir, ama zihni sürekli Aysel ile meşguldür. Ömer, Aysel’in kendisini üzen davranışlarını geçmişe giderek hatırlar:

“Elbette; sabunla ovula ovula yıkanan bir ağzın, üç aydır birlikte yatağa girmeyişlerimizin, kızının o ucuz mahalle ağzıyla, “Öyle ya, siz iki kazazede, şimdi daha iyi anlaşırsınız,” demelerinin yüzüme kapanan o telefon…” (s.279)

Sonuçta Aysel’in düğüne gelmeyişi hem Ömer’i zor durumda bırakmış hem de ailesinin tepkisini çekmiştir. Romanın son bölümünde sorgulanmak üzere tutuklanmıştır. Aysel, tutuklanmaktan mutlu olmuş, bunu, “halis bir başkaldırı” olarak algılamakta ve gizli bir sevinç duymaktadır.

Tuncer



Tuncer, üniversitede lider pozisyonda iken, kendilerine karsı mücadele verdikleri ‘burjuva” çocuğu olan Yıldız’ın duygusal ilgisine karşılık vererek devrimci öğrenci tipinden burjuva sınıfına geçmiştir. Öğrencilik yıllarında ateşli bir devrimci olarak Ömer’i derste kürsüden indirmek isteyen Tuncer, daha sonra milletvekili Remzi Tarakçı’nın kızı ile evlenerek yurt dışına lisans üstü eğitim için gider. Başlangıçta yoksul bir marangoz çocuğu, devrimci bir öğrenciyken, sınıf değiştirmiş ve bu yeni konumuyla düğünde bulunmaktadır. Düğünde Ömer’i görünce, bir anda dünyası alt üst olur. Tuncer iç konuşmalarında bu şöyle yorumlar:

“Simdi, hiç beklemediğim bir yerde, hiç beklemediğim bir zamanda sizinle karsılaşınca kekeledim hocam. Ansızın, dersini tek satır iyi öğrenememiş ve bundan utanan bir öğrenci oldum.” (s.139)

Tuncer, öğrencilik yıllarında Ömer’i suçlamış ve onu kürsüden aşağı indirmek istemiştir. Hızlı bir devrimci iken, simdi zengin bir kızla evlenip daha önce karsı çıktığı bilim için Lozan’a bile gitmiştir. Bu durumu açıklayabilmek için çırpınır. iç konuşmasıyla Ömer’e mantıklı sebepler söylemeye çalışır:

“İlk aklınıza geçen olsa olsa, yoksulluğumdan eylemciliğimden ve sıkıştığım yerden kendimi Remzi Bey’e damat olarak kurtardığım. Kaçamak bakıyorum yüzünüze. Orda suçlama mı-belki değil, belki acı mı, buna benzer bir anlam yakalıyorum. Keşke bu anlamı yakalamasaydım, “Karımı seviyorum,” demekle biterdi iş.” (s.139)


Tuncer üniversitede Yıldız’ın ona ilgi duyması üzerine bocalamıştır. Çünkü devrim aşka izin vermemektedir. Tuncer bundan dolayı bir süre ondan uzak durur. Bu ruh durumunu kendi iç konuşmasında şu şekilde ortaya koyar:

“Biz, aramıza en çok polis sızmış bir kuşağız ya hocam, hatta karşılıksız bir sevda(…) yeşilliğin ortasına kendimizi bırakıvermemiz, orda taklalar atıp yuvarlanmamız olanaksız(…) Yıldız’ın elini avucumda saatlerce gezdirdim(…) Yine de bir kuşku şuramda.” (s.150)

Tuncer, o dönemin devrimci gençlerinin içine düştüğü güvensizlik ve kuşku sebebiyle Yıldız’ı bir türlü kabul edemez. Onun bir korkusu da grubunun gözünde küçülmektir. Tuncer’in en çok sevdiği kişilerden birisi Ali Usta’dır. Tuncer onunla devrimcilik üzerine konuşur ve onun söylediklerine, tecrübelerine değer verir. Ali Usta Tuncer ve arkadaşların düşüncelerini ve Yıldız hakkındaki görüşlerini, onunla yaptığı bir konuşmasında söyle açıklar:

“Sizlersiz olmaz, ama yalnız sizinle de hiçbir bok olmaz(…) En kötüsü bu. En kötüsü, insanı kendinden soğutan en berbat şey bu. Her taşın altında bir durak var, sanmamız(…) Bu gençlik sevda da ister. İnsan sevdasız olur mu?” (s.156-157)

Tuncer, Tezel, Ayşen, Ömer gibi devrimci fikre bağlı iken, diğerlerine göre temelli bir konum değişikliği geçirmiştir.
  

Müjgan


Müjgan, İlhan’ın eşi ve Ayşen’in annesidir. Remzi Tarakçı adlı Amasya milletvekilinin kızıdır. Kocasıyla çıkar ilişkileri için evlenmiştir. Evlilikleri paraya dayanır. Aralarında sevgi yoktur. Eşi İlhan’ın şu sözleri evliliklerini sorgulamaya başladığını gösterir:

“Bu nikah kıyılmadan sen karıyı boşamazsan iyidir be İlhan!?” diyen İlhan, ondan ayrılmayı bile aklından geçirir. (s.116)

Müjgan romanda anlatıcı değildir. Bu bakımdan diğer burjuvalılara göre siliktir. O, eşi ve diğer roman kişileri tarafından tanıtılır. Ayrıca yazar Müjgan tipini yaptığı hareketler ve konuşmasıyla da çizmeye çalışmıştır. Mesela Müjgan sık sık ortada gezinerek mutlu ve gururlu anne rolünü oynar. Düğüne gelen köylü gibi giyinen bir aileyi İlhan’a söyleyerek uzaklaştırır. Hatta İlhan onu adam tavlamakla bile itham eder. Kızı Ayşen’i hiçbir zaman anlamamış sürekli kendisiyle meşgul olmuştur. Hatta o kadar ileriye gider ki, Ayşen ile bir tartışmasında, tırnağının kırılmasına bile üzülür.

İlhan Dereli



İlhan,Tezel ve Aysel’in abisi, Ayşen’in babasıdır. Romanda burjuvayı temsil etmektedir. Ticari menfaatleri adına komünizmin düşmanı, kapitalist Amerikan sermayesinin simgesel göstergesi olan bir motor üreticisinin bayiliğini yapar. Satısını da yine devrimin düşmanı olan Amerikacı subayların bulunduğu orduya satmaktadır. Ticaretine güç katmak için milletvekili kızıyla evlenir.

İlhan, dışarıdan mutlu gözükse de aslında eşi Müjgan’dan nefret eder. Roman boyunca sık sık gösterilen karşıtlıklardan birisi de onun evliliğidir. Eşine karsı olumsuz düşünceler taşımaktadır. İlhan’ın anlatıcı olduğu bölümde, onun iç konuşmaları, eşine bakışını şöyle gösterir:

“Müjgan. Benim karı. Bu gülen o mu? Doymak bilmeyen gözü, doymak bilmediği yere değdi mi, bunda kuşku, kıvranma gırla. Onun ötesinde ne gam, ne kasvet! Budala karı, benim bile ta şuramda çöreklenmiş bir sıkıntı.” (s.116)

Düğünde buyruğu altında kalanları ezen İlhan, burjuvanın, diğer insanlara tepeden baktığını, onları ezdiğini göstermiş olur. Emekli albayı düğünü organize etmekle görevlendirir. Yine polis Ahmet’in verdiği görevi yapmadığını düşünerek hareketler eder. İlhan egemen sınıfın bir üyesi olarak değişik açı ve yönlerden gösterilerek tanıtılır. Onun sahsında burjuvanın algılanışı ve bu sınıfın olumsuzlandığı gösterilmektedir.

Ali Usta



Ali Usta, Aysel’in okul arkadaşıdır.Bu romanda Aysel gibi silik biridir. Ali Usta, romanın en olumlu kişisi görünümündedir. Tuncer’in babasının içki arkadaşıdır. Tuncer onu babasından daha yakın bulduğundan dertlerini onunla paylaşır.

Ali Usta iki yeğenine hem analık hem de babalık yaptığından evlenememiş, hayatını bu iki yeğenine adamıştır. Yoksulluk çektikleri için istemediği halde yeğeni Ahmet’in polis olmasını sağlar. Fakat Ahmet de diğer polislerden farksızdır. İçlerinde kardeşinin de bulunduğu öğrencilere karşı yürütülen engellemelerde kaba davranmaktan geri durmaması Ali Usta’yı çok üzer.

Ali Usta, düzeninin değiştiğini, bu yüzden kim olursa olsun herkesin görevini ve işini yapması gerektiğini söyler. Ali Usta’nın devrimciliğe bakısı farklıdır. O, yakıp yıkmaktan yana değildir. Ali Usta, devrim ile ilgili düşüncelerini şöyle açıklar:

“Düzen bizim düzenimiz değildir diye ben, Remzi gibilerin televizyonlarını onarmıyor muyum ha? (…) Benim işim bu. Düzen değişti, devlet beni kamu hizmetine koştu da, gitmiyor değilim ya. Bu İlhan, memleketlim olarak hem de yüzüme güle güle yapılarında çalıştırır beni. Onun bu yüzünü
bilmesem, düzenin mutlak değişmesi gerektiğini de iyi bilmezdim belki:” (s.158)

Ertürk



Ertürk, Ölmeye Yatmak romanında Aysel’in okuldan arkadaşıdır. Kuleli Askeri Lisesi’ne gitmiştir. Burada okuduğu bir kitap yüzünden sorgulanmıştır. Orduda kuralların dışında hiçbir şeyi yapmamayı öğrenmiştir.

Ertürk, Gönül’ün eşi ve damat Ercan’ın da eniştesidir. Emekli olduktan sonra, OYAK’ta protokol işlerinden sorumlu olarak çalışmaya başlamıştır. Düğünün bütün organizasyonuna o koşar. Müjgan gibi o da düğünde sürekli dolaşarak düğünle meşgul olur. İlhan’ın uşağı gibi davranır. Kendisine söylenenleri yerine getirmektedir. Ertürk romanda 1952’de tuttuğu anılarıyla tanıtılmaktadır. Bu anılardan verilen bilgiye göre Kore Savasına katılmış, esir düşmüş, esaretteyken Amerikalı Tommy ile birlikte olmuştur. İzinle gittiği Japonya’da Sumida isminde bir bayanla, etkisinden yıllarca kurtulamayacağı çok kısa bir aşk yasamıştır. Tommy ile ilişkileri ile, Tommy’ninşahsında Türk askerinin Amerika’yı nasıl algıladığı işlenmektedir. Zengin Amerika, yoksul ülkelere yardım etmek için rahatını bozmuş, bundan dolayı kendisine minnettarlığımızı göstermek için, Ertürk kendi istihkakının “yenebilecek kısımlarını” ona verir. Bu onun için bir sorumluluktur. Romanda “Amerikancı” subayların temsilcisidir. Ertürk , bir çokları gibi yasadığı küçüklük kompleksini şöyle ortaya koyar:

“Ben Amerikalı savaş arkadaşlarımı, erinden yüksek rütbeli subayına kadar her zaman sevmiş ve saymışımdır. Onlar çukulatalar, enfes soğuk etler, çörekler, tatlılar yerlerken, bol bol biralar içerlerken kendilerini kıskanmak aklımın ucundan geçmemiştir. Çünkü bunları yemek onların hakkıdır. Zengin bir memleketin çocukları oldukları halde bizim gibi fakir memleketlere yardım ellerini uzatmış, büyük düşmanlarımız olan komünistlere karsı bizleri korumak için her şeylerini seferber etmiş bu insanlara ne yapsalar layık ne yeseler haktır(…) Bize verilebilen yiyeceklerin en yenilebilir gibi olanlarını birleştiriyoruz, bunları Tommy yiyor. Kalanları da birleştiriyoruz, ben yiyorum.” (s.195)

Görüldüğü gibi yazar tematik güç olarak gördüğü devrim ve komünizmin karşısına zıt kuvvet olarak Amerika ve orduyu çıkarmıştır. Yazar, Ertürk’le Amerikancı subayları, işbirlikçileri eleştirmektedir.


''bir düğün gecesi roman tahlili, bir düğün gecesi adalet ağaoğlu, bir düğün gecesi eseri, bir düğün gecesi roman, bir düğün gecesi roman incelemesi, bir düğün gecesi tezel, bir düğün gecesi türü, bir düğün gecesi teması, bir düğün gecesi olay örgüsü, bir düğün gecesi ayşen, bir düğün gecesi kaç sayfa,bir düğün gecesi ana fikri, bir düğün gecesi hakkında bilgi, bir düğün gecesi konusu, bir düğün gecesi  kimin eseri, bir düğün gecesi karakterler, bir düğün gecesi içeriği, bir düğün gecesi makale.''



Share with your friends

Notification
This is just an example, you can fill it later with your own note.
Done