Edebiyat Araştırmaları: Bin Hüzünlü Haz Tahlili
Son Başlıklar
Loading...
Bin Hüzünlü Haz Tahlili etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bin Hüzünlü Haz Tahlili etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ağustos 2020 Salı

Bin Hüzünlü Haz Romanının Tahlili


Bin Hüzünlü Haz, Hasan Ali Toptaş’ın romanıdır.

Bin Hüzünlü Haz, ilk sayfasından sonuna kadar bir arayışın anlatısıdır. Bu arayış “Hayatın akıl almaz derecede oyuna dönüştüğü, hayallerin sınırı aşıp aşıp gerçeklere karıştığı, yerini göğünü ne idüğü belirsiz kıpırtılarla uzun kuyruklu, güzel güzel yalanların doldurduğu ve her şeyin kelimelerle yaşatılıp kelimelerle öldürüldüğü, acayip ve soluk renkli bir dünya” da şekillenir.

Bin Hüzünlü Haz romanında “anlamlı” ve takip edilebilir bir olay örgüsünden bahsetmemiz mümkün değildir. Yazarı tarafından dokuz bölüme ayrılan metin, neden-sonuç çizgisi üzerinde gelişmez. Bölümler birbirine “sayıklamavari” cümlelerle ve imgelerle bağlanır.

Bin Hüzünlü Haz, aramaya konudan, kendinden başlar ve bir neticeye ulaşmaz. Anlam tüm belirsizliğini, çoğulluğunu ve yeniden üretilirliğini içinde barındırır.

Bin Hüzünlü Haz romanında merak öğesi  vardır fakat bu, organik bir olay örgüsünden ziyade parçalı ve münferit bir yapı içerisine konumlandırılmıştır. Dolayısıyla yukarıda ifade ettiğimiz gibi bölümler birbirine tekrarlanan imgelerle bağlanır.

Bin Hüzünlü Haz romanı, her gün akıl almaz cinayetlerin işlendiği, kanın gövdeyi götürdüğü, vahşet ve pornografinin bütün rahatsız eden görünümlerinin sergilendiği, “herkesin gırtlağına kadar suça gömüldüğü ve orta yere fırlayan bazı çığırtkanların da, yeni bir şey kesfetmişçesine işaret parmaklarını zamanın burnuna dayayıp ‘Suç çağı, suç çağı!’ diye haykırıp durdukları bir dünyada “(s. 10), Alaaddin isimli muhayyel, varlığı ve yokluğu bilinmeyen bir kahramanın hissettiklerini anlatması ile başlar. Televizyondan canlı olarak yayınlanan bütün bu vahşet olayları herkes gibi Alaaddin tarafından da izlenir. Televizyondan yayınlanan olaylar, araya reklamların girmesi ile sekteye uğrar. Yazar bu reklam arası ile anlatının düzlemini de değiştirir. Birden sayıklamavari cümleler ve birleştirilen, bölünen, yerleri boş bırakılan kelimelerle hem kaotik ortam desteklenir hem de Alaaddin’in aktardığını sandığımız anlatı “diye konuşmasını sürdürüyordu Alaaddin.” (s. 18) cümlesi ile bir başka şahsa yani yazar- anlatıcıya bırakılır.

Bin Hüzünlü Haz romanında metnin anlatımını ele alan yazar-anlatıcı, Alaaddin’i beklerken oturduğu evin terasından şehri seyreder. Uzun bekleyişten sıkılan anlatıcı Alaaddin’i aramak için sokağa çıkar. Bu arayışın kendisini bir sonuca ulaştırmayacağını bile bile bir maceraya atılır.

“(...)aslında hiçbir zaman hiçbir yere gidilmiyor da, gidilmiş gibi olunuyor. Ancak kelimelerle gidiliyor ya da kalınacaksa kelimelerle yaşanıyor, kelimelerle gülünüyor, kelimelerle ağlanıyor ve sonunda gene kelimelerle kös kös dönülüyor(...)” (s. 35)

Bin Hüzünlü Haz romanında metin boyunca devam edecek olan arayış serüveninin ilk durağı Motel ROM olacaktır. Zira Alaaddin’in ancak Motel ROM’da bulunabileceği söylenmektedir:

“...Çocuk bahçesini geçer geçmez, hemen sol tarafta, üzerinde soluk renkli harflerle MOTEL ROM yazan karanlık bir kapı göreceksin, tamam mı? ‘Tamam,’ dedim. ‘İşte Alaaddin’i ancak o kapının arkasında bulabilirsiniz’, dedi. ‘Bulamazsan, oranın gevezeler gevezesi bir sahibesi vardır, ona sor. Biraz cadı, biraz kalleş, biraz da ne dediğini bilmezin tekidir ama, o mutlaka bilir.” (s. 40)

Motel ROM’daki yaşlı kadın, yüzlerce Alaaddin olduğunu söyler ve postmodern bir olguyu dile getirir: Düş ile gerçeğin geçirgenliği.

“Belki de onu aramaya başladığın için arıyorsundur artık, dedi. Bilmiyorum, dedim. Ya da, onu senden başka kimsenin düşünmediğini düşündüğün için? Bilmiyorum, dedim. Sen de bi bok bilmiyorsun, dedi. Evet, dedim. Büyük, ama çok büyük bir felaketin eşiğindeymişim gibi, gözlerime acı acı baktı; peki nasıl bulacaksın onu? Arada bir sesini isitiyorum da ne demek oluyor şimdi, hani yüzünü hiç görmemiştin? Görmedim, dedim, yalnızca zaman zaman sesini işitiyorum. Düş gibi mi, dedi. Hayır, dedim, basbayağı gerçek gibi. Aynı şey işte, diye homurdandı. “ (s. 44)

Bin Hüzünlü Haz romanında anlatıcı Alaaddin’i Motel ROM’da da bulamaz. Burada kendisine aslında Alaaddin diye birisinin olmadığı söylenir. “ ‘Öyle birisi yok bence,’ dedi hem azarlar, hem de alay edercesine. ‘Bir serap görüyorsun sen. Evet, daha önce de dediğim gibi, oldukça tatlı, hoş ve bol parıltılı bir serap görüyorsun. Ya da, kendi masalının içinde yaşıyorsun. Alaaddin’in sesi sandığın ses de, hiç kuskusuz başka bir şeylerin sesi. Belki de, başka bir şeylerin sessizliği. Kurbağa sürüsü gibi vırak vırak ötüsüp yeri göğü yıkan birtakım arzuların sesi, söz gelimi; gece gündüz konusup insanın kafasını şişiren eşyaların, yaralı bir kurt gibi hiç durmaksızın uluyan özlemlerin, insan suretine girip sokaklarda sersefil sürünen acıların, uzaklıkların, bir aradalıkların, ayrılıkların, ya da sessizliklerin sesi. Belki de bizim henüz fark edemediğimiz, başka başka şeylerin.’ “ (s. 48)

Motel ROM’da aradığı Alaaddin’i bulamayan yazar-anlatıcı, arayışına tekrar şehrin sokaklarına dönerek devam eder. Sokaktaki arayışı sırasında Motel ROM’daki yaşlı kadını görür ve onu takibe başlar. Kadının peşi sıra pek çok mekân dolaşır ve tam yetiştiği sırada kadını kaybeder. O an Alaaddin’i şehirde bulamayacağını anlar:

“Sonra ben orada, nedense ilk kez, artık Alaaddin’i şehirde bulamayacağımı düşündüm. Aklıma nereden estiyse, belki de bir anın içindedir o, dedim kendi kendime. (...) Sonra da, belki Alaaddin’i, Alaaddin’in kaybolduğu bir hikâyede aramalıyım diyecektim ki, birden kaleyi gördüm ve aklımdan geçen seyi bulmuş gibi, hızlı hızlı yürümeye başladım.” (s. 62)

“Alaaddin’in hikâyesini arayan cılız bir hikâye şeklinde (...) kaç hafta, kaç yıl, ya da kaç koca yüzyıl dolaştı[ğını]” (s. 51-52) bilmeden arayışını sürdüren anlatıcı Alaaddin’i şehirde bulamayacağını fark edince ve Asip Dağı’nın eteklerindeki kaleye doğru yürümeye başlar.

Bir patikada bulur kendini. Patikadan yoluna devam ederek ormanı bütün ihtişamı ile görebildiği bir yere varır. Bu manzara karşısında etkilenen anlatıcı aşağı inerek ormana dalar.

Anlatıcının çesitli suretlere bürünerek sürdürdüğü arayışta, arayanlar da çeşitlenir. Kimi zaman Alaaddin’i Tatar kızı, kimi zaman da tahtına varis olarak gördüğü kardeşi arar. Alaaddin ile ilgili pek çok rivayet anlatılır. Bu rivayetler anlatı ihtimallerini çoğalttığı gibi sonucun belirsizliğini de güçlendirmektedir. Alaaddin yol arkadaşlığı yaptığı Tatar kızı tarafından ihanete uğrar. Mola verdikleri bir yerde baskına uğrayan Alaaddin canını zor kurtarır. Baskından sonra bulunmamak için çesitli yerlerde tebdil-i kıyafet dolaştığı ve çalıştığına dair hikâyeler anlatılır.

Bir başka hikâye ise Alaaddin’in kadın kıyafeti ile saraya girerek tahttaki kardeşinin gözde cariyeleri arasına girdiği yönündedir. Bütün bunlar belirsizliği arttırmak içindir. Son olarak Alaaddin sarayın mahzenindedir ve burada karşılaştığı Tatar kızına ihanetin bedelini ölüm olarak ödetir.

Bin Hüzünlü Haz romanında anlatının sonlarına doğru anlatıcının çoğulluğuna katkı sağlayan bir bilgi daha verilir. O da anlatıcının kadın olduğudur. Bütün anlatılan rivayetler, Alaaddin ve Tatar kızına dair söylenenler tek ve değişmeyen bir gerçeği ifade etmez.
Alaaddin’in akıbeti ne olmuştur? Onu arayan gerçekten bulmuş mudur? Bunların cevabı verilmemiştir. Çünkü ucu açık bırakılmış metin, okuyucunun, anlatıcının, yazarın ve nihayet metnin zihninde sonsuz üretilirliğe bırakılmıştır.

Bin Hüzünlü Haz her şeyin kelimelerle kurulup kelimelerle yaşatıldığı bir metindir. Böyle bir kurmaca üzerine oturtulmuş, dolayısıyla engin bir olanaklar denizini barındıran bir anlatı konumuna büründürülmüştür.
Bin Hüzünlü Haz, ihtiva ettiği bir çok özellik sebebiyle postmodern anlatı grubuna dâhil edilebilir. Bunlardan ilki reel algısının tahrip edilmesi, gerçek ile kurmacanın iç içe geçmesidir. Yazar-anlatıcının gerçekten gezip dolaşarak Alaaddin’e ulaştığı, ya da ona ulaşmak için çıktığı yolculuğun sadece düşünsel/hayalî bir yolculuk olduğu, ya da Alaaddin’in aslında olmadığı yolundaki tüm yorumlara açık kapı bırakmaktadır.

Zira bu metin, “duruşlarında kalp atışlarımızın ritmini taşıyan, kelime dediğimiz şu zavallı işaretlerin arasına zamanı hapsedip iyice yavaşlatmak” ister ve “[b]ir de oldum olası ayrıntılarda gizlenen ve asla birbirlerinden ayrılmayan hayatı, Tanrıyı ve hikâyeyi bulmak için belki; onlarla, ancak ayrıntıların kesinliğiyle elde edilebilen uzak bir belirsizlikte çeşit çeşit, baş döndürücü oyunlar oynamak ve bu oyunlarla çocuklaşıp zaman zaman saflığı yakalamak” (s. 65) istemektedir. Bu yüzden de anlatının “metin” olduğu sık sık hatırlatılmaktadır. Zira bu şekilde var oluş gerçekleşecek ve yazar, gerçeğin kendisine nasıl göründüğünü anlatabilme şansına erişecektir.

Bin Hüzünlü Haz, ana metinden her bir hikâye adasına kadar kurmaca olduğu vurgulanan, helezonik kurgusu olan bir metindir. Kurmaca ile gerçeğin, geçmiş ile şimdinin, bir hikâye adasının diğeri ile iç içe geçtiği bir yapı sergilemektedir. Ancak bu ayrımlar birbirlerinden çok keskin çizgilerle ayrılamamaktadır. Zira tam ayrılacağı sırada, yazar-anlatıcı cümlesini “söz gelimi, belki, sanki, bilemiyorum” gibi sözcüklerle sonlandırmaktadır.

Bin Hüzünlü Haz romanında üstkurmaca önemli bir kurgu ögesidir. Postmodern metinlerde metnin yazılış süreci, onun ana izleklerinden biridir. Böylelikle metnin kurmaca yapısı, onun konusu olmuş olur. Okuyucu metnin yazılış sürecinin içinde yer alır ve anlatılan olayların tanığı olur. Anlatıda yazar sürekli okuyucusu ile diyalog içerisindedir. Bu tür bir uygulama klasik ve modernist romanlarda da yer alır ama postmodernist yazarın gayesi diğer romanlarda olduğu gibi okuyucuyu bilgilendirmek, ona yararlı olmak düşüncesi değil yaratmaya çalıştığı oyuna okuyucuyu da dâhil ederek yeniden üretilirliği sağlamaktır. Anlatının tam içinde yer alan postmodernist yazar bütün bu faaliyetini oyuna hizmet için yapar.

Bin Hüzünlü Haz romanında yazar anlatıcı, “siz” diye hitap ettiği okuyucuyla sürekli diyalog içerisindedir. Hatta okuyucu, yazar anlatıcı gibi her şeyden haberdardır, çünkü anlatıyı âdeta birlikte yazarlar. Yazar anlatıcı anlatının bütün yazılış serüvenini okuyucu ile paylaşır. Yazar anlatıcı, sadece romanı nasıl yazdığını değil bunun nedenini, yazarken neler yaşadığını da anlatısında aktarır. Bazen “Hâlâ oradaysanız”(s. 27) diye seslenir okuyucuya, bazen “belki size garip gelecek ama” (s. 32) diye okuyucu ile samimi bir paylaşıma girer, bazen de “sizin bilmenizde de yarar yok bence” (s. 58) diyerek okuyucu ile arasına sınır koyar.

Bin Hüzünlü Haz romanında yazar anlatıcı, metnin kurgusunda yer vereceği “hikâyeleri” okuyucusuyla paylaşır ve onunla sohbet havasında konuşarak “Olabilirliklerin kum gibi kaynadığı” (s. 116) bu hikâyeleri nasıl anlatacağını da belirtir:

“Sonra, bakarsınız, yeni yeni kendi soluğuna kavuşan anlatının hızı anlatacaklarımın önüne geçti diye, kafanızda oluşan sorularla birlikte sizi o mahşeri kalabalığın yanı başında bırakıp ansızın geriye döner ve bu yolculuk boyunca olup bitenleri yeniden anlatmaya başlarım. Hiç kuskusuz, duruşlarında kalp atışlarımızın ritmini taşıyan, kelime dediğimiz şu zavallı işaretlerin arasına zamanı hapsedip iyice yavaşlatmak için yaparım bunu. Bir de, oldum olası ayrıntılarda gizlenen ve asla birbirlerinden ayrılmayan hayatı, Tanrıyı ve hikâyeyi bulmak belki; onlarla, ancak ayrıntıların kesinliğiyle elde edilebilen uzak bir belirsizlikte çeşit çesit, baş döndürücü oyunlar oynamak ve bu oyunlarla çocuklaşıp zaman zaman saflığı yakalamak için...” (s. 64-65).

Bin Hüzünlü Haz, yazar-anlatıcının “çok özel uğraş” dediği “bin hüzünlü haz” olarak nitelediği yazma edimini, salt kendisine ait kılmayarak hem metni, hem de okuru en az kendisi kadar özgür bırakmaktadır. Üstkurmaca olarak adlandırılan olanaklarla metnin yeni bir varoluşsal nefes alması sağlanmaktadır.

Bin Hüzünlü Haz romanının ilk bölümünde yalnızca sesini duyduğumuz Alaaddin, en çok suçtan arınmışlığından tedirgin olmaktadır. (s. 9) Suça bulaşmak, suç işlemek istemektedir; ancak bunu bir türlü başaramaz. Koltuğuna oturup haberleri seyretmeye başlayınca “suçtan arınmışlığını unutup rahatlıyor[dur]” (s. 13) Sonra, kendi varlığını başka varlıklarda hissetmeye başlıyor ve birkaç dakika sonra yine “gerçek” dünyaya dönüyordur. Bu kez televizyondaki görüntüler ile Alaaddin’in zihni, onun gerçeklik algısını ve düsüncesini karman çorman eder:

“Reklam filmlerinden oluşmuş korkunç bir sağanağın altında şemsiyesiz devleşen eşyalar diyelim değil kaçamıyorum ağızlarını açmış ince belli çamaşır makineleri ahu dilli kasetçalar diyeben buna şehla gözlü televizyonlar falan futbolcu dün şiddetli öksürmüş eyvah kaçamıyorum yok sözdehiçim boşalıyor yoksabendarkalçalı bakire koltuk takımları podyum sirinleri fesmekân futbolcu da oh sarkıcının dalı narindir bu yıl beniceksikızlararasında birin gibi zonkluyorum yok açamıyorum yok kendiniçin böyleyledin senderinsan olarakaranlık hayallerdeydin” (s. 14)

Buradaki karmaşa ve belirsizlik, içinde yaşanılan dünyanın gerçekliğinden şüphe edilmesinin en açık kanıtıdır. Alaaddin belki de suç işleyerek kendi varlığını ispat edecektir; ancak suç, onun için imkânsızdır. Her türlü suçtan ya da somut addedilen gerçeklikten azadedir o. “Hayatın akıl almaz derecede oyuna dönüştüğü”nü söyleyendir (s. 18). Kimi zaman, “anlatı ormanında” kimi zaman belleğinin derinliklerinde Alaaddin’i arayan yazar-anlatıcının elinde ise, “o yokluktan başka hiçbir şey yok”tur (s. 28).

Bin Hüzünlü Haz romanının en önemli imgesi ormandır.  Bu imge içine edebiyat tarihi, masallar, romanlar gibi pek çok unsur metinlerarasılık bağlamında yerleştirilir. Adı üzerinde bir metinlerarasılık ormanına dalarız. Oduncu Baba, Hansel ile Gratel, Kırmızı Başlıklı Kız, Ali Baba ve Kırk Haramiler, Alaaddin, Binbir Gece Masalları, Don Quijote (Cervantes), Dönüşüm (Kafka) vb. eserler kimi unsurları ile bu anlatı ormanında bir arada bulunurlar.

Kahramanımızın daldığı bu büyülü orman âdeta bir anlatmalar cennetidir. Zira Batı kaynaklı masallardan olan Hansel ile Gratel, Kırmızı Başlıklı Kız olduğu gibi metne yerleştirilir. (s. 78-79)

Metinler ya da anlatmalar arasındaki geçişin “derken...” ifadesi ile sağlandığı anlatıda, kahramanın yel değirmenlerine karşı savaşan şövalye Don Kişot
ile karşılaştığını görürüz. Kısa bir anıştırma ile burada Cervantes’in aynı adlı eserine gönderme yapan anlatıcı, ardından Kafka’nın Dönüşüm’ünü parodileştirir.
Gregor Samsa’nın ters dönmüş bir böcek hali burada şu şekilde tasvir edilir:
“Sonra tam da kalktığım yerde, hemen oracıktaki yumuşacık otlarla çıtırdayıp duran sararmış yaprakların üzerinde, dev bir böcek gördüm. Gövdesi, neredeyse bir insanınki kadar vardı bu böceğin; benim az önceki halimi taklit edercesine sırt üstü yatmış, bir yandan güçlükle başını kaldırıp kaldırıp kubbemsi karnına bakıyor, bir yandan da hiç kuşkusuz doğrulup kalkabilmek için, acınası incelikteki bacaklarını oynatıp duruyordu.” (s. 91)

Bununla birlikte âdeta bir efsaneye dönüşen ya da yazar tarafından bilinçli olarak öyle kurgulanan Asip Dağı da anılması gereken göndermelerdendir.

Bin Hüzünlü Haz, üstkurmaca, reel kaybı, metinlerarasılık, çoğulcu ve katmanlı yapı, pop-art gibi özelliklerinden dolayı postmodern anlatı olarak değerlendirmemiz gereken bir eserdir.


Featured

[Featured][recentbylabel2]

Featured

[Featured][recentbylabel2]
Notification
This is just an example, you can fill it later with your own note.
Done