Edebiyat Araştırmaları: Ferit Edgü Romanları
Son Başlıklar
Loading...
Ferit Edgü Romanları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ferit Edgü Romanları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ağustos 2020 Çarşamba

Ferit Edgü – Hayatı, Edebi Kişiliği Eserleri

Ferit Edgü – Hayatı, Edebi Kişiliği Eserleri

Hayatı


Ferit Edgü 24 Şubat 1936’da İstanbul’da doğar. Tam adı İsmail Ferit Edgü olup, Fatma Nevber Hanım ile Nuri Mehmet Edgü’nün oğludur.  Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nde dört yıl öğrenim görür. Bedri Rahmi’nin öğrencisi olur. Akademinin son sınıfındayken devletin açtığı bir sınavı kazanarak önce Münih’e oradan da Paris’e gider.

Paris’teyken Academie Feu’da 6 yıl seramik öğrenimi gören Ferit Edgü, Sorbonne’da felsefe, Louvre’da sanat tarihi kurslarına devam eder.  Bu etkinliklerin dışında edebiyat ve resimle de ilgilenmeyi ihmal etmez. 1964’te yurda dönerek Beypazarı ve Hakkâri’de yedek subay öğretmen olarak askerliğini yapar. Hakkâri’nin Pirkanis köyündeki öğretmenlik deneyimi; daha sonra yazacağı “Kimse” ve “O” romanları ve öykülerinin yazılışında etkili olur. Hatta bu dönem onun yaşamında ve yazarlığında dönüm noktası olacaktır.

1967’de askerliğini tamamlayarak Paris’e giden yazar bir yıl sonra Türkiye’ye geri döner. İstanbul Manajans’ta metin yazarı olarak çalışır. DATA Reklâm Şirketini kurar ve 1977’den sonra da Ada Yayınlarında görev yapar. Bedri Rahmi Sanat Galerisi’ni yöneten Edgü hâlen İstanbul’da yaşamaktadır ve bir çocuk babasıdır.

Ferit Edgü’nün Edebiyata olan ilgisi; kendisiyle yapılan söyleşilerde ve çeşitli makalelerde söylediği üzere Sait Faik’in Şahmerdan adlı eseriyle başlamıştır. Sait Faik’in “sıradan insanların günlük yaşantısı”nı yazması Edgü’yü çok etkilemiş ve kendisinin de “yazabileceği” fikri bu eserin onda uyandırdığı izlenimlerle gerçekleşmiştir.

Edgü’nün kitapla ilk tanışıklığı şüphesiz Şahmerdanla olmamıştır. Nitekim çocukluk yıllarından söz ederken eline ne geçerse okuduğunu söyler: “O dönemde (savaş yılları) gazete kâğıtlarından yapılan kese kâğıtları vardı; düzgünce açıp onları da okurdum.” derken Edgü’nün okumaya olan düşkünlüğünü zor şartlarda dahi olsa küçük yaşlarda başladığını gösterir. Hatta çocuk yalnızlığını kitaplarla paylaştığını, kitaplara sığındığını söyler. Sait Faik’ten önce Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin, Tolstoy... vb. onun en çok okuduğu yazarlar arasındadır. Okumaya Orhan Veli ve Orhan Kemal’le devam eden Edgü’nün dünya görüşünü aydınlatan şairler Rimbaud ve Lautremont olmuştur.

Edebi Kişiliği – Sanat Anlayışı


1950’lerde “Kaynak” dergisinde yayımlanan şiirleriyle edebiyat dünyasına giren Edgü, Sait Faik’i okuduktan sonra öykü yazmaya başlar.

1950’lerde yazarlığa başlayan Edgü bu dönemde “varoluşçuluk” akımının etkisindedir. Sartre, Camus, Heidegger, Hursell, Bordiev ve Jaspers Edgü üzerinde karamsar dünya görüşleri ve bireyselleşme olgusu ile etkili oldular.

Ferit Edgü ilk öyküsünün 1953’te yayımlandığını söyler, fakat bu öykünün ismini zikretmez. “Yitik Gün” tahminen ikinci ya da üçüncü yayımlanan öyküsüdür.  Daha sonra Kaynak, Yeni Ufuklar, Mavi, Pazar Postası, Dost dergilerinde çıkan şiir ve öyküleriyle ismini duyuran Edgü’nün 1950 ve 1960’lı yıllarda Ataç, Yeni Dergi, Eylem, Papirüs, Ant, Soyut özellikle de Yeni Ufuklar dergisinde yayımladığı çağdaş sanat ve estetik sorunlarına ilişkin inceleme yazıları, çevirileri ve kimi yazıları tartışma yaratmıştır.

Paris’teyken Kaçkınlar'ı yayımlar. Bozgun adlı eserini de Paris’te kaleme alan Edgü, Sartre, Camus ve Beckett’ten çeviriler yapar; şiir, öykü, çeviri, yazın ve resim üzerine denemelerini çeşitli dergilerde yayımlar.

Tüm bu yazın faaliyetleri içinde Edgü “romancı, öykücü, denemeci” nitelemelerini beğenmeyerek kendisinin her şeyden önce yazar olduğunu vurgulamaktadır.

Paris’ten sonra hayatının dönüm noktasını teşkil edecek olan Hakkâri yolculuğuyla karşılaşır. Edgü Hakkâri’nin Pirkanis köyü için şunları söylemektedir: “Pirkanis kendimi ve bildiklerimi sınamamda yardımcı oldu. İnançlarımı, insanlara, doğaya bakışımı, kitaplardan öğrendiklerimi, o Allah ’ın dağında, on dört haneli, yolu, elektriği, telefonu olmayan bir köycükte, tüm dünyası o dağlar, o koyunlar olan insanların arasında yeniden gözden geçirmek olanağını buldum bütün bir kış boyu. Ama insanoğlu her gittiği yere kendini de götürdüğüne göre... ”

Pirkanis’e kendini de götüren; ancak belki de yazarlık hayatı boyunca kendisine esin kaynağı olacak olan bir dolu malzemeyle İstanbul’a geri dönen Edgü’nün bundan sonra yayımladığı eser Av adlı öykü kitabıdır.

Edgü on yıl sonra Kimse ’de (1976) Hakkâri’yi anlatmaya başlar. İki yıl sonra da O/Hakkâri’de Bir Mevsim (1977) adlı kitabında burayı anlatmaya devam eder. Bunları aynı çizgide Doğu Öyküleri takip eder.

1978’de Ah Minel Aşk adlı şiir kitabı yayımlanır. Aynı yıl yayımlanan Bir Gemide (1978) adlı öykü 1979’da Sait Faik Öykü Ödülünü alır. Sanat ve felsefe üzerine yazdığı denemelerinden oluşan Ders Notları ile 1979 T.D.K. Deneme ödülünü alır. Bu ödülü 1988’de Sedat Simavi Vakfı Edebiyat ödülü takip eder. Yapıtlarından O Almanca ve Fransızca’ya, Eylül’ün Gölgesinde Bir Yazdı Almanca’ya çevrilir. O adlı romanı Hakkâri’de Bir Mevsim/O adıyla (Yön: E. Kıral, 1982) ve Onat Kutlar’ın senaryosuyla sinemaya uyarlandı. Bu film 33. Berlin Film Festivalinde (1983) ve 2. Akdeniz Kültürleri Film Festivali’nde (1984) ödüller aldı.

Yazarlığa ilk soyunduğu yıllardan itibaren “aykırı” olmayı yeğleyen Edgü bu konudaki görüşlerini şöyle açıklamaktadır. “Aykırılık, çocukluğumdan beri benim tabiatımda vardı. Ona hiç ihanet etmedim. Aykırılığı yazarlığın, sanatçılığın, kaçınılmaz öğesi olarak gördüm. Hatta bir erdem... Ama aykırılıklar, tepkiler, başka aykırılıklarla, tepkilerle anlam kazanır.”


Ferit Edgü Türk Edebiyatında öncü bir yazar olma yolunda giden bir sanatçı. Geleneği yadsımayan fakat gelenek çizgisini kırarak “yeni” ye ulaşmaya çalışan Edgü’ye göre : “Hiçbir zaman yıkmadan yeni bir şey yapılamaz.” Yenilik peşinde olan yazar, kişiliğini, özgün üslubunu yakalamaya çalışan yazardır. Bu yüzden Edgü de gençlik yıllarında yeni’nin peşinden koşmuştur. Onun için önemli olan “arayanın yepyeni bir ses bulması ve bu sesin, onun kendi sesi olmasıdır.” Ancak yazarın kendi sesi de bir yere kadar yeterli olmayacaktır. Yazar “tıkandığı yerde bir çıkış arar.” Bu çıkış yolu da Edgü’ye göre “eski” olandır.

Geleneğin zincirini kırarak yeni bir halka oluşturmaya çalışan Edgü riskli bir yola girmiştir. Bu yolda ilerlerken yeni ifade imkânlarıyla, yeni tekniklerle sanatını yenilemektedir. Ancak onun sanatının tek gayesi yenilik değildir. Onda olgunlaşan sanat değerleriyle birlikte kendisini ilgilendiren şeyin “authentique’lik” olduğunu daha sonra açıklayacaktır ve “Yazar, sanatçı ne kadar has, ne kadar yalansız, dolansız ben bunun kokusunu almaya çalışıyorum. Çünkü yenilik, önünde sonunda zihinsel bir çabanın ürünü; haslık ise çok daha derinlerden varoluşun köklerinden geliyor” diyecektir.

Ferit Edgü kendini, çok okuyan fakat az yazan bir yazar olarak görür. Sözcükler onun ifadesiyle “babasının malı” değildir. Bu yüzden kelimeleri titizlikle kullanır. Çünkü okuyucuyu pasif bir konumdan aktif bir konuma geçirebilmek için; yazarın çok okuması, çok düşünmesi ve bu sayede düşündürüp düş kurdurabilmesi gerekir. Onun istediği etki okuyucuda “yaratıcı bir tepki” uyandırabilme başarısıdır.  Bunun için çok söze ihtiyaç yoktur. Önemli olan az sözle şok etkisi yaratabilmektir. Bu yüzden olsa gerek Edgü minimal öyküler yazmış ve bu öykülerin Türk Edebiyatındaki en önemli temsilcisi olmuştur.

Bir yazar için en büyük trajedi yazamamaktır. Yaşamın zenginliği içinde acıları, umutları, sevgileri, coşkuları... v.b. yazamamak, uygun biçimi, uygun rengi bulamayıp aktaramamak değil sadece trajedi, büyük bir karışıklıktır aynı zamanda. Bu durum insanı tükenmişliğe götürür. Tükenmişlik sonuncunda geride kalan ise sadece sözcükler, imgeler ve çağrışımlardır. Ancak bu sözcüklerin ya da imgelerin ardında kalan yaşam zenginliği onları sadece birer sözcük ya da imge olmaktan çıkarır. İçlerine sıkıştırılan anlam zenginliğiyle taşıdıkları geniş bir dünya oluşturur.

Edgü çoğu zaman içinde bulunduğu tükenmişlik hissi içinde yazamadığını söyler. Tabii herkesin olduğu gibi onun da söyleyebileceği şeyler vardır muhakkak. Ama söylediği her sözün onu bir öncekinden daha ileri götürmesi şartı vardır. Her söylenenin de bir sonrakine katkısı olması gerekir. Eğer böyle değilse yazmanın, üretmenin, bir anlamı yoktur. Böyle düşündüğü için Edgü çok az yazan ancak, yazdıklarının neyin karşılığı olduğunu kendisine soran bir yazardır. Böylece bir yazar olarak okuyucularına karşı sorumluluklarının bilincinde olduğunu kanıtlamaktadır.

Yazar kendisine uzak ve yakın olan sanatçılara bakarken; Tahsin Yücel, Tarık Dursun K., Orhan Duru, Bilge Karasu, Onat Kutlar, Feyyaz Karacan, Demir Özlü, Adnan Özyalçıner, Yusuf Atılgan, Vüs’at O.Bener, Nezihe Meriç... v.b. çağdaşı olduğu yazarların isimlerini zikreder. Bunlar onun tespitiyle belli bir “üslup”a sahip olma kaygısını taşıyan yazarlardır. Yazarımızın bu sanatçılarla etkileşimini tespit edip onun tam anlamıyla hangi akıma mensup olduğunu ortaya koymak bizim için oldukça zordur. Binaenaleyh yeniyi seven ve sürekli kendini “yeni”leyen yazarın, değişen yaşam koşullarıyla birlikte tek bir çizgide ilerlediğini söylemek mümkün değildir. Üstelik yazarken, bir yazar olmaktan ziyade “birey” olmaya çalışan Edgü kendisinden hareketle yazdığını belirtmektedir. Daha önce değindiğimiz üzere gelenekten yararlanan fakat bu etkiden tamamen uzak şahsi üslubunu oluşturmaya çalışan sanatçının bir akıma mensubiyeti pek fazla söz konusu olmamıştır. O daha çok kendi üslubunu oluşturmaya onu yetkin bir hâle getirmeye çalışan bir yazar olarak karşımıza çıkmıştır.

Pek çok yazarda olduğu gibi Edgü’yü de yazmaya iten temel olgu yalnızlıktır. Çocukluk yıllarından itibaren bu yalnızlığı kendi içinde duyumsayan, onu besleyen yazar “yalnızlıkta” yazdığını söylemektedir. Aykırı kişiliğiyle toplumdan ister istemez soyutlanan romancı kendisini anlayacak, kendisine benzeyen, onun diliyle konuşan ve onun dilini algılayabilen, kısaca onun yalnızlığını karşılıksız paylaşan insanlar için yazmaktadır. Sosyal yaşam içinde yankı bulmayan sesinin yankısı için yazmaktadır. Bu sayede kendini ve varoluşunu tamamlayabilecektir. Çünkü onun için yazmak “oldum olası bir varoluş sorunudur”.

Toplumun ötesinde bir birey olarak yazabilmek özgür düşüncenin bir ürünüdür. Karşı koymanın, dogmaları yıkmanın, zincirleri koparmanın, sürüden ayrılmanın bir ürünüdür. Ve bu yönüyle Edgü’ye en yakın olandır.

Henüz çocuk yaşta düştüğü yalnızlık içinde yazarın tek sığınağı kitaplar olmuştur. Pek fazla dostluk kuramayan ve içine kapanık biri olduğunu söyleyen Edgü on yaşındayken kendisine zengin sayılabilecek, elli altmış kitaplık bir kütüphane oluşturmuştur.

Edgü; kendisinden öncekilerden ve çağdaşlarından bir şey almayanın hiçbir şey veremeyeceğini düşünür. Yazmak birikim işidir. Kişi her yazdığı, her kullandığı sözcükte dahi atalarının mirasını kullanmak zorundadır. Her yaşam kendi içinde birçok yaşamı barındırır. Sanatçı tüm bu yaşamları bir araya getirerek oluşturduğu yeni yaşamlarla; hayatı anlamlı ve zengin bir hâle dönüştürür. Sanatın serüveni bu sayede yaşamın serüvenine dâhil edilir. Yazar tüm bu serüvenleri içine alacak sonsuz genişlikte bir dünyayı sığdırmak ister küçük hacimli yapıtına. Bunu sığdırabildiği ölçüdedir ortaya koyduğu eserin değeri. Bu yüzden olsa gerek Edgü küçük hacimli eserler yazmaktadır. Ancak eserin varoluşu yeterli değildir bu serüveni sonlandırmaya. Okuyucu da dâhildir, dâhil olmak zorundadır düşler âlemindeki bu serüvene. Edgü okuruna uzak bir mesafeden yaklaşan bir yazar değildir. Onunla sürekli etkileşim içindedir. Bunu çoğu zaman kullandığı yerel üsluplarla, yerel temalarla gerçekleştirir. Ancak yerelden evrensele ulaşma çabasını da göz ardı etmez. Günümüz yaşam, koşulları dâhilinde hızlı tüketim toplumuna ihtiyaçları doğrultusunda karşılık veren Edgü, düşlemeyi bilen herkese ulaşmaya çalışır. Onları içine soktuğu düşünsel aktiviteyle birlikte yazarlık eylemine dâhil etmeye çalışır. Böylece her okuyucuda can bulan eseri, yeni okurlarla da birleşerek kendi yaşamını idame ettirmekte, kendi serüvenini hayata geçirmektedir. Bunun yanında Edgü yazma eylemini, romanın kurgusu içine dâhil etmeyi de ihmal etmez.

Yazarlar eserlerini sadece yayımlamak için yazmazlar. Onlara yazarken ne yazdıkları, niçin yazdıkları sorulmaz. Yazmak bir arayıştır. Ne aradığını, ne bulacağını bilmeyen ama; yüreği, peşinde olduğu gizi çözmek için çırpınan bir yolcudur yazar. Birikimi yaşam deneyimlerini derleyen bir araştırmacı, malzemesini en güzel şekilde yontan bir maden işçisi, değersizi değerli kılan bir simyacı, yaşanılmaz hayatı yaşanılır kılan bir tabib... Nedir yazarın malzemesi? Edgü’ye göre “dil” dir, “insan”dır, “toplumsal tarihsel olaylardır”, “psikolojik, psişik, düşünsel olgular”dır. Yazar bu malzemeyi yaratıcı bir söylemle dillendirir.

Edgü’ye göre “yazmak çözülmüş bir sorun değil, her yazmaya oturuşta çözülmesi gereken bir sorunlar yumağıdır. Çünkü yazar, her şeyi bilen, çözümleri ve bileşimleri gerçekleştirmiş, çıkacağı yolculuğun haritasını çizmiş, pusulası, basınç ve derinlik ölçülerini yedeğine almış kişi değildir. Böylesi bir yolculukta bunların pek fazla işine yaramayacağını bilir. Dahası kendisini yanıltacaklarını, doğru derken yanlış yol gösterebileceklerini düşünür. Can yeleği de yoktur bu tür yazarın. Okyanusa açılmayı aklına koymuş bile olsa. Tüm güvencesi kendisidir. Bir de kendisi gibi böylesi yolculuklara çıkmış olanlar” zor, çetrefilli olan bu yolda ilerleyebilmek kolay değildir. Çoğu zaman uzun uzadıya duraklarda, kimsesiz ve yalnız bir vaziyette kalakalmaktadır Edgü. O yazamamaktadır ve bu onun için büyük bir trajedidir.

Edgü de bu duraklara sanatının belirli aşamalarında takılmıştır ve bu duruma kendisiyle yapılan söyleşilerde, yazdığı makalelerde çoğu zaman temas etmektedir. Ancak onun yazamamasının nedeni tükenmişlik değil, kendini tüketip tekrarlama korkusu; yine’lemektense yeni’lemek sevdasının olmasındandır. Yazacaklarının yazdıklarına bir şeyler eklememesi düşüncesinden korkmaktadır. “Daha açık bir deyişle bir tükenmişlik, bir tüketilmişlik, bir kısır döngü içinde dolanıp durma, bir bitmeyen gece saplantısı ya da gerçeği”. Asıl korkuları bunlardan ibarettir Edgü’nün. Öyle bir korkudur ki; bu onu sözcüklerden, kelimelerden, cümlelerden alıkoymaktadır. Onlara karşı kendini suçlu hissetmektedir.

Ferit Edgü’ye göre yazar konuyu düşünerek eserini oluşturmaz. Eser ortaya çıktıktan sonra konu kendini o eser içinde bulur. Tıpkı resimde olduğu gibi. Edgü resim çizerken de konu üzerinde düşünmediğini, tamamen özgür bir şekilde, ona sınırlama getirmeden çizip boyadığını söyler. Resim bittikten sonra düşünmeye başlayan Edgü tamamlanmış bu eseri sonrasında bozarak oluşturduğunu söyler. O, mükemmelin, bitmişin, tamamlanmışın, sonlanmışın peşinde koşmaz. Onun için eksiksiz bir güzellik tehlikelidir. Bu okuyucuya ya da seyirciye sanatçının sırtını dönmesidir. Böylece umduğunu bulamayan okuyucu eserin dışında kalacaktır; ancak bu yazarın yazma eylemini paylaşma isteğinden de kaynaklanır. Çünkü bitmemiş olanı zihninde tamamlayan okuyucu, esere üretken bir yapıyla dışardan dâhil olacaktır. Edgü aktarımda bulunduğu kişilerle diyalogu sever.

Ferit Edgü yazmaya ve çizmeye aynı dönemlerde başlamıştır. Resme olan ilgisi ve resim yapma isteği Klee’yle başlar. Klee’nin resimleri onda şöyle bir izlenim oluşturur: “Herkes çizip boyayabilir; ön yargılarından kurtulmuş, gözünü yeryüzüne ilk kez açmak yetisinde olan herkes” ve böyle çizmeye başlamıştır. Bu onun için “mutlu bir rastlantı”dır. İkinci mutlu rastlantısı ise Sait Faik ve Şahmerdan adlı eseridir. Bu öyküye tekrar dönmeyeceğiz ama Klee’nin resimleri karşısında söylediklerini Edgü bu kez edebiyat alanında da doğrulamıştır. Çünkü “Herkes yazabilir; gene önyargılarından kurtulmuş ve bu yazma istediğini duyan herkes” diyen yazar aynı etki altında kaldığını itiraf eder. Yazmak ve çizmek onun için bir ayrıcalıktır. Yazarımız bu her iki ayrıcalığı da en iyi şekilde kullanarak kendini ayrıcalıklı bir konuma oturtmuştur.

Eserleri

Ferit Edgü Öykü, Romani Deneme, Şiir gibi edebi türlerde eserler vermiştir. Ferit Edgü’nün bazı kitapları da birçok yerde ödül almıştır. Aşağıda Ferit Edgü’nün Öyküleri, Şiirleri, Romanları, Denemeleri, Senaryo Çalışması ve Diğer Yapıtları listelenmiştir.

Öykü

      Kaçkınlar (1959)
      Bozgun (1962)
      Av (1968)
      Bir Gemide (1978)
      Çığlık (1982)
      Binbir Hece (1991)
      Doğu Öyküleri (1995)
      İşte Deniz, Maria (1999)
      Devam (2001)
      Do Sesi (2002)
      Nijinski Öyküleri (2007)

Romanları

·         Kimse (1976)
·         O (Hakkâri’de Bir Mevsim) (1977)
·         Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı (1988)
·         Yaralı Zaman (1997)

       Denemeleri

      Ders Notları (1978)
      Şimdi Saat Kaç? (1978)
      Yazmak Eylemi (1980)
      Kitap & Ressamın Öyküsü (1991)
      Yeni Ders Notları (1991)
      Seyir Sözcükleri (1996)
      Sözlü/ Yazılı (2003)
      İnsanlık Halleri (2003)
      Avara Kasnak (2005)
      Buluşmalar (2007)

      Şiirleri

      Ah Min-el Aşk (1978)
      Dağ Şiirleri (1999)

       Senaryo

      Hakkâri’de Bir Mevsim (1983) ( “O” adlı romanından senaryo, Onat Kutlar ile birlikte)

       Diğer Yapıtları

      Yaşayan Bedri Rahmi (1976)
      Eren Eyüboğlu (1981)
      Arslan (1982)
      Osman Hamdi Bilinmeyen Resimleri (1986) (Mustafa Cezar ile birlikte)
      Ergin İnan (1988)
      Mustafa Pilevneli (1988)
      Türk Hat Sanat (Karalamalar, Meşkler) (1988)
      Karapınar Tülü Carpets (1989)
      Füreyya: Ateş ve Sır (1992)
      Berlin Paintings 1989-1990 (1990)
      Van Gogh: Yüzyıl Sonra (1990)
. Fikret Mualla (1995)
      Aliye Berger (1998)
      Fotoğrafların Öyküsü Şakir Eczacıbaşı (1999)
      Avni Arbaş (2001)
      Abidin (2003)
      Görsel Yolculuklar (2003)
      20.Yüzyılda Sanat (2003) (Enis Batur, Barış Pirhasan, İlhan Usmanbaş, Uğur Tanyeli, Işıl Kasapoğlu, Adnan Çoker ile birlikte)
      Doğa Dostları (2004)
      Kuzgun Acar (2004) ( Levent Çalıkoğlu, Murat Ural ile birlikte)
. Paraboller (2007)
      Biçimler, Renkler, Sözcükler (2008)

Featured

[Featured][recentbylabel2]

Featured

[Featured][recentbylabel2]
Notification
This is just an example, you can fill it later with your own note.
Done