Edebiyat Araştırmaları: Kayıp Hayaller Kitabı Tahlili
Son Başlıklar
Loading...
Kayıp Hayaller Kitabı Tahlili etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kayıp Hayaller Kitabı Tahlili etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ağustos 2020 Salı

Kayıp Hayaller Kitabı Romanının Tahlili


Kayıp Hayaller Kitabı Hasan Ali Toptaş’ın romanıdır. Her biri düşsel bir yolculuk olan 13 bölümden oluşur. Geniş zamanda genişledikçe genişleyen bireylerin yaşamları, âdeta ilerlemeden aynı olay etrafında döner durur. Kişilerin özellikle de kadınların hikâyeleri sanki tek bir kadının öyküsüdür.

Kayıp Hayaller Kitabı romanındaki olaylar şöyle belirlenebilir: “Sinemacı Şerif’in jeneratöründen yükselen pat pat sesleri”nin  cazibesine kapılan Hasan ve Hamdi, ders çalışmayı bırakarak sinemaya kaçak girmeyi başarırlar. Yansından izlemeye başladıkları filmde, bir çocuk ağlamaktadır. Sonradan çocuğun babası olduğu öğrenilecek, süt beyaz atı olan sarı bıyıklı bir adam, çocuğun ağlamasını bahane ederek karısını dövecektir. Annesini kurtarmak niyetiyle koşan çocuk, babasının öfkesini artırır ve adam oğluna bir tekme atar. Yaptığından hemen pişman olan adam, kendini affettirmek için heybesinden şeker çıkarıp verir oğluna. Sonra karısıyla münakaşaya devam eder ve çocukla ilgilenmez. Çocuk da heybedeki tüm şekerleri bitirir ve daha var mı diye heybeyi yoklarken bezlere sarılmış afyon sütünü kocaman bir şeker sanıp yer ve birdenbire ölür.

Sonra ortalığı bir telaş kaplar. Hasanların “kasabalıları andıran telaşlı köylüler” (s. 14) geçer ekrandan. Sarı bıyıklı adamsa, süt beyaz atına atlayıp kaçar. Bu sırada kocasının kaçakçı olduğunu yeni öğrenen kadın, evdeki tüm değerli eşyaları bahçeye atar. Oğlunun cenazesinin kaldırıldığı gün, muhtarın iddiasına göre, “aklını oynatmış olmalı ki, evle birlikte ateşe ver[ir] kendini.” (s. 26)

Ancak buradan sonraki satırlarda hayalle gerçek muğlaklaşır ve adam, hayal gördüğünden emin olarak karısının suretini ara ara görür; bir kadın da aynı anda bir hayal gördüğünü ve aynı hayali tekrar gördüğünü düşünür. Sonra da bir dağın başında sarı bıyıklı adamın, yüzü parçalanmış cesedi bulunur. Tam, katil hakkında yorum yapılırken Sinemacı Şerif, Hasan ile Hamdi’yi yakalayıp yaka paça dışarı atar.

Kayıp Hayaller Kitabı romanının ilk bölümünde anlatılan bu yarım hikâye, eserdeki başka bir eksik hikâyenin eksik olan parçasıdır aslında. Söz konusu hikâyenin başı ve sonu bilinmekte ancak en can alıcı kısmı bilinmemektedir. Hasan’ın “oldukça eski bir hikâyeydi bu ve sık sık anlatılırdı” (s. 59) dediği hikâye, dedesi Ali ile kasabanın delisi Kevser’in sevdalarını hakkındadır.

Buna göre, inatçı babaları yüzünden bu iki sevdalı genç bir türlü kavuşamıyormuş. Ama bir gün, süt beyaz atı olan bir adam, Kevser’i kaçırmış. Kevser o günden sonra hep kaçıp köyüne dönme hayaliyle yaşamış. Bu yüzden, kocası Hidayet’in getirdiği renk renk basmalara, ipeklere, fındık fıstıklara, leblebilere, halkalı şekerlere ve koku şişelerine hiç bakmamış; altınları “mendillerin ucuna düğümleyip düğümleyip bir köşeye koy[armış]” (s. 78).

Ancak birgün, Kevser’in, ona yalnızlığından kurtulma umudu veren bir bebeği olmuş. Metinde, köyün delisi olarak tanıtılan Kevser’in hikâyesine dair bu kadar bilgi verilmektedir. Sırtında torbasıyla, peşinde köpekleriyle gün boyu dolaşıp asla konuşmayan bir meczuptur o. Peki, ne olmuş da Kevser delirip köye dönmüştür? Şimdi tekrar filmdeki yarım hikâyeye dönerek bu iki hikâye arasındaki benzerliklere bakmak gerekmektedir. Filmdeki kadın da Hidayet’inki gibi süt beyaz atı olan ve onun gibi “körüklü çizmelerini gırç gırç öttüren” (s. 12) bir adam tarafından kaçırılmıştır. Filmde, kadının dışarıya attığı eşyaların bir kısmı, Hidayet’in Kevser’e uzaklardan getirdiği hediyelerdir.

Bu durumda yine Kevser’in hikâyesine dönüldüğünde, kocası Hidayet’in kaçakçılık yaptığını ve oğlunun ölümüne neden olduğunu öğrenen Kevser, aklını oynatmış ve evi ateşe vermiştir. Dağlara düşüp kocasını aramış, bulmuş ve onun yüzünü bir taşla ezerek öldürmüştür. Daha sonra kasabasına dönen Kevser, taşı bir torbaya koyup yıllarca sırtında taşımıştır. Bu arada filmdeki hikâyeden Kevser’in hikâyesine dönülmüş oldu yine. İçinde ne olduğu roman boyunca öğrenilemeyen torbadaki şey, Kevser’in intikam aleti olan taştır aslında.

Toplam dört parçadan oluşan hikâye şu sekilde tamamlanmaktadır: 1. Kevser’in Hasan’ın dedesine olan sevdası ve kaçırılma öyküsü, 2. Filmdeki çocuğun ölümü ve kadının evi yakması, 3. Süt beyaz atlı adamın ölümü, 4. Kevser’in delirip köye dönmesi. Ancak bu sıralama anlatıda, “2-3, 1-4” şeklinde verilmiştir. Bu da eserin belirsizleşmesinde etkili olmaktadır.

Kayıp Hayaller Kitabı romanının temelinde aslında bir taşra edimi durmaktadır. Bu olgu ben- anlatıcının bakış açısından kendini gösterir. Ancak sürekli bir dönüşüm içinde olan bu kahraman, her şeyi çok katmanlı görür ve algılar. Bu bağlamda karşımıza çıkan metin postmodern yaklaşımın özellikleri ile bezenmiştir. Yine karnaval bir Toptaş anlatısı olan metin, geleneksel bağlamda da göndermeler taşımaktadır.
Kayıp Hayaller Kitabı, yokluğun varlığını, kurmacanın varlığı üzerinden serimlemektedir. Bu durum Gölgesizler’deki gibi “hayal” (s. 225) ile kurulmuştur.

              Kayıp Hayaller Kitabı romanının sonunda, Hasan’ın annesinin “Hamdi de kim?” sorusu, olayların kurmaca- gerçek ikilemine de noktayı koymaktadır. Zira Hamdi, varlığı yer yer kuşku yaratsa da Hasan’ın en yakın arkadaşı olarak tanıtılmaktadır ve eserin sonunda görüldüğü üzere Hamdi, Hasan’ın hayalî arkadaşıdır. Hamdi’nin var olmayışının ispatlanması üzerine metin tekrar başa dönmektedir. Zira eserde Hasan’ın dışındaki anlatıcı, Hamdi’nin dedesidir. Hamdi diye bir çocuk olmadığına göre, dedesi de olmayacaktır. O halde eseri Hasan ile birlikte anlatan diğer anlatıcı kimdir? Bu sorunun cevabı, Hasan’ın Kevser ile seviştiğini gördüğü rüyada bulunmaktadır. Kevser, Hasan kulübeye girdiğinde iki kez, “asa tıkırtılarından tanımıştım seni zaten” (s. 177)der. Yani, Hamdi’nin dedesi ile Hasan aynı kişilerdir. Anlatı da Hasan’ın ya “kayıp hayalleri”nin kitabıdır ya da kayıp “hayaller kitabı”dır. Kısacası, ortada yok olmuş hayaller ya da kitap vardır. Ya da her ikisi birden kaybolmuştur ve yazar, okurundan en az birini bulmasına yardımcı olmasını beklemektedir.

Kayıp Hayaller Kitabı romanında ikinci bölüm dedenin ağzından aktarılır. Ancak sonunda kullanılan “Bu nedenle ben içimi çektikçe şaşırıp yüzüme bakacaksın diyecektim ki bak işte gene baktın. Hem de ben aksakallı dede kılığında yaşayan bir çocukmuşum da sen babaanneymişsin gibi baktın.” (s. 53) cümleleri anlatıcının aslında dedenin sesinde bir çocuk olduğu ortaya çıkar. Bu hikâye de o halde çocuğun hayalidir.

Kayıp Hayaller Kitabı sürekli gerçek-hayal bağlantısı kurar ve  sık sık okuru şaşırtır. Tam her şey netleşeceği sırada okuyucu tekrar bir kurmacanın içine bırakılır. Özellikle kadın ve erkek kahramanların sürekli aynı kişiye dönüşmesi anlatının reel algısındaki yıkımı beraberinde getirir. Örneğin 10. bölümde anlatıcı Hasan, Kevser’in birden annesi olarak karşımıza çıkar. (s. 226)

Kayıp Hayaller Kitabı romanında üst üste gelme/çakışma hâlleri görülmektedir., Kayıp Hayaller Kitabı ’nda ilk çakışan ve bunu bir imge kabul edip yorumladığımızda aynı kişi olduklarını söylediğimiz filmdeki kadın ile köyün delisi Kevser’dir. Daha sonra ise, anlatı boyunca sezdirilmesine rağmen, ancak son cümle olan “Hamdi de kim?” sorusu ile ikna olduğumuz Hamdi’nin gerçeklik düzleminde yer almayışı ve dolayısıyla dedesinin de olmayışı gelmektedir.

Kayıp Hayaller Kitabı romanında “zaman geçmek bilmiyor bir türlü, zaman akmak bilmiyor, zaman gerisin geri de gitmiyor, zaman hatta zaman zaman olmuyor ve onlar olmayan bir zamanın içinde öyle uzun zaman oturuyorlar[dır]” (s. 66) ifadeleriyle birbirine dönüşen/birbiri ile zamanları da eş olmak üzere çakışan diğer ikili ise, aynı zamanda metnin iki ayrı anlatıcısı olan Hasan ile Hamdi’nin dedesidir. Aynı olayı farklı açılardan görmektedirler. Örneğin Hasan, Kevser’in peşindeki ala köpeklerle bir adamın dövüşmesini şöyle anlatır: “[a]rtık birbirlerine dönüştüler boğuşa boğuşa, ya da köpeğin içinden başka bir adamın karaltısı çıktı da daha ben neler oluyor böyle diyemeden aksakallı adamın ümüğüne çöküverdi.” (s. 88)

Burada Hasan’ın “aksakallı adam” dediği adam, Hamdi’nin dedesidir. Hamdi’nin dedesi aynı olayı şu sözlerle anlatır: “[h]atta sen o ala mendeburun bir zaman sonra silkinip ansızın ayağa fırladığını, çamurlu bir sesle hırladığını ve atılıp hızla beni yere devirdiğini de fark etmedin; devirmişti oysa, dahası, tepeme çullanıp tıpkı bir insan gibi iki eliyle ümüğümü sıkmıştı” (s. 113).

Daha sonra Hamdi’nin dedesi Hasan’ın kendisine baktığını fark eder. Hasan ve Hamdi’nin dedesinin eşzamanlı görünüşü böyledir. Ancak, anlatıcının Hasan olduğu yerde, Hamdi’nin dedesini işaret eden “asa tıkırtıları” (s. 180) duyulur. Ya da anlatıcının Hamdi’nin dedesi olduğu yerde Kevser’in evini taşlayan çocuklar, Hamdi’nin dedesine “Ulan sen enayi misin? [....] Sapanını çıkarıp sen niye taşlamıyorsun ha?” (s. 111) diye çıkışırlar. Burada da “sapan” ile Hasan’a işaret edilmektedir.

Kayıp Hayaller Kitabı romanında ilk bölümün anlatıcısı Hasan’ın şu sözleri, anlatının sonuna dair ilk işarettir: “Olup bitenler karşısında ben değildim de artık ben, biraz Hamdi, biraz dedeydim sanki” (s. 8) Zaten Hamdi de “gerçekte yaşamayan, ancak [Hasan’ın] hayal edebildiği acayip bir kuştu[r] sanki” (s. 9). Hamdi’nin dedesinin anlatıcı olduğu satırlarda geçen şu cümle, metnin üstkurmaca boyutunun en açık kanıtıdır: “Yani o yalan gerçeğe daha çok benzesin de ben yaşadığıma pekâlâ inanayım diye seni getire getire getirip o yalanın en can alıcı noktasına gök bir boncuk gibi iğnelemiş olamazlar mı? Olurlar, derim ben... Olmazın olmadığını bilirim çünkü” (s. 40).

Kayıp Hayaller Kitabı romanında Hamdi, anlatıcı konumuna hiçbir zaman geçmez. Hamdi’nin dedesi, Hasan’ın anlattığı olayları bir başka açıdan görerek aktarır. Hasan ve Hamdi ders çalışırken onların kaytarmasına engel olmak için başlarında bekleyen dede, şunları düşünür:

“[Hasan ve Hamdi] birbirlerine benziyorlar sanki okuyup
durdukça, öyle çok benziyorlar ki bir an ikisini aynı bedende
görüyorum ben ve iste tutup bir kez daha ürperiyorum” (s. 38)

Bu, yer değiştirme ya da tek vücutta birleşme durumu anlatının döngüsel yapısıyla da ilişkilendirilirken, metnin son cümlesini de imleyen bir göstergedir aynı zamanda. Hamdilerin evine gidiyorum diye dönüp dolaşıp kendi evine gelen Hasan, annesine Hamdi’nin nerede olduğunu sorar. Annesinin cevabı, anlatının üstkurmaca ve döngüsel yapısını tamamlayan son noktadır: “Hamdi de kim?” (s. 225)

Kayıp Hayaller Kitabı romanında böylece, bütün hikâyenin aslında Hasan tarafından anlatıldığı ve taşrada çocukluk yaşayan Hasan adında bir çaresizin kendi sinema salonunda kendi filmini kurguladığını anlarız. Toptaş son bölümde bütün metni âdeta bir kez daha kurgulatır. Yani Hasan hayatındaki bazı anı kırıntılarından Kevser’in öyküsünü kurmuştur.

Kayıp Hayaller Kitabı romanında metinlerarasılık bağlamındaki dönüşümlere bakacak olursak, Hasan ile Hamdi’nin sinemada izledikleri filmdeki hikâye ile kasabanın delisi Kevser’in hikâyesinin birbirini tamamladığını hatırlamamız gerekir. Söz konusu iki hikâyenin kahramanlarının birbirine dönüştüğü ve birbirinin aynısı oldukları söylenebilmektedir. Ayrıca, bu iki hikâyeden birinin “kurmaca” diğerinin ise “gerçek” olması, ancak ikisinin de sonuçta tek bir hikâye olması, maddesel dünyanın “Mutlak Varlık” tarafından düzenlenmiş bir kurmaca olduğu, her şeyin hayal ürünü olduğu yorumuna ulaştırmaktadır.

Burada, gerçek ve kurmacayı ayıran kişi, Hasan’ın annesidir. Bu kadın Hamdi’nin kim olduğunu sorarak hem Hasan’ı hem de okuru, kurmaca boyuttan gerçekliğe taşır. Dolayısıyla, Hasan’ın annesinin olduğu yerler “gerçek”, Hamdi ve dedesinin olduğu yerler ise, Hasan’ın yarattığı kurmaca evrendir. Bu noktada Kevser çok önemlidir; zira o, her iki evrende de yer almaktadır. Ve hatta anlatının kurmaca ve gerçeklik düzlemi arasındaki ilk geçişi onun hikâyesi üzerinden verilmektedir.

Kayıp Hayaller Kitabı romanında zamanın sürekli yeniden doğuşu söz konusudur. Hasan’ın kurduğu evren ile içinde yaşanılan evrenin birbirine paralel şekilde sürekli tekrarı Eliade’nin belirttiği biçimde bir tekrara işaret etmektedir. Aynı zamanda bu, kurmaca evren ile içinde yaşanılan dünyanın birbiriyle örtüşüyor olması, söz konusu iki evren için de ayrı anlamlara gelmektedir.

İlki, kurmaca âlemi kuran kişi, içinde yaşanılan evrenin, Tanrı’nın bir kurgusu olduğunun ayırdına varmış ve kendi evrenini öyle kurmuştur. İkincisi, Tanrı’nın kurduğu izafi âlemin içinde, başka izafi âlemler vardır. Yani, Hasan’ın kurduğu evren, Tanrı’nın kurduğunun alt kümesi durumundadır.

Kayıp Hayaller Kitabı, işte böyle bir ikili evren benzerliğini göstermektedir. Allah’ın kurduğu âlem ile Hasan’ın kurduğu evreni karşılaştırma durumu söz konusudur.

Kayıp Hayaller Kitabı romanında gönderme yapılan metinlerden biri de Kafka’nın Dönüşüm adlı eseridir. Yazar burada anlatıcının kendisini bir böceğe dönüşmüş olarak kurgulamasını sağlar. Bu sahne şöyle verilir: “Sonra, ‘İçeri girsem’ diyor gene karıncaya dönüşebileceğini düşünerek; ‘İçeri girsem ve duvar dibine varıp su seslerinin karşısında dursam... Orada, başka bir yaratığa dönüşsem sonra, sözgelimi yaratıkların en iri gözlüsüne; ve iri gözlerimle doya doya baksam neye ve kime baktığımı bilmeden, kana kana baksam.” (s. 81)

Kayıp Hayaller Kitabı romanında ayrıca Atçalı Kel Mehmet Efe (s. 215 ), “Hızır ile İlyas” (s. 107), ve “Umacı” (s. 128) efsanelerine, parodi ve pastiş bağlamında masallara (s. 61, 207, 217) da göndermelerde bulunulmuştur.


Featured

[Featured][recentbylabel2]

Featured

[Featured][recentbylabel2]
Notification
This is just an example, you can fill it later with your own note.
Done