Edebiyat Araştırmaları: Uykuların Doğusu İnceleme
Son Başlıklar
Loading...
Uykuların Doğusu İnceleme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Uykuların Doğusu İnceleme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ağustos 2020 Salı

Uykuların Doğusu Romanının Tahlili




Uykuların Doğusu, Hasan Ali Toptaş’ın romanıdır.

Uykuların Doğusu romanında ilk dikkati çeken husus üstkurmacadır. Uykuların Doğusu, ilk cümle ile son cümlenin örtüştüğü bir yapıda kurgulanmıştır. Anlatının yazar-anlatıcısı Hasan Ali, daha ilk bölümden okuru ile hikâyesinin yazılış sürecini paylaşmaktadır. Hatta zaman zaman okuru ile dertleşir bir tutumu vardır:

“O sırada hâlâ sana anlatacağım hikâyenin nereden
başlayacağını bilemediğim için, tuttum, bıkkın bir ifadeyle
caddedeki sokak köşelerine de baktım.” (s. 7)

Uykuların Doğusu romanındaki yazar-anlatıcı Hasan Ali’ye yazdığı hikâyeyi hatırlatan ve onu tutup “şimdi”ye getiren kişi tıpkı Bin Hüzünlü Haz’daki Alaaddin gibi hayalet kahramandır; ancak hikâyenin ruhunu Hasan Ali ve okur kadar bilmektedir. Burada “hikâyenin ruhu” dediğimiz şey, eserin anlatmak istediği hikâyeyi bir türlü anlatamamasının doğurduğu tedirginlik hâlidir.

Uykuların Doğusu, anlatılamamış bir hikâyenin etrafında şekillendiğinden, okura metnin yaratım sürecini anlatmak yerine, metnin yaratılamayış evresini sunmaktadır. Bu da, yazar-anlatıcının okuruna, şimdiye kadar geldiği noktadan geriye dönerek niyetini yeniden hatırlatması suretiyle gerçekleşir.

Şimdi, Bin Hüzünlü Haz’da geçen, “[s]onra, bakarsınız, yeni yeni kendi soluğuna kavuşan anlatının hızı anlatacaklarımın önüne geçti diye, kafanızda oluşan sorularla birlikte sizi o mahşerî kalabalığın yanı başında bırakıp ansızın geriye döner ve bu yolculuk boyunca olup bitenleri yeniden anlatmaya başlarım” sözlerinin Uykuların Doğusu ’nda uygulandığı görülmektedir. Şöyle ki: “Daha doğrusu, sadece sana anlattığım hikâyenin içindeki mezarlığı düşündüm o sırada. [ ] Biraz daha geriye gidip ata yadigârı denen o netameli yeri de düşündüm hatta; oradan ayrılıp kalabalık tarafından kovalanan hokkabazın kayıplara karıştığı noktayı, oradan uzaklaşıp sırtlarındaki siyah kâküllü çocuklarla birlikte sürüler halinde kayalıklara tırmanmaya çalışan yarı çıplak insanları, o insanlardan önce yukarıya ulaşıp surları, sonra bir çırpıda kemerlerin üstüne çıkıp bu şehri ve şehrin öteki ucundaki dağlan da düşündüm. Sonra, birdenbire, gene dayımın tek katlı evi geldi aklıma. Ev gelince bahçe, bahçe gelince ot hışırtıları, ot hışırtıları gelince çocuklar, çocuklar gelince toz bulutları da geldi tabii ve ben zihnimde uğuldayıp duran bütün bu görüntülere, içimi parçalayan bir kıymık yığınına bakar gibi acıyla baktım.” (s. 78)

Burada yazar-anlatıcı, hikâyenin geldiği noktadan geriye dönerek hikâyesini (kuramayışını) yeniden kurmaktadır. Okur da bu süreci bir kez daha yaşamış ve bir kez daha yazar-anlatıcının yazamadığı metne tanıklık etmiş olur. Anlatının bu yapısı, onun hikâyesini sonsuz olasılıklar düzlemine taşımakta ve tüketilebilirliğine engel olmaktadır.

“Bir hikâye sonsuzmuş gibi göründüğünde, kendine ulaşmış demektir çünkü. Bu da, az şey değildir hikâye açısından. Bilirsin, ne kadar çırpınırsa çırpınsın, kendine ulaşamayan bir hikâye başka noktalara da ulaşamaz” (s. 131) denmektedir. Bu bağlamda metnin sürekli yazılışına vurgu yapılmaktadır.

Uykuların Doğusu romanında  görülen bir diğer husus da gerçek-kurmaca ilişkisidir. Okurun kafasında sürekli dağılan reel algısı, anlatının sonuna kadar kuşku ile sürer. Anlatıda ısrarla bir netlikten kaçınılmakta ve bir tanım yapılamamaktadır. Hasan Ali’nin dayısının hikâyesi hep “bilinemezliğin” belirsizliği içinde kalmaktadır.

Buradan yola çıkarak Toptaş anlatılarındaki devinim ve söylem durumlarına bakıldığında, evrenin ifade edilemezliği, nesnellikten fazlasıyla uzak olunduğu içindir. Toptaş da bu durumun farkında olduğundan olsa gerek, eserlerinde masal üslubunu kullanarak evrenlerinin, yeni tabirle, “sanal” olduğunun altını çizmektedir.

Uykuların Doğusu, “yokluklarla, olasılıklarla belirsizliklerle” dolu evrenler yaratmaktadır. Bunu da masal üslubu ile zenginleştirirken aynı zamanda söz konusu dokuların da birer kurmaca olduğu yorumuyla aşkın bir boyuta vardırmaktadır okurunu.

Uykuların Doğusu, Toptaş’ın diğer eserlerindeki gibi bir evren yaratmamaktadır. Hatta bu metin, bir evren yaratamayışın anlatısıdır. Şöyle ki, eserin son cümlesi ile ilk cümlesi, yazar-anlatıcı Hasan Ali’nin dayısının hikâyesini yazmak üzere birleşmektedir; ancak dayının hikâyesi, metne eklemli duran ve aslında anlatılamayan bir hikâyedir. Yazar-anlatıcı Hasan Ali, bildiği her şeyi dayısından öğrenmiştir. Dayısına hayrandır ve büyüyünce ona benzemek istemektedir. Ona olan düşkünlüğü ve dayısının bedeninin günden güne eksilerek, “dünyanın şeklini alması” Hasan Ali’yi etkiler ve o da bunu yazmak ister. Ancak yazmaya başlayacağı sırada şunları düşünür:

“İlkin, ya dayımın hikâyeler hakkında verdiği bilgileri unuttuysam, diye korktum. Sonra düşündüm ve unutmayıp ya hepsini aklımda tuttuysam, diye korktum. Ardından hikâyesini yazmakla dayımın hayatını hem daraltmış hem de yanlış okumalara maruz bırakmış olmaz mıyım, diye korktum. Sonra, yazmak da bir yanlış okumak değil midir, evet öyledir, diye korktum.” (s. 229)

Sonra anlatının başına dönüyoruz ve Hasan Ali’nin, dayısının hikâyesini yazma niyetiyle yazının başına oturduğunu görüyoruz. Ancak son iki bölüme dek bir türlü dayının hikâyesi anlatılmamaktadır. Daha önce de belirtildiği gibi Hasan Ali, önce dedelerinin hikâyelerini, sonra babasının ve babası ile annesinin evlilik serüvenini anlatır. Bu hikâyeleri Hasan Ali muhtemelen dayısından dinlemiştir. Öğrenilen geçmiş zaman kipi ile masalsı bir dille anlatılan bu hikâyelerin yaratıcısı Hasan Ali değildir; Hasan Ali, aktaran kişidir. Cebrail dedesinin cenaze törenini Hasan Ali şöyle aktarır:

“[D]ayımın dediğine göre, bir çesit şakaya benzemiş Cebrail dedemin cenaze töreni” (s. 207). Daha sonra babasının sürekli radyo başında oturduğunu ve radyonun sinyalleri arasından baktığını anlatırken de, “[ö]yle ki, ne zaman bizim eve gelse, o yıllarda dayım hep oradan öylece bakarken bulmuş onu” (s. 208) demektedir. Görüldüğü üzere, metnin gizli anlatıcısı Hasan Ali’nin dayısıdır. Zira her şeyi bilen ve Hasan Ali’ye öğreten odur. Hasan Ali, hikâye yazarken arada bir görünüp ona yazdığı hikâyenin neresinde olduğunu soran, şekli arada değişen ve ne olduğuna dair net bir bilgi verilmeyen, hayali varsayılan Haydar’ı da bilmektedir dayı.
Hasan Ali, Haydar’ın yaptığı tuhaf hareketleri anlatırken “yıllar önce de ölü numarası yapardı zaten”(s. 21) der. Hasan Ali’nin dayısı da yeğenini hırpalayarak sevdiği bir sırada, “kuşların bana getirdiği habere göre, sizin mahallede yaşayan o haşan çocuk gene asfaltın ortasına yatıp ölü taklidi yapıyormuş” (s. 211) der. Burada dayının “kuşlardan haber aldığını” söylemesiyle, Hasan Ali’nin dayısına, Haydar hakkında bir şey anlatmadığı sonucu çıkmaktadır. Dayı, bir biçimde Haydar’ı da bilmektedir ama Hasan Ali bir yerde Haydar’ı Bin Hüzünlü Haz adlı metnindeki “yokluğuyla var olan Alaaddin’e benzet[ir].” (s. 132)

Haydar da, Hasan Ali’nin dayısının hikâyeler hakkında söylediklerini hatırlatmaktadır. (s. 204) Hasan Ali’nin aktardığı hikâyelerde bazı yerleri “bilmiyor” oluşu da bunların yaratıcısının o olmadığı sonucunu çıkarmamıza neden olmaktadır. Öte yandan dayı, Hasan Ali’nin zihninde var olan, kimse tarafından görülmeyen, bir bakıma hayalî arkadaşından bile haberdardır. Dolayısıyla Uykuların Doğusu’nda Hasan Ali kâtip, yaratıcı ise dayıdır. Yani, bu anlatıdaki evreni kurabilecek yetkinlikte olan kişi dayıdır. Ancak, yazar-anlatıcı dayı olmadığı için, bir evren kurulamamaktadır.

Uykuların Doğusu romanında, Hasan Ali’nin dayısının anlattığı hikâyelerde ne gibi bir kurmaca evren tasarısı olduğuna bakılacak olursa, dayının kişiliği ile örtüşür biçimde “tuhaf” ve “komik” sayılabilecek hikâyelere rastlanmaktadır. Radyoevindeki adam, kendisine iş verilmesi için o kadar uzun zaman bekler ve işinin başına gelebilmek için o kadar çok uğraşır ki sonunda kuyruğu çıkar sözgelimi. Cebrail Dede, hayalî bir kuş uğruna, Çingenelerin, etraftaki insanların alay konusu olur. Ayrıca yıllarca her gece, Hasan Ali’nin babasını evin etrafında kuşu bulması için koşturur. Nihayetinde de o kuşun düşüncesiyle ölür.

Hasan Ali’nin kâtipliğini yaptığı hikâyelerin içinde dinî göndermeleri olanlar da yer almaktadır. Bunlardan biri, “haziran sopası”dır örneğin. Haziran sopasını şu şekilde anlatır sahibi:

“[K]imi zaman Kudüs’e, kimi zaman Mekke’ye, kimi zaman da Kahire’ye yakın bir yerde ancak bin yılda bir yetişirmiş bu haziran. [....] Tevatürler tevatürü bir şeydi. İnsanı alıp her yere götüren, insanı alıp her yerden getiren bir şeydi. Dağın taşın, kurdun kuşun şeklini şemailini çizen ve onların ruhuna ruhundan ruh üfleyen bir şeydi. Aklı içine alıp aklın dışında kalan bir şeydi.
Oluru olmaza, olmazı olura bağlayan ve tutup bunları birbirine
çeviren bir şeydi. Hatta, bir çesit lüzumsuzluk gibi görünmesine
rağmen, elzem olan her şeyden daha elzem bir şeydi.” (s. 59-60)

Görüldüğü üzere, “haziran sopası”, daha sonra öğrenileceği üzere, insanları düzene sokan bir caydırıcı görevi de gördüğü ve kutsal şehirlere yakın yerlerde yetişerek tıpkı dinlerin vaat ettiklerini yerine getirdiği için, onun bir tür din olduğu yorumuna ulaştırmaktadır. Bu hayali metafor okurun gerçek algısını zedeler.

Görüldüğü gibi, içinde bulunduğumuz evrende dinlediğimiz efsaneler, hikâyeler kurmaca düzenin içinde de yer alabilmektedir. Böylece Tanrı’nın evreni ile “anlatıcı”nın evreni arasında birebir ilişki kurulmaktadır.

Uykuların Doğusu metinlerarasılık bağlamında da dikkati çeken bir eserdir. Burada Toptaş, diğer anlatılarına oranla daha çok Batılı kaynağa göndermede bulunmuştur. Örneğin, radyoevine girmeye çalışan memur ile Gogol’ün “Burun” öyküsü anıştırılmaktadır. Burada beşinci dereceden memur olan Kovalev, devletin ve toplumun yabancılaştırdığı, hayattan uzaklaşan bir tip olmasıyla dikkati çeker. Tıpkı Toptaş’ın memuru gibi.

Uykuların Doğusu romanında topluma ve düzene uyum sağlayamadığı için en sonunda insandan hayvana doğru bir dönüşüm yaşayarak kuyruk çıkaran radyoevindeki memur, Kafkaesk bir kurgunun ürünüdür. Zira Kafka’nın “Kovalı Süvari” adlı öyküsünde soğuk bir havada uçarak kömür almaya giden insani özelliklerin üzerinde vasıfları olan bir süvari görülür. Yine Dönüşüm adlı eserinde de düzen mağduru Gregor Samsa kocaman bir hamam böceğine dönüşecektir.

Kafka’nın “Çiftlik Kapısına Vuruş”, “İmparatorun Habercisi”, Şato gibi eserlerinde şatosundan dışarı çıkmayan kahraman izleğini de kullanan Toptaş, kahramanı olan memura dışarıya çıkmayı yasaklamış gibidir. Karakter genellikle radyoevindedir ve burası onun kendini gizlediği şatosu konumundadır.

Bununla beraber dedelerin hikâyelerinin kesişmesi ve sonrasında bu iki adamın dünür olmasıyla hayatın tesadüflerine vurgu yapan bu anlatının içine giren hikâyeler ile de evrenin masal ve efsane ile kaynaşan düzeni kurulmaktadır. Metnin ancak sonunda anlatılabilen hikâyesinde, dayının sırf bedenden ibaret kalması ve bir silindir gibi çocukların oyuncağı olması ile de dünyanın şekline ve düzenine ironik bir vurgu yapılmaktadır.


Uykuların Doğusu, her zamanki gibi bir Hasan Ali Toptaş anlatısı olarak geleneksel tahkiye bağlamında da birçok gönderme taşımaktadır. Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’si, “Hz. Süleyman ile Belkıs”, “Leyla ile Mecnun”, “Aslı ile Kerem” hikâyeleri, pastiş bağlamında masal ve efsanelere yapılan anıştırmalar, kukla ve hokkabazlık ilgili detaylar eserin geleneğe bakan yüzünü simgeler. 

Featured

[Featured][recentbylabel2]

Featured

[Featured][recentbylabel2]
Notification
This is just an example, you can fill it later with your own note.
Done