Akıl
- Duygu Düalizminde Kadın
# Akıl,
insanın cinsiyet ayrımı olmaksızın sahip olduğu ve bu sayede diğer canlı
türlerinden ayrıldığı en belirleyici özelliktir. Bu özellik aynı zamanda bir
güç olarak belirdiği için kendisini cinsiyet mevzusunun içinde bulması
kaçınılmaz olmuştur.
# İçinde
yaşadığı tabiata uyum sağlamak, onun dayattığı bir takım kurallar ve ondan
gelen bazı tehlikeler karşısında insan doğayla bir tür mücadele içindedir.
Aklın bahsi geçen güç olma vasfı da burada ortaya çıkıyor. İnsanın tabiattan
faydalanması ve ona karşı kendini emniyete alması akıl yoluyla mümkün olmuştur.
# İnsanın
doğayla olan bu mücadelesi en belirgin biçimde İngiliz filozof Francis Bacon’da görülür. Novum Organum adlı eserinde bunun yolları ve
izlenecek metot uzun uzun anlatılır.
# Mutlaka
özetlemek gerekirse tabiatla barışık ama aklın tahakkümüne dayalı bir sistem
önerir Bacon. Bu tahakkümü tesis
etmenin yolu da tabiata boyun eğmekle mümkündür. Çelişki gibi görünen bu ilişki
Bacon için akıllıca görünür.
# Akıl
ve doğa arasındaki bu münasebette kadına bir yer tahsis etmek belirli bir şahıs
ya da düşünür tarafından gerçekleştirilmiş değildir. Daha önce bahsi geçen doğa
ve kadın arasında kurulmuş olan benzerlik ve bu temsilin yaygın bir kanıya
dönüşmesini sağlayan üzerinde kurulmuş olduğu düşünce geleneği nedeniyle bu,
kendiliğinden gerçekleşmiş olmalıdır.
# Anlaşılacağı
üzere kadın, aklın tahakkümüne dayanan bu ilişkide doğayla eşleşir. Bu yönüyle
de akıl ve dolayısıyla da erkek tarafından aşılması öngörülmüştür. Ancak
tahakküme mahkûm olan kadın/doğa aynı zamanda erkeğin/aklın boyun eğdiği bir
unsur olarak yaşamaya devam eder. Çünkü batı düşüncesinin beslendiği bir kaynak
olan mitolojide kadın, erkeğe boyun eğen ama dik kafalılığı elden bırakmayan
bir varlıktır.
# Erkek
her ne kadar kadını aşsa da onun çekiciliği nedeniyle durmadan geri dönmek
zorunda olduğu için bir türlü geride bırakamaz kadını. Erkeklerin, dişi cinsi
zor kullanarak, dizginlenmesi gereken doğa tarafına atmalarından sonra, her
kadında onları, dizginlenemez olan, önceki dönemin dehşeti beklemektedir. Ve bu
dehşet öyle büyük olmasaydı, erkekleri de dehşetli bir şeye çekmezdi.
Yoksa orada, kendilerine dizginlenmemiş doğa olarak görünenin acımasızca
ehlileştirilmesini, her kadının yalnızca erkek istencinin nesnesi olmasını
ciddi ciddi isteyebilirler mi?
# Mitolojiden
felsefeye geçiş döneminde, yukarıda bahsi geçen güç kullanma hali devam
etmiştir.
# Platon başlangıçta cinsiyet ayrımı
olmadığına işaret ederek ‘hermafrodit’ denilen bir cinsten söz eder. Bu cins
erkek ve kadın cinsinin bir karışımı olarak tasvir ediliyor. Bedenlerinde hem
erkek ve hem de kadın cinsel organları bulunuyordu. Dolayısıyla her iki cinsin
özelliklerinin tek bir bedende vücut bulduğu söylenebilir. Ancak bu cins
Tanrıları kızdırdığı için cezalandırılır ve ikiye ayrılmak suretiyle bugün
bilinen iki cinse dönüşür.
# Yalnız
bu iki cins arasında idealize edilen ilişki eşcinsel ilişkidir. Karşı cinse
ilgi duyan kadın yahut erkek sadece neslin devamı açısından üzerinde durulmaya
değer bulunur. Oysa kendi cinsine yönelenler doğaları gereği bunu yaparak diğer
gereksinimlerden arınmış oluyorlardır. Çünkü Platon’a göre bu doğa onlarda özlerine, eski bir olma günlerine
dönme arzusu uyandırmaktadır.
# Elbette
bu durum kadınlar için de geçerlidir ancak Platon
onların üstünde fazla durmaz. Erkek bu kurguda Platon’a göre gerçek bir erkek
olduğunu ve sosyal hayattaki ağırlığını kadın cinsinden kaçınarak kanıtlamış
oluyor. Bu durum belki de duyguyu aşan erkeksi aklın en dehşetli anlatımıdır.
# Platon canlıların yaratılışından söz
ederken kadını ilginç bir şekilde anar. Tevrat’taki kadının erkekten
yaratıldığına ilişkin anlatıya uygun bir anmadır bu ve kadın, hayvanlarla
birlikte insandan oluşmuş gibi sunulur.
→ “Bizi yaratanlar bir gün kadınlarla başka
hayvanların insandan doğacağını biliyorlardı.”
# Kadını
ikincil planda ele alan bu satırları başkaları takip eder ve ikincil role bir
de kadının doğumunun hayırsız bir akıbetin nedeni olduğu düşüncesi eklenir:
→ “Dünyaya
gelen insanlar arasında korkaklık gösterenler, hayatlarını kötülük etmekle
geçirenler, dünyaya ikinci gelişlerinde kadın olarak doğdular. Bundan ötürü,
tanrılar o zaman bizde cinsi temas isteğini uyandırdılar; bizde başka bir can,
kadınlarda da başka çeşit bir can meydana getirdiler.”
# Bu
anlatıda insan iki tabaka halindeymiş gibi görünür ve kadın alt tabakada yer
bulur kendine. Aynı durum akıl yürütme konusunda da tezahür eder. İnsanlar
duyuları vasıtasıyla bir takım bilgiler edinirler ancak bunlar algı alanına
dâhildir ve aslında sanıdan ibarettirler, oysa gerçek bilgi diyalektik
düşünceden gelir ve bu düşünme biçimi filozoflara hastır.
# Platon, Theaitetos
adlı diyalogunda Sokrates’i meşhur maiotik (doğurtma) yöntemiyle konuşturur ve
bu diyalektik düşüncenin erkeklere matuf olduğunu söyletir ona.
# Platon’a göre Sokrates’in muhatabı
erkeklerdir çünkü arzu edilen düşünce biçimini canlandıracak olan akıl,
erkeklerdedir.
# Sık
sık birlikte kullanılan akıl-duyu ve ruh-beden düalizminde kadın hep bir
dezavantajın kurbanı durumundadır. Ruhun üretimi filozofça bir erdemdir ve
bunun için kadınsı olandan uzak durmak zorunluluk olarak sunulur.
# Platon’un bu realiteyi Şölen adlı diyalogunda Diotima adlı bir kadına
söylettirmesi de oldukça ironiktir:
→ “Üreme
gücüne sahip olanlar kadınlara yönelirler. Çocuk yaparak ölümsüz olmak,
yaşadıklarını sonsuza aktarabilmek ve sonsuz bir zaman dilimi boyunca mutlu
olmak isterler. Ayrıca ruhsal olarak üreme gücüne sahip olanlar da vardır. Bazı
insanlar bedenlerinden daha çok, ruhları aracılığıyla üretirler. Ruhun üretmesi
gereken şey nedir? Bunlar, düşünceler ve diğer mükemmelliklerdir.”
# Diotima
bu düşüncelerini Sokrates’e ifade eder ve ilerleyen bölümde Sokrates ikna
olduğunu belirtir.
# Açıktır
ki insan için ideal olan düşüncedir ve erdemli insanın bu dünyada bırakacağı
izler ancak düşünce yoluyla sahici bir anlam kazanır. Elbette iz bırakmanın
başka yolları da vardır ancak onlar bedensel olanın alanına girer ve övülen
düşünsel etkinlik erkeksi bir temsille, yerilen bedensel etkinlik ise kadınsı
bir temsille canlandırılır.
# Akıl
ve duygu arasındaki ilişki Aristoteles’te
de devam eder. Her insanın akıl ve bedenden oluştuğunu söyleyen Aristoteles, bedenin duygusallığını aklın hâkimiyeti altına alma
gerekliliğinin altını çizer.
# Bu
aslında doğanın yapısına da uygundur ve eşitlik söz konusu edilmeden erkek ve
dişi arasında da aynen kurulması gereken bir ilişkidir. Bu ilişki özel
anlamıyla yöneten-yönetilen ilişkisidir ve ruhu nirengi noktası alarak
kurulmuştur. Bu ruh ise yöneten ile yönetilen arasındaki farkı mantıklı olan
ile mantıksız olan arasındaki fark gibi net bir şekilde belirler.
# Statü
gereği söz konusu ilişkide aktörler değişir ancak aynı ilke geçerlidir. Buna
göre erkek ile kadın arasında geçerli olan da bundan başka bir şey değildir.
Yine de kadın, erkeğin sahip olduğu ruhun düşünme yeteneğinden yoksun
bırakılmamıştır, ancak bu yetenek onda işlevsel değildir.
# Aristoteles’in kadın ruhunda eksik
gördüğü düşünme yeteneği, kadının duygusal olarak hükmedilmeye duyarlı olduğu
ve bu nedenle erkeğin her dönemde geçerli olan düşünme yeteneği sayesinde
edindiği yönetme erkine ihtiyaç duyduğu şeklinde yorumlanmıştır.
# Aklın
ruh ile duyguların da bedenle işaretlendiği düalist felsefede kadın, kimi zaman
doğrudan kimi zaman da dolaylı olarak düalizmin menfi kanadında
konumlandırılmıştır. Bunun yanında bir takım zorlama yorumlar da vakidir.
# Örneğin
ruh ve beden ayrımında Descartes
geleneksel düşünceden ödün vermemiş ve tabir yerindeyse daha muhafazakâr bir
tavır takınmıştır. Ruhun alçak bölümüyle yüksek bölümü arasında yaşandığı
düşünülen çatışmaları yanlış değerlendirmeye bağlayan Descartes, aslında ruhun tek ve bölünemez olduğunu iddia etmiştir.
Böylelikle akla aykırı her ne varsa bedene bağlanması gerektiğine inanmıştır.
# Bu
düşüncede zihin ruh ile aynılaşmış olarak karşımıza çıkar. Dolayısıyla rasyonel
bilgi yolunda beden henüz yolun başında aşılmış olur. Ancak aklın salık
verdikleri ile bedenin istekleri bazen kesişebilir. Bu durumda Descartes’ın önerisi “aklın öğütlediği
her şeyi ihtiras ve iştihalara kapılmaksızın yerine getirmek için, sağlam ve
sabit bir karar sahibi olmaktır.”
# Descartes’ın felsefesinde kadın-erkek
ayrımına girmeden devam ettirdiği akıl-duygu düalizmi Kant’ta cinsiyetler
arasındaki ilişkiyi de içerir. Kant’a göre doğa, erkek ile kadın arasında
büyüleyici bir ayrım yapmıştır. Bu ayrım kadını güzellikle, erkeği de yücelikle
temsil etme üzerinedir. Kadın cinsinin sahip olduğu anlayış güzel, erkeğinki
ise derin ve yücedir. Basit ve yüzeysel eylemler kadın cinsiyle, zahmetli ve
derin bir tefekküre dayalı eylemler erkek cinsiyle taşınır.
# Eğer
bir kadın erkeğin alanına girip bu zahmetli ve derin düşünceye dayalı eylemlere
kalkışıyorsa Kant o kadına sakal
bırakmaya çalışmasını salık verir çünkü ona göre kadının edinmeye çalıştığı
derinlik havasını en iyi sakal verecektir kendisine.
# Anlaşılacağı
üzere kadın duygusal alanda kendini gerçekleştirir ve orada güce sahip olma
peşinde koşar ama erkek bu arzulara ara sıra kapılsa da genel görünüm olarak
yüceliğe ve bilgeliğe talip olmak zorundadır. Çünkü doğa her iki cinse aynı
özellikleri bahşetmemiş ve her birine farklı bir karakter yerleştirmiştir.
# Hegel erkek ve kadın cinsini
entelektüel ve duygusal olarak ayırır. Kendi ifadesiyle iki cinsten biri kendini kendi için var
olan kişisel bağımsızlığa ve özgür evrenselliğin bilme ve istemesine,
kavrayan düşüncenin öz bilincine ve nesnel son ereğin istencine bölen bir şey
olarak tinsel varlık iken, öteki ise somut tekilliğin ve duygunun biçiminde
tözsel olanın bilmesi ve istemesi olarak kendini birlik içinde saklayan tinsel varlıktır;
birincisi dışarısı ile ilişkide güçlü ve etkin olandır; ikincisi edilgin ve
öznel.
# Hegel’in genel felsefesinde de önemli
yer işgal eden bu etkin ve edilgin olma hali cinsel ayrımda güçlü bir şekilde
yeniden canlanır. Erkek, evrensel bir yasaymış gibi sürekli bir çabanın aktörü
olarak anlatılır. Kadın ise sadece edilgin olmakla kalmaz, bu edilgenliğin
içinde yine edilgen olarak bulur kendini. Yani aslında kadının edilgenliği bile
müstakil bir karakter değil, erkek cinsinin temasıyla kurulan dünyada kendini
bulduğu bir karakterdir.
# Schopenhauer Aşka ve Kadınlara
Dair isimli eserinde, çoğunlukla
kadınları tahkir ettiği satırlarda tercih ettiği kelimeler manidardır. Etkin ve
edilgin yerine yapma ve katlanma kavramlarını kullanan Schopenhauer şöyle
diyor:
→
“Kadınların zihinsel olsun bedensel olsun, büyük işler için yaratılmamış
olduklarını anlamak için görüntülerine bakmak yeterlidir. Onlar hayatın
cefasını yaptıklarıyla değil katlandıklarıyla çekerler. Borçlarını doğum
sancılarıyla, doğurdukları çocuğu bakıp büyütmeleriyle, sabırlı ve neşeli bir
yoldaş (refik) olmaları gereken erkeğe itaatleriyle öderler’’.
# Kadınlar
hakkında söylediği sözler nedeniyle Nietzsche
azılı bir kadın düşmanı olarak anılır çoğunlukla ancak hemen belirtmemiz
gerekir ki bu, ciddi bir yanılgıdan ötürüdür.
# “Kadınlara mı gidiyorsun? Kırbacı unutma!”
Yanılgı bu sözde gizlidir ve kırbacı elinde tutanın erkek olduğu fikrinden
ötürüdür. Oysa Nietzsche, kırbacı kadının elindeki bir alet olarak tasavvur
eder ve kadındaki yönetme arzusuna gönderme yapmak için kullanır. Böylesi
önemli bir yanlış anlamaya değinmeden geçmek büyük bir ihmal olur.
Filozoflara Göre Kadın Aklı, Filozoflara Göre Kadınlar, Kadın Aklı Eksik Midir, Kadın ve Akıl, Kadının Aklı Nasıl Çalışır, Kadının Aklı Yarımdır Düşüncesi, Kadınların Düşünme Yeteneği.