Yazarın birinci tekil şahıs anlatıcıyla kendisini anlattığı yöntemdir.
Anlatılanla anlatan aynı kişi olduğu için bakış açısı sınırlıdır.
Otobiyografik yöntemle yaratılan ikili bakış açısının romancıya sağladığı
avantajlardan birisinin, kahramanın hem yakından ve içten, hem de uzaktan
gösterilebilmesi olduğunu söyleyen Ünal Aytür, anlatıcının olayların geçtiği
sırada neler düşündüğü, neler duyduğu ve olup bitenlerden nasıl etkilendiği
sorularına, olayları yaşayan kimse olarak, en iyi şekilde cevap vereceğini
ifade eder. Olaylardan olgunlaşarak ve yeni bir anlayış kazanarak çıkan
anlatıcı, eski günlere döndüğünde zamanki benliğini nesnel bir şekilde gösterip değerlendirebilir.
“Otobiyografik yöntem, bir anlamda biyografinin ürünüdür. Romancıların,
biyografiden, anlatı düzeyinde yararlanmak istemeleri, “otobiyografik” yöntemi
gündeme getirmiştir.
Otobiyografik yöntem, biyografi eksenli bir sunuş, bir anlatım biçimidir.
Bu yöntemde anlatıcı, doğal olarak I. tekil kişidir. Bir diğer deyişle,
“anlatan” (anlatıcı) ile “anlatılan” (hikâye edilen) aynı kişidir. Tekniğin
esası bu temele dayanmaktadır. Hal böyle olunca, anlatı sisteminde yer alan her
şey, bu anlatıcının bakış açısından okuyucuya yansır. ”
Bakış açısı daralan anlatıcının manevra yeteneği kısıtlanır, bu durumu Ünal
Aytür şöyle anlatır:
“Otobiyografik anlatım yönteminde romanın konusu da anlatıcısı da aynı kişi olduğundan, bakış açısı çok dardır. Yazarın elinde kullanabileceği bilgi kaynağı olarak yalnızca bu kişi vardır; onun görüş ve bilinç alanı dışına çıkamaz. Böyle bir sınırlamayı kendi amaçlarına uygun bulmayan romancılar, türlü yollardan bu çerçevenin dışına çıkabilmenin yollarını aramışlardır. Bunlar arasında en yaygın olarak kullanılanı, olup bitenleri romanın kahramanına değil de onu yakından tanımak fırsatını bulmuş bir kimseye anlattırmaktır. Yaşam öyküsü anlatılan kişi olayların sonunda ölüyorsa, hikâyenin zaten bir başkası tarafından anlatılması zorunludur. Kimi durumlarda ise, olayları yaşayan kişi başından geçenlerin gerçek anlamını sezebilecek yaradılışta bir kimse olmayabilir. Bu durumda da, eğer romancı özellikle bu sezgisizliği ve bilinçsizliği vurgulamak amacını gütmüyorsa, hikâyeyi olup bitenlerin anlamını kavrayabilecek yetenekte bir kimsenin anlatması çok daha uygundur. ”