Adından
da anlaşılacağı üzere temelinde karşılaştırmaya dayanan karşılaştırmalı
edebiyatın ilk tohumları 16. yüzyılın başlangıcına rastlamaktadır. Daha sonra
Alman edebiyatında Gottschedt, Lessing ve Schelling’ le giderek daha sağlam
temeller üzerine oturmaya başlamıştır.
Aslında kaynaklarda karşılaştırmalı
edebiyat araştırmaları konusuna eğilen ya da bu konu ile ilgili olarak
düşüncelerini dile getirenlerin söylemlerine dikkat edildiğinde, temelde kendi
ulusal kültürlerini daha ileriye taşımak ve daha da güçlendirmek amacı
taşıdıkları söylenilebilir.
Karşılaştırmanın
bir yöntem olarak edebiyatın içinde yer almasından önce tıp, biyoloji, filoloji
ve tarih gibi bilim dallarında uygulama alanı bulduğu bilinmektedir.
karşılaştırmalı edebiyat bilimi 19. yüzyılın sonunda yeni ulus devletlerinin
oluşmaya başladığı bir dönemde ortaya çıkmıştır. Karşılaştırma kavramı bu
noktada “ulusal” edebiyatta var olan milliyetçi olgusuna bir ilaç, bir panzehir
olarak milletler arasında arzulanan barış ve huzuru dile getirmekteydi.
Karşılıklı
edebiyat bilimin kurumsallaşmasının yine ilk olarak Fransa’da 1897’ de
gerçekleştiği görülmektedir. Bu bilimin öncüleri olarak Ampere ve Viellemain’
isimleri geçse de, bu bilime sosyolojik açıdan bakan Madame de Stael’in
adını da anmak yerinde olacaktır.
Türkiye’de Karşılaştırmalı Edebiyat
Türkiye’de
karşılaştırmalı edebiyat bilimi dendiğinde özellikle iki ismin ön plana çıktığı
gözlemlenmektedir. Bunlar Leo Spitzer ve Erich Auerbach’tır. Emily Apter, Nazi Almanya’sından kaçarak
Türkiye’ye sığınan bu akademisyenlerin burada yaptıkları çalışmalar
“küreselleşmiş bir karşılaştırmalı edebiyat” olarak nitelendirilmekte ve bu tür
bir olgunun doğuşunun da İstanbul merkezli olarak belirtilmektedir.
Türkiye’de karşılaştırmalı edebiyatın
kurumsallaşmaya başladığı zaman dilimi 1990’lı yılları işaret etmektedir. Bu
dönemde komparatistik kürsüleri açılmaya başlanmıştır. Ancak daha öncesinde
1943-60 yılları arasında Cevdet Perin’in bu alanda üniversitelerde dersler
verdiği de bilinmektedir.
Bu dönem içerisinde yapılan
çalışmaların içerik olarak karşılaştırmalı edebiyattan ziyade karşılaştırmalı
kültür zeminine doğru kaymaya başladığı belirtilmektedir.
Karşılaştırmalı edebiyatın
Türkiye’deki öncülerinden biri olarak sayabileceğimiz en önemli isimlerden biri
şüphesiz ki, Gürsel Aytaç’tır. Bunun yanında Jale Parla ve karşılaştırmalı
edebiyat bilgisi üzerinde yükselen çalışması “Don Kişot’tan Bu Güne Roman ” bu konuda değinmeden geçemeyeceğimiz
isim ve eserler olarak yer almaktadır.Bu eser Karşılaştırmalı edebiyat
örnekleri arasındadır.
Karşılaştırmalı Edebiyatın Yöntemi ve
Çalışma Alanları
Bir
eserin, bir başka ülkeye ait olan bir ya da daha fazla eser ile
karşılaştırılması sonucu ulusal üstü bir kimlik kazanan karşılaştırmalı
edebiyat, ulusal edebiyat içerisinde bir yazarın bir başka yazar ya da eser ile
karşılaştırılması veyahut aynı ya da farklı yazarların farklı zamanlarda ortaya
çıkardıkları eserlerin karşılaştırılması şeklinde de karşımıza çıkabilmektedir.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta, hangi alanda olursa olsun
karşılaştırmaların rastgele olarak iki eser üzerinde değil, karşılaştırılabilir
özellik arz eden eserler üzerinde gerçekleştirilmesidir. Bu eserler, tematoloji
olarak da adlandırılan izlekbilimin alanına giren tema ve motif yönünden,
kültürlerarası bir nitelik taşıyan imagoloji yani imgebilim, eserlerin ortaya
kondukları yapı açısından ve tabiî ki ortaya çıkarıldıkları dilden bir başka
dile yansıtılmada önem arz eden çeviri gibi dinamikler üzerine inceleme alanı
bulmaktadırlar.
Şu
gerçek hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, her ne kadar farklı olurlarsa olsunlar,
insan olmanın gereği olarak kültürler içerisinde ele eserler alınan bazında
işlenen konular isim olarak aynı olsalar da, içerik olarak yazardan yazara,
toplumdan topluma, ülkeden ülkeye, ağızdan ağıza farklılıklar içermektedir.
Sonuçta ortaya çıkan bu farklı zenginlik karşılaştırmalı edebiyat bilimi
açısından oldukça uygun zemin oluşturmaktadır.
karşılaştırmalı
edebiyat çalışmalarına göz atıldığında, bu noktanın oldukça sık olarak
değerlendirilen bir nokta olduğu gözlemlenmektedir. Bu noktanın alt birimi
olarak tanımlanabilecek olan motif karşılaştırmaları bu bilimin bir diğer
yöntemini oluşturmaktadır. Çünkü toplumsal olgu ve değer yargılarının günlük
hayat ve yaşantılar üzerindeki etkilerinin ve uygulama alanlarının birebir
yansıması olan bu gerçeklik, karşılaştırmacıyı, kültürlerarasında var olan
benzerlik ve farklılık açısından önemli bulgu ve sonuçlara götürmektedir.
Karşılaştırmalı
edebiyat çalışmalarında hem sahip olunan ulusal kültürde hem de kültürlerarası
çalışmalarda en fazla değerlendirme yapılabilecek alan ve yöntemlerden biri de
eserlerin imgesel yönden ele alınmalarıdır. Bir imgenin neyi ifade ettiği,
hangi anlam bağlamlarını barındırdığı, farklı kültürlerdeki hayat bulduğu
uygulama alanları ve anlam boyutları karşılaştırmalı çalışmaların ele aldığı
konulardan biri olarak yer almaktadır. Örnek alma, etkilenme, analoji gibi
olgular da karşılaştırmalı edebiyat biliminin etki alanlarıdır.
Karşılaştırmalı
edebiyat yöntemlerine genel olarak bakıldığında, ilkin bir karmaşa gibi görünen
şey aslında bir yöntem çeşitliliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir eser hangi
metot ve yöntemle ele alınacak ise karşılaştırılacağı eser de aynı metot ve
yöntemle incelenmelidir. Bu incelemeleri sonucunda ortaya çıkarılan benzerlik
ve farklılıklar bu metotlar doğrultusunda değerlendirilir.
Gürsel
Aytaç karşılaştırmalı edebiyat hakkında inceleme
yapabilmek için iki önemli koşul gerektiğini ifade eder:: Bunlardan biri kanıt
diğeri ise yöntemdir. (Bunlar karşılaştırmalı edebiyatın disiplini de sayılır) Hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın amaç,
incelenen eser içerisinde belgelere dayanarak sonuca ulaşmaktır. Şurası da bir
gerçektir ki, bu incelemeye etki eden, güçlendiren, destekleyici ve ikincil
kaynak olarak nitelendirilebilecek olan olgular da bu incelemenin sonuçlarına
dolaylı olarak etki etmektedir. Aytaç bu ikincil kaynakların metodu
belirlediğini belirterek bunları şu ana başlıklar halinde sıralamaktadır :
Positivist İnceleme
Bu yöntemde
edebiyat eserinin yazarın yaşam öyküsüne bağlı, onun yaşanmışlıklarının bir
ürünü olduğu gerçeğinden hareketle hayat- eser ilişkilerini ortaya koymayı
amaçlar. Baytekin’e göre yaşanılan ve tecrübe edilmiş olan gerçekler, tarihsel
nedenler bu incelemeyi bilgi toplamaya, betimlemeye ve konuları sınıflandırmaya
götürür.
Psikanalitik (Freud’cu)
İnceleme
Ortaya konan eserin her şeyden önce
yazarının bilinçaltı ve psikolojisi ile ilgili olduğundan hareket eden bu
yöntem Freud’un öğretisini esere uygulamaya
çalışır. Bu yöntem her zaman yazarın psikolojisine yönelmez, aynı zamanda eseri
de çözümlemeye çalışır.
Marksist
İnceleme
Bu
incelemeye göre edebi eser yazarın hayat içinde dahil olduğu sınıfa ve yaşadığı
üretim ilişkilerine dayanmaktadır. Eseri kaleme alan yazar toplumun bir
ürünüdür. Dolayısıyla ortaya koyduğu eserde toplumun bir ürünü olarak
nitelenebilir. Burada amaç topluma yönelik bir bakış açısı ile eserde değinilen
toplumsal sorunlar, ekonomik ve sosyal nedenler, sosyal yapı ve sınıfsal olguların
ortaya çıkarılmasıdır. Burada yazarın okuyucuya vermek istediği mesaj ve
ideoloji de yadsınamayacak unsur olarak yer alır.
Feminist
İnceleme
Temelde
Marxist inceleme yöntemine ters düşüyormuş gibi görünen bu yöntem,
edebiyat eserinde cinslerin konumlarını inceleyerek, Marxist yöntemin
bir çeşidi niteliğini taşımaktadır. Diğer yöntemde eserde ezilen toplumsal
sınıfın yerini ezilen ve hor görülen kadın almaktadır. Özellikle bizim
toplumumuzda gözlemlenen toplumsal olgulara bakıldığında- töre cinayetleri,
erkek baskısı, kadın hakları- bu açıdan değerlendirilmeye örnek olgular olarak
sıralanabilir.
Dilbilimsel
İnceleme
Ele
alınan eser ait olduğu dil sistemleri ve bağıntıları açısından incelenir.
Çözümleyici ve öğretici niteliklere sahip olan bu yöntem, üslup ve tarz
anlamına gelen stilistik önem taşır.
Hesaplaşmacı
İnceleme
Var
olan eserin, yazarın eserini başka metinlerle olan hesaplaşması sonucu ortaya
çıkardığı savından hareketle eseri inceler. Burada amaç metinler arası
ilişkileri aydınlatmaktır. Metnin bir başka metinden alıntı, anıştırma ve
çalıntı şeklinde karşılaşılan varlığı, asıl metinle olan bağlantılar ve
bunların tarz ve üslup açısından incelenmesi, metinler arası semantik ilişki
vb. bu yöntemin alanına girer. İnceleme sırasında bu unsurlar tek tek ele
alınabileceği gibi tümü de ele alınabilir.
Okura
Yönelik İnceleme
Edebi
eserin değerinin hitap ettiği okuyucu kitlesini etkileme gücüyle değerlendirilir.
Burada önemli olan noktalar okuyucunun beklentilerinin karşılanıp
karşılanmadığıdır. Bu beklentiler toplumsal, tarihsel olabilir. Burada asıl
olan okuyucu pskolojisini ön plana alarak beklentilerini karşılamaktır.
Felsefeye
Dayalı İnceleme
Bir
felsefe ekolü benimsenerek eser üzeride bu ekolün yansımaları tespit edilmeye
çalışılır. Dünya üzerinde yaşanan ve insanlığı derinden etkileyen I. ve II.
Dünya savaşları nedeniyle eserlerde daha çok varoluşçu felsefenin etkili olduğu
belirlenmiştir.
Tüm bu anlatılan yöntemlerin yanında
edebi eseri kendi içerdiği özellikleri açısından inceleyen yöntemler vardır. Bu
kuramları (yöntemleri) ise şu şekilde sıralamak mümkündür:
Metne
Bağlı İnceleme
Edebi eserin bir
metin olarak görülüp öz ve biçim bakımından ele alınmasıdır. Öz eserin içeriği
anlattığı konudur. Biçim ise eserdeki nasıl’a yönelik sorunun cevabının
bulunmasıdır. Buraya üslup araştırması da dâhil edilmektedir. Metnin anlatım
biçimi, anlatım konumu, anlatım tutumu, anlatım açısı, sunuş tarzları ve
anlatım teknikleri gibi noktalar tek tek ele alınarak incelenmesi gereken
unsurlar olarak önem taşımaktadırlar.
Yapısalcı
İnceleme
Bu tür
incelemede esas kabul edilen unsur edebiyat eserinin kendisidir. Özne, nesne,
gönderici, alıcı gibi dört öğe üzerine kurulu bir “birleşim” ve “ayrılım”
dizgelerine dayalı olarak çalışan bu yöntem Aytaç’a göre edebi eserlere açıklık
getirmekten uzak ve soyutlaşmayı ve muğlaklaşmayı ortaya çıkarmaktadır.
Alımlama
Estetiği
Burada belirleyici olan öğe okuyucunun edebi eserden neyi nasıl algıladığıdır.
Çoğulcu İnceleme
Bu yöntem inceleyiciye ya da
araştırmacıya anlatım rahatlığı sağlayan, onun tek bir yöntemin içine sıkışıp
kalmaktan kurtarak eklektik, yani çoğulcu bir yaklaşımdır. . Burada bazen
birden fazla yöntemin araştırmanın çerisine dahil edilmesi olağan olarak
görülmektedir.
Edebi
eserler arasında karşılaştırma yaparken onların tipolojik yapıdan, genetik
açıdan, başka kültürlerden yapılan alılmamalar yönünden, oluşturuldukları
dilden incelenecekleri dile yapılan çeviriler açısından ya da oluştukları dönem
ve akımlar açısından değerlendirilmeleri de karşılaştırma yapılırken ele alınan
önemli öğeler olarak araştırmacının karşısına çıkar.