Edebiyat Araştırmaları: Roman Özetleri
Son Başlıklar
Loading...
Roman Özetleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Roman Özetleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2022 Cuma

Bir Sürgün Romanı Özeti

Bir Sürgün Romanı Özeti

Bir Sürgün Romanı Özeti

# Bir Sürgün Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun romanıdır. İlk baskısı 1937’de yapılan Bir Sürgün’de olaylar,  Abdülhamit döneminde geçmektedir. Romanın başkarakteri Doktor Hikmet’dir. İstanbullu bir paşazade olan Hikmet, iyi bir eğitim almış ve batı kültürüyle yetişmiş bir doktordur.

# Hikmet İzmir’de yaşamaktadır. Genç adam istibdat rejiminden memnun değildir ve Jön Türkler’e sempati duymaktadır. Bir icraatı olmasa da kendini bir ihtilalci kabul etmektedir ve Jön Türkler’in genelde yaptığı gibi Fransa’ya kaçma planları yapmaktadır. Bir süre sonra yurdunu terk ederek Fransa’ya kaçar.

21 Şubat 2022 Pazartesi

Genç Kız Kalbi Romanı Özeti

Genç Kız Kalbi Romanı Özeti

# Bu içerikte Mehmet Rauf’un Genç Kız Kalbi isimli romanı özetlenmiştir. Roman özeti aktarılmadan önce roman hakkında ön bilgiler verilmiştir. Keyifli okumalar.

Genç Kız Kalbi Romanı Hakkında Bilgi

# Genç Kız Kalbi, şahısların psikolojik tahlillerine yer veren, Mehmet Rauf’un Servet-i Fünûn topluluğu dışında kaleme alıp, 1912 yılında Servet-i Fünûn topluluğunun mecmuasında tefrika edilmiş ve aynı yıl kitap halinde basılmış romanıdır. Romanın başkahramanı Pervin’in günlüklerinden oluşur.

6 Eylül 2020 Pazar

Tasvir (Betimleme)  Tekniği Nedir?

Tasvir (Betimleme) Tekniği Nedir?

Anlatı türlerinde anlatı yerleşimleri tasvir yöntemiyle gerçekçi bir hale getirilir. Anlatıyı oluşturan zaman-mekân ve kişilerin tasvirleri yapılarak anlatı sağlam bir zemine oturtulur. Bir şeyin gerçekçi bir hale getirilmesi yani başka bir deyişle somutlaştırılması ancak onun belli başlı özelliklerinin anlatılmasıyla olur. Somutlaştırma işlemi, somutlaştırılan şeyin karakteristik çizgilerinin, renginin ve ruhunun canlandırılmasıyla yapılır. Bu işlem yapılırken uygulanan yöntem tasvirdir. Mehmet Tekin tasviri şöyle tanımlar:

“Tasvir, romanın kurmaca dünyasında yer alan kişi, zaman, olay, mekân gibi unsurları, sanatın sağladığı imkânlardan yararlanarak görünür kılmaktır. Romancı bu işlemi gerçekleştirirken, söz konusu unsurların karakteristik yönlerini görmek, bilmek, seçmek zorundadır. Tasvir etmek, bir şeyi ‘olduğu gibi’ anlatmak, çizmek değildir. Esasen bir şeyi ‘olduğu gibi’ anlatmak mümkün olamaz. Romancı, tasviri, tasvir edeceği şeyin karakteristik yönlerini dikkate alarak gerçekleştirir ve çizdiği, anlattığı şeyi ‘gerçekmiş gibi ’ hissettirir. En azından bunu başarmak zorundadır. Bu durumda ona düşen görev, iyi bir gözlemci olmak, dikkati elden bırakmamak, ayrıntıları yakalama becerisini gösterebilmektir. ”

Okuru metnin dünyasına çekmek için kişi, zaman, olay ve çevreye dönük tasvirler, Nesnel (objektif=realist) ve Öznel (sübjektif=romantik) olmak üzere iki şekilde yapılır. 
Mektup Tekniği Nedir?

Mektup Tekniği Nedir?

Bir iletişim aracı olan mektup zamanla romanlarda da kullanılmaya başlanmıştır. Anlatım tekniği olarak roman ve hikâye gibi anlatı türlerine giren mektup, duygu ve düşünceleri aktarması özelliği bakımından önemlidir. Çünkü anlatıda mektup tekniğinin uygulandığı yerlerde yazar bir kenara çekilerek sözü mektubu yazan kahramana bırakır. 

Mehmet Tekin, mektuplu romanın özellikle XVIII. yüzyıldan itibaren bir hayli ilgi gördüğünü bu tekniğin romana sokulmasıyla roman türünün gizemli bir damarı olarak hemen her romanda varlığını hissettiren ‘romanesk doku’nun daha anlamlı bir boyut kazandığını, okurun romana olan ilgisini daha çok artırdığını ifade eder. Bu şekilde birden fazla karakter devreye girerek farklı bakış açıları ortaya çıkar. Modern romanda yaygın bir şekilde kullanılan çoğul bakış açısı tekniğinin ortaya çıkmasında da mektup tekniğinin romana girmesinin büyük bir payı vardır. Tekniğin romanlarda iki kullanım şekli vardır. Bu kullanımlardan ilki, romanın müstakil ve peş peşe mektuplarla şekillenmesi, ikincisi, tekniğin romanın genelinde ve gerektiğinde kullanılmasıdır.






4 Eylül 2020 Cuma

Karşılaştırmalı Edebiyat Nedir? Tanımı ve Tarihçesi

Karşılaştırmalı Edebiyat Nedir? Tanımı ve Tarihçesi


Adından da anlaşılacağı üzere temelinde karşılaştırmaya dayanan karşılaştırmalı edebiyatın ilk tohumları 16. yüzyılın başlangıcına rastlamaktadır. Daha sonra Alman edebiyatında Gottschedt, Lessing ve Schelling’ le giderek daha sağlam temeller üzerine oturmaya başlamıştır.

Aslında kaynaklarda karşılaştırmalı edebiyat araştırmaları konusuna eğilen ya da bu konu ile ilgili olarak düşüncelerini dile getirenlerin söylemlerine dikkat edildiğinde, temelde kendi ulusal kültürlerini daha ileriye taşımak ve daha da güçlendirmek amacı taşıdıkları söylenilebilir.
Karşılaştırmanın bir yöntem olarak edebiyatın içinde yer almasından önce tıp, biyoloji, filoloji ve tarih gibi bilim dallarında uygulama alanı bulduğu bilinmektedir. karşılaştırmalı edebiyat bilimi 19. yüzyılın sonunda yeni ulus devletlerinin oluşmaya başladığı bir dönemde ortaya çıkmıştır. Karşılaştırma kavramı bu noktada “ulusal” edebiyatta var olan milliyetçi olgusuna bir ilaç, bir panzehir olarak milletler arasında arzulanan barış ve huzuru dile getirmekteydi.

Karşılıklı edebiyat bilimin kurumsallaşmasının yine ilk olarak Fransa’da 1897’ de gerçekleştiği görülmektedir. Bu bilimin öncüleri olarak Ampere ve Viellemain’ isimleri geçse de, bu bilime sosyolojik açıdan bakan Madame de Stael’in adını da anmak yerinde olacaktır.

Türkiye’de Karşılaştırmalı Edebiyat


Türkiye’de karşılaştırmalı edebiyat bilimi dendiğinde özellikle iki ismin ön plana çıktığı gözlemlenmektedir. Bunlar Leo Spitzer ve Erich Auerbach’tır. Emily Apter, Nazi Almanya’sından kaçarak Türkiye’ye sığınan bu akademisyenlerin burada yaptıkları çalışmalar “küreselleşmiş bir karşılaştırmalı edebiyat” olarak nitelendirilmekte ve bu tür bir olgunun doğuşunun da İstanbul merkezli olarak belirtilmektedir.

Türkiye’de karşılaştırmalı edebiyatın kurumsallaşmaya başladığı zaman dilimi 1990’lı yılları işaret etmektedir. Bu dönemde komparatistik kürsüleri açılmaya başlanmıştır. Ancak daha öncesinde 1943-60 yılları arasında Cevdet Perin’in bu alanda üniversitelerde dersler verdiği de bilinmektedir.
Bu dönem içerisinde yapılan çalışmaların içerik olarak karşılaştırmalı edebiyattan ziyade karşılaştırmalı kültür zeminine doğru kaymaya başladığı belirtilmektedir.
Karşılaştırmalı edebiyatın Türkiye’deki öncülerinden biri olarak sayabileceğimiz en önemli isimlerden biri şüphesiz ki, Gürsel Aytaç’tır. Bunun yanında Jale Parla ve karşılaştırmalı edebiyat bilgisi üzerinde yükselen çalışması “Don Kişot’tan Bu Güne Roman ” bu konuda değinmeden geçemeyeceğimiz isim ve eserler olarak yer almaktadır.Bu eser Karşılaştırmalı edebiyat örnekleri arasındadır.

Karşılaştırmalı Edebiyatın Yöntemi ve Çalışma Alanları


Bir eserin, bir başka ülkeye ait olan bir ya da daha fazla eser ile karşılaştırılması sonucu ulusal üstü bir kimlik kazanan karşılaştırmalı edebiyat, ulusal edebiyat içerisinde bir yazarın bir başka yazar ya da eser ile karşılaştırılması veyahut aynı ya da farklı yazarların farklı zamanlarda ortaya çıkardıkları eserlerin karşılaştırılması şeklinde de karşımıza çıkabilmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, hangi alanda olursa olsun karşılaştırmaların rastgele olarak iki eser üzerinde değil, karşılaştırılabilir özellik arz eden eserler üzerinde gerçekleştirilmesidir. Bu eserler, tematoloji olarak da adlandırılan izlekbilimin alanına giren tema ve motif yönünden, kültürlerarası bir nitelik taşıyan imagoloji yani imgebilim, eserlerin ortaya kondukları yapı açısından ve tabiî ki ortaya çıkarıldıkları dilden bir başka dile yansıtılmada önem arz eden çeviri gibi dinamikler üzerine inceleme alanı bulmaktadırlar.

Şu gerçek hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, her ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, insan olmanın gereği olarak kültürler içerisinde ele eserler alınan bazında işlenen konular isim olarak aynı olsalar da, içerik olarak yazardan yazara, toplumdan topluma, ülkeden ülkeye, ağızdan ağıza farklılıklar içermektedir. Sonuçta ortaya çıkan bu farklı zenginlik karşılaştırmalı edebiyat bilimi açısından oldukça uygun zemin oluşturmaktadır.
karşılaştırmalı edebiyat çalışmalarına göz atıldığında, bu noktanın oldukça sık olarak değerlendirilen bir nokta olduğu gözlemlenmektedir. Bu noktanın alt birimi olarak tanımlanabilecek olan motif karşılaştırmaları bu bilimin bir diğer yöntemini oluşturmaktadır. Çünkü toplumsal olgu ve değer yargılarının günlük hayat ve yaşantılar üzerindeki etkilerinin ve uygulama alanlarının birebir yansıması olan bu gerçeklik, karşılaştırmacıyı, kültürlerarasında var olan benzerlik ve farklılık açısından önemli bulgu ve sonuçlara götürmektedir.

Karşılaştırmalı edebiyat çalışmalarında hem sahip olunan ulusal kültürde hem de kültürlerarası çalışmalarda en fazla değerlendirme yapılabilecek alan ve yöntemlerden biri de eserlerin imgesel yönden ele alınmalarıdır. Bir imgenin neyi ifade ettiği, hangi anlam bağlamlarını barındırdığı, farklı kültürlerdeki hayat bulduğu uygulama alanları ve anlam boyutları karşılaştırmalı çalışmaların ele aldığı konulardan biri olarak yer almaktadır. Örnek alma, etkilenme, analoji gibi olgular da karşılaştırmalı edebiyat biliminin etki alanlarıdır.

Karşılaştırmalı edebiyat yöntemlerine genel olarak bakıldığında, ilkin bir karmaşa gibi görünen şey aslında bir yöntem çeşitliliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir eser hangi metot ve yöntemle ele alınacak ise karşılaştırılacağı eser de aynı metot ve yöntemle incelenmelidir. Bu incelemeleri sonucunda ortaya çıkarılan benzerlik ve farklılıklar bu metotlar doğrultusunda değerlendirilir.

Gürsel Aytaç  karşılaştırmalı edebiyat hakkında inceleme yapabilmek için iki önemli koşul gerektiğini ifade eder:: Bunlardan biri kanıt diğeri ise yöntemdir. (Bunlar karşılaştırmalı edebiyatın disiplini de sayılır)  Hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın amaç, incelenen eser içerisinde belgelere dayanarak sonuca ulaşmaktır. Şurası da bir gerçektir ki, bu incelemeye etki eden, güçlendiren, destekleyici ve ikincil kaynak olarak nitelendirilebilecek olan olgular da bu incelemenin sonuçlarına dolaylı olarak etki etmektedir. Aytaç bu ikincil kaynakların metodu belirlediğini belirterek bunları şu ana başlıklar halinde sıralamaktadır :

Positivist İnceleme

Bu yöntemde edebiyat eserinin yazarın yaşam öyküsüne bağlı, onun yaşanmışlıklarının bir ürünü olduğu gerçeğinden hareketle hayat- eser ilişkilerini ortaya koymayı amaçlar. Baytekin’e göre yaşanılan ve tecrübe edilmiş olan gerçekler, tarihsel nedenler bu incelemeyi bilgi toplamaya, betimlemeye ve konuları sınıflandırmaya götürür.

Psikanalitik (Freud’cu) İnceleme

Ortaya konan eserin her şeyden önce yazarının bilinçaltı ve psikolojisi ile ilgili olduğundan hareket eden bu yöntem Freud’un öğretisini esere uygulamaya çalışır. Bu yöntem her zaman yazarın psikolojisine yönelmez, aynı zamanda eseri de çözümlemeye çalışır.

Marksist İnceleme

Bu incelemeye göre edebi eser yazarın hayat içinde dahil olduğu sınıfa ve yaşadığı üretim ilişkilerine dayanmaktadır. Eseri kaleme alan yazar toplumun bir ürünüdür. Dolayısıyla ortaya koyduğu eserde toplumun bir ürünü olarak nitelenebilir. Burada amaç topluma yönelik bir bakış açısı ile eserde değinilen toplumsal sorunlar, ekonomik ve sosyal nedenler, sosyal yapı ve sınıfsal olguların ortaya çıkarılmasıdır. Burada yazarın okuyucuya vermek istediği mesaj ve ideoloji de yadsınamayacak unsur olarak yer alır.

Feminist İnceleme 

Temelde Marxist inceleme yöntemine ters düşüyormuş gibi görünen bu yöntem, edebiyat eserinde cinslerin konumlarını inceleyerek, Marxist yöntemin bir çeşidi niteliğini taşımaktadır. Diğer yöntemde eserde ezilen toplumsal sınıfın yerini ezilen ve hor görülen kadın almaktadır. Özellikle bizim toplumumuzda gözlemlenen toplumsal olgulara bakıldığında- töre cinayetleri, erkek baskısı, kadın hakları- bu açıdan değerlendirilmeye örnek olgular olarak sıralanabilir.

Dilbilimsel İnceleme

Ele alınan eser ait olduğu dil sistemleri ve bağıntıları açısından incelenir. Çözümleyici ve öğretici niteliklere sahip olan bu yöntem, üslup ve tarz anlamına gelen stilistik önem taşır.

Hesaplaşmacı İnceleme

Var olan eserin, yazarın eserini başka metinlerle olan hesaplaşması sonucu ortaya çıkardığı savından hareketle eseri inceler. Burada amaç metinler arası ilişkileri aydınlatmaktır. Metnin bir başka metinden alıntı, anıştırma ve çalıntı şeklinde karşılaşılan varlığı, asıl metinle olan bağlantılar ve bunların tarz ve üslup açısından incelenmesi, metinler arası semantik ilişki vb. bu yöntemin alanına girer. İnceleme sırasında bu unsurlar tek tek ele alınabileceği gibi tümü de ele alınabilir.

Okura Yönelik İnceleme

Edebi eserin değerinin hitap ettiği okuyucu kitlesini etkileme gücüyle değerlendirilir. Burada önemli olan noktalar okuyucunun beklentilerinin karşılanıp karşılanmadığıdır. Bu beklentiler toplumsal, tarihsel olabilir. Burada asıl olan okuyucu pskolojisini ön plana alarak beklentilerini karşılamaktır.

Felsefeye Dayalı İnceleme

Bir felsefe ekolü benimsenerek eser üzeride bu ekolün yansımaları tespit edilmeye çalışılır. Dünya üzerinde yaşanan ve insanlığı derinden etkileyen I. ve II. Dünya savaşları nedeniyle eserlerde daha çok varoluşçu felsefenin etkili olduğu belirlenmiştir.

Tüm bu anlatılan yöntemlerin yanında edebi eseri kendi içerdiği özellikleri açısından inceleyen yöntemler vardır. Bu kuramları (yöntemleri) ise şu şekilde sıralamak mümkündür:

Metne Bağlı İnceleme

Edebi eserin bir metin olarak görülüp öz ve biçim bakımından ele alınmasıdır. Öz eserin içeriği anlattığı konudur. Biçim ise eserdeki nasıl’a yönelik sorunun cevabının bulunmasıdır. Buraya üslup araştırması da dâhil edilmektedir. Metnin anlatım biçimi, anlatım konumu, anlatım tutumu, anlatım açısı, sunuş tarzları ve anlatım teknikleri gibi noktalar tek tek ele alınarak incelenmesi gereken unsurlar olarak önem taşımaktadırlar.

Yapısalcı İnceleme

Bu tür incelemede esas kabul edilen unsur edebiyat eserinin kendisidir. Özne, nesne, gönderici, alıcı gibi dört öğe üzerine kurulu bir “birleşim” ve “ayrılım” dizgelerine dayalı olarak çalışan bu yöntem Aytaç’a göre edebi eserlere açıklık getirmekten uzak ve soyutlaşmayı ve muğlaklaşmayı ortaya çıkarmaktadır.

Alımlama Estetiği

Burada belirleyici olan öğe okuyucunun edebi eserden neyi nasıl algıladığıdır.

Çoğulcu İnceleme

Bu yöntem inceleyiciye ya da araştırmacıya anlatım rahatlığı sağlayan, onun tek bir yöntemin içine sıkışıp kalmaktan kurtarak eklektik, yani çoğulcu bir yaklaşımdır. . Burada bazen birden fazla yöntemin araştırmanın çerisine dahil edilmesi olağan olarak görülmektedir.


Edebi eserler arasında karşılaştırma yaparken onların tipolojik yapıdan, genetik açıdan, başka kültürlerden yapılan alılmamalar yönünden, oluşturuldukları dilden incelenecekleri dile yapılan çeviriler açısından ya da oluştukları dönem ve akımlar açısından değerlendirilmeleri de karşılaştırma yapılırken ele alınan önemli öğeler olarak araştırmacının karşısına çıkar.

2 Eylül 2020 Çarşamba

Tol Romanı – Özeti - Konusu

Tol Romanı – Özeti - Konusu


Tol, Murat Uyurkulak’ın romanıdır. Uyurkulak Türkiye tarihinin ihtilallere denk gelen dönemlerini Tol eserinde  postmodern bir yaklaşımla gözler önüne sermiştir.

Toplumsal ve siyasal yakın tarihimizin fantastik bir kurguyla ele alındığı Tol romanında, “Tol” Kürtçe “İsyan” anlamına gelmektedir. Tol bir intikam anlatısıdır.  Ayrıca “Tol” sözcüğündeki üç harf, kitabın üç ana bölümünün başlığıdır.

Dört kuşak ve dört kentin iç içe bir kurguda yer aldığı Tol, sıra dışının olağan fantezilerine ya da sıradanın olağandışı düşlerine konu olabilecek ilginç bir öyküdür. Kısacası Tol, 1950’lerden bu yana öldürülen, eziyet çektirilen, teslim alınan, böcekleştirilen tüm kayıp kuşak mensuplarının üzerinde anlaşabileceği fantastik bir anlatıdır.

Genel olarak kurguya bakacak olursak Tol, “Yıllar sonra ben nedense Yusuf’tum. Çok düşünüyor, düşünürken dalıp gidiyordum. Durmadan ne düşündüğümü sorup duruyorlardı bana. Birilerini, bir şeyleri, bir yerleri, diyordum ama yetinmiyorlardı. Aç köpekler gibi soruyorlardı: Kimi, neyi, nereyi? Borçlarımı desem inanmazlardı. Borçlu olmamı yadırgarlardı. Yıllardır aynı ayakkabıyı, aynı gömlekle ceketi giyiyordum. Çaycıya bi rkez çay ısmarlamamıştım, öğlen kazıntılarını simit kemirerek bastırmış, her mesafenin yayası olmuş, yaş günü partilerinin bir tekine bulaşmamıştım. Aynur’un memelerini desem hiç olmazdı. Aynur patronun yüksek lisanslı metresiydi. Ulaşılamayacak kadar pahalı memeleri vardı. Ben de ONU diyordum. O’nu, O olanı. O kimdir diye soracak olduklarında sizin ve benim tanımadığımız O, bir başka O, herkesin O’su diyordum. Gülüyorlardı tabi. Onların gözünde zararsız bir deliydim.” (Uyurkulak, 2003: 11-12) ifadelerin başlangıçta yer bulmasıyla farklılığını ortaya koyar.

Tol romanında anlatı kahramanı Yusuf, bir yayınevinde düzeltmen olarak çalışmaktadır. Aynı trende Diyarbakır’a yolculuk yaptığı Şair ise 60’lı yaşlarda biridir. Bu iki Diyarbakır yolcusu bir müddet sonra içki ve dumanın da etkisiyle geçmişe uzanırlar. Önce 1960’lı yıllar, sonra devrimcilik ve 1980 darbesi birbirlerine anlattıkları öykülerin fonunda durmaktadır. Mektuplardan ve anılardan anlatılan bu iki geçmiş yaşamda da siyasi ve sosyal bir Türkiye’nin yanı sıra kişilerin aşkları, çaresizlikleri, tükenmişlikleri verilir. Şair ve Yusuf farklı iki karakter olmalarına rağmen hiç bitmeyen bir kavganın erleri gibidirler. Onlar nesilden nesle ortaya çıkıp, Cumhuriyet tarihini benliklerinde birleştiren iki kahramandır.

Buna ek olarak Yusuf’un kayıp babası İhtiyar şairin elindeki kitapta yer alan hikâye ile metne katılır. Bu andan itibaren olaylar yitik bir devrimci olan Oğuz’un hayatına odaklanır ve yol boyunca mola verilen istasyonlarda ülkenin dört bir yanında patlayan bombaların, önemli şahsiyetlere düzenlenen suikastların haberleri yayılır.

Kendilerini o vakitler bir ihtimal olan devrime adayan birkaç kuşağın, Oğuz’un Canan’ın, Adnan, Şadi ve diğerlerinin İstanbul’un gecekondu mahallelerinde, Doğu’nun dağlarında, İsmail gibi işkencecilerin ellerinde sönüp giden hayatlarını, parçalanmış bir bilincin içerisinden yansıtan Uyurkulak, Tol romanında zaman zaman yaşanan şiddeti de olduğu gibi yansıtmaktan çekinmemiştir.

Tol, siyasî ve toplumsal olayları, onların mağduru kitlelerin perspektifinden aktarırken, mekân da doğal olarak yoksul mahallelerden, yetimhanelerden, bitirimlerin kol gezdiği meyhane ve randevu evlerinden seçilmiştir. Böylelikle o çok alışılan Beyoğlu manzaralarından ve küçük burjuvaların entelektüel sorunlarından uzaklaşılmış, arka mahalleye göz atılmıştır.
Beyaz Diş – Özet

Beyaz Diş – Özet


Beyaz Diş Jack London’ın romanıdır. Romanın kısa özeti aşağıda verilmiştir.

Beyaz Diş Romanında Mekân


Beyaz Diş romanı kuzey-batı Kanada’da geçmektedir.

Beyaz Diş Romanında Zaman


Beyaz Diş romanındaki zaman; Amerika’da altın arayıcılığının yoğun olduğu dönemlerdir.

Bakış Açısı


Beyaz Diş romanı üçüncü bir kişi tarafından, olayları yukarıdan gören birinin bakış açısı ile anlatılır.

Beyaz Diş Romanında Tema


Beyaz Diş romanında yer alan temalar; doğacılık, koşullara uyum sağlayan hayatta kalır ve romantizm’dir.

Doğacılık: Roman boyunca London doğacılığı ana tema olarak kullanmıştır. Romanda bu yaklaşım insan ve diğer yaratıkların, kendi kalıtsal özelliklerinin ve çevrelerinin kurbanı olması şeklinde karşımıza çıkar. Örneğin Güzel Smith, çirkin ve kötü olmasından dolayı suçlanamaz çünkü bu onun yaradılışıdır. Aynı şekilde Beyaz Diş kalıtsal ve çevresel etkilerden dolayı hırçındır.

Koşullara Uyum Sağlayan Hayatta Kalır: Jack London, kitaplarında sıkça ‘Doğal Seçki’ye yer vermiştir. Doğal Seçki’de türün sadece en güçlü, en çabuk uyum sağlayan ve en çarpıcı olan üyesinin hayatta kaldığı anlatılmaktadır. Bu tema Beyaz Diş’te de işlenmiştir. Beyaz Diş, roman boyunca koşullara uyum sağlamıştır. Gereğinde efendisine itaat etmiş, gereğinde diğer köpeklerle kavga etmiş ve diğerlerinden daha güçlü olduğu için galip gelerek her zaman hayatta kalan olabilmiştir. Ve en sonda da yine aile yaşantısına uyum sağlayarak hayatta kalmış, aile içinde bir yer edinebilmiştir.

Romantizm: Beşinci bölümde sevginin nasıl doğal içgüdüleri ve davranışları uysallaştırabileceği anlatılır. Beyaz Diş ile Weedon Scott arasındaki ilişki geliştikçe Beyaz Diş efendisine duyduğu sevgiden dolayı uysallaşıp, evcilleşir. Başta oldukça vahşi olarak tanıdığımız Beyaz Diş, romanın son bölümünde çocukların üstüne çıkmasına izin veren ve tavukları rahat bırakan bir köpek olarak karşımıza çıkar.

Beyaz Diş -  Karakterler


Beyaz Diş romanında belirgin karakterler; Beyaz Diş, Henry, Bill, Kiche, Tek Göz, Gri Beaver,  Lip-lip, Güzel Smith, Weeden- Scott, Collie, Yargıç Scot ve Jim Hall isimleridir.

Beyaz Diş: Kitabın ana karakteri olan köpektir. Beyaz Diş’in annesi yarı kurt yarı köpektir. Beyaz Diş, vahşi yaşamda doğar fakat annesi ile birlikte kızıl derililerin kampında yaşamaya başlayınca, köpek özellikleri daha ağır basar. Beyaz Diş oldukça güçlü ve çevik bir köpektir, insanlar ve diğer köpekler tarafından zalim ve katı tavırlara maruz kalınca gücünü ve çevikliğini olumsuz yönde kullanır ve hırçın bir köpek olur. Beyaz Diş değişme gösteren bir karakterdir ve romanın sonunda sevecen bir karaktere dönüşür.

Henry: Sadece ilk bölümde geçen bir karakterdir. İki kızak sürücüsünden birisidir. Şansı sayesinde hayatta kalmıştır.

Bill: Diğer kızak sürücüsüdür. Henry’den daha huysuzdur ve kurtlar tarafından yenerek ölmüştür.

Kiche: Beyaz Diş’in annesidir. Dişi kurt olarak da bilinir. Kıtlık sırasında Kızılderili kampından kaçmış bir yarı köpek, yarı kurttur.

Tek Göz: Beyaz Diş’in babasıdır. Tam bir kurttur.

Gri Beaver: Beyaz Diş’in ilk sahibidir. Çok sert bir adam olmasına rağmen Beyaz Diş ona sadakatle bağlıdır. Alkol bağımlısı olduktan sonra Beyaz Diş’i satar.

Lip-lip: Beyaz Diş ile Kızılderili kampında olan köpeklerden birisidir. Beyaz Diş ile devamlı kavga halindedir ve diğer köpekleri de Beyaz Diş’e karşı kışkırtır.

Güzel Smith: Hem fiziksel özellikleri, hem de ahlaki yapısı itibarıyla çirkin bir adamdır. Beyaz Diş’i kavga ettiren de Güzel Smith’dir.

Weeden- Scott: Beyaz Diş’in sevdiği efendisidir. Beyaz Diş’i kavgadan, Bulldog’tan kurtaran kişidir. Zamanla Beyaz Diş’in sevgisini ve güvenini kazanmıştır.

Collie: Çoban köpeğidir ve Beyaz Diş’e güvenmez ama daha sonra çift olurlar.

Yargıç Scot: Weedon Scot’ın babasıdır. Beyaz Diş’e geldiği günden beri ön yargı ile yaklaşmıştır ta ki Jim Hall’u yakalayıp, kendi hayatını kurtarana kadar.

Jim Hall: Hapishaneden kaçan bir suçludur. Yargıç Scot tarafından suçlu bulunup hapse atılmıştır ve Yargıç Scot’tan öcünü almak için gizlice eve girdiğinde Beyaz Diş tarafından saldırıya uğrar.

Beyaz Diş - Olay Örgüsü


Beyaz Diş romanındaki olay örgüsü kısaca şöyledir:

İki adam kuzeyde vahşi doğada ilerlemeye çalışırken yavaş yavaş köpeklerinin sayısı eksilmeye başlar. Köpekler dişi bir kurt tarafından kandırılıp kurt sürüsü tarafından yenmiştir. Köpeklerden ve kızakçılardan geriye sadece Henry ve iki köpek kalır. Kendilerini ateşten bir halka içine alarak diğer kurtlardan kendilerini başka bir kafile gelene kadar korumayı başararak hayatta kalmışlardır. Kurt sürüsü kıtlık çekmektedir ve bu yüzden sürü gruplara ayrılır. Dişi kurt bu sırada kendine bir eş bulur ve yavruları olur. Fakat yavrukurtlardan sadece bir tanesi hayatta kalır ve bu hayatta kalan yavru oldukça güçlü ve gözü pektir.


Dişi kurtta aslında yarı köpek kanı vardır ve daha önce Kızılderililerle birlikte yaşamış, kıtlık sırasında Kızılderili kampını terk etmiştir. Dişi kurt Kızılderili kampına yaklaşır ve eski sahibi tarafından tekrar yakalanır. Bu sırada beraberinde yavrusu da olduğu için yavru da yakalanır. Kısa bir süre sonra Dişi Kurt, başka bir kızılderiliye satılır ama yavrukurt Gri Beaver’da kalır. Böylece yavrukurt ile anne kurt ayrılmış olur. Yalnız kalan yavrukurt kamptaki diğer köpekler tarafından devamlı hırpalanır ve rahatsız edilir özellikle de Lip-lip adındaki bir köpek tarafından. Beyaz Diş yenile yenile zamanla yenmeyi öğrenir ve güçlü, hırçın bir köpek olur. Sahibi Gri Beaver, Yukon ırmağına gittiğinde viskiye alışır ve içki alabilmek için Beyaz Diş’i Güzel Smith’e satar. Güzel Smith, Beyaz Diş’i köpeklerle kavga ettirerek para kazanır. Ancak Bulldog ile yaptığı dövüşte Beyaz Diş ciddi yaralar alır ve yenilmek üzereyken Scott adlı bir adam tarafından kurtarılır. Scott, Beyaz Diş’e iyi davranır ve Beyaz Diş Scott’dan sevgiyi ve güveni öğrenir. Scott daha sonra Beyaz Diş’i California’ya götürür. Beyaz Diş burada aile içinde yaşamayı öğrenir ve bir akşam hapishaneden kaçmış bir suçludan Scott’ın babasını korur ve aile içinde daha fazla saygı görmeye başlar. Bundan böyle Beyaz Diş efendisinin sevgili köpeği olarak mutlu bir hayat sürer.

1 Eylül 2020 Salı

Martin Eden Romanı Özeti

Martin Eden Romanı Özeti


Martin Eden Romanı Mekân

Roman San Francisco- Amerika’da geçmektedir.

Martin Eden Romanı  Zaman

1900’lü yıllardır. Sosyalist ve cumhuriyetçi kavgalarının, sınıf farklılıklarının olduğu bir dönemdir.

 Martin Eden Romanı Bakış Açısı

Yazar kendi hayatını ve kendi dönemini üçüncü kişi ağzıyla anlatmaktadır.

Martin Eden Romanı Temalar


İyi Her Zaman Ortaya Çıkar: Martin Eden çok çalışıp nihayetinde eserlerini editörlere kabul ettirebilir ve hak ettiği ilgi ve başarıyı kazanır. Çalışan ve yeteri kadar iyi olan, sonunda hak ettiği başarıyı kazanacaktır.

Ekonomik Durumlara Göre Sınıf Farkları: Martin Eden yoksul bir gençtir ve zengin bir ailenin eğitimli, güzel kızı olan Ruth’a âşık olur. Karşılıklı olarak birbirlerini sevmelerine rağmen bir araya gelemezler. Bunun nedeni de Martin’in başka bir sosyal sınıfa ait olmasıdır. Martin’in yoksul olduğu dönemlerde ilişkilerine karşı çıkan aile, Martin zengin olduğunda onların bir araya gelmesi için gayret sarf eder.

İnsan Kendi Kendini Eğitebilir: Roman boyunca asıl işlenen temalardan biridir. Martin cahil ve kaba bir gençtir fakat kendisindeki eksikliği fark edince çok çalışarak eğitim seviyesini, davranışlarını bütünüyle değiştirmiştir. Ruth’lara ilk gittiğinde her şeye hayranlık duyarak bakıp, kaba hareketler sergileyen Martin, Ruth’a âşık olduktan sonra inanılmaz yoğun bir çaba ile kendini yetiştirmiş v sonunda gıpta ettiği o insanlardan çok daha üstün bir hale gelerek onların kendisine saygı duymasını sağlamış ve bu insanların hayranlığını kazanmıştır.

Martin Eden Romanı Karakterler


Martin Eden: Romanın ana kahramanıdır. Martin sevgiyi arayan, eleştiriye açık, kendini geliştirmek isteyen, hisli bir kişiliktir. Yazar, Martin Eden’da kendisini anlatmıştır. Eğitimsiz bir denizci olan Martin, zengin bir ailenin eğitimli kızına âşık olunca kendi kendini eğitir ve yazar olarak hayatını kazanır. Martin, bedenini aşırı derecede zorlayarak çok çalışmış ve sonunda istediği başarıyı           elde etmiş olmasına rağmen hayatı, beklentileri doğrultusunda değişmemiştir.
Ruth: Martin’in sevdiği kızdır. Zengin bir ailenin kızı olan Ruth, Martin’in kendini olumlu yönde geliştirmesine vesile olur fakat ailesinin etkisinde kalan Ruth’un Martin ile arası açılır. Ruth zarif, saf ama hırslı bir genç kızdır.
Brissenden: Zengin bir sosyalisttir. Enteresan ve gizemlidir. Martin’in yakın arkadaşıdır ve Martin için önemli bir kişidir.

Martin Eden Romanı Olay Örgüsü


Günlerini gemiler ve meyhanelerde geçiren Martin Eden, çok sık karıştığı çete kavgalarından birinde Arthur adlı zengin birinin hayatını kurtarır. Arthur bu iyilik karşısında Martin’i evlerine yemeğe çağırır ve burada Martin, Arthur'un Ruth adındaki edebiyat öğrencisi kız kardeşi ile tanışır. İlk tanışmalarında Martin yıllardır aradığı aşkın karşısında olduğuna inanır. Bu genç, kültürlü ve güzel kadını etkileyebilme yolunun bilgi, kültür ve sanattan geçtiğine karar verir. O anda büyük bir azimle çalışıp yazar olmaya karar verir ve kim bilir belki o zaman Ruth ile evlenebilecektir.

Romanda bir gemi işçisinin yediklerinden, akşam uykusundan, sosyal çevresinden ve en önemlisi içkisinden feragat ederek, sonu bilinmeyen bir maceraya atılması anlatılmaktadır. Jack London, Martin Eden’da kendi yaşam hikâyesinden kesitlere oldukça sık yer vermiştir. Ruth'a olan saf aşkını, sosyal olarak yabancı bulunduğu bir çevreye ve kendisini yoksulluğundan dolayı aşağılayan insanlara kabul ettirmeye çalışır. Ruth, onun edebiyata olan tutkusunu, çalışma azmini ve yeteneklerini bilmesine rağmen, ona inanmayıp, sürekli düzenli ve normal bir iş bulmasını önerir. Martin ilk başlarda, zenginliklerinin ve bilgilerinin başını döndürdüğü bu insanlara, sonradan, kendisini geliştirdikçe kuşku ile bakmaya ve aslında söylediklerinin, hayat anlayışlarının nasıl da çiğ ve özümsenmemiş olduğunu anlar. Herkes aslında olmadığı insanı oynamakta ve bilmediğini biliyor gibi görünmektedir. Gerçekte hiç kimsenin parasını ve mevcudunu korumak dışında bir idealinin olmadığını görür. Bu açıdan eskiden sanatın ve kültürün kaynağı gibi duran bu insanlar şimdi gözüne birer asalak gibi görünmekte ve onca imkânlarına, okullara, kitaplara, üniversitelere rağmen nasıl bu kadar cahil kaldıklarına şaşırmaktadır. Çevresi edebiyatı bilmeden diploma almış edebiyatçılarla, geometri bilmeyen mühendislerle, ekonomi bilmeyen siyasetçiler, biyoloji bilmeyen din adamları ile doludur. İşin garibi herkes aslında hiç haberdar olmadığı ve anlamadığı fikirler üzerinde tartışmakta, şuradan buradan duydukları klişeleri kullanmakta ve neredeyse bir moda halinde düşünmektedir. Martin doğal yeteneği ve hayatın içinde geliştirdiği algılama üstünlüğü sayesinde gerçek bilgiyi ayırt etmesini ve doğal seçkiyle evrimleştirdiği düşünce gücünü bu boş insanlara karşı kullanmayı öğrenir.

Bu süre zarfında gemi işçiliğini bırakarak yazarlıkla geçinmeyi dener. Yazdığı ve yeterince güzel olduğunu düşündüğü birçok eseri, yayımlanmadan geri gelir. Bu dönemlerde çok güç anlar yaşamış, aç kalmış, meteliğe muhtaç hallere düşmüştür. Martin tıpkı aydın geçinenler gibi edebiyattan hınçlarını almaya çalıştıklarına inandığı bir editör ve yayıncı tabakasının varlığını keşfeder. Bu insanlar adeta yerleşik yazar sınıfının değişmesi ve başka yazarların çıkmasına engel olmaktadır. Kendince bunun en büyük sebebini, bir zamanlar bütün bu editör ve yayıncıların yazar olmayı denemiş ve beceriksizlikleri ya da yeteneksizlikleri yüzünden başarılı olamayışlarına bağlar: Onların kompleks sahibi insanlar haline dönüşmüş olduklarını düşünmektedir. Yazılarını yayınlayan bir kaç yayınevi ya da dergi ona parasını göndermez. Martin'in hayatındaki zorluklar ve parasızlık yetmezmiş gibi bunlara bir de, inanmadığı halde kendisini, sosyalistmiş gibi gösteren basın eklenir.


En sonunda kendisini kabul ettiren Martin Eden, artık onların arasında olmaktan memnun olmaz ve çevresinden kendisini soyutlar hatta bir zamanlar çok sevdiği Ruth’u bile reddeder. Tek başına çıktığı bir gemi seyahatinde kendini Okyanusun sularına bırakarak intihar eder.

Featured

[Featured][recentbylabel2]

Featured

[Featured][recentbylabel2]
Notification
This is just an example, you can fill it later with your own note.
Done