Edebiyat Araştırmaları: edebiyat
Son Başlıklar
Loading...
edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Eylül 2020 Cumartesi

Suskunlar Romanının Tahlili


Suskunlar,  ihsan Oktay Anar’ın romanıdır.

Suskunlar romanında İstanbul’un Sultan II. Ahmet (1691-1695) saltanatından sonraki dönemlerinin işlendiği, musiki üstatları,  Mevlevî dervişleri, Müslim, gayrimüslim gibi tipler yer alır. Tağut’un ölümsüzlük vaadiyle onun her istediğini yerine getiren Cüce Efendi lâkaplı Pereveli Hacı İskender’in, İstanbul’da bulunan altı musiki üstadını öldürüp, yedinci ve son üstat olarak Bâtın Hazretleri’nin neyinden “Hayat Nefesini” dinleyerek sonsuz hayata ulaşma arzusu ve bu amacına ulaşmak için bir Mevlevî dervişi olan Eflâtun ve ağabeyi Dâvut ile girdiği mücadele ele  alınmaktadır.

Sultan II. Ahmet (1691-1695) saltanatından sonraki senelerde, İstanbul’da cereyan eden olaylar, ihtiyar bir bekçinin Yenikapı Mevlevîhânesi’nde etrafına mavi ışık veya nur saçan bir hayalet görmesi ile başlar.  Daha sonra aynı hayalet Gülâbî adındaki bir Kıptî tarafından Samatya yakınlarındaki Narlıkapı İskelesi’nde de görülünce şehirde yer yerinden oynar. (s. 14)

Kostantiniye’de herkes bu hayaleti ve surların dışında, ıssız bir yerde yaşamakta olan Kanunî Âsım’ın evinde boğazlanarak öldürülmesini konuşmaktadır. Oysaki bu haince cinayeti Galata’daki meçhul bir yerden nezih ve sessiz bir mahalle olan Sofuayyaş’a yeni taşınan meşhur vâiz Pereveli Hacı İskender Efendi işlemiştir. Bu zat aynı zamanda çembalo çalmaktadır.

Onun “duygudan çok hesaba ve cambazlığa dayanan” (s. 250) besteleri ile Âsım meyhanecilerin gözdesi olur. Bu sayede iyi para kazanan Kanunî Âsım, yaptığı besteler sayesinde meşhur olduğu kölesi Alessandro Perevelli ile bir anlaşma yapmıştır. Buna göre yapacağı besteler karşılığında bir âzatnâme yazıp imzalayacak ve ona özgürlüğünü verecektir
.
Böylelikle her ikisi için de altın bir dönem başlar. Âsım artık vezirlerin paşaların evinde çalarken, Alessandro ise haftada bir beste bağladıktan sonra hemen her gün Kostantiniye’yi kolaçan eder. Bu şehirde saygın ve nüfuzlu biri olmayı arzulayan cüce bunun için Sahhâflar Çarşısı’na dadanır ve birçok dinî eser satın alır.

Böylelikle fıkıh, tefsir, hadis gibi ilimlerde kendisini derinleştiren Perevelli, Kuran' ı da ezberler. Kısa süre sonra Yusuf Paşa Camisi’nde vaaz vermeye başlar.

Bu sırada Nevâ adındaki Galatalı bir güzele vurulan Kanunî Âsım, bunu dostu Alessandro Perevelli’ye anlatarak dert yanar. Derken günün birinde Âsım, ortağı ile birlikte Mısır Çarşısı civarındayken gördüğü Nevâ’yı cüceye gösterir ve o anda sabık efendisinin âşık olduğu güzele o da gönlünü kaptırır.

Âsım ise kendisine yüz vermeyen sevgilisi için bir saz semâîsi düzenlemektedir. Burada sevdiği için bestelediği mükemmel bir şarkıyı çalacaktır. Böyle bir şeye asla izin veremeyecek olan kıskanç âşık, bestesini sevdiğine sunmak için evden çıkmak üzere olan Âsım’ı öldürmeye kalkar ancak başaramaz. Âsım da ceza olarak cücenin sağ elinin işaret parmağını satırla keser. Ancak köle onu aynı gece öldürür.

Bunun üzerine kendisine ait bir iz bırakmadan oradan ayrılan Cüce Efendi yanına iki bin üç yüz ekü ile birlikte, “Âsım’ın Nevâ için tertip ettiği saz semâisinin ebced ile kaydedildiği kağıdı” (s. 255) da alır. Sevdiği kadın için Kostantiniye’den ayrılamayan muhteris âşık, geçici olarak Galata’da kimsenin kimseye karışmadığı bir yere taşınır. Oradan da Fatih Câmii cemaatinden tanıdığı bir kefil yoluyla sakin ve düzgün bir semt olan Sofuayyaş’ta bir eve yerleşir.

Fakat Galata’yı terk etmeden evvel Âsım’ın Nevâ için bestelediği saz semâisini bozmuş ve berbat etmiştir. Bestenin bulunduğu kâğıdın üzerine de domuz yağı sürerek Nevâ ile annesinin oturduğu evin kapısı altından atmıştır.

İşte Âsım’ın ruhu bu olaydan sonra ıstırap çekmeye başlar. Sık sık Balıkpazarı Kapısı’nı Arap Camii yoluna bağlayan sokakta oturan Nevâ ve annesini rahatsız etmektedir. (s. 70) Zavallı kadın da kızına sırılsıklam âşık olduğunu bildiği Veysel Efendi’nin oğlu, ûd ustası Dâvut’tan yardım isteyerek onları bu beladan kurtarmasını rica eder. Yaşlı kadın, Nevâ’nın aşkı için elinden gelen her şeyi yapacağını söyleyen Dâvut’a, kapı eşiğinde bulduğu domuz yağı kokan lanetli kâğıdı da bırakarak çeker gider.

Asım’ın hayaletinden habersiz olan Dâvut sormuş soruşturmuş, ancak bu saz semâisinde herhangi bir kusur bulamamıştır. Bu sırada “geleceğin olduğu kadar, geçmişin bilgisine de vâkıf, zehir gibi bir tarihçi” (s. 160) olan Yedikule Kâhini’nin kehaneti dillere destan olmuştur. Buna göre: Muhteşem Neyzen Bâtın Hazretleri Kostantiniye’de meçhul bir yerdedir. Bâtın’ın oğlu Zâhir de yine bu şehirde zuhur edecektir. Ayrıca Kostantiniye’de bulunan en derin, en bilge ve en usta yedi musikişinastan altısı elenecek ve içlerinden sadece birine Bâtın Hazretleri, kendi neyinden üflediği en mukaddes nağmeyi; yani “hayat veren nefesi” (s. 166) dinletecektir.

Kostantiniye bu haberle çalkalanırken bir taraftan da şehirde birbiri ardınca cinayetler işlenmeye başlamıştır. Ancak dikkat çekici olan ise öldürülenlerin hepsinin de aynen kehanette olduğu gibi birer musiki üstadı olmalarıdır.

Tağut bu cinayetleri kendisine ölümsüzlük vaat ettiği Cüce Efendi olarak bilinen Hacı İskender’e işlettirmiştir. Sırada Eflatun vardır. Hayat Nefesi’ni dinleyip ölümsüz olmak için sabırsızlanan Cüce Efendi, Eflâtun’u kardeşinin gözleri önünde göğsünden vurur. Bunun üzerine genç adam, İskender Efendi’nin üzerine atılacağı sırada canavar bir köpek ona saldırır. Aç köpekle girdiği mücadeleden kurtulan Dâvut, cücenin elinden aldığı bıçağı onun boynuna sokarak öldürür. (s. 263)

Zorlukla nefes alan kardeşini kollarının arasına alan genç adam o sırada Muhteşem Neyzen Bâtın Hazretleri’nin varlığını hisseder. Dönüp bakmaya korkan Dâvut, bir köşeye gidip “secde eder gibi çöküp iki eliyle kulaklarını sımsıkı tıka(r).” (s. 264) Bir süre sonra dönüp baktığında can çekişen kardeşini sapasağlam bir biçimde görür. Bâtın Hazretleri, yedinci ve son musiki üstadı olan kardeşi Eflâtun’a Hayat Nefesi üflemiş ve onu ölümsüz kılmıştır.

Tüm olacakları daha önce haber veren Yedikule Kâhini görebilen tek gözüyle kehânet aynasına bakar ve içinde ikinci hakikati gizleyen bu aynada Tağut’u görür. “Kişioğluna açtığı savaşta bir kez daha hezimete uğrayan bu varlık, öfkeden köpürüp kudurarak kapkara bir aleve dönüş(ür) ve karanlıklar arasında kaybolup gi(der).” (s. 266) Ayrıca kâhin aynada, Âsım’ın bestesindeki hatayı bulan Dâvut’u bir gece yarısı elinde ûdu olduğu halde, Nevâ ile annesinin oturduğu evin karşısında, o harikulade musikiyi cân-ı cânânına dinletirken görür. Bu Araban eseri çalan Dâvut ile kapının önüne çıkan Nevâ, gökyüzünde bir ışık fark eder. Bu gördükleri Âsım’ın hayaletidir. “Ruhu huzur içinde göklere yükselip yıldızlar arasında kaybol(ur).” (s. 268)

Kâhin görebilen tek gözüyle Eflâtun’un, seneler sonra dergâhtaki Suskunlar Hazîresi’ne defnedildiğini görür. Tek gözlü yaşlı kâhin son olarak aynada “uzun boylu, çekik gözlü” (s. 268) bir adam görür. Hakikati gören kâhin böylece ikinci gözünü de kaybeder ve Suskunlar arasına karışır.

Suskunlar romanında postmodern yaklaşım yönüyle dikkati çeken birçok unsur vardır. Bunlardan ilki üstkurmacadır. Bu anlamda eserin genelinde anlatım yönüyle varlığını hissettiren yazar, Suskunlar’ın sonunda ortaya çıkmaktadır. “Kâhin, görebilen tek gözüyle aynaya baktı ve uzun boylu, çekik gözlü o adamı gördü.” (s. 268) cümlesindeki “uzun boylu ve çekik gözlü” olarak tarif edilen kişi bizzat yazarın kendisidir. Anar bu tavrı ile kendisini kurmaca dünyanın etkin bir figürü haline getirmiş, aynı zamanda da postmodernist söylemle paralel olarak kurgu ile gerçek arasındaki ilişkiyi sorunsallaştırmıştır.

 Suskunlar romanındaki fantastik ortam ve reel kaybı metnin tamamında yoğun bir şekilde vardır. Upir (s. 41), gûlyabanî, karakoncolos (s. 11-12) ve hayaletler (s. 13), “yatırlarından kalkan mübârek evliyâlar, lahitlerini terk eden lânetli ölüler ve nâmübârek yaratıklar” (s. 12), “ifritler ve kızıl cehennem ölüleri” (s. 41), periler ve cadılar (s. 150), Zâhir’in söylediği şarkıları dinleyen ölümcül hastaların şifa bulması ve eline aldığı bir ekmeği taşa çevirmesi (s. 173-174), Tağut’un içinde bir yılanın bulunması (s. 187), can çekişen Eflâtun’un Hayat Nefesi ile birlikte sapasağlam bir şekilde ayağa kalkması (s. 264) ve Yedikule Kâhini’nin kehânet aynasında geleceği görebilmesi (s. 266-268) dikkat çekici bazı fantastik kişi ve olaylardır.

Suskunlar, tarihî, dinî ve felsefi yönüyle de oldukça zengindir. Zira yazar Suskunlar’da musiki, felsefe, dinler tarihi ve hadis gibi disiplinlerden yoğun bir biçimde istifade ederken Kur‘ân, Tevrat ve Incil’den pek çok ayeti doğrudan ya da sezdirme yoluyla metnine katmıştır.

Bunlardan en dikkat çekici olanı, sanatçının eserin başında epigraf olarak kullandığı Mevlâna’nın Mesnevî’sinde geçen “Kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür.” (s. 7) ibaresidir. “Ben sizin bilmediklerinizi de bilirim.” (s. 165) ifadesi ile Kur‘ân’daki “Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim.” (Bakara, 30) cümlesini anımsatmaktadır. Ayrıca “Hakk Teâlâ, Nisâ sûresinin yüz on yedinci âyet-i kerîmesinde ne buyuruyor. Bu âyetin meâl-i âlîsine göre, Allah’ın gösterdiği doğru yol dışında başka bir yolu belleyen kişi cehennemliktir. “ (s. 177) ifadesini de bu teknik kapsamında düşünebiliriz.

Bununla birlikte “Mâdem ki mübarek birisini taşı ekmek yap da görelim” (s. 174) cümlesi, İncil’deki “O zaman Ayartıcı yaklaşıp ‘Tanrı’nın oğluysan söyle şu taşlara ekmek olsun” (Karaca, 2008: 105) ifadesini anımsatmaktadır. Dolayısı ile burada da sezdirme yolu ile montaj yapıldığını söyleyebiliriz. Ayrıca eserdeki “Sultân-ı Enbiyâ Efendimiz, ‘Ümmetinden bazı kişilerin şüphesiz, içkiyi adını değiştirerek içeceklerini, başları üzerinde çalgı âletleri çalınacağını, şarkıcı kadınların şarkı söyleyeceklerini, Allah’ın da onları yerin dibine batıracağını...’ söylemişti.” (s. 179) ifadelerinden kastedilen hadis şudur:
“Ümmetimden birtakım topluluklar türeyeceklerdir ki
bunlar zinayı, ipeği, içkiyi ve çalgı aletlerini helâl sayacaklardır.
Yine birtakım topluluklar dağın kenarına konaklayacaklar. Sabahlan çoban yanlarına sürülerini getirir bu sırada ihtiyacından dolayı kendilerine bir fakir gelir de onlar: ‘Yarın gel!’ derler. Ama Allah o gece dağı onların üzerine geçirip yok eder. Diğerlerini de kıyamete kadar maymunlara ve domuzlara çevirir.”

Görüldüğü üzere burada da sezdirme yoluyla montaj tekniği kullanılmıştır. Bununla birlikte Şeyh İbrahim Efendi’nin Dâvut’a yazdığı mektubu da bu kapsamda değerlendirebiliriz. (s. 240-243)

Suskunlar romanında  parodi unsurları da postmodern yaklaşımın en önemli kullanım alanlarındandır. Örneğin, Zâhir Çemberlitaş Hamamı’nda Tellâk Yahya tarafından bir güzel yıkanır. Bu esnada her nasılsa içeri giren bir güvercinin kanat sesleri duyulur. (s. 167-168) Bu durum İncil’de şu şekilde aktarılmaktadır:

“O günlerde Celile’nin Nasıra Kenti’nden çıkıp gelen İsa, Yahya tarafından Şeria Irmağı’nda vaftiz edildi. Tam sudan çıkarken, göklerin yarıldığını ve Ruh’un güvercin gibi üzerine indiğini gördü.

Görüldüğü üzere burada Zâhir ile Hz. İsa arasında parodik bir ilişki söz konusudur. Ayrıca Zâhir’in ardından “ûd, kanûn, kemençe, def, rebâb, tömbek, tambur, kudüm, çeng, bendir, miskal ve santur çalan on iki kişi” (s. 175) gitmektedir. Bu on iki musikişinas Hz. İsa’nın on iki havarisini karşılamaktadır.

Suskunlar romanında tarihi ve dini bir olay parodik bir düzleme taşınmıştır.  Hz. İsa son yemeğinde on iki havarisi ile birlikteyken “Size doğrusunu söyleyeyim, sizden biri bana ihanet edecek” der, ardından da önündeki ekmeği bölüp öğrencilerine verirken; “Alın yiyin, bu benim bedenimdir” der, sonra bir kâse alarak; “Hepiniz bundan için, çünkü bu benim kanımdır...” der. Suskunlar’da ise Zâhir ve öğrencileri sofraya otururlar. Daha sonra Zâhir öğrencilerine Hz. İsa gibi “Beni iyi dinleyin. (...) Şu kanarya nasıl şakıyorsa, sizlerden biri de onun gibi ötüp beni gammazlayacak!” (s. 231) der. Bu sırada rakısını maşrapaya dolduran Zâhir, önündeki kavunu öğrencilerine bölüştürür ve “Alın bu kavunu yiyin! O benim etimdir! Rakıyı da için! O benim kanımdır!” (s.232) der. Dolayısı ile yazar bu gibi tarihî ve dinî bir olayı parodik bir düzleme taşıyarak eseri metinlerarası ilişki yönüyle sıkı bir biçimde örmüştür, diyebiliriz.


Benim Adım Kırmızı Romanının Tahlili


Benim Adım Kırmızı romanı tarihi roman, cinayet romanı ve aşk romanı olarak değerlendirilebilecek çok yönlü bir romandır. Romanın yazılış amacı nakkaşların kaderini, yüzlerce yıl bir işe emek verdikten sonra, bugün tamamen unutulmalarını anlatmaktır. Yazar Doğu ile Batı arasında köprü kurmak ister. Doğu sanatını Batılı yazım tekniklerini kullanarak sunmuştur.
Benim Adım Kırmızı romanı boyunca uzun uzadıya Batılı ressamlarla Osmanlı nakkaşları karşılaştırılır. Resmin İslamiyet çerçevesinde incelenmesi ve değerlendirilmesi de söz konusudur. Aynı zamanda nakkaşlıktaki tekrarlar, esere de yansıtılır. Romanın anlatımında da tekrarları sıkça görürüz.
Benim Adım Kırmızı romanında nakkaşlıkta yaşanan hafızadan resmetme ve körlük tasavvufi bir temele dayanır çünkü eserde anlatıldığı üzere Üstad Osman saraydaki resimlere baktıktan sonra ünlü nakkaş Behzat’ın kullandığı iğne ile kendini kör eder. Bir başka nokta da nakkaşların üslup ve bireysel ifadeyi reddetmeleri Müslümanlığın sanatçılar üzerinde kurduğu bir baskının sonucudur. Bu da romanda her noktada ifade edilir. Doğu- Batı çatışması ve Doğu-Batı sentezi çatışmaların başında görülür. Enişte Bey Doğu Batı sentezini savunurken Enişte’nin kızı, Kara’nın karısı Şeküre’ye göre resim sanatındaki Doğu Batı çatışması çözülmemiştir.

Üstkurmaca ve Postmodern Çerçeve


Benim Adım Kırmızı romanında üst kurmaca roman yapısı kullanılır. (Üst kurmaca metnin hakkında açıklamalar içeren kurmacadır.)Roman içinde roman kişileri romanın yazılışına dair açıklamalarda bulunurlar. Aynı zamanda Benim Adım Kırmızı eserinde üst kurmacanın iki temel noktası, parodi ve yalan söyleme eser içinde alenen gösterilir. Roman hem kişilerin hem de at, köpek, kalp para, Şeytan ve hatta kırmızı rengi gibi nesne ve kavramların öyküyü değişik açılardan ele aldığı pek çok “birinci tekil şahıs anlatıcı” tarafından aktarılır. “Ben Ölüyüm”, “Benim Adım Kara”, “Ben Köpek” gibi bölüm başlıkları her bölümün bir meddah tarafından seslendirildiği havasını yaratır. Yalanlara değinilecek olursa Şeküre okura çöpçatan Ester’in getirdiği mektubu ikinci kez okumadığını söylediğinde aslında okuru yanılttığını itiraf eder. Ayrıca roman katilin kimliğinin açığa çıkarılmasını sürekli geciktirerek cinayet romanındaki kuşku unsurunu da kullanır. Böylece okura bir anlamda oyun oynanır.


            Benim Adım Kırmızı realist ve modernist anlatılardan uzakta zaten gerçeğin varsa da pek önemsenmediği bir yerden romanı yazan postmodernist anlatıya örnektir. Roman boyunca tek bir doğruya rastlanılmaz ya da sonunda belli bir hakikatin baskınlığı yoktur. Zaten anlatıcının amacı bu olmamakla birlikte olayların gidişatı her anlatıcı da farklı bir boyuta taşınır. Ayrıca postmodernistlerin sıkça kullandığı muhatabına kurmaca olduğunu ifade etmesi romanı anlama açısından önemlidir. Sekizinci bölümdeki Ester’in “Sizlerle de öyle fazla tanışmıyoruz. Açıkçası, birden bir utanma sıkılma geldi üzerime. Mektubu nasıl okudum size söylemeyeceğim.” demesi doğrudan okuyucuya hitaptan bir örnektir. (s.49) Ester’in Şeküre’ye gelen mektupların içeriğini açıkça gösterdiği bu ve benzeri bölümlerde “siz” denilerek muhataba gönderme yapılmıştır. Bu kullanım, Ahmet Mithat’ın okuyucusuna siz diye seslenmesi ile karıştırılmamalıdır çünkü Mithat okuyucusuna otoriter bir bakışla bir şeyler öğretmek adına hem olayları hem de karakterleri baskılar ancak bu romanda her anlatıcı kendi bakışından gördüklerini okuyucu ile temasa geçerek anlatır.


Çok Seslilik



        Benim Adım Kırmızı romanında yirmi bir tane anlatıcı bulunur ve her biri birinci tekil şahıs olarak kendi gözlerinden romanın gidişatına dair bilgiler verir. Kara, enişte, Şeküre ve katil bu anlatıcılardan bir kısmıdır ancak farklılığa yol açan diğer anlatıcı türleri ise cansız nesnelerin konuşması, ölüm, kırmızı ve paranın dahi kendi bakış açılarından olayları yorumlamasıdır. Ayrıca her bir anlatıcı bir öncekinden farklı bir hikaye anlatarak bir anlamda diğer karakterin de onun içinden çıkmasını sağlar. Birbirlerine eklemlenerek ilerleyen anlatı da dikkat çekici unsur ise nesneleri konuşturan ara-üst anlatıcı bazında meddahvari bir anlatıcının bulunmasıdır. Bunun yanı sıra Şeküre romanın sonunda anlatıcının Orhan olduğunu dile getirir. O halde Orhan tüm anlatıcıların üstünde ve meddah nasıl resimleri konuşturuyorsa Orhan’da meddahı konuşturur. Ancak üst anlatıcı kimliğindeki Orhan’ın varlığı otoriter bir ses olarak hissedilmez. Diğer bir nokta ise Şeküre’nin “Her zaman asabi, huysuz ve mutsuzdur ve sevmediklerine haksızlık etmekten çekinmez. Bu yüzden Kara’yı olduğundan şaşkın, hayatlarımızı olduğundan zor, Şevket’i kötü ve beni olduğumdan güzel ve edepsiz anlatmışsa sakın inanmayın Orhan’a. Çünkü hikayesi güzel olsun da inanalım diye kıvırmayacağı yalan yoktur.” diyerek Orhan’ı güvenilmez bir anlatıcıya çevirmesiyle onu Hayri İrdal’ın anlatım tekniğine yaklaştırır.  Bütün bunlardan yola çıkarak Benim Adım Kırmızı’yı yazarın sesine yakın ve baskın bir anlatıcı olmamasıyla “Bakhtin’in diyalojik roman tanımında olduğu gibi karşıtlıklar bir hiyerarşi olmadan bir arada yer almakta, farklı eğilim ve düşünceler birbiriyle çatışsa da bir diyaloğa girebilmektedir.

   İroni

          Benim Adım Kırmızı  baştan başa ironi temelli kurulmamış sadece dil kullanımında birkaç ironiye değinilebilir. Şeküre’nin konuşmaları 16. yüzyılda bir ev kadınına göre oldukça iyi eğitim gerektirecek niteliktedir. Örneğin 32.bölümde Şeküre boşanmaları ile ilgili “Şimdi eğer benim durumuma dürüstçe tanıklık edecek iki adam bulup, onlara hemen biraz para verip, birlikte Üsküdar’a geçip, kadıyı ayarlayıp, beni boşatmak için yerini naibinin almasını sağlayıp, bu şahitlerle beni boşatır(…)” diye başlayıp on altı satır süren bu konuşma 16. yüzyıl çevresinde formal bir eğitim almamış Şeküre için oldukça kalbur üstü bir konuşmadır. Bu ironi ise konuşma ile kişi arasındaki uygunsuzluktan doğan sözel ironidir.

 Zaman  ve Mekan Kullanımı



       Benim Adım Kırmızı romanında anlatı zamanı dokuz günlük bir süreci kapsar. Zarif Efendi öldürüldükten sonra Kara’nın olayları çözümleyecek bir dedektif edası ile romana girmesi ve sonunda Zeytin’in katil olduğunun ortaya çıkmasına kadar kısa bir süre geçmesine rağmen roman oldukça hacimlidir. Zaman, çizgisel bir şekilde ilerlese de anlatıcıdan anlatıcıya geçildiğinde olaylarda ya geriye ya da ileriye gidilmiştir. Örneğin Kara- Ester- Şeküre üçlüsü arasında Şeküre’nin Kara’ya yazdığı mektubun bahsi geçtiğinde, Kara mektubu alır ve nar ağacının yanına gider. Ester’e geçildiğinde akşamüstü olmuştur, yani Kara ve Şeküre pencereden bakıştıklarından sonra belli bir zaman geçmiştir ancak Ester mektubu Kara’ya vermesine rağmen daha yeni aktarmıştır okuyucuya mektubu. Şeküre’ye geldiğimizde ise neden Kara oradan geçerken pencereye çıktığına dair kendini sorguladığını görürüz. Kısa bir anı içeren nar ağacının oradaki bakışma üç anlatıcı tarafından kendi anlatılarını yazma süreçleri içinde zamanı kıran bir anlatıya dönüşmüştür. Çoklu anlatıcı olması zaten bu romanı zaman dizinsel olmaktan çıkarmış ve “şimdi”nin, anında aktarmanın belirgin bir şekilde öne çıktığı postmodern romanlarda zaman klasik ve modern tarzdaki romanlara oranla önemsizleştirilmiştir, romanda vak’a zamanı, anlatma zamanı ve okunma zamanı “şimdi” de birleşmiştir”. Padişah tarafından katilin yakalanması için verilen üç günlük mühlet zarfında bile Üstat Osman’ın ana odaklanması ve Enderun hazinelerine ilk ve son kez girmenin verdiği hazla eskiden çizilmiş nakışlara odaklanması bunu gösterir. En sonunda ise her büyük nakkaşın körlük seviyesine gelmek için uğraştığı gibi Üstat Osman’da bile isteye hazinedeki çok değerli Üstat Behzat’ın iğnesiyle kör eder kendisini ve kendi şimdisini yaşar.


Benim Adım Kırmızı  romanında mekan meselesi de  “çoklu mekan algısı” ile açıklanabilir. Anlatıcılar değiştikçe onların gördükleri doğrultusunda sanki kamera dolaşıyormuşçasına mekanlarda değişir. Şeküre evden bakarken erkek karakter Kara daha kamusal alanlara girebilir Üsküdar gibi, hazine odası gibi.  Benim Adım Kırmızı’nın mekanları daha çok anlatıcın perspektifi doğrultusunda değişen mekanlardır.


Eleştiri




Benim Adım Kırmızı romanında edebiyat, estetik ve sanat zemininde bir eleştiri ile karşı karşıya kalırız ancak tartışmanın vardığı noktada herhangi bir çözüm önerisi ya da bir diğerine değilleme söz konusu değildir. Benim Adım Kırmızı muğlaklık üzerine kurulu bir çatışmalar romanı olduğunu gösterirken tüm bunları bir Osmanlı-Türk modernleşmesi alegorisi olarak alabileceğimizi söyler. Olayların çoğunun anakronik bir bakışla çizilmesinin yanında Orhan Pamuk’un olayları “Batılı” eğitim süzgecinden geçerek “oryantalist gözlerle” anlatması da dikkat çekicidir. Dikkat çekici bir nokta ne tam olarak batıyı anlatma ne de doğuyu anlatmaktır. Sentez ise romanda üzerinde durulmayan durulsa bile –kitabın iki üsluptan da izler taşıması ancak bitirilememesi- etkili olmayan bir yöntemdir. O yüzden olaylara bakış nesnel bir eleştiri amacı gütmez. Arada kalmışlığın ve bir yere ait olamamanın verdiği sancı ise Frenk usulünü isteyen ve geleneğin yanındaki nakkaşlardan hiç birinin istediği anlamda başarıya ulaşamamış olmalarında kendisini gösterir. Padişahın isteği ile başlatılan kitap büyük hayallere rağmen bitirilemez. Zarif Efendi yaptıkları resim ve süslemelerin kafirlik olduğu inancına kapıldığından Enişte ise Kara’ya verdiği kitabı bitirme emri ile diğer nakkaşları göz ardı ettiğinden ve gerçekten kafirlik yapılıp yapılmadığını kanıtlayacak olan son resmi göstermediğinden öldürülür. Bu bağlamda anlatı dünyasında tek bir doğrudan bahsedilmez.
Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim

Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim

Nazım Hikmet’in bu eseri ilk kez 1963’te Sovyetler Birliği’nde Romantika adıyla Rusça “Znamya” Dergisi’nde; 1964’te Fransa’da Fransızca olarak Romantika adıyla ve 1965’te Varna Devlet Yaymları’nca Bulgarca Romantika adıyla yayımlanmıştır. Söz konusu bu roman, 1966 ve 1972 de Sofya’da tüm eserlerinin 7. cildi olarak yayımlanmış; 1966 ve 1967 yıllarında Türkiye’de de Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim adıyla, İlk Gün yayınlarınca iki kez basım yapmıştır. 1970 ve 1976’da da Habora Yayınları tarafından, 1976 da Günce Yayınları tarafından, 1977 de Özgün Yayınları tarafından yayımlanmış ve yeni basımları 1990 dan sonra Adam Yayınlarınca yürütülmektedir.

Romanın Özeti: Romanda ilk olarak Ahmet tiplemesi ile karşılaşırız. Ahmet iş bulmak amacı ile İzmir’e Cemile teyzesinin ve eniştesinin yanma gider ve onlardan yardım ister. Ancak eniştesi emniyet birimlerinin yakın takibinde olduğu Ahmet’e yardım etmez. Umutsuzca oradan da ayrılan Ahmet, şehrin varoşlarında yaşayan bir arkadaşına İsmail’e sığınır ve onunla birlikte yaşamaya başlar. Bir süre sonra sokakta bir köpek tarafından ısırılır ve kuduz olacağı endişesini yaşamaya başlar. Beklemektedir    Kırk bir gün içinde kudurabileceğini hesaplayan Ahmet, her gün kapıya bir çizik atmaktadır. Bu kulübede Moskova’da geçirdiği günleri hatırına getirmekte aşık olduğu Anuşka’yı Anuşka’ya aşık olan Sİ-YA-U ‘yu Kerim’i, Lenin’in ölüsünün başında tuttuğu nöbeti hatırlamaktadır.


Romandan alman bir alıntı şöyledir:"... Lenin ’in abımı görüyorum. İnsan seli dört koldan, ila kol bir yandan, ikisi öbür yandan, ardsız arasız akıyor. Çoğu ağlamıyor artık. Lenin’in hizasına gelenler, yanından geçenleri gözleri bağlı yürüyorlarmış da birdenbire bir yere çarpmışlar gibi irkilip duruyor ve bir sonra arkadakilerin temassız bakışlarıyla ilerliyor ve salondan çıkana kadar artık görmeleri mümkün olmadığı halde başlarını çevirip arkaya bakıyor... ”


Hapishanede işkence gören ve aklını yitiren daha sonra veremden ölecek olan arkadaşı Kerim ile İstanbul’da köprü üzerinde gazete sattıkları anıları aklına gelir. Ahmet bir an tereddüt eder ve sesi çıkmaz. Kerim utanıp utanmadığını sorar. Ahmet utandığını kabul eder. Kerim: “Paşazadesin oğlum Paşazade” der ve başlar avazı çıktığı kadar bağırarak gazeteyi satmaya, ancak oralı olan yoktur. Ahmet: “gözüm elimdeki gazetenin üstündeki satıra ilişti: der. “Bütün dünya işçileri birleşiniz!” gazete, gazete” diyerek bağırırlar. O gün Ahmet 45, Kerim ise 225 tane gazete satarlar.


Ahmet hapishane arkadaşı Osman Bey’in kız kardeşi ile evlenir. Bir evlatlıkları bir de ikisine ait bir kız çocukları olur. Roman boyunca Nazım bir İsmail bir Ahmet kişileştirmeleri ile karşımıza çıkar. Evliliğin ardından donanma davaları ve acı dolu uzun hapis yılları başlamıştır.


Ahmet bu küçük kulübede hem bunları hatırına getirmekte hem de hastalanmaktadır. Kuduz olduğunu sanmaktadır. Böyle bir durumda kendisini vurması için silah verir. Ateşlenir, üşür, titrer, uykusu kaçar ve hep hatırlar: Anuşka’yı nasıl sevdiğini; beraber geçirdikleri günleri, nasıl zor ayrıldığını...


"... Tuttum ak parmaklı, tombulca elini. Ayrılık birbirine yapışmış cmıçlarımızın içinde, ama Anuşka bunu bilmiyor. Anuşka ’'ya bakıp bu alın bu saçları bu ağzı bu burnu bu gözleri bilemedin yirmi gün sonra bir daha görmeyeceğim. Öleceğiz birbirimiz için o an... ”


Kırkıncı çizginin üzerine Ahmet büyük bir çizgi çizer, kalkar toparlanır, giyinir, İsmail’e sarılır, kılığını yüzünü değiştirir ve dışarı çıkar. Romanın bitiminde Nazım roman boyunca tüm kahramanlarım “konuklarım” başlığı ile bir araya getirir.


“ ...konuklarım kocalmamış. Onları son gördüğümde kaç yaşında bırakmışsam o yaştalar. SÎ-YA-U sevdalı Anıışka'ya. Ahmet yine kıskanıyor SÎ-YA-U yu ... ”
Bir şiir okur Ahmet konuklarının ısrarı ile:
“Emekçiyim, sevdayım tepeden tırnağa,
Sevda: görmek düşünmek anlamak Sevda: doğan çocuk yürüyen aydınlık Sevda:salıncak kurmak yıldızlara Sevda: dökmek çeliği kan ter içinde
Emekçiyim, sevdayım tepeden tırnağa, ”
Anuşka’ya ve Manisa’ya şiiri Rusça’ya çevirir; eşi Neriman kocasının sözünü tekrarlar :

“ Yaşamak güzel şey be kardeşim. ”

4 Eylül 2020 Cuma

Postmodernizm Nedir? Özellikleri Nelerdir?

Postmodernizm Nedir? Özellikleri Nelerdir?

‘’Postmodern roman nedir? Postmodernizm ne demektir? Postmodernizm nasıl ortaya çıktı? Postmodernizmin özellikleri nelerdir?’’

Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren adından sıkça söz ettiren bir akımdır postodernizm. Dünya yeni bir bakış açısı etkisindedir. Postmodernizmin etkisini ne kadar sürdüreceği bilinmez ama felsefe, edebiyat, mimari, sosyoloji gibi alanlarda varlığını hissettirdiği bir gerçektir.

Postmodernizmin birçok sanat ve yaşam alanında etkili olduğunu söylenilse de bu içerikte daha çok postmodernizmin edebiyat alanındaki etkilerinden söz edilmiştir. Postmodernizmin tanımı, Modern roman ile postmodern roman arasındaki farklar, postmodernizmin özellikleri ve ilkeleri, gerçeklik anlayışı, modernizmin eleştirisi gibi konular hakkında bilgi verilmiştir.  


POSTMODERNİZM TANIMI, KÖKENİ, İLK ORTAYA ÇIKIŞI, DÖNEMİ


Postmodernizm Tanımı


Son yüzyılın, üzerinde en çok tartışılan konularından biri olan postmodernizm, bugüne kadar hiçbir düşünce mekanizmasının olmadığı kadar kaygan bir zeminde durmaktadır. Kendini “tanımsız” olarak ifade etmesi de onu anlamlandırmayı güçleştirmektedir

Kelime anlamı olarak “post” ön eki Batı dillerinde “ötesi”, “sonrası”, anlamına gelmektedir. Buna bağlı olarak bu ek, modernden sonra gelen, onun teorik ve kültürel pratiklerini olumsuzlayan, bu kültüre ait “temel kavram ve perspektifleri sorunsallaştıran ve hatta bunları yadsıyan  bir tutum içerisinde gözükmektedir.

Bu kural koyucu tanımlamayla “post” ön eki kendisini öncelemiş olandan aktif bir kopuşu gösterir. Bu, âdeta modernin terk edilişi ve kırılışıdır.  Öbür yandan postmodern terimindeki “post”, aynı zamanda “eklenti, ilave, ekleme gibi anlamlara da gelerek, takip ettiği şeye bağımlılığı, onunla sürekliliği gösterir. Bu da bazı eleştirmenlerin postmoderni, yalnızca modernin şiddetlenmesi ve modernliğin içerisinde bir gelişme olarak adlandırmasına sebep olmaktadır.

Bu adlandırmalarla beraber, terimleşmiş haliyle postmodemizm, modernin bitişi, modernden sonra doğmuş ve onun eksikliklerini giderecek bir devam, modernin bir parçası veya anti-modernizm  anlamlarıyla kullanılmaktadır.

Postmodernizmin ne olduğu konusunda şu yargılara varmak mümkündür:

Postmodernizm, modernist dünyayı sorgulayan ve onun sıralayıcı, sınıflandırıcı yaklaşımının yerine ortak kültürler koymaya çalışarak,  aksaklıklarının giderilmesine çalışan bir yöntemdir.

Postmodernizm, sanatta bir kültür olgusu, bir söylem ve durumdur. Ontolojik kuşkunun insan hayatındaki yerini, sanat eserinde çeşitli yöntemlerle - parodi, pastiş, gülünç dönüştürüm vb.- sergiler.

Postmodernizm, geç kapitalizmin dünya genelinde, insanları tüketime yönelterek, ruhtan maddeye indirgemek istediği tarihsel bir dönemdir. Zaman zaman bu sistem “anything goes” (her şey gider) formülüyle ilkesiz, her şeyin maddesel çıkar sağlamak amacıyla kullanıldığı bir eğilime çanak tutsa da bu evrenin verileri doğru okunabilirse, Ortaçağ’a özgü, katı dinciliğin yerini daha kuşatıcı olan mistisizm alacaktır.

Postmodernizm, mutlak doğruların yer almadığı bir ortamdır. Burada hiçbir yaklaşım/düşünce/grup aşağılanmadan önemli olanlarla yan yana kullanılabilmektedir.
Postmodernizm, geleneksel görüşün iddia ettiği gibi gerçeklikten uzaklaşmamakta, aksine yeni bir gerçeklik algısı kurmaya çalışmaktadır. Şu halde o, yeni bir gerçeklik anlayışının estetik düzlemdeki yansımasıdır.

İlk Ortaya Çıkışı ve Kökeni


Postmodernizmin doğuşu yani terim olarak kullanımı 1870’li yıllarda olmuştur. Postmodernizm terimi ilk kez bir sıfat olarak 1870’li yıllarda kullanılmıştır. O sıralar bir İngiliz salon ressamı olan John Watkins Chapman, arkadaşlarıyla birlikte bir postmodern resim anlayışı getirmek istediğini ilan eder. Chapman, bununla impressionist resmin karşısına tersine giderek ilerleyen bir mantığı koymaya çalışıyordu. Yani geleneksel unsurlara yaslanarak ilerleyen bir sanat.

Terim, ikinci kez, ‘’Avrupa Kültüründe Bunalım’’ adlı eserde, Rudolf Pannowitz tarafından kullanılmıştır. Burada Avrupa kültüründeki değerlerin çöküşünü anlatmak için “postmodern insan” tabiri geçmektedir. Bu, Nietzsche’nin “üstün insan”ının yeni bir kavranışıdır.

Postmodernizmin temeli, 1870’lere dayansa da terimin ad olarak kullanılması 1934, bugüne en yakın anlamıyla ele alınması, 1947 tarihlerini bulmuştur. Ancak kavramın ciddi bir hareket olarak ortaya çıkışı, 1960 yılını bulmaktadır. Batının I. Dünya Savaşı ile sarsıntıya uğrayan değer yargıları, II. Dünya Savaşı ile tamamen altüst olmuştur. Böylece umulanı veremeyen modernizm karşısında, alternatif olarak doğan postmodernizm, ciddi anlamda prim yapmıştır. Günümüzde de bu etkinliğini koruyan söylem, şimdilik tartışılmaya ve eleştirilmeye devam etmektedir.

Postmodern Dönem


Postmodern denilen dönem, sistemle bütünleşen ve “tarihin sonu” olarak adlandırılan evrenselleşme aşamasına ulaşılan bir evredir. Bu dönemde kapitalist sistem evrenselleşmiş ancak bunun kültürel ve ideolojik boyutları inadına daralmıştır. Yani modernizm umulanı veremeyerek, müthiş bir hayal kırıklığına sebep olmuştur. İşte vaat edilen ama gerçekleşmeyen bu evrenselliği varmış gibi göstermek sanata düşmüştür. Tabii ki bu noktada kapitalist düzen, sanata her konuda -kitlesel erişim, medyatik başarı, bol satış vb- destek olacaktır. İşte sanata düşen bu ağır yükün adı da postmodernizm olmuştur.

POSTMODERNİZM AKIMININ GENEL ÖZELLİKLERİ


Postmodern yaklaşım  mantık ve akıl tarafından prangalarından kurtarılan gerçeği farklı yönleri ile irdeler. Söylem için, gerçekliğin birçok algılanışı vardır. Bunlar da postmodernizmin özellikleri olarak karşımıza çıkar. Aşağıda bu hususlar açıklanmıştır:

Çoğulculuk


Çoğulcu yaklaşım, postmodernizmin en önemli ilkelerinden biridir. Bu şarta göre postmodern, bünyesinde farklılıkları yaşatan, demokratik bir söylem hüviyetine bürünmektedir. Diğerlerinden farklı olarak postmodernde çok farklı alanların, görüşlerin sentezlenmesi değil, o çeşitliliklere yan yana hep birlikte yaşama hakkı verilmesi söz konusudur.  

Çoğulculuk denilebilir ki postmodernizmin tek felsefesidir; akıl ve düşün, bilim ve ezoteriğin, teknoloji ve mitosun, burjuva dünya görüşü ile toplum dışı bir marjinalliğin yan yana/eş zamanlı var olduğu bir yaşam biçiminin adıdır.


Tarih Anlayışı


Postmodernistlere göre tarih sıradan insanların hayatlarına da eğilmelidir. Onlara göre hakikat çok da önemli değildir. Amaç hikâye anlatmaktır. Tarihin bugüne dönük, insani yüzü onlar için çok daha önemlidir. Onlara göre tarih, bir romandır. Yani  metinleştirildiği anda her şey dilde gerçekleşir ve dil de kendisinden başka bir şey aktaramaz.”  Postmodern tarih yazarı tıpkı bir edebiyatçı gibi öykü anlatma süreci yaşar. Böylece tarihi eserlere de artık kuşku ile yaklaşılacaktır. Bu da tarihin gerçekliğini kurgusallaştıracaktır.

Postmodern sanatçının, geçmişe dönmesinde, dündekini bugüne göre aktarmasında hiçbir sıkıntı yoktur. Ancak geçmişin tam olarak yok edilmesi hem gerekli değil; hem de zaten mümkün değildir. Bu bağlamda postmodern sanatçı geçmişi yeniden ele almalı; ancak ironik bir şekilde. Tamamen aslından uzaklaştırarak değil.

Oyun Kavramı


Hakikatin olmadığı yerde de postmoderniste düşen tek şey oyundur. Postmodern söylemde bir kaçış olarak değerlendirilen oyun kavramı, dilin yetersiz kaldığı durumlarda metnin kendisini ifade şekli olarak karşımıza çıkar. Böylece oyun, öznenin dışında gelişen bir durum olmaktan çıkar, özne ile beraber hareket eden bir olgu halini alır.

Postmodern metinlerde oyun, yazar ile okuru bilmecemsi bir kurgu ile birbirine yaklaştırır. Yazar, metnin bir yerine sadece kendisinin çözebileceği bir düğüm atar. Okur, eser boyunca bu düğümü çözmeye uğraşır. En sonunda bu sırrı keşfeden okur, kendini yazara yakın hisseder. Bu durum aynı zamanda okurun metni yeniden yazma sürecidir. Çözmeye çalıştığı her bilmece için âdeta yeniden bir metin yazan okur, öznenin bıraktığı boşluğu doldurur.


Bireyden Özneye


Modernizmin oluşum temelinde “birey” çok önemli bir fonksiyon üstlenirken, postmodern süreçte “özne” aynı görevi taşır. Dünyada günümüze kadar gelen akımların temelinde daima bir birey problemi bulunmaktadır. Tanrı merkezli Ortaçağ felsefesinin yerini modern bireyin almasıyla dünyada yeni bir sürece girilir. Günümüzde de postmodern özne bireyin neredeyse gölgede kalmasına sebep olmuştur. Tanrı^Birey^Özne yolculuğunda ilk dikkati çeken modernizmin Tanrı düşüncesini tamamen bireye yüklemesidir. Postmodern süreçte de bu bireyi mekanikleştirerek, onu silikleştiren, duygularını ortadan kaldıran, varlık gerekçesini neredeyse yok eden özneye dönüşür. Bu, âdeta bireyin matematikselleştirilerek yapı bozuma uğratılması olarak nitelendirilebilir.

Modernizmin bireyi kategorize eden, onu durağanlaştıran ve donuklaştıran yaklaşımına karşılık, postmodernizm özne ile bireyi bu durumdan kurtarır. Yani Özneleri benzersiz ve sürekli değişen olumsallıklarla etkileşim içinde bulunan varlıklar olarak ele alır ve onları tanımlayarak nesnelleştirmeden ve durağanlaştırmadan algılamaya çalışır.

Nesne Algısı


Modernizmin bireyinden, postmodernin öznesine geçiş yapan varlık, zamanla nesne sürecine doğru girmeye başlamıştır. Postmodern yaklaşımda özne o kadar parçalı bir hal almıştır ki artık özne, şeylere, nesnelere benzer hale gelmiştir.

Postmodernistler, genel olarak nesne ile özneyi birbirinden ayırma yoluna gitmemişlerdir. Onlara göre, nesnenin kendi başına anlamı değil de özneyle karşılaştırılınca ortaya çıkan pozisyonu önemlidir.

POSTMODERN ROMANLARIN ÖZELLİKLERİ


Postmodern romanların yada anlatıların özellikleri üç özellikte sınıflandırılmıştır. Bunlar;  Teknik Özellikler, İçerik Özellikleri ve Materyal Unsurlar’dır.


Teknik Özellikler


Postmodern anlatıyı, modern romandan ayıran teknik özellikler iki temel başlık çerçevesinde ele alınabilir. Bunlar metinlerarasılık ve üst kurmacadır.

Metinlerarasılık


Postmodern söylemle daha da belirginleşen metinlerarasılık, aslında yansıtmacı (klasik), modern ve postmodern eserlerin ortak özelliğidir. Ancak hepsinde farklı şekillerde karşımıza çıkar. Postmodern söylemde uygulanan metinlerarası yöntemde temel mantık, hiçbir metnin kendinden önce yazılmış metinden tümüyle bağımsız olamayacağıdır. Zira yeni bir metin daha önce yazılanlardan aldığı kesitleri farklı bir biçimde sunmaktan başka bir şey değildir. Bu bağlamda metinlerarası da önce eserlere ya da önceki yazarlara bir tür öykünmedir.
Metinlerarasılık, postmodernist metinlerde farklı yöntemlerle uygulanmaktadır.Bunlar; Pastiş, Parodi, İroni ve kolajdır.

Pastiş (Öykünme): Bir dil ve üslup taklidi olup, postmodern anlatıların en temel özelliklerinden sayılmaktadır.

Parodi (Yanılsama): bir metni başka bir amaçla kullanmak, ona yeni bir anlam yüklemektir. Bir yapıtı değiştirip, yeni bir yapıt oluştururken aranan şey daha çok destan türüyle (aynı biçimde soylu ya da yalın bir biçimde, ciddi olarak kabul edilen bir tür ile) alay etmektir. Bunu yaparken de yazarlar soylu, ciddi bir metni, çoğunlukla sıradan başka bir metne, ya da soylu bir metnin biçemini - çoğunlukla da destanın biçemini- hiçbir kahramanlık olayı anlatmayan sıradan bir konuya uyarlarlar.

İroni: Bu tekniğin temelinde çok uzak geçmişte yazılmış bir metnin yeni bir dille, ironik bir şekilde ele alınması, böylelikle metnin daha anlaşılır kılınması ve okurun eğlendirilmesi amacı vardır.

Kolaj: metin dışı unsurları esere sokmak için kullanılan bir yoldur. Bu şekilde metin dışı alıntılanan bu unsurlar, yeni bir bağlamda yinelenerek, yeniden yazılarak metinlerarasılığın sınırları zorlanmış olur.


Üstkurmaca


Yazarın, ‘yazma eylemi’ni kurmaca metnin bir parçası durumuna getirmesi, ‘nasıl yazdığını anlatması’ ve romanın içerisinde yazma eylemi ile ilgili sorunlar konusunda düşünce üretmesi, özetle, roman teorisini roman yazma pratiği içerisinde gösterme, edebiyat biliminde üstkurmaca olarak adlandırılmaktadır. Yazarlar, metinlerinde, eserlerini nasıl kurguladıklarını açıkça ya da örtük bir şekilde anlatabilirler. Bu durumda, ‘metin kurgulama’ ya da ‘roman yazma’ işi edilgen bir konumdan uzaklaşır ve özne konumuna yükselir.

İçerik Özellikleri


Postmodern anlatıların içerik özellikleri aşağıda Tarihe Yönelme, Fantastik, Çoğulculuk, Pop-Art, Polisiye/Gerilim başlıkları altında açıklanmıştır.

Tarihe Yönelme


Postmodern anlatıların en temel içerik özelliklerinden birisi, tarihi bir meselenin kurgusal bir süzgeçten geçirilip, sıradanlaştırılarak tekrar ele alınmasıdır. Tarihe yön vermek gibi bir niyeti olmayan anlatıcı, en önemli tarihi kahramanları bile kendi sıradan penceresinden aktarır. Bu da nesnel bir olgu olan tarihin, özneye yenilişi olarak nitelendirilebilir.

Fantastik


Fantastik, sözcük olarak “Gerçekte var olmayan, hayali” gibi anlamlara gelmektedir.Fantastiğin bir öge olarak postmodern anlatılarda kullanılışı bu söylemin akla ve bilime karşı çıkan tutumuyla ilgilidir. Postmodern yaklaşımın bu tavrı neticesinde insanlar, gerçeği ya da merak ettiklerini metafizik alanlarda aramaya başlamışlardır. Klasik gerçeğin yerini alan modern iç gerçeklik, zamanla postmodern fantastiğe dönüşmüştür. O halde bir anlatıda gerçek kavramının sorgulanması ve hayali olayların, kurguların zenginliği, fantastik ögelerin kullanılması o metnin postmodern bir anlatı olarak kabul edilmesinde önemli bir etkendir, denilebilir.

Çoğulculuk


Çoklu Okumalar: Postmodern eserlerde okura mesaj iletmek gibi bir kaygı bulunmadığı için metnin anlamı istenildiği kadar çoğaltılabilir. Bunu zaman zaman yazar, bazen de okur yapar. Bir eserden her okur kendine özgü yorumlar yaparak farklı kurgular çıkarabilir. Bazen de yazar bu kurgulama durumu için okura yardım eder. Bunu da alternatif okumalı metinler ortaya koyarak yapar.

Anlatıcı Çokluğu: Postmodernist anlatı, modern romandakinin aksine mümkün olduğunca anlatıcıyı ön plana çıkarır. Hatta sadece ön plana çıkarmakla da kalmaz, bazen metnin içerisine birden fazla anlatıcı da yerleştirdiği görülür. Postmodernin temelinde var olan çoğulculuk ilkesinin de etkisiyle bu anlatıcı çokluğu, metne parçalı bir yapı sunar ve okurun gerçek algısı tamamen kırılır. Bununla beraber modern romanda yazara güvenen okur, artık postmodern anlatıda yazara şüphe ile bakmaktadır.

Türlerin Bir Arada Oluşu:Bir anlatı içerisinde birden fazla türün bulunması durumudur. Yani metnin aynı anda hem tarihi, hem aşk konulu, hem de polisiye bir anlatı olma özelliği göstermesidir.

Bir metnin anlatı olabilmesi için zaten tarihe yaslanması veya polisiye unsurların bulunması gerekmektedir. O halde ikisinin bir arada olması postmodernizmin eklektik yapısının bir sonucu olarak görülmelidir.

Örneğin, Nedim Gürsel’in Boğazkesen adlı eserinde tarihi bir doku işlenirken, aynı zamanda da dönemin şartları içerisinde gelişen tutkulu bir aşka da yer verilmiştir. Böylelikle eser, hem tarih hem de aşk hususiyetlerini bünyesinde buluşturmuştur.

Zıtlıkların Birlikte Kullanıması: Postmodernizmin temelinde bulunan “ne olsa gider” mantığı sık sık zıtlıkları yan yana getirmiştir. Çoğu anlatılarda modern ile ilkel, elit ve popüler, dinsel olanla pornografik, Doğu ile Batı birlikte anılmış, işlenmiştir. Aslında postmodernin yapısında bulunan demokratik mantık bu farklılıkların bir araya gelmesine ve olabildiğince           sınıflandırılmadan kullanılabilmesine imkân sağlamaktadır.

Pop-Art


Pop-art genel olarak “Demokratik Realizm görüşüyle sanata, bugünkü sanatın bir mal-eşya, tüketim aracı karakterini savunan bir sanat akımı.” demektir. Dadaizme çok yakındır ve seçkin olanı reddeder.  

Postmodern anlatı, tüketim kültürü anlayışının desteklediği ve modernin seçkinciliğini ortadan kaldıran pop-art unsurlarını kullanmakta ve böylece “sanat halka inerek” seçkin edebiyat sıradanlaştırılmaktadır.

Polisiye/Gerilim


Dünya savaşlarının ardından şiddetin körüklenerek artması toplumun bunu anlatma ihtiyacına dönüşmüştür. Seçkinci sınıf için küçümsenecek bir konu gibi görülen polisiye gerilim, postmodern anlatıların sıklıkla başvurduğu bir tür halini almıştır. Bu da toplumların yapısının eserlere yansıdığının en önemli kanıtıdır.

Materyal Unsurlar


Postmodern metinler yapıları gereği modern roman gibi çözümlenemez. Bu sebeple postmodern bir anlatıyı tahlil etmeye çalışmak çok da doğru değildir. Ancak yine de aşağıda postmodern anlatılardaki bazı materyal unsurlar değerlendirilmeye çalışılmıştır. Bu Materyal unsurlar; Olay Örgüsü, Tema veya Tematik Yapı, Şahıs Kadrosu, Anlatıcı ve Bakış Açısı, Zaman Kavramı, Mekân Kurgusu, Dil Mekanizması başlıkları ile açıklanmıştır.

Olay Örgüsü


Postmodern anlatılarda neden sonuç ilişkisine bağlı bir düzlem yoktur. Onun yerine oldukça karışık, kopuk ve boşluklardan ibaret bir olay örgüsü dikkati çeker. Bunun temelinde de postmodern mantığın metinlerarası ve parodik yaklaşımı vardır.

Tematik Kurgu


Postmodern romanlardaki tematik kurguda mesaj verme kaygısı yoktur.  Kurguya dâhil olan kavramlar, sadece yan yana ele alınır ve yorumlama okuyucuya bırakılır. Bu da postmodemizmin çoğulcu yapısı ve okuru metne dâhil eden yapısı ile ilgili gibi gözükmektedir.

Şahıs Kadrosu


Postmodern anlatılarda ise kahraman merkezli bir yapılanma yoktur. Şahıs kadrosu genelde anormal insanlardır. Postmodernler, kurguladıkları karakterlere çok da iyi gözle bakmazlar. Zira, söylemin temelinde olan anarşist yaklaşım figürleri olumsuzlamak gibi işlevlerle ortaya çıkar.

Postmodern romanlardaki kahraman görüntüsü şu şekilde belirlenebilir:

*Kahramanların çoğu kez anlatılanlarla uyumları yok gibidir. Yazarın çizdiği karakterle olaylar arasında büyük çelişkiler görülebilir. En saf, aptal tipler akıl almaz başarılar gösterirken, en mükemmel kişiler de umulmadık şeyler yapabilir. Tarihî kahramanlar bilinen rollerinin dışına çıkabilirler.

*Bazı örneklerde roman kahramanına hiç rastlanmaz ya da konuyla alakasız olarak birkaç yerde anılıp geçilir. Daha çok yazarın duygu ve düşüncelerinden oluşan bu tür anlatılarda, kahraman olmadığı için vakaya da yer verilmez. Bu da postmodern metinlerin önemli özelliklerindendir.

*Bazen olayların bir yerinde kahramanın kaybolduğu, daha sonra yazar tarafından “Seni unutmuştuk” gibi ifadelerle geri çağırıldığı görülür. Bazen de eserin ana figürü birden siliniverir ve yerine başka bir kahraman geçer.

*Kahramanların fiziki ya da psikolojik özelliklerinin çoğunlukla verilmediği bu tür metinlerde kişilerin isimleri de önem arz etmez. Çoğu zaman tipler silik kalırlar. Amaç biraz da okuru esere dâhil etmek olduğundan, okurun kendi kahramanını kendisinin oluşturması beklenir.
*Yine aynı amaçla birbirine çok benzeyen kahramanlar çizilir ki böylelikle okur, bütün dikkatini eser üzerinde yoğunlaştırsın. Çoğu zaman olay içerisinde bulunmayan veya çok az dâhil olan bir tip, âdeta bir dikkat testi için oraya konulmuş gibidir.

*Gerçek ve hayali kişiler iç içe geçmiş şekilde metinde yer alır. Kimi zaman birbirinin yerine geçebilen bu figürler, bakış açısına göre konumlanırlar.

*Postmodern anlatılarda şahıs kadrosunun alabildiğine genişlediği görülür. Bu hem bir çeşit karmaşa kurmak, hem de eserle ilgisiz bölümler oluşturabilmek için yapılır.

*Bu tür eserlerde bazen kahraman birden fazla olayı aynı anda yaşar. Ya da birden fazla kahraman aynı olayı yaşar. Ancak zaman dilimleri ve mekânlar farklılık arz eder.

*Kimi örneklerde de karakter âdeta bağımsızlık kazanır ve kendi başına hareket eder. Yazar “Aslında senin şu anda yemek yapıyor olman gerekmiyor muydu?” gibi ifadelerle bu durumu belirtmeye çalışır.

Bütün bu yönleriyle baktığımızda postmodern anlatılarda kişiler oldukça iç içe, tanımlanması zor ve söz dinlemez figürlerdir. Âdeta anlatıcının başlattığı bir oyunu bu kahramanlar sürdürür ve zamanla yazan saf dışı bırakır. Bu da düzene alışkın okuru alt üst eder.

Anlatıcı ve Bakış Açısı


Postmodern metinlerde özne ve nesne zıtlığı bulunmadığından, her iki kavram iç içe geçtiğinden, öznenin nesneye bakışı da söz konusu olamaz. Bu nedenle modern romandaki bakış açıları postmodern anlatılarda görülmez. Bunun aksine oldukça çoklu ve karmaşık bakışlar dikkati çeker.

Postmodernist eserler, gerçeklikten uzaklaşıp ‘kurgu’yu ön plana çıkarırlar. Bu durumda ilâhi konumundan ayrılan yazar, metinler dünyasına inerek, eserin merkezine kendisini yerleştirir. Böylelikle kurmaca-gerçek ve yazar-kahraman-okur hiyerarşisi ortadan kalkarak, yazarın okuyucu ile oyun oynadığı bir durum oluşur. Anlatılarda, kurgusal katmanlar arasında dolaşan yazar bir yerde anlatıcı iken başka bir yerde figür olarak karşımıza çıkabilmektedir. Bu durum postmodernist eserde anlatıcının çeşitlenmesine sebep olmuştur. Geleneksel yansıtmacı romanda ve bireyin iç dünyasını anlatmayı amaç edinen modernist romanda olabildiğince gizlenen yazar, postmodernist tavırlı eserlerde anlatı içerisinde yaşam bulan bir öge haline gelmiştir.

Zaman Kavramı


 Postmodernizmde klasik ve modern romanda karşımıza çıkan “geçmiş-şimdi-gelecek” dizgesi bozulmuş, bu zaman dilimleri tamamen iç içe geçmiş, bununla beraber geçmiş ve gelecek mefhumları şimdinin kıskancında olağanlıklarını yitirmiştir. Kısacası postmodernizm, zamanlar arasındaki mesafeyi kaldırmış, anlatılarda kurgu zamansız bir pencereden görünür olmuştur.

Mekân Kurgusu


Postmodern metinlerde mekân oldukça soyut ve tanımlanamazdır. Sık sık yer değiştiren, şekilden şekle giren, şeffaf ve ele avuca sığmaz olan mekân olgusu, anlatılarda sadece soyut görüntüsü ile dikkati çeker. Bu da gerçek algısının paramparça olduğu postmodern yaklaşım için kaçınılmaz bir durumdur.

Dil Mekanizması


Postmodernizmin en fazla dili kullanma üzerinde durduğu dikkati çeker. Bunun sebebi hem edebi metnin asıl yapısını dilin oluşturması, hem de dil-anlam zıtlığında postmodernlerin dilden yana tercih kullanmaları etkendir. Postmodernlere göre bütün metinlerin olmazsa olmazı dildir. Bu sebeple modern romanda dil türlere göre şekillenebilirken, postmodern anlatılarda ontolojik bir mesele olarak ortaya konulur ve hiçbir türe göre de kesinlikle form değiştirmez

MODERNİZM VE POSTMODERNİZM ARASINDAKİ FARKLAR


*Metinlerarasılık modern romanlarda anlamı derinden etkiler. Postmodern romanlarda ise iç ya da dış gerçekliği yansıtmak durumunda değildir. Onun yerine sanal gerçekliği bir simulasyon, bir diyalogsallık olarak imler ve çoğulculuğu sağlayan bir öge konumuna bürünür.

*Modern roman gerçekliği, içsel çatışmayla zenginleştirerek anlatırken, bilinç akışı, geriye dönüş gibi çeşitli teknikler kullanır. Postmodernistler bunların yanında üstkurmacayı da kullanır. Bunu sadece bir deformasyon aracı olarak değerlendirirler. Amaç gerçekliği yansıtmaktır yine. Ancak postmodernler için üstkurmaca anlatının kendisine yöneliktir. Yani “yazmak ya da hikâye anlatmak hikâyenin kendisinden daha önemlidir.(Kullandıkları Tekniklerin Farklılığı)

* Modern romanlarda belirli bir mantık sırası ile dizilen olay örgüsü,  romanın bünyesini oluşturan ve bunun en küçük ögesi olan  motiften  kişiye kadar bütün elemanlarını içine alan bir yapıdır. Ancak postmodern metinlerde olay örgüsü oldukça kopuk ve parçalıdır. Hatta yoktur bile diyebiliriz.(Olay Örgüsü Farkı)

* Modern romanda bütün çarpıcılığı ile en ön planda yer alan tematik kurgu ve mesaj verme kaygısı, postmodern anlatılarda tamamen ortadan kalkar. Kurguya dâhil olan kavramlar, sadece yan yana ele alınır ve yorumlama okuyucuya bırakılır. Bu da postmodemizmin çoğulcu yapısı ve okuru metne dâhil eden yapısı ile ilgili gibi gözükmektedir. (Tematik Kurgu Farkı)

*Modern romanda figüratif kadro kurgunun önemli bir unsurudur. Ancak bu defa kişi insandan başka bir şeydir. Mesela bir eşya, hayvan, harf, şekil vb. her şey figür olabilir. Modern romanda bunların anlaşılması sadece duygulara bakılarak sağlanır. Postmodern anlatılarda ise kahraman merkezli bir yapılanma yoktur. Şahıs kadrosu genelde anormal insanlardır. Postmodernler, kurguladıkları karakterlere çok da iyi gözle bakmazlar. Zira, söylemin temelinde olan anarşist yaklaşım figürleri olumsuzlamak gibi işlevlerle ortaya çıkar.(Şahıs Kadrosu Farkı)

* Modern romanda bakış açısı üç başlık halinde değerlendirilir. Her şeyi bilme esasına dayanan “Tanrısal Bakış Açısı”, otobiyografik yöntemin hâkim olduğu romanlarda uygulanan “Tekil Bakış Açısı” ve birden fazla bakış açısının kullanıldığı “Çoğul Bakış Açısı”. Modern romana baktığımızda bu üç teknikten birinin kullanıldığı görülür. Ancak postmodern metinlerde bu bakış açılarına yer vermek şöyle dursun, aksine her kahramanın farklı bir bakış açısına sahip olduğu dikkati çeker. Anlatıcı kurguladığı her kişi için ayrı bir bakış açısı geliştirerek anlatıyı daha anlaşılmaz hale getirmek için âdeta çaba sarf eder. Bunda biraz da anlatıcı faktörü etkilidir. (Anlatıcı ve Bakış Açısı Farkı)

* Modern romanlarda zaman kavramı oldukça ölçülebilir, belirli ve mekaniktir. Romanda olayların geçtiği, olup bittiği, vaka ve anlatma zaman dilimlerini karşılamak için kullanılan bir kavramdır. Postmodern zaman algısının ardışıklık ilkesi yerine görelilik kavramıyla hareket ettiği ifade edilebilir. Buna göre geçmiş, bir zaman ufkunda kaybolan bir şey değil aksine önemini yitirmeye başlayan şimdidir. Zaman düz bir çizgiden çok dairesel bir uzam halini almıştır. Bu haliyle ona “genişleyen şimdi” demek mümkündür. O halde postmodern anlatılarda her zaman bir şimdiler dizisi, parçalı halde yer alır. (Zaman Kavramı Farkı)

* Modern romanda mekan  öznel ve ütopik olarak ele alınır.  Postmodern metinlerde ise mekân kavramının içi tamamen boşaltılır. Postmodernlere göre, Mekân modern varsayımlara göre hareket etmez. Yok edilmiştir ve mekânsal engeller ortadan kalkmıştır. Her şey coğrafi bir akış içindedir, mekân da sürekli olarak ve öngörülemeyen biçimlerde hareket etmektedir.(Mekan Kurgusu Farkı)

* modern metinlerde sistemli bir şekilde yer alan dil, postmodern anlatılarda dilbilgisi kurallarına uyulmayan, daha anarşist bir şekle bürünür. Bu da postmodernin, modernizmin her şeyi sistematize eden tavrına bir karşı çıkıştır. (Dilin Kullanılış Farkı)

BATI ROMANLARINDA POSTMODERN YAZARLAR


Postmodernizmin, Batıda modern roman türünü kırarak anlatıya doğru yol alması, 20. yüzyılın başlarındadır. Kafka, Joyce, Proust, Robert Musil roman sanaçıları çeşitli yönleri ile ilk kez modern roman çizgisinden uzaklaşmışlardır.
Edebiyatta postmodernist ruhun en iyi örneklerinin İngilizce’de Samuel Beckett, John Barth, Donald Barthelme, Thomas Pynchon, Don Delillo, William Burroughs, Almanca’da Peter Handke, İtalyanca’da Italo Calvino, İspanyolca’da Jorge Luis Borges, Julio Cortazar ve Carlos Fuentes gibi yazarların kurguları olduğunu birçok kişi kabul etmekle birlikte, bu kabul bu yazarların basitçe ve sorunsuz bir  şekilde  zaman içinde ortaya çıkan anlatının ritmini yeniden tesis etmelerinden kaynaklanmaktadır.

TÜRK ROMANLARINDA POSTMODERN YAZARLAR-ROMANLAR


Özellikle Orhan Pamuk Türkiyede’ki postmodern roman anlayışının öncüleri arasında gösterilir. Türk Edebiyatında yer alan bazı roman yazarları ve eserleri şunlardır:  

Orhan Pamuk – Beyaz Kale, Benim Adım Kırmızı, Kara Kitap, Yeni Hayat
Adalet Ağaoğlu – Romantik Bir Viyana Yazı
Haldun Çubukçu - Yıldızsayan
Ahmet Sipahioğlu -1929
Metin Kaçan - Fındık Sekiz
Zülfü Livaneli - Engereğin Gözündeki Kamaşma
Can Eryümlü - Zamanın Bittiği Yer
Enis Batur - Elma
Murat Uyurkulak - Tol, Har
Şebnem İşigüzel - Sarmaşık, Çöplük, Resmi Geçit
Y. Hakan Erdem - Unomastica alla Turca, Kitab-ı Duvduvani
Faruk Duman  - Pîrî, Kırk, İncir Tarihi
Gökçen Yılmaztürk  -  Aralık Roman
Latife Tekin - Unutma Bahçesi
Murat Gülsoy - Bu Filmin Kötü Adamı Benim
Müge İplikçi - Kül ve Yel
Sema Kaygusuz - Yere Düşen Dualar, Yüzünde Bir Yer.

Featured

[Featured][recentbylabel2]

Featured

[Featured][recentbylabel2]
Notification
This is just an example, you can fill it later with your own note.
Done