Acımak Romanı – Özet, Tahlil, İnceleme - Edebiyat Araştırmaları
Son Başlıklar
Loading...

29 Ağustos 2020 Cumartesi

Acımak Romanı – Özet, Tahlil, İnceleme

 Acımak   Romanı – Özet, Tahlil, İnceleme

Romanın Kimliği

# Reşat Nuri Güntekin’in olgunluk dönemi eserlerinden olan Acımak romanında, başkişi Mürşid Efendi’nin idealist bir Osmanlı aydını olarak Anadolu’da düştüğü dramatik durumun kızı Zehra tarafından geç fark edilişinin öyküsü anlatılır.
# İki boyutlu olarak kurgulanan anlatıda, olaylar Zehra ve Mürşid Efendi’nin gözünden ayrı ayrı yansıtılarak dramatik aksiyona derinlik kazandırılır.


# Acımak romanın ilk baskısı İstanbul’da 1928 yılında, Suhulet Kütüphanesi tarafından; ikinci baskı yine İstanbul’da Semih Lûtfi Kitabevi tarafından 1941 yılında yapılır. Eser, daha sonra İnkılâp yayınlarından 2008 yılında 47. baskıya ulaşır.

Bakış Açısı ve Anlatıcı

# Acımak romanı, Zehra ve babası Mürşid Efendi’nin hikâyelerinin ayrı ayrı anlatıldığı bir eserdir. Zehra’nın hikâyesi, romanın “Başlangıç” bölümüyle başlar. Anlatıcı, Zehra’nın yaşamındaki değişiklikleri gösterebilmek, iç çözümlemeler yapabilmek amacıyla bu bölümde hâkim bakış açısını kullanır. Bu bakış açısı sayesinde Zehra’yı önce Maarif Müdürü Tevfik Hayri Bey ve Mebus Şerif Halil Bey’in konuşmalarıyla tanırız.
# Zehra’nın genel özelliklerinin hâkim anlatıcı yerine diğer kahramanlar tarafından aktarılması, hâkim bakış açısının tarafsızlık ilkesine uygunluğunun örneğidir. Okuyucuyu kahraman hakkında önyargılara yönlendirmek yerine, diğer kahramanların onun hakkındaki düşüncelerini söyletmek/ göstermek etkili bir yöntemdir. Hâkim anlatıcı, sözü Maarif Müdürüne emanet ederek Mebus Şerif Halil Bey’e Zehra öğretmeni şu şekilde tanıtır:
“Bundan dört sene evvel küçük bir kız, minimini bir darülmuallimat mezunu olarak buraya gelmiş... İlk zamanlarda çok sıkıntı çekmiş... Fakat meyus olmamış... Kasabayı kendine vatan, mektebi bir aile ocağı yapmış... O kadar azim ve gayretle çalışmış ki, terfi ve terakkisine mani olamamışlardır. Daha yirmi beş yaşına gelmeden başmuallim yapmışlar, eline kocaman bir kız mektebini teslim etmişler. (...)" (s.9)
#  Acımak romanın başlangıç kısmının Romen rakamıyla I. Bölümünde, Zehra’yı diğer kahramanların ağzından anlatan anlatıcı, II. Bölümde onu artık olayların merkezine çeker. İkinci bölüm, Zehra’nın babası Mürşid Efendi’nin hatıra defterinin okunmasıyla başlar. Romen rakamı ile “V” olarak gösterilen bu bölüm, “Hatıra Defterim” başlığını taşımaktadır. Bu bölümden itibaren, anlatıcı sözü Mürşid Efendi’ye emanet eder ve böylelikle kahraman-anlatıcı bakış açısı kullanılır.
“Bugün şehadetnamemi aldım. Ne saadet! Memleketin belli başlı insanları sırasına giriyorum. Yakında iyi bir memuriyete tayin edileceğim. Bunun için kati vaat aldım. Sefalete, zarurete, uykusuz geçirdiğim geceler elvedaBir daha Vezir Hanı’ndaki bu zavallı bekâr odasının önünden bile geçmeyeceğim.” (s.52)
# Mürşid Bey’in öyküsünü içeren bu bölüm, kahramanın hatıra defterine aralıklarla yazdığı satırların birebir okunmasıyla ilerler. Anlatıcı artık Mürşid Bey’in kendisidir.
Kahraman- anlatıcı bakış açısına uygun olarak Mürşid Bey, hatıra defterine duygu ve düşüncelerini kendi gözüyle aktarır. Bu defter, aynı zamanda onun samimi duygularını barındıran, kimseye söyleyemediği sözcüklerini gizleyen bir sığınaktır.
# Mürşid Bey’in hatıra defterini bulup okuyan Zehra’nın o andaki durumu ise belirli kesitlerle gösterilmiştir. Bu sayede, romanın 57, 81, 91, 115 ve 141. sayfalarında, hâkim bakış açısı tekrar devreye girer.
“Defterin burasında nedense yırtılmış, birkaç yaprak vardı. Zehra, onları geçerek okumaya devam etti.)” (s.57)
“Zehra, babasının bu satırlarını okurken çıldıracak gibi oldu. ‘Hemen hemen benim fikirlerim’, diyordu, bir rüya içinde olmadığına inanmak için kağıda parmaklarıyla dokunuyordu. Sonra aklına daha başka bir şey geldi: ‘Acaba vücudumla olduğu gibi ruhum ve fikirlerimle de bu adamın kızı mıyım? diye dündü ve bir zaman okumasına fasıla verdi. ” (s.81)
# Acımak romanındaki bu bölümler, hâkim bakış açısı ile kahraman-anlatıcı bakış açısının birlikte kullanıldığı çoğulcu bakış açısı ile yazılır. Acımak romanının geneli de çoğulcu bakış açısı ile kaleme alınır.
Acımak romanının, ilk bölümü yani Zehra’nın yoğunluklu olarak anlatıldığı bölümde diyaloglara daha fazla yer verilir, ancak kısmen anlatma ve iççözümleme teknikleri kullanılır. Mürşid Efendi’nin Hatıra Defterinin okunmaya başlanmasıyla anlatma ve bilinçakışı teknikleri ağırlıklı olarak kullanılırken diyaloglara fazla yer verilmez.

Olay Örgüsü

# Acımak romanında olay örgüsü, Zehra öğretmen ve babası Mürşid Efendi’nin dramatik yaşam öykülerine bağlı olarak çerçeve vakalı bir anlatımla sunulur. İlk bölümde/çerçevede hâkim bakış açısıyla Zehra öğretmenin hayatı, asıl bölümde (iç çerçevede) ise geriye dönüş tekniği kullanılarak başkişi Mürşid Efendi’nin Hatıra Defteri’nin bire bir aktarılmasıyla yani kahraman-anlatıcı bakış açısıyla yaşadıkları aktarılır.
# Zehra Öğretmen’in yaşamının anlatıldığı dış çerçeve, aslında romanın kurgusunda Mürşid Efendi’yi anlatmak için seçilmiş bir kabuk gibidir. Asıl vakayı hazırlayan bu çerçeve vaka sayesinde entrik kurgu genişlik ve derinlik kazanır.
Asıl vakayı oluşturan Mürşid’in yaşamı ise birbirine bağlı üç vaka halkasından oluşmaktadır. Mürşid Efendi’nin memuriyet yaşamına ve değiştirdiği mekânlara bağlı olarak bu vaka halkalarının sınırları belirginleşir.
Birinci Bölüm:
Mebus Şerif Halil Bey’in İstanbul’dan kendisine gelen bir istek üzerine Maarif Müdürü’ne Zehra Hanım’ı sorması ve Maarif Müdürünün Zehra hakkındaki görüşlerini aktarması
Mebus Şerif Halil Bey ile Maarif Müdürü’nün Zehra’yı görmek için çalıştığı okula gitmeleri
Mebus Şerif Halil Bey’in Zehra’ya babasının ağır hasta olduğunu söylemesi ve Zehra’nın babası olmadığını söylemesi
İstanbul’dan Maarif Müdürüne gelen bir telgrafta Zehra’nın babasının ölmek üzere olduğunun bildirilmesi ve Maarif Müdürünün bu durumu Zehra’ya bildirmesi
 Başlangıçta Maarif Müdürüne İstanbul’a gitmeyeceğini söyleyen Zehra’nın karar değiştirerek İstanbul’a gitmek için yola çıkması
Zehra’nın trende giderken, babasından uzaklaşmasını sağlayan çocukluk yıllarını hatırlaması
Zehra’nın anneannesinin Ruhsar teyzesinin ölümünü anlattığı günü hatırlaması
Zehra’nın babasından korktuğu çocukluk yıllarında annesini ve komşuları Necip Beylere olan yakınlıklarım hatırlaması
 Zehra’nın ablası Feriha’nın çarşafa girdiği gün babasının sorun çıkardığını hatırlaması
 Feriha’nın on dört yaşında ölmesi ve ailesinin Mürşid Efendi’yi “katil” diye suçlaması
 Mürşid Efendi’nin Zehra’yı ailesinden uzaklaştırmak ve onun hayatını kurtarmak için Marabet mektebine yazdırması
Zehra’nın Marabet mektebini bitirdikten sonra Darülmuallimat’a girmesi ve bu okulu başarı ile bitirmesi
Zehra’nın Okulu bitirdikten sonra özellikle Anadolu’da görev yapmaya başlaması ve bir kasaba mektebinde idealist biçimde çalışması
Zehra’nın trenden indikten sonra babasının kaldığı evin sahibi ve uzaktan akrabası olan Vehbi Efendi’den babasının öldüğünü öğrenmesi
Vehbi Efendi’nin Zehra’yı babasının yanına götürüp ondan kalan sandığı teslim etmesi
 Zehra’nın sandığın içinde bulduğu babasının hatıra defterini okumaya başlaması
Hatıra defterinin bulunup okunmaya başlandığı andan itibaren ilk bölüm biter ve asıl vaka başlangıcı olan ikinci bölüm başlar. Anlatıcı, bu defter sayesinde sözü başkişi Mürşid Efendi’ye emanet ederek kenara çekilir. Yansıtıcı karakter olan Zehra da aktif özne konumundan çıkarak pasif özne kimliğine bürünür. O da okuyucu ile birlikte yazılanları aynı anda takip eder.
İkinci Bölüm:
 Mürşid’in diploma aldıktan sonra Sivas’ta maiyet memuru olarak göreve başlaması
Sivas’ta memurluk yaptığı sırada ideallerini çalışma masasına yazarak bunlara bağlı kalacağı sözünü vermesi
Mürşid’in Sivas’ta yeni tanıştığı arkadaşları muhasebe kâtibi Tahir Efendi ve maarif başkâtibi tarafından bir içki âlemine davet edilmesi ve Mürşid’in bu gece yaşananlardan rahatsız olması
Sivas’ta çalışkanlığıyla tanınmaya başlayan Mürşid’e her daireden iş buyrulması ve Mürşid’in sıkıştığı bir anda kendi işini de ona yaptırmak isteyen bir memurla tartışması
Maarif başkâtibi Tahsin Efendi’nin Mürşid’e çok çalıştığı ve başkalarının işini de yaptığı için kendisinin zarar göreceği nasihatini vermesi
(R...) Kazasında kaymakam olarak göreve başlayan Mürşid’in kaldığı odayı bulan Nasuhi Bey’in burada bir kadınla buluştuğunu öğrenmesi ve Nasuhi Bey’i tartaklaması
(R.) Kazasında işlerin rüşvet ve torpil ile yürüdüğünü fark eden Mürşid’in (M.) Kazasındaki kaymakamla becayiş yapması
Su sorunu yaşayan (M.) kazasına su getirmek için çalıştığı sırada usulsüzlük yaptığı gerekçesiyle (S.)’ye gönderilmesi
Mürşid’in (S...)’de hakkında çok şikâyet olan bir iptidai öğretmenini görevden alması üzerine bu adamın kapı kapı gezip beni işten attılar diyerek herkesi rahatsız etmesi
Üçüncü Bölüm:
Hatıra Defterini yazmaya bir süre ara veren Mürşid’in Diyarbakır’da tahrirat kâtipliğine başladığını dokuz ay sonra deftere yazması
Hastalanan Malmüdürü Fadıl Efendi’nin Mürşid’in kollarında ölmesi üzerine Mürşid’in Fadıl Efendi’nin ailesine karşı sorumluluk hissetmesi
Mürşid’in Fadıl Efendi’nin kızı Meveddet’i görüp sevmesi ve onunla evlenmek istemesi
Fadıl Efendi’nin karısı Makbule Hanım’ın Mürşid’e geçmişte sıkıntılı günler yaşadığını anlatması
Mürşid’in evlendikten sonra karısı Meveddet Hanım ve kayınvalidesi Makbule Hanım yüzünden sürekli borçlanması
Makbule Hanım’ın Mürşid’i kandırarak eve aşçı aldırması
Meveddet’in Ceza Reisinin karısı hakkında dedikodu yapması üzerine Makbule Hanım’ın olayları çarpıtması ve Mürşid’i Ceza Reisinin üzerine göndermesi
Ceza Reisi ile sokak ortasında tartışan Mürşid’in Vali’den azar işitmesi
Makbule Hanım’ın isteği üzerine Mürşid’in tahkikat yapan müfettiş arkadaşına rica ederek bir vergi memurunun görevini suiistimal ettiği için ceza almamasını sağlaması
Meveddet’in hasta numarası yaparak İstanbul’a gitme arzusunu Mürşid’e söylemesi üzerine Mürşid’in Abdüssamet Bey sayesinde İstanbul’da bir gümrük müfettişliği işi ayarlaması
Mürşid’in Diyarbakır’dan ayrılacağı sıralarda borç batağı içinde olduğunu fark etmesi
Abdüssamet Bey’in Mürşid’e borç vermesi ve ona kaynanası ve karısı hakkındaki gerçekleri anlatması
Mürşid’in Abdüssamet Bey’in söyledikleri karşısında bilincinin açılması ve ailesinin kendini felakete sürüklediğini fark etmeye başlaması
Dördüncü Bölüm:
Diyarbakır’dan döneli on sene olan Mürşid’in hırsızlık suçundan hapishanede yatması
Zamanda geriye dönerek Mürşid’in İstanbul’a ilk geldiği günleri hatırlaması
Mürşid’in baldızı Ruhsar’ın kendini aldattığını öğrenen kocası tarafından öldürülmesi
Mürşid’in evlilik yıllarındaki düşkünlüğünün sebeplerini sorgulaması
Meveddet Hanım’ın çocukları Zehra ve Feriha’nın anneleri yüzünden sarhoş ve kumarbaz olarak tanıdıkları Mürşid’ten çekinmeleri
Uzun zaman işsiz kalan Mürşid Bey’e komşularından Necip Bey’in yanında iş vermesi
Mürşid’in Feriha’ya, sokak kadınları gibi çarşaf yaptıran eşi ve kayınvalidesine kızması
Mürşid’in, karısı Meveddet’in kendisini Necip Bey ile aldattığını öğrenmesi üzerine gidip Necip Bey’i tartaklaması
Düştüğü durumdan kurtulamayacağını anlayan Mürşid’in esrar, tütün ve rakı kaçakçılığına başlaması
Feriha’nın ölümü üzerine Mürşid’in ailesi tarafından suçlanması
Mürşid’in vapurda karşılaştığı sarayda teşrifat nazırı olan eski arkadaşı Cevdet’in yardım etme isteği üzerine Zehra’yı Marabet mektebine yazdırtması
Mürşid’in yıllar sonra Zehra’yı mektep arkadaşlarıyla birlikte görüp sevinmesi
Mürşid’in Hatıra Defterini okuyup bitiren Zehra’nın babasını yanlış tanıdığını anlayarak ona acıması

Zaman

# Acımak romanının iki ayrı vaka halkası ve buna bağlı olarak iki ayrı vaka zamanı vardır. Fakat Zehra ve Mürşid Efendi’nin hikâyeleri çoğu kez geçmişe dönük olarak kesiştiği için zaman unsuru da kesişir. Zehra’nın hikâyesi Acımak romanının çerçeve vakasını oluşturmaktadır. Mürşid Efendi’nin Hatıra Defteri’nden alıntılanan bölüm ise temel/asıl vakadır.
# Zehra’nın hikâyesinin anlatıldığı bölüm, yaklaşık dört beş günü kapsamaktadır. Bu da romanın hazırlık sürecinin dört-beş günlük bir süreyi kapsadığını gösterir.
# Vakanın başlangıcında babasının ölmek üzere olduğunu haber alması ile Zehra’nın İstanbul’a gitmek için yola çıkması vaka zamanının başlangıcı sayılabilir:
“Maarif Müdürü, bu muammayı halletmek için pek çok beklemedi. iki gün sonra İstanbul’dan gelen resmi bir telgraf, Zehra Hanım’ın babası Mürşid Efendi’nin ölmek üzere olduğunu, muallimin hemen yola çıkarılmasını bildiriyordu." (s.7)
# Bu telgrafın ardından Zehra yola çıkar ve İstanbul’a gider. Romanın giriş kısmında belirtildiği üzere Zehra’nın öğretmenlik yaptığı kasaba, İstanbul’a 7-8 saatlik bir mesafededir. Gece tren yolculuğu sırasında halden başlayarak geçmişe doğru yolculuk yapan Zehra sabah ortalık aydınlanmadan İstanbul’a varacaktır. “Zaman, olayların kesintisiz akışının belli yanlarıyla ilintilidir ve insanlar bu akışın göbeğinde yer aldıkları gibi bizzat bu akışın parçasıdırlar. " Vakanın derinleştiği bu anlarda zaman kavramı da andan ayrılarak geçmişin silik aynalarından birer izdüşüm olarak yansır.
# Zamanı bir noktadan yakalamak ya da geçmişi silerek yaşama arzusu Zehra’yı geçmişi olmayan bir kahraman yapmıştır. Fakat insanın “geçmişi olmadan yaşaması sanki altında ağ olmadan boşlukta bir ip üzerinde yürümesi”ne benzer. Bunun belki de zorunlu olarak farkına vardırılan Zehra, bir yandan trenle İstanbul’a giderken, düşünceleriyle de geçmişine doğru yola çıkar. Bu yolculuk, vaka zamanının aksine geriye dönüşlerle ve uzun zaman dilimlerine denk düşecek şekilde gerçekleşir.
# Zehra’nın çocukluk yılları, babasının zihnindeki kötü imajını okuyucuya onaylatacak örneklerle sunulur. Özetleme tekniğinin sıkça kullanıldığı bu bölümde, Zehra’nın çocuk zihnini bulandıran yanlış algılamasına sebep olan olaylar okuyucunun karşısına çıkarılır.
“Zehra o vakit iyiyi, kötüyü fark etmeyecek kadar mini mini bir çocuktu. ” (s.37)
# Çocukluk yılarında yaşadığı olaylar, ilerleyen sayfalarda farklı bir bakış açısıyla babası Mürşid Efendi’nin ağzından aktarılır. “Hatıra Defterim” başlıklı bölüm, hem olay örgüsü hem de zamanda geriye dönüş tekniği kullanılarak okuyucuyu farklı düzleme taşır.
# Hatıra Defteri’nde aktarılan olaylar kronolojik bir zaman akışına uygun olmasına rağmen, belirli bir tarih saptamasında bulunmaz. İlk memuriyete atandığı “25 Haziran” tarihinden itibaren başlıklarla “25 Haziran (s.52), 2 Teşrin-i Evvel (s.58), 15 Teşrin-i Sani (s.77), Diyarbakır 1 Mart 13..(s.85), Nisan 13..(s.115), İstanbul Mayıs 13..(s. 134), Eylül 13..(s.137)” gibi tarihler belirsiz olarak verilir. Bu sayfalar da onun yaşamının önemli senelerine/ anlarına uygun olarak seçilir.
# Mürşid Efendi, ikinci görev yeri olan Diyarbakır’da hatıra defterini uzun bir müddet ihmal ettiğini söyleyip “Diyarbakır 1 Mart 13..” tarihini vererek aradan geçen zamanı dile getirir.
“Defterime kaydettiğim son hatıranın tarihine baktım. Aradan üç sene yetmiş beş gün geçmiş. " (s.85)
# İstanbul’a gittikten sonra kaleme alınan bir süreçte ise; “Ben Diyarbakır’dan döneli aşağı yukarı on sene oluyor." (s.116) ibaresi dikkati çeker. Bu tarih sıçraması da dikkate alınarak Mürşid Efendi’nin yaşadığı olayların vaka zamanının toplamda yaklaşık yirmi beş-otuz yıllık bir zaman dilimini kapsadığı görülür. Mürşid Efendi’nin hatıralarını kaydettiği ilk gün “25 Haziran" son gün ise “Eylül 13.. " ibareleri yer alır.
# Acımak romanının geçmişe dönük yani başkişinin hikâyesinin otuz yılı aşkın bir süreyi kapsadığını gösteren bir başka delil ise Zehra öğretmenin Anadolu’da göreve başladığında “otuzyaşlarında" (s.17) oluşudur.
# Hatıra Defteri’nin okunma sürecinde, anlatma zamanı ile vaka zamanı aynı paralelde ve kendi içinde kronlojik bir zamanda ilerler. Doğal olarak defterin okunma süreci yaşanan vakaların çok sonrasına denk gelir.
# Acımak romanında, sosyal zaman unsuru çok belirgin bir şeklide işlenmez. Acımak romanının tarihi bir yapı arz etmemesi bunda önemli bir etkendir. Yine de kahramanların sosyal çevrelerine ve yaşadıkları topluma ait izlere zaman zaman rastlamak mümkündür. Cumhuriyet döneminde geçen romanda, Mürşid Efendi’nin Sivas’ta Maiyet            memurluğu,  Diyarbakır’da Tahrirat         kâtipliği yapması, Zehra’nın
# Darülmuallimat’tan mezun olması sosyal zamanı örneklendiren unsurlardır. Romanın vaka zamanının otuz yılı aşması; olayların Meşrutiyet yıllarında başlayıp Cumhuriyet yıllarına kadar sürdüğünün belirtisidir.

Mekân

# Eserde Mürşid Efendi ve Zehra’nın yaşam hikâyelerine bağlı olarak farklı mekânlar karşımıza çıkar. Romanın vakası İstanbul ile Anadolu’nun çeşitli kasabalarında geçer ve işlevsel açıdan dar veya geniş olarak anlam kazanır. Zehra’nın çocukluğu İstanbul’da, öğretmenlik yılları ise Anadolu’da bir kasabada geçer.
# Mürşid Efendi de İstanbul’da okulunu bitirdikten sonra; önce Sivas’ta Maiyet memuru olur. Ardından Sivas’ın çeşitli kazalarında kaymakamlık yapar. Mürşid Efendi için ikinci önemli durak Diyarbakır’dır. Diyarbakır onun memuriyetinin olgunluk yıllarına ev sahipliği yapar. Ayrıca burada evlenmesi de ayrı bir önem arz eder. Mürşid Efendi’nin son durağı ise İstanbul’dur. Eşi ve kayınvalidesinin baskısıyla gittiği bu mekân, onun için yıllar önce umutla ardında bıraktığı şehir değildir.
# Acımak romanında, Zehra ve Mürşid Efendi’nin yaşamları üzerinde mekânın yadsınamayacak derecede önemi vardır. Zehra ve Mürşid Efendi’nin yaşamlarına göre şekillenen ve ortak anlatımlarla bir madalyonun iki farklı yüzü gibi aktarılan mekânlar, eserin sonunda Zehra’nın pişmanlığıyla aynîleşecektir. Zehra için dar olan mekânlar, bir anda genişleyecek geniş olan mekânlar bir anda daralacaktır.
# Mürşid Efendi’nin Sivas’ta yaşadığı ev ve daire onun ideallerini gerçekleştirme noktasında hayal kırıklığı yarattığı için dar/ kapalı mekânlardır. Mürşid Efendi de İstanbul’da diplomasını alıp, Sivas’a tayin olduğunda idealist bir memur olarak göreve başlar ve yeni bir mekânla birlikte yeni bir yaşam kurmaya çalışır. Mürşid Efendi, önce Sivas’ta maiyet memurluğu ardından da bu Anadolu şehrinin üç ilçesinde kaymakamlık yapar. Bekâr olduğu için genellikle tek odalı evlerde yaşar. Mürşid Efendi’nin Anadolu’da farklı ve güzel bir yaşam sürme isteği, kızı Zehra’nın aksine başarısız bir şekilde sonuçlanır.
“Mekandaki her değişim ve dönüşüm zamandaki bir değişim ve dönüşümdür aynı zamanda, ya da tersi. ” Romanın başkahramanı olan Mürşid Efendi de değiştirdiği her mekânla birlikte bir değişim ve dönüşüm evresi geçirir. Mürşid Efendi, gittiği her yeni mekânda, yeni bir başlangıç yapıp, kendisinden başlayarak toplumu düzeltmeye çalışır. Özellikle devlet dairelerinin bozulan düzenini tek başına düzeltmeye çalışan idealist kahraman, düzenin ve dolayısıyla mekânın baskısı altından kurtulamaz. Her mekân değiştirdiğinde yeni bir arayış içerisine giren, hatıra defterine yazdığı satırları okuyan Mürşid için yeni başlangıçlar hep olur.
“(R....) kazasına kaymakam oldum. Sivas’tan çıktım. Yeni bir muhite yeni bir havaya girdim. Bu tebeddül, bende garip bir tesir yaptı; uykudan uyanan, boğucu bir kâbus içinde beyhude çarpınıp çırpındığını hatırlayan bir adam gibiydim.
ilk memuriyetim esnasında farkında olmadan ne kadar düştüğümü ancak şimdi, bu yeni muhitte yeni vazifeye başladığım uyanıklık saatinde alıyorum. ” (s.69)
# Mürşid, Sivas’ta memurluğunun ilk günlerinde idealleri uğrunda yıpranırken R Kazasına kaymakam olduktan sonra nasıl bir “boğucu bir kâbus içinde beyhude çarpınıp çırpındığım” anlar. Bu nedenle iş yaşamında bunalan, ideallerini gerçekleştiremeyen Mürşid, bir süre sonra artık memuriyetin hantal yapısına kendisi de uyar. Eleştirdiği mekânların silik bir fotoğrafı da Mürşid Efendi olur. Özellikle Diyarbakır’da göreve başladıktan sonra bu durum daha çok belirginleşir. Dingin bir yaşam tarzını benimseyen Mürşid Efendi’nin bu hali, hatıra defterine de yansır. Çünkü aradan üç sene yetmiş beş gün geçtikten sonra hatıra defterine ancak yeni bir şeyler yazma ihtiyacı duyumsar.
# Bu süreç içerisinde mekânda bir genişleme olduğu ve bunun da Mürşid Efendi’ye yansıdığı şüphesizdir. Mürşid Efendi’nin düzene ayak uydurup rahatladığı anlardan itibaren tek sıkıntısı kalır: o da sıcak bir yuva özlemi. Mürşid Efendi’nin anlık bir karar neticesinde evlenmesiyle birlikte, içinde yıllarca unutulmuş bir özlem gün ışığına çıkar. Yuva özlemi, insanın içindeki dönüş ve güven duygularıyla ilgilidir. “Yuvaya dönmeyi düşleriz. Bu dönüş göstergesi, sonsuz düş kurmaların belirtisidir, çünkü insanın dönüşleri, insan yaşamının büyük ritmi içinde, yılları aşan, tüm ayrılıklara karşı düş kurma yoluyla savaşan ritimle gerçekleşir. ”  aile yaşamını ve yuvanın sıcaklığını unutmuş olan Mürşid de içindeki özlemi dindirmek için bir yuva kurmayı hedefler. Fakat bu bilinçsiz özlem, Mürşid’in plansız bir aile kurmasına sebep olur. Mürşid Efendi’nin bu özleminin ani dışavurumu ise sorgulanmayan bir olgunun getireceği felaketlerin başlangıcıdır.
# Mürşid Efendi, belki de insanlığın ortak sorununu bünyesinde taşıyan bir karakter olduğu için yaşadığı mekânla birlikte sosyal statüsünü de değiştirdiğinde açmaza düşer. Öğrenciliğin ardından idealist bir tavırla yetkili bir memur olması ardından sorunlu bir evlilik yapması... Bu iki değişim, onun yaşamının kırılma noktalarıdır. Uyum sağlanılan yaşam tarzından bir anda kopmak insanı bir müddet sonra sarsıntıya uğratır. Beklentilerin gerçekleşmemesi ise insanın yaşadığı mekânda ezilmesine sebep olur.
# Mekân, nesnenin özneye, öznenin de nesneyle arasındaki karşılıklı ilişkiye göre biçimlenir. İnsanın çevresindeki nesnelere olumlu yaklaşabilmesi için, öncelikle tinsel anlamda huzurlu olması gerekir. Mürşid Efendi’nin evliliğinin ilk yıllarında, nesneye olumlu bakışı, görünenin kendisi yüzünden değildir. Çünkü insan olayları görmek istediği şekilde algılar. Mürşid, yaşamının eşi ve kayınvalidesi tarafından kuşatıldığını ancak İstanbul’a gitmeden bir süre önce anlayacaktır. İstanbul’da yerleştikleri ev, artık sıcak bir yuva değil, mecburi bir barınaktır.
# Zehra’nın çocukluğunda babasından sürekli korkup kaçtığı evleri, onun için genellikle dar mekândır. Bu ev, romanda şu şekilde tasvir edilir:
Çocukluğu Beylerbeyi’nde bir eski yalıda geçmişti. Bu yalıya, iki yanında duvarlar, otlar bitmiş, loş, ıslak bir sokakta, küflü bir demir kapıdan girilirdi... Bahçeyi daima gölge içinde bırakan yüksek ağaçlar arasında oymalı cephesinin boyaları dökülen, yüksek pencerelerinin bir kısmı perdesiz, eski bir bina, içeride döşeme tahtaları çarpılmış sofalar, küçük renkli camları kırılarak sade iskeletleri kalmış camekânlar... Trabzanlarının oymalı parmaklıkları dökülmüş yayvan merdivenler..." (s.34)
# Zehra’nın çocukluğunun, annesi ve anneannesinin ağlamaları ve sızlamaları arasında geçtiği bu mekân, babasından kaçtığı için dar/ kapalı mekân özelliği gösterir. Dikkat edilirse; “eski yalı, küflü bir demir kapı, boyaları dökülen tahtalar, çarpılmış sofalar, perdesiz., camları kırık, parmaklıkları dökülmüş" şeklinde yapılan tasvirle de bu mekânın fiziksel çökmüşlüğü ile burada yaşayanlar arasında bağlantı kurulur. Zehra, babasının eve sarhoş gelip, annesi ve anneannesine bağırdığı günleri üzülerek hatta nefretle hatırlar. Zehra’nın öğretmen okuluna girip mezun olduktan sonra ısrarla Anadolu’ya kaçma arzusu çocukken acı çektiği bu mekândan bir an önce kurtulma isteğinden kaynaklanır.
# Acımak romanının genelinde başkişi Mürşid’in yaşamının büyük bir bölümü kapalı/dar mekânlarda geçer. İdealist bir Osmanlı aydını olarak hayata atılan Mürşid, görev yıllarında bu ideallerinden tavizler vermeye başladıkça da yaşadığı mekânda huzursuz olur. Hatta Mürşid’in kendi kişiliğinden ödün vererek hırsızlık yaptığı sırada girdiği hapishane bir sığınak gibidir. Bulunduğu yer hapishane olmasına rağmen o, asıl “büyük zindan ” olarak dışarıdaki evini görmektedir. Bu nedenle bir hafta sonra hapishaneden çıkacak olmasına üzülür:
“Yazık ki, bir hafta sonra müddetim bitiyor, hapishane-i umumiden çıkıyorum: büyük zindanıma dönüyorum. ” (s. 115)
# Mürşid Efendi’nin mutlu olduğu ve rahatladığı bir diğer mekân ise kızı Zehra’yı yatılı okula yazdırdıktan sonra İstanbul sokakları olur. Zehra’yı, kötülük yuvası olarak gördüğü eşi ve kayınvalidesinin evinden kurtaran Mürşid için artık yaşanılacak mekânın önemi yoktur. Elinde kalan son değerin geleceğini garanti altına almak sıcak bir yuvadan daha önemlidir. Bu nedenle ömrünün geri kalan kısmını sokaklarda geçirecek olmasına üzülmez.
# Zehra, Anadolu’ya gitmekle sadece İstanbul’u değil, çocukluğunun tüm karanlık günlerini de geride bırakır. Anadolu’da ilk defa gittiği bir kasabada ise “kendini gerçekleştirme” mücadelesine girişir. Yeni bir mekânla birlikte yeni bir yaşamın da özlemini duyar. Dolayısıyla romanda ideal tipler aracılığıyla Anadolu ön plana çıkarılır.
# Zehra’nın kasabadaki beş yıllık hizmeti, bu mekânla nasıl bütünleştiğini gösterir. Onun için bu kasabada huzur bulunacak tek yer okuldur. O, öğrencileriyle ve okula ait işlerle uğraştığı anlarda kendini bulur. Okuluyla o kadar bütünleşmiştir ki, kasabada okulun adı “Zehra Hanım Mektebi” diye bilinir. Zehra öğretmenin okuldaki çalışmalarını ve yaşam felsefesini gösteren aşağıdaki ibareler bu bakımdan önemlidir.
“- Şu ağaçlara bakınız, dedi, Zehra Hanım’ın ruhunu ve çocuklara verdiği terbiyenin cinsini göstermek için bunlardan iyi misal olamaz... Bahçede ne kadar sakat, cılız, çarpık ağaç varsa budanmıştır. Bütün sıhhatini kuvvetli ve güzel olanlara sarf etmiştir; onların asker taburları gibi intizamla saf saf dizilmesine çalışılmıştır. (...) İnsan, şu bahçeyi bir fabrikadan çıkmış zannedecek... ” (s.16)
# Zehra, okul bahçesindeki “sakat, cılız ve çarpık ağaçları” budayarak yaşamındaki özlediği güzellikleri ve intizamı yaşadığı mekana yansıtır. Çocukluğunu istediği gibi yaşayamayan Zehra’nın oluşturduğu mekân, başkalarının çocuklarım idealleri doğrultusunda yetiştirerek bu eksikliğini gidermeye çalışacak şekilde dizayn edilir. Onların sabah okula geldiklerinde ve akşam çıkarken, saçlarını düzeltir, sökük düğmelerini diker, kirli ellerini yıkatmaya gönderir.
# Zehra çocukluğunun geçtiği İstanbul’daki evde, annesi ve anneannesinin yanında mutlu iken; Mürşid Efendi’nin, istekleri tükenmeyen doymak bilmeyen eşi ve kayınvalidesinin yanında bu ev, ona zindan gibi gelmektedir. Zehra’nın evinden bir anda koparılıp yatılı okula gönderilmesiyle darlaşan mekân, Mürşid Efendi için kızını kurtarmanın sevinciyle genişleyecektir. Okulundan mezun olup İstanbul sokaklarında babası ile karşılaşan ve çocukluk günlerini hatırlamak istemeyen Zehra için İstanbul dar mekân iken Mürşid Efendi için ise kızının geleceğini kurtarmış bir baba olarak geniş mekân olur.

Şahıs Kadrosu

Başkişi
# Acımak romanının başkişisi Mürşid Efendi’dir. Çerçeve vaka şeklinde kurgulanan romanda Mürşid Efendi, Hatıra Defteri’nin okunma sürecinde hâkim anlatıcıdan sözü devralarak kahraman anlatıcı konumunda karşımıza çıkar.
# Acımak romanı başkişisi fiziksel özelliklerinden ziyade, kişisel özellikleri ve idealist tavrı ile romana damgasını vurur. Kendini geçekleştirme ülküsü ile hareket eden “kahraman kendini kendinden daha büyük bir şeye adar.”  Mürşid Efendi, kendini var eden millete hizmet etmek için Anadolu’da kendini bekleyen düzenin içerisine düşünmeden dalar.
# Mürşid Efendi roman boyunca iki farklı bakış açısı ile ele alınır. İlki, kızı Zehra’nın çocukluk hatıraları; ikincisi, kendi hatıra defteri. Başkişi, iki farklı insan tipinden ziyade, durumların algılanışına göre değerlendirilir. Mürşid Efendi’nin yaşamı, Zehra’nın gözüyle madalyonun bir yüzü iken kendi anlattıkları diğer tarafıdır.
# Roman boyunca yuvarlak bir karakter özelliği çizen Mürşid Efendi, Osmanlı’nın son dönemindeki ideal olma tutkusundaki aydın tipini temsil etmektedir. Romanın kurgusu gereği bu yolda başarısız olması da doğaldır. Çünkü ilerleyen zaman diliminde, Osmanlı ideal insanı yerine Cumhuriyet dönemi ideal insanı olan Zehra devreye girecek ve daha sağlam adımlar atacaktır.
# Meşrutiyet döneminin idealist-aydın tipinin temsilcisi olan Mürşid Efendi, mesleğe başlar başlamaz bitmek tükenmek bilmeyen bir enerji ile çalışan bir memurdur. Hatta prensiplerini çalışma masasına yazacak kadar da ateşlidir:
“1- Vicdanımın sesini daima dinleyeceğim. 2- Hiçbir zaman kanun haricinde iş görmeyeceğim. 3- Meslektaşlarımla daima iyi geçineceğim.4- Yalan söylemeyeceğim.5- Rüşvet almayacağım. 6- Yalnız meslek hayatımda değil, hususi hayatımda da daima afif kalacağım. 7- Vazifemi daima hakkımdan üstün tutacağım. Doğruluk, sebat ve gayretim neticesi olarak terfi ve terakki edersem sevineceğim. Fakat mağdur kalırsam yerinmeyeceğim. Hatta doğruluktan darp bile görsem nevmit olmayacağım. ” (s.57)
# Bu ilkelerin uygulanabilirliğini sonradan tecrübe edecek olan Mürşid Efendi, ilkelerinden birer birer taviz vermek zorunda kalır. Bürokrasinin hantal yapısı içerisinde ezilecek, vicdanı ile kanunlar arasında sıkışır.
# Başlangıçta idealist, atılgan, dürüst, iyi niyetli, sevecen ve hümanist olarak karşımıza çıkan Mürşid Efendi, önce meslek yaşamında ardından da evlilik ve aile yaşamında umduğunu bulamayınca, ilkelerinden ödün verir. Özetle “ilk memuriyet tecrübesi ona, insanın iradesini bütünüyle elline alamayacağını, hayatta karşılaşılan kimseler ve olayların, insanı çeşitli şekillerde etkilediğini öğretir.”
# İdeallerini çoktan bir yana bırakan Mürşid, daha sonra vurdumduymaz, yalancı, arsız, yalaka bir tip olarak karşımıza çıkar. Yaşamının belirli bir sürecini kapsayan bu dönem (evliliğin ilk yılları); çocuklarını özellikle de Zehra’yı “yangından kurtarınca” az da olsa ilk kimliğine geri döner.
# Acımak romanında başkişi konumunda karşımıza çıkan Mürşid, hem karakter hem de idealler yönünden kızı Zehra ile örtüşmektedir. Zehra da babasının hatıra defterini okuduğu sırada bunu fark eder:
“Zehra, babasının bu satırlarını okurken çıldıracak gibi oldu.(...) ‘Acaba vücudumla olduğu gibi ruhum ve fikirlerimle de bu adamın kızı mıyım?’ diye düşündü ve bir zaman okumasına fasıla verdi. ” (s.81)
# Mürşid’in içindeki ideal insan olma tutkusu, başarısızlıkla sonuçlanmış olsa bile kızı Zehra’yı ideal insan olarak topluma kazandırmayı başarır. Kendi yaşamında gerçekleştiremediği yenilikleri ve çevresine her şeyden önemlisi devletine faydalı olma ideali de yine kızının bir Anadolu kasabasında başmuallim olması ile yarı yarıya gerçekleşir.
Norm Karakterler
# Başkişinin eksik yönlerini tamamlayan, romandaki kurguda kimi zaman başkişi kadar önemli bir yere sahip olan karakterlere norm karakterler denir. “Bu karakterlerin tezat yaratmak ve okuyucuyu rahatlatmak gibi görevleri olduğu gibi görevleri olduğu kadar, birinci derecedeki kahramanların kusurlarını yansıtma, somutlaştırma gibi fonksiyonları da vardır. ”
# Acımak romanında norm karakter olarak karşımıza çıkan Zehra, başkişi Mürşid Efendi’nin eksikliklerini ve gerçekleştiremediği ideallerini yansıtmakla yükümlüdür.
# Zehra, Reşat Nuri’nin romanlarında başkişi kadar önemli bir yere sahip olan istisnai kadın tiplerden biridir. Bu nedenle onun karakteri sağlam bir zemin üzerine oturtulmaya çalışılır. Özellikle başkişi Mürşid’in Meşrutiyet dönemi aydını olarak başarısız bir görüntü çizmesi, Zehra’nın ise Cumhuriyet döneminin aydın kadını olarak yansıtılması onun başarılı olmasını zorunlu kılar.
# Reşat Nuri’nin hemen her romanında olduğu gibi Acımak romanında da idealist kahramanlar ön plandadır. Bu idealizm, bir de öğretmenlik mesleği ile birleşince karaktere yön vermek daha da kolaylaşır. Zehra öğretmenin mesleğinde idealist olmasının birden çok sebebi vardır. Hatırlamak bile istemediği çocukluk yılları ve aile hayatı bunlardan en önemlileridir.
# Zehra, fiziksel özelliklerinden çok kişisel tavırları ile karşımıza çıkar. Maarif Müdürü Tevfik Hayri Bey, kasabaya misafir gelen Mebus Şerif Halil Bey’e Zehra öğretmeni uzun uzun anlatma ihtiyacı duyar.
“Bundan dört sene evvel küçük bir kız, minimini bir Darülmuallimat mezunu olarak buraya gelmiş... (...) Şimdi yirmi dokuz otuz yaşlarında var, kasabanın en sevilen, en emniyet edilen, hatırı sayılan bir insanıdır. Bugün ekserisi kocaman ev hanımları olan eski talebesi üzerinde hâlâ eski nüfuzunu muhafaza eder... Onu bir abla bir ana gibi dinlerler, bütün müşküllerini ona hallettirirler... ” (s.9)
# Anlatılan bu özellikler Zehra’nın, hem Mebus Şerif Halil Bey’in gözünde hem de okuyucunun gözünde değer kazanmasını sağlar. Mebus, Zehra öğretmenle karşılaştığında ise, hayal kırıklığına uğrar. Çünkü Zehra, yaptığı işlerin aksine fiziksel yönden zayıf bir görünüme sahiptir. O, eksikliğini gidermek için otoriter bir yapıyla idealizmi birleştirir.
# Acımak romanı, başkişi Mürşid’in özel ve tüzel yaşam alanındaki eksikliğin sonraki neslin yani Cumhuriyet aydınının şahsında tamamlanması üzerine kurgulanır. Zehra’nın ideale ulaşma yolunda tek eksiği olan acıma duygusunu edinmesi için kahramanın kendini tamamlama yolunda ruhsal bir yolculuğa çıkması gerekir. Bu yolculuk için seçilen ortam ise Zehra’nın çocukluk yıllarında algılayamadığı ve karanlıkta kalmış olayları babası Mürşid Efendi’nin Hatıra Defteri’nden okumasıyla netlik kazanır.
# Çocukluğunda kişisel özelliklerini yansıtamayan ve Meşrutiyet döneminde mutsuz bir hayat süren Zehra’nın, öğretmen olduktan sonra kendini gerçekleştirme çabası, geçmişiyle olan hesaplaşmasının bir sonucudur. Zehra, İstanbul’dan ayrıldığı andan itibaren kendini yeni bir kimlik ve kişiliğe hazırlanır. Bu kimlik, aydın Cumhuriyet kadını olgusudur. Bu kimliğin gereklerini yerine getirdiği için, kasabadaki okulda yaptığı işlerle herkesin güvenini kazanıp okulun başmuallimi olacak dirayeti gösterir ve öğrencilerinin ahlâklı ve faziletli olmaları yolunda büyük adımlar atar.


Kart Karakterler
#  Acımak romanında kart karakterleri aslında iki ana başlık altında incelemek daha doğru olacaktır. Başkişi Mürşid Efendi’nin hayatını olumlu yönde etkileyenler ve olumsuz yönde etkileyenler.
# Olumsuz yönde etkileyen kart karakterler, hem Mürşid Efendi’nin hem de Zehra’nın yaşamına önemli bir yere sahip olan Makbule Hanım ve Meveddet Hanım’dır.
# Romanın yapısı itibarıyla iki farklı bakış açısıyla anlatılan bu kahramanlar; genel anlamda dışa karşı masum fakat içte hırslı, bencil, kendini beğenmiş, tüketim ve gösteriş merakı içerisinde olan dejenere kadın tipleridir.
# Zehra’nın gözünde babası Mürşid Efendi’nin her türlü kötülüğüne boyun eğen zavallı ve mazlum insanlardır.
“Şimdi anladığına göre annesi çok hassas ve biraz asabi idi. Çabuk neşelenir, çabuk meyus olurdu. Kendisini anlayacak kadrini bilecek bir adama düşseydi çok iyi bir aile annesi olur, etrafına saadet dağıtırdı. Ne çare ki Allah onu serseri, çapkın, sarhoş, kaba bir adama kısmet etmişti. Kocası aldığını bulduğunu sefahat yerlerinde yer, evine gece yarıları dönerdi." (s.36)
# Meveddet Hanım, annesi Makbule Hanım’la işbirliği yaparak avuçlarının içine aldıkları Mürşid Efendi’yi hem çocuklarına hem de dışarıya karşı kötü bir baba olarak yansıtmayı başarmışlardır. Zehra’nın çocuk zihninde yer eden kötü baba imajının arkasında Meveddet Hanım ve Makbule Hanım’ın döktüğü gözyaşlarının tesiri büyüktür.
# Mürşid Efendi’yi Diyarbakır’da mazlum bir görünüme bürünerek aldatan bu iki kadının günahları, Hatıra Defteri’nin ilerleyen bölümlerinde gün ışığına çıkacaktır. Roman boyunca derinlemesine işlenmeyen anne-kızın belirli özellikleri Zehra’nın ve Mürşid Efendi’nin bakış açılarıyla farklı boyutlarda aktarılır. Gösteriş düşkünü ve zayıf ahlaklı bu kadınların taktığı maskelerin farkına Mürşid ancak Diyarbakır’dan ayrılmadan önce Abdüssamed Bey’in telkini ile varır. Zehra ise yıllar sonra babasının Hatıra Defterini okuduktan sonra acı gerçekle yüzleşir.
# Acımak Romanında, Mürşid Efendi’nin hayatını olumlu yönde etkileyen kart karakterler ise Abdüssamed Bey ve Maarif Başkâtibi Tahsin Efendi’dir. Abdüssamed Bey romanın değişimine sebep olan diğer bir önemli karakteridir. O bir yönüyle Mürşid’in karşısına Sivas’ta çıkan Maarif Başkâtibi Tahsin Efendi ile benzeşmektedir. Mürşid’in yaşamının iki çalkantılı dönemi; meslek yaşamındaki idealist tutum ve acele verilmiş bir kararla evlenmesidir. Bu iki olayda da birçok sıkıntı çeken, acemice davranan ve çevresinde olup bitenlerin farkına varmayan Mürşid’in yardımına Sivas’ta Tahsin Efendi Diyarbakır’da Abdüssamed Bey yetişecektir. Tahsin Bey de Abdüssamet Bey de güngörmüş, mutedil, iyi niyetli ve yalın karakterler olarak romanda kart karakter görevi üstlenirler.
# Mürşid’in S... kazasında kaymakamlık yaptığı sırada karşımıza çıkan öğretmen tipi de ilginçtir. “Son derece cahil, müseyyep ve bunak bir ihtiyarmış. Bu yetmez gibi bir de dilenci tabiatlı” (s.81) biri olan bu öğretmeni işten çıkaran Mürşid Efendi, kanun ve vicdan karşısında kendini haklı görmekle birlikte, yine de pişmanlık duymaktadır. Kovulan ihtiyar öğretmen ise kazada kapı kapı dolaşıp “eski bir muallimim... Beni sokağa attılar... Merhamet ediniz!” diye dilenerek kişiliğini gösterecektir.
Fon Karakterler
# Acımak romanının kurgusu gereği sadece deKORAtif/ fon nitelikli birçok kişi ile karşılaşırız. Mürşid Efendi’nin memuriyet hayatı boyunca dört beş yer değiştirmesi, Zehra’nın Anadolu’daki çevresi ve İstanbul’da babasının cenazesine geldiği anlarda olayların gelişimini sağlamak amacıyla fon karakterlere sıkça başvurulmuştur.
# Mürşid Efendi’nin Sivas’ta memur iken tanıştığı Nasuhi Bey, muhasebe kâtiplerinden Tahir Efendi, R... kazasındaki Ermeni kadın, Diyarbakır’daki Fadıl Efendi, Ceza Reisi, İstanbul’daki komşuları Mesadet Hanım ve kardeşi Necib Bey, Mürşid’in baldızı Ruhsar ve onun kocası, Mürşid’in son günlerinde evine alıp Zehra’ya haber gönderen Vehbi Efendi ve karısı vb. birçok kişi romanın entrik kurgusunu genişletmek amacıyla oluşturulmuş kahramanlardır.
# Bunlar içinde yer yer önemli bir konuma sahip olan Nasuhi Bey ve Ruhsar düz ve boyutsuz birer kişilik olmaktan öteye geçemezler.

İzleksel Kurgu

Acımak romanında, dramatik aksiyonda çatışmayı sağlayan görünüm seviyeleri kişi, kavram ve simge düzeyinde KORA şemasında şu şekilde gösterilebilir.

Ülkü (Tematik) Değerler
Karşı Değerler
Kişiler
Düzeyinde
Zehra
Mürşid Efendi Tahsin Efendi Abdüssamed Bey
Makbule Hanım Meveddet Hanım, Ruhsar Nasuhi Bey,
Sivas’taki memurlar
Kavramlar
Düzeyinde
Kendini gerçekleştirme
Acımak
Sevgi
Şefkat
Fedakârlık
Kaçış
Y ozlaşma Bencillik
Sevgisizlik- acımamak Aşağılık kompleksi İhtiras
Simgeler
Düzeyinde
Hatıra Defteri,
Hapishane
Okul
Kurdele,
Sandık
İstanbul’daki ev Yüzük, ziynet eşyası, Kadife elbise Memuriyet masası


Kendini Gerçekleştirme:
# Mürşid Efendi ve Zehra’nın idealleri doğrultusunda işlenen Acımak romanında, baba-kız arasında yaşanan çatışmadan ziyade; baba-kızın ideallerini gerçekleştirmek (kendini gerçekleştirmek) uğruna yaşadığı güçlükler gözler önüne serilir.
# Bireysel anlamda varoluşlarını ve kendilik kurgularını oluşturmak isteyen Mürşid Efendi ve Zehra’nın göreve başlamaları sürecindeki görev aşkları aynı noktada kesişir. Hayatlarının henüz baharında tutunacak başka idealleri olmadan göreve atılan bu iki insan, etrafında gelişen/ yaşanan olumsuzlukları düzeltmeye ve yeniden yapmaya çalışır. Yalnız Mürşid Efendi, sürekli olarak yenik düşerken Zehra bu yolda başarılı olur.
#  Acımak romanının temelinde yatan mesajlardan biri Osmanlı dönemi memurunun başarısızlığına karşı Cumhuriyet aydınının başarısıdır. Bu bağlamda bireysel anlamda kendini gerçekleştirme çabası içerisine giren aydının Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçen Türkiye’deki değişimi anlatının arka planında gizlenir.
# Acımak romanın kurgusunda mesajlar seviyesindeki çatışmayı Osmanlı aydını ve Cumhuriyet aydını kavramları oluşturmaktadır. “Osmanlı Devleti’nin son döneminde, yozlaşmış devlet kuramlarının zorla çökerttiği insani değerleri savunacak gücünü bile yitiren Mürşid Efendi’nin yitik yaşamı ile eğitim denen sosyal kurumu yürüten Zehra gibi bir Cumhuriyet aydınının bu değerlerle bütünleşme savaşımını, gelecek kuşakların ibretle anacağı bir öğrenme süreci olarak görmemiz gerekir.” Osmanlı aydını  ile Cumhuriyet aydının kendini gerçekleştirme noktasındaki başarısı ve başarısızlığı romanın arka planına sinmiş dizgeler olarak görülür:
Mürşid Efendi          Zehra Öğretmen
Osmanlı Aydını        - Cumhuriyet Aydını
İdealist- Başarısız    - İdealist-Başarılı
Kendini gerçekleştirememiş         - Kendini gerçekleştirmiş
# Osmanlının son dönem özelliklerinin yansıtıcısı konumundaki Mürşid Efendi, kendini gerçekleştiremeyen aydın iken bu neslin devamı olan Zehra öğretmen, kadın olmasına rağmen Cumhuriyet dönemi özelliklerine uygun olarak kendini gerçekleştirmiş başarılı bir aydın tipi olarak karşımıza çıkar.
# Anlatı başkişisi Mürşid diplomasını aldıktan sonra kendilik değerlerini de yaşama yansıtmak amacını güder. Yaşam karşısında tecrübesiz bir genç olarak beklentilerini sınırlı bir düzeyde tutar:
“Ben kendi hesabıma çok nikbinim. Gencim, çalışkanım, sıhhatim yerinde. Gözüm fazla ilerlerde değil. Tabiatım gayet uysal. Titiz, asabi, haris değilim. Gayem, namuslu ve gayretli bir memur olmak ve küçük, temiz bir aile yuvası kurmaktan ibaret... Günde on iki saat fasılasız çalışabilirim. Evet, çalışmak arzuma hudut yok... Buna mukabil gayem fevkalade mütevazı... Böyle bir gencin mesut olamamasına nasıl ihtimal verilebilir?” (s.52)
# Kendilik değerlerini “mütevazı gayesi” ile yaşama geçirme ve mutlu olma çabası, başkişinin olağan gördüğü ve olmaması için hiçbir neden bulamadığı idealler olarak verilir. Bununla birlikte kendi yaşamının başka yaşamlarla birlikte var olduğu ve ortak bir yaşam içerisinde “kendini gerçekleştirmek” zorunda olduğu gerçeğinin bilincinde değildir.
# Mürşid Efendi’nin Sivas’ta göreve başlar başlamaz kırık masasına yazdığı prensipler, onun yaşam felsefesini de özetlemektedir. Çalışkanlığı, dürüstlüğü ve iyi niyeti ile her işe koşan Mürşid, bir süre sonra bütün devlet dairesi işlerinin kendi üzerine yıkıldığını anlar. Devlet dairelerinde çalışan memurların tembelliği, iş savsaklaması, rüşvet alması kısaca düzenin bozukluğu Mürşid Efendi’nin eleştirel bakışıyla sunulur. Bu bağlamda “kendini gerçekleştirme” yolunda başkalarının yaşamları içerisinde kaybolup giden başkişi, yaşam karşısında sürekli bir tükeniş ve kaçış mekanizması içerisinde görülür.
# Mürşid’in kendini gerçekleştirme serüveni ancak kendisinin devamı olan kızı Zehra’yı yetiştirme başarısı ile olumlu bir biçime bürünür. Zehra, bu bağlamda hem kendini hem de babasının ideallerini gerçekleştiren kişi olarak Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinin insanını temsil eder. Zehra’nın yaşama bakışı ve ideallerinde daha katı ve daha realist bir davranış biçimi sergilediği görülür.
# Mürşid’in yaşamında “mütevazı gaye”leri ile mutlu olma çabasına karşın Zehra içinde bulunduğu toplumu eğitmek ve düzeltmek adına daha realist ve azimli bir kişiliktir:
“Bir kere çok müspet kafalı bir kadın... Hurafe ve hayal ile mütemadiyen mücadele eder, talebesine ancak ilmin en müspet hakikatlerini öğretir. Sonra onda bir nevi hastalık, hiç durmayan, onu daima için için yakan bir humma var: Doruluk, fedakârlık, menavi temizlik hastalığı... Haksızlığın, yalanın, riyanın hasılı bütün ahlaksızlıkların ve zaafların müthiş düşmanıdır." (s.10-11)
# İdeallerini gerçekleştirmek kendi bildiği yoldan ayrılmayan Zehra, yaşamın gerçeklerine sırtını dönmeden ve yılmadan mücadele eden bir karakter olarak “kendini gerçekleştirme” hedefine ulaşır. Bu bağlamda onun anlatıda tek eksiği olarak gösterilen “acımak” duygusu da babası Mürşid Efendi’nin yaşam mücadelesini öğrendiği anda tamamlanır.
Yozlaşma/Çürüme:
# Acımak romanında bireysel varoluşunu ve ideallerini gerçekleştirmek isteyen başkişi Mürşid’in karşılaştığı sıkıntılar toplumdaki bireylerin ve kuramların nasıl yozlaştığını gösterir. Mürşid Efendi’nin iş ve aile yaşamında ayrı ayrı mücadele ettiği yozlaşma, romanın temel izleklerindendir. Anlatıda yozlaşmanın devlet dairelerinden başlayıp insanların özel yaşamlarına kadar girdiği görülür. “Çökmekte olan Osmanlı Devleti ile beraber müesseseler ve toplumu ayakta tutan dinamikler yozlaşmıştır."
# Özellikle manevi değerlerin tahrip edildiği toplumda, kendilerini bu akışın içerisine bırakan insanlardan “kendini gerçekleştirmelerini beklemek faydasızdır. Mürşid Efendi’nin ilk memuriyet yıllarında çalışmayanın çalışana kötü gözle bakması, menfaate dayalı ilişkilerin ön planda olması romanın entrik kurgusunu şekillendirir.
“Dairedeki arkadaşlar bir yığın tembel alayı... Allah’tan ki ben gelmişim... Yoksa halleri harapmış. Beni ağzı var dili yok, çalışkan bir çocuk buldular ya... Yüklendikçe yükleniyorlar... ” (s.61)
 # Yozlaşmanın toplumsal boyutta eleştirel olarak sunulduğu bir başka nokta ise Zehra öğretmenin öğretmenliğinin anlatıldığı bölümdür. Zehra öğretmen, Mürşid’in aksine mücadelesinde daha kararlı bir tavır sergilemiş ve bunun da neticesini alır. Gerçi yaşam şartları bu baba kızı farklı biçimlerde imtihan etse de Mürşid’in sadece kafasında var olan idealler ancak Zehra’nın çabası ile fiiliyata dökülür.
“çok müspet kafalı bir kadın... Hurafe ve hayal ile mütemadiyen mücadele eder, talebesine ancak ilmin en müspet hakikatlerini öğretir. Sonra onda bir nevi hastalık, hiç durmayan, onu daima için için yakan bir humma var. Doğruluk, fedakârlık, manevi temizlik hastalığı... Haksızlığın, yalanın, riyanın hasılı, bütün ahlâksızlıkların ve zaafların düşmanıdır. ” (s. 11)
# Görüldüğü gibi Zehra için yukarıda sayılan özellikler ideal bir insanda bulunması gerekir. Mürşid’de de rastladığımız özellikler ise roman boyunca, yozlaşmış, ahlâki çöküntüye uğramış değerler ile çatışırlar.
# Yozlaşma, bireysel anlamda ahlâki çöküntü ile birleşerek Makbule Hanım ve Meveddet Hanım’ın şahsında toplanmış olarak karşımıza çıkar. Romanda, toplumsal yozlaşmanın devlet memurlarındaki ortak özelliği gibi bu anne kızı ve hatta kocası tarafından öldürülen Ruhsar’ı da bireysel yozlaşmanın temsilcileri olarak bir grupta toplamak mümkündür. Makbule Hanım’ın kocası öldükten sonra eve aldıkları bir Hafızla ilişkisinin olması, Ruhsar’ın kocasını bir başkasıyla aldatması, Meveddet Hanım’ın İstanbul’da komşuları olan ve bir süre Mürşid Efendi’nin de yanında çalıştığı Necib Bey ile kocasını aldatması bu ahlâki yozlaşmanın örnekleridir. Yine bu kişilerin şahsında; aşağılık kompleksi, ihtiras, gösteriş merakı, bencillik gibi özelliklerin tema olarak yansıdığını görmekteyiz.
# Sömürü izleği Acımak romanında başkişinin ideallerini gerçekleştirmek isteme çabasının suiistimal edilmesi ile yaşam felsefesinin yıkıma uğradığı süreçte görülür. Toplumsal yapıyı değiştirmek yerine kendini ezdiren başkişi memuriyetinin ilk yıllarından itibaren mesai arkadaşları tarafından sömürülür. İyi niyetinin ölçüsünü ayarlayamayan başkişi böylelikle Sivas’ta tüm dairelerin yarım kalan işlerini yapmak zorunda kalır.
# Yozlaşmanın farklı biçiminde yansıması olarak ortaya çıkan sömürü Mürşid’in karakter yapısında var olan fedakârlık duygularının istismarı biçiminde ortaya çıkar. İdealizm duygusu ile mesleğine başlayan Mürşid, sadece kendi işlerini değil başka memurların ve dairelerin işlerini de yaparak kendi yaşamından fedakârlık yapar. Bu fedakârlığı suiistimal eden meslektaşları ona iş yüklediği zaman bu işleri “angarya” olarak adlandıran Mürşid, bu adlandırmayı hoş görmeyecek kadar da fedakâr bir yapıya sahiptir:
“Bundan evvelki cümlede istemeyerek kullandığım “angarya” kelimesi beni düşündürdü. Utanıyorum. Netice itibariyle bu zavallı memleketin, bu mağdur milletin hayır ve menfaati için yaptığım küçük, ehemmiyetsiz birkaç işe “angarya ” demek nankörlük değil midir? Fakir bir çocuktum. Bu memleket beni besledi, okutup adam etti. Hâlbuki ben, onun için döktüğüm beş on damla tere, kaybettiğim üç beş saat uykuya acıyorum. ” (s.62)
# Başkaları tarafından sömürülmek düşüncesini aklına getirmek istemeyen başkişi, “angarya” olarak görülen işleri yapmayı kendisini besleyip, okutup adam eden millete hizmet olarak görür. Bununla birlikte o, yozlaşan ve sömürüye dayalı sisteme karşı mücadeleden aciz olduğunun bilincinde değildir.
# Başkişi Mürşid’in iş yaşamındaki bu fedakârlık olgusu, zamanla körelirken yönünü başka tarafa çevirir. İş yaşamındaki idealizmini zamanla yitiren Mürşid, Diyarbakır’da anlık bir karar ile evlendiğinde fedakâr bir aile reisi olur. Bir anlamda kendini gerçekleştirme mücadelesini iş yaşamında başaramadığı için bu arzusunu aile yaşamına taşır. Kayınvalidesi Makbule Hanım ve eşi Meveddet’in tüm istismarlarına rağmen kendini var etme mücadelesi içerisinde “duyarsızlaşmış bir fedakâr” konumundadır:
“- Yemek pişirmek ev hanımının şanındandır... Hele senin gibi hayırlı bir damat için... İleride halin vaktin yerinde olduğu vakit inşallah çifte çifte aşçılar tutarsın... Hoş o günlere ben yetişemem ya. İşte böyle evladım. Ben gerçi romatizmalı, hasta bir kadınım ama... Senin güzel hatırın, evladımın saadeti için bu yaşımda ocak başlarında kavrulmak değil, ateşlerde yansam gam yemem. ” (s.98)
# Kayınvalidesinin duygusal istismarlarına gözü ve bilinci kapalı olan başkişi, kendilik değerlerinden uzaklaşarak adeta bir kukla konumuna bürünür. Kayınvalidesi ve eşinin her istediklerini yaptırması onun kabuklaşmış fedakâr yapısından kaynaklanmaktadır. Mürşid’in içine düştüğü bataklığı geç fark etmesi ile bu “kabuk” çatlayacak ancak tam anlamıyla kırılmayacaktır.
# Bireysel tutkularını yitiren başkişi Mürşid ailesi tarafından sömürüldüğünün bilincine geç de olsa varırı. Bununla birlikte Mürşid’in dışarıya karşı bu yarayı göstermeme arzusu onu hırsızlığa iter. İstanbul’da ailesinin isteklerine cevap verebilmek için hırsızlık yaparak yine fedakârane bir tutum sergiler. Mürşid’i İstanbul’daki yaşamında fedakârlığa iten bir diğer sebep de çocuklarıdır. Sömürüldüğünün bilincindeki başkişinin tek umudu çocuklarını içine düştüğü durumdan kurtarmak olur.
Kaçış:
# Acımak romanında  başkişi Mürşid’in yaşamda kendini gerçekleştirme yolunda karşılaştığı güçlükler karşısında mücadele gücünden yoksun bir halde kaçış psikolojisi içerisine girdiği görülür. Kendilik değerlerini kurmak için mütevazı bir yaşam arzulayan Mürşid’in beklemediği sorunlar karşısındaki tavrı geri çekilme ve içe kapanma biçiminde ortaya çıkar.
# Sivas’ta memuriyet yıllarında ideallerini gerçekleştirmek uğruna çalıştığı dairede arkadaşları tarafından “angarya işler” yüklenerek sömürülen Mürşid bu durumu fark etmesine rağmen iradi bir tutum sergileyemez. Başkişi Mürşid’in bu tutumu Meşrutiyet dönemi aydının bilgili ve ideal sahibi olmasına karşın zorluklar karşısında mücadele etmeyen tavrının bir yansımasıdır.
# Anlatıda başkişinin resmi görevlerindeki ideallerinin sönmesi ve sıradan bir devlet memuru olması sürecindeki kaçış izleği, aile yaşamında aradığını bulamadığı yıllarda hem fiziksel hem de içe kapanma biçiminde kendini gösterir. Diyarbakır’da beklenmedik bir biçimde evlenen ve kendisini maddi-manevi her yönden sömüren bir aileye damat olan Mürşid bu durumu fark ettikten sonra yine karakter yapısına uygun olarak mücadele etmeyi değil kaçmayı tercih eder.
“En emin bulduğum bir köşeye, evime çekildim. Kapımı dünyaya kapadım. Kendimi sırf ailemin saadetine vakfetmek istedim. “Nasıl olsa bu üç beş kişilik masum cemiyete hamilik, babalık etmeye muktedirim!” diyordum. Etrafımdaki yangından kaçmak için kendimi rastgele bir eve atmıştım. Fakat yangın beni orada da yakaladı. Kendi elimle kapadığım kapının arkasında yandım. ” (s.124)
# İş yaşamında beklentilerine karşılık bulamayan Mürşid’in sığınak olarak gördüğü aile yaşamında da hayal kırıklığına uğraması onun kendi iç dünyasına yönelmesine sebep olur. Mürşid’i ailesiyle bir arada tutan sebep ise çocuklarıdır. Çocuklarının geleceğini kurtarma umudunu taşıyan başkişi, eşi ve kayınvalidesi ile mücadele gücünü kendisinde bulamadığı için ancak onlardan yalıtık bir yaşam içerisine girer.
# Anadolu’da idealist bir öğretmen olarak çalışan Zehra öğretmen, çocukluğundaki aile sevgisi eksikliğini kendi yaşamında kimseye acımamak öğretisi üzerine kurgular. Zehra’nın tam anlamıyla bütün doğru özelliklere sahip olmasına karşın acıma yetisinden mahrum oluşu, Maarif Müdürü tarafından şu şekilde açıklanır:
"Doğruluk, temizlik, fedakârlık hastalığı onda insanlığın en kıymetli bir kabiliyetini öldürmüştür: Acımak kabiliyeti... Zehra Hanım’a hissiz bir kadın denemez... Bilakis geniş bir ruhu var. Güzel, doğru temiz şeyleri çılgınca sevebilir, onlar için her fedakârlığı yapıyor. Fakat zaafa, düşkünlüğe, çirkinliğe acımıyor. Sadece kızıyor, hırçınlaşıyor.” (s.12)
# Çocukluğundaki şefkat eksikliği ve parçalanmış bir ailenin çocuğu olarak büyümesi Zehra’nın çevreye karşı bakışını etkiler. Özellikle babası Mürşid Efendi’yi annesi ve anneannesinin telkinleriyle “ayyaş ve serseri” biri olarak gören Zehra’nın kendisini zorla ailesinden koparıp Marabet mektebine götürmesi ona karşı bir tavır almasına neden olur. Bu tavır, hem babasına hem de çevresindekilere karşı “acımama” duygusunu körükler. Zehra’nın katı idealizm anlayışı içerisinde yer bulamayan “acımak” duygusu ancak tek taraflı yansıtılan babası Mürşid Efendi’nin yaşam hikâyesini öğrendiğinde yön değiştirir. Yaşam felsefesini yarım kalmış bir aile sevgisi içinde bütünleyen Zehra, duygusal eksikliğini “acımayı” öğrendiği anda bütünler ve idealizmini zirveye taşır.
# Sevgi ve şefkat izlekleri, eserde iki boyutlu olarak verilir. Zehra’nın çocukluk yıllarında annesi ve anneannesinin kuşatması altında baba sevgisinden mahrum kaldığı görülür. Bu nedenle, yıllarca baba sevgisinden ve şefkatinden uzak kalmış hatta bu duyguları hiç tadamamış bir çocuğun, babasının son günlerini yaşadığı bir dönemde onu ziyarete gidişi aynı zamanda kendi geçmişine de dönüşü anlamına gelir. Zehra’nın hafızasında tozlu ve karanlık noktalarda silik bir halde bulunan Mürşid Efendi, bu yolculukla daha canlı bir hal alır. Çocukluğunda annesi ve anneannesine alçakça eziyet eden, sarhoş ve eğlence düşkünü bir babanın kızı olmaktan bir kez daha utanır ve çocukluğundaki bazı olaylar aklına geldikçe ondan iyice nefret eder. Zehra’nın bu tutumu, babasının hatıra defterini okuduktan sonra tersine döner.
# İstanbul’da Mürşid Efendi’nin hayatta tek tutar dalı kızları Feriha ile Zehra’dır. Meveddet Hanım ve Makbule Hanım çocuklarına babalarını sarhoş, kumarbaz ve ayyaş olarak tanıttıkları için, onlarla da ilgilenip baba şefkatini ve sevgisini gösteremez. Mürşid Efendi ise özellikle çocuklarına karşı sevgi ve şefkat dolu bir baba olmasına karşın engelleyici güç olarak karşısında duran Makbule Hanım ve Meveddet’i aşamaz. Dolayısıyla çocuklarına içinde taşıdığı sevgi ve şefkati gösteremeyen Mürşid, içinde biriktirdiği bu duyguları ancak Hatıra Defterine aktarır.


Share with your friends

Notification
This is just an example, you can fill it later with your own note.
Done