Benim
Adım Kırmızı romanı tarihi roman, cinayet romanı ve aşk romanı olarak
değerlendirilebilecek çok yönlü bir romandır. Romanın yazılış amacı nakkaşların
kaderini, yüzlerce yıl bir işe emek verdikten sonra, bugün tamamen
unutulmalarını anlatmaktır. Yazar Doğu ile Batı arasında köprü kurmak ister.
Doğu sanatını Batılı yazım tekniklerini kullanarak sunmuştur.
Benim
Adım Kırmızı romanı boyunca uzun uzadıya Batılı ressamlarla Osmanlı nakkaşları
karşılaştırılır. Resmin İslamiyet çerçevesinde incelenmesi ve değerlendirilmesi
de söz konusudur. Aynı zamanda nakkaşlıktaki tekrarlar, esere de yansıtılır.
Romanın anlatımında da tekrarları sıkça görürüz.
Benim
Adım Kırmızı romanında nakkaşlıkta yaşanan hafızadan resmetme ve körlük
tasavvufi bir temele dayanır çünkü eserde anlatıldığı üzere Üstad Osman
saraydaki resimlere baktıktan sonra ünlü nakkaş Behzat’ın kullandığı iğne ile
kendini kör eder. Bir başka nokta da nakkaşların üslup ve bireysel ifadeyi
reddetmeleri Müslümanlığın sanatçılar üzerinde kurduğu bir baskının sonucudur.
Bu da romanda her noktada ifade edilir. Doğu- Batı çatışması ve Doğu-Batı
sentezi çatışmaların başında görülür. Enişte Bey Doğu Batı sentezini savunurken
Enişte’nin kızı, Kara’nın karısı Şeküre’ye göre resim sanatındaki Doğu Batı
çatışması çözülmemiştir.
Üstkurmaca ve Postmodern Çerçeve
Benim
Adım Kırmızı romanında üst kurmaca roman yapısı kullanılır. (Üst kurmaca metnin
hakkında açıklamalar içeren kurmacadır.)Roman içinde roman kişileri romanın
yazılışına dair açıklamalarda bulunurlar. Aynı zamanda Benim Adım Kırmızı
eserinde üst kurmacanın iki temel noktası, parodi ve yalan söyleme eser içinde
alenen gösterilir. Roman hem kişilerin hem de at, köpek, kalp para, Şeytan ve
hatta kırmızı rengi gibi nesne ve kavramların öyküyü değişik açılardan ele
aldığı pek çok “birinci tekil şahıs anlatıcı” tarafından aktarılır. “Ben
Ölüyüm”, “Benim Adım Kara”, “Ben Köpek” gibi bölüm başlıkları her bölümün bir
meddah tarafından seslendirildiği havasını yaratır. Yalanlara değinilecek
olursa Şeküre okura çöpçatan Ester’in getirdiği mektubu ikinci kez okumadığını
söylediğinde aslında okuru yanılttığını itiraf eder. Ayrıca roman katilin
kimliğinin açığa çıkarılmasını sürekli geciktirerek cinayet romanındaki kuşku
unsurunu da kullanır. Böylece okura bir anlamda oyun oynanır.
Benim
Adım Kırmızı realist ve modernist anlatılardan uzakta zaten gerçeğin varsa
da pek önemsenmediği bir yerden romanı yazan postmodernist anlatıya örnektir.
Roman boyunca tek bir doğruya rastlanılmaz ya da sonunda belli bir hakikatin
baskınlığı yoktur. Zaten anlatıcının amacı bu olmamakla birlikte olayların
gidişatı her anlatıcı da farklı bir boyuta taşınır. Ayrıca postmodernistlerin
sıkça kullandığı muhatabına kurmaca olduğunu ifade etmesi romanı anlama
açısından önemlidir. Sekizinci bölümdeki Ester’in “Sizlerle de öyle fazla
tanışmıyoruz. Açıkçası, birden bir utanma sıkılma geldi üzerime. Mektubu nasıl
okudum size söylemeyeceğim.” demesi doğrudan okuyucuya hitaptan bir örnektir.
(s.49) Ester’in Şeküre’ye gelen mektupların içeriğini açıkça gösterdiği bu ve
benzeri bölümlerde “siz” denilerek muhataba gönderme yapılmıştır. Bu kullanım,
Ahmet Mithat’ın okuyucusuna siz diye seslenmesi ile karıştırılmamalıdır çünkü
Mithat okuyucusuna otoriter bir bakışla bir şeyler öğretmek adına hem olayları
hem de karakterleri baskılar ancak bu romanda her anlatıcı kendi bakışından
gördüklerini okuyucu ile temasa geçerek anlatır.
Çok Seslilik
Benim
Adım Kırmızı romanında yirmi bir tane anlatıcı bulunur ve her biri birinci
tekil şahıs olarak kendi gözlerinden romanın gidişatına dair bilgiler verir.
Kara, enişte, Şeküre ve katil bu anlatıcılardan bir kısmıdır ancak farklılığa
yol açan diğer anlatıcı türleri ise cansız nesnelerin konuşması, ölüm, kırmızı ve
paranın dahi kendi bakış açılarından olayları yorumlamasıdır. Ayrıca her bir
anlatıcı bir öncekinden farklı bir hikaye anlatarak bir anlamda diğer
karakterin de onun içinden çıkmasını sağlar. Birbirlerine eklemlenerek
ilerleyen anlatı da dikkat çekici unsur ise nesneleri konuşturan ara-üst
anlatıcı bazında meddahvari bir anlatıcının bulunmasıdır. Bunun yanı sıra
Şeküre romanın sonunda anlatıcının Orhan olduğunu dile getirir. O halde Orhan
tüm anlatıcıların üstünde ve meddah nasıl resimleri konuşturuyorsa Orhan’da
meddahı konuşturur. Ancak üst anlatıcı kimliğindeki Orhan’ın varlığı otoriter
bir ses olarak hissedilmez. Diğer bir nokta ise Şeküre’nin “Her zaman asabi,
huysuz ve mutsuzdur ve sevmediklerine haksızlık etmekten çekinmez. Bu yüzden
Kara’yı olduğundan şaşkın, hayatlarımızı olduğundan zor, Şevket’i kötü ve beni
olduğumdan güzel ve edepsiz anlatmışsa sakın inanmayın Orhan’a. Çünkü hikayesi
güzel olsun da inanalım diye kıvırmayacağı yalan yoktur.” diyerek Orhan’ı
güvenilmez bir anlatıcıya çevirmesiyle onu Hayri İrdal’ın anlatım tekniğine
yaklaştırır. Bütün bunlardan yola çıkarak Benim Adım Kırmızı’yı
yazarın sesine yakın ve baskın bir anlatıcı olmamasıyla “Bakhtin’in diyalojik
roman tanımında olduğu gibi karşıtlıklar bir hiyerarşi olmadan bir arada yer almakta,
farklı eğilim ve düşünceler birbiriyle çatışsa da bir diyaloğa girebilmektedir.
İroni
Benim
Adım Kırmızı baştan başa ironi temelli
kurulmamış sadece dil kullanımında birkaç ironiye değinilebilir. Şeküre’nin
konuşmaları 16. yüzyılda bir ev kadınına göre oldukça iyi eğitim gerektirecek
niteliktedir. Örneğin 32.bölümde Şeküre boşanmaları ile ilgili “Şimdi eğer
benim durumuma dürüstçe tanıklık edecek iki adam bulup, onlara hemen biraz para
verip, birlikte Üsküdar’a geçip, kadıyı ayarlayıp, beni boşatmak için yerini
naibinin almasını sağlayıp, bu şahitlerle beni boşatır(…)” diye başlayıp on
altı satır süren bu konuşma 16. yüzyıl çevresinde formal bir eğitim almamış
Şeküre için oldukça kalbur üstü bir konuşmadır. Bu ironi ise konuşma ile kişi
arasındaki uygunsuzluktan doğan sözel ironidir.
Zaman ve Mekan Kullanımı
Benim
Adım Kırmızı romanında anlatı zamanı dokuz günlük bir süreci kapsar. Zarif
Efendi öldürüldükten sonra Kara’nın olayları çözümleyecek bir dedektif edası
ile romana girmesi ve sonunda Zeytin’in katil olduğunun ortaya çıkmasına kadar
kısa bir süre geçmesine rağmen roman oldukça hacimlidir. Zaman, çizgisel bir
şekilde ilerlese de anlatıcıdan anlatıcıya geçildiğinde olaylarda ya geriye ya
da ileriye gidilmiştir. Örneğin Kara- Ester- Şeküre üçlüsü arasında Şeküre’nin
Kara’ya yazdığı mektubun bahsi geçtiğinde, Kara mektubu alır ve nar ağacının
yanına gider. Ester’e geçildiğinde akşamüstü olmuştur, yani Kara ve Şeküre
pencereden bakıştıklarından sonra belli bir zaman geçmiştir ancak Ester mektubu
Kara’ya vermesine rağmen daha yeni aktarmıştır okuyucuya mektubu. Şeküre’ye
geldiğimizde ise neden Kara oradan geçerken pencereye çıktığına dair kendini
sorguladığını görürüz. Kısa bir anı içeren nar ağacının oradaki bakışma üç anlatıcı
tarafından kendi anlatılarını yazma süreçleri içinde zamanı kıran bir anlatıya
dönüşmüştür. Çoklu anlatıcı olması zaten bu romanı zaman dizinsel olmaktan
çıkarmış ve “şimdi”nin, anında aktarmanın belirgin bir şekilde öne çıktığı
postmodern romanlarda zaman klasik ve modern tarzdaki romanlara oranla
önemsizleştirilmiştir, romanda vak’a zamanı, anlatma zamanı ve okunma zamanı
“şimdi” de birleşmiştir”. Padişah tarafından katilin yakalanması için verilen
üç günlük mühlet zarfında bile Üstat Osman’ın ana odaklanması ve Enderun
hazinelerine ilk ve son kez girmenin verdiği hazla eskiden çizilmiş nakışlara
odaklanması bunu gösterir. En sonunda ise her büyük nakkaşın körlük seviyesine
gelmek için uğraştığı gibi Üstat Osman’da bile isteye hazinedeki çok değerli Üstat
Behzat’ın iğnesiyle kör eder kendisini ve kendi şimdisini yaşar.
Benim
Adım Kırmızı romanında mekan meselesi
de “çoklu mekan algısı” ile açıklanabilir. Anlatıcılar değiştikçe onların
gördükleri doğrultusunda sanki kamera dolaşıyormuşçasına mekanlarda değişir.
Şeküre evden bakarken erkek karakter Kara daha kamusal alanlara girebilir
Üsküdar gibi, hazine odası gibi. Benim Adım Kırmızı’nın mekanları
daha çok anlatıcın perspektifi doğrultusunda değişen mekanlardır.
Eleştiri
Benim Adım Kırmızı romanında edebiyat, estetik ve sanat zemininde
bir eleştiri ile karşı karşıya kalırız ancak tartışmanın vardığı noktada
herhangi bir çözüm önerisi ya da bir diğerine değilleme söz konusu değildir.
Benim Adım Kırmızı muğlaklık üzerine kurulu bir çatışmalar romanı olduğunu
gösterirken tüm bunları bir Osmanlı-Türk modernleşmesi alegorisi olarak
alabileceğimizi söyler. Olayların çoğunun anakronik bir bakışla çizilmesinin
yanında Orhan Pamuk’un olayları “Batılı” eğitim süzgecinden geçerek
“oryantalist gözlerle” anlatması da dikkat çekicidir. Dikkat çekici bir nokta
ne tam olarak batıyı anlatma ne de doğuyu anlatmaktır. Sentez ise romanda
üzerinde durulmayan durulsa bile –kitabın iki üsluptan da izler taşıması ancak
bitirilememesi- etkili olmayan bir yöntemdir. O yüzden olaylara bakış nesnel
bir eleştiri amacı gütmez. Arada kalmışlığın ve bir yere ait olamamanın verdiği
sancı ise Frenk usulünü isteyen ve geleneğin yanındaki nakkaşlardan hiç birinin
istediği anlamda başarıya ulaşamamış olmalarında kendisini gösterir. Padişahın
isteği ile başlatılan kitap büyük hayallere rağmen bitirilemez. Zarif Efendi
yaptıkları resim ve süslemelerin kafirlik olduğu inancına kapıldığından Enişte
ise Kara’ya verdiği kitabı bitirme emri ile diğer nakkaşları göz ardı
ettiğinden ve gerçekten kafirlik yapılıp yapılmadığını kanıtlayacak olan son
resmi göstermediğinden öldürülür. Bu bağlamda anlatı dünyasında tek bir
doğrudan bahsedilmez.