Diyarbakır
Efsaneleri
Efsane kelimesi Türkçe’ye Farsça'dan geçmiş
bir kelimedir. Efsane eski çağlardan beri söylenegelen, olağanüstü varlıkları,
olayları konu edinen hayalî hikâyelerdir.
Halk edebiyatının anlatmaya dayanan türleri arasında yer alan efsaneler,
"dinî, inandırıcı ve olağanüstü” özelliklere sahip kısa hikâyelerdir.
Bu yazıda Diyarbakır’da anlatılan 11
efsane örneğine yer verilmiştir. Bu içeriğe daha fazla efsane örneği eklenmesini
isterseniz yorumlarda belirtebilir yada bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Efsanelerde yer alan olayların gerçeğe
dayandığı kabul edilir; süsten uzak olan efsane anlatımlarında kişi ve zamanla
ilgili bazı bilgiler verilir. Efsanelerde halkın özlemleri, dünya görüşü ve
ideal insan tipi diğer edebi türlerden daha kesin ortaya konur. Efsanelerin
hemen hepsinde ortak bir hususiyet olarak insanların doğruluktan ayrılmamaya
davet edilmesi olduğu söylenebilir.
Efsaneler, kişi, yer ve olaylar hakkında
anlatılırlar. Anlatılanların inandırıcılık özelliği vardır. Genellikle kişi ve
olaylarda olağanüstü olma özelliği görülür. Efsanelerin belirli şekilleri
yoktur. Kısa ve konuşma diline yer veren anlatmalardır.
Diyarbakır
Efsaneleri -1 (Şubat Karısı Efsanesi)
"Şubat ayında evde biri ismini
çağırır ve kalkıp kapıyı açtığında şubat diye bilinen cinler ev halkından
birini özellikle de yeni doğum yapmış lohusa kadınları, küçük çocukları veya
genç kızlardan birini alıp boğmak için götürürlermiş. Hatta, Şubat küçük
çocukları kaçırmasın diye evin kapıları kilitlenirmiş.
Şubat ayı Diyarbakır’da uğursuz bir ay
olarak düşünülürmüş. Bu ayda uyuyan insanların üstüne cin çöker nefeslerini
kesermiş. Ayrıca geceleri , Şubat karısı denen cin gelerek insanları çağırıp ,
uzaklara götürür ve sonra da ya bir uçuruma , ya da bir akarsuya atarak
öldürürmüş.
Alipaşa mahallesinde yeni evlenen bir
gelin varmış. Şubat ayında gece gelini , kapıya gelip çağırmışlar. Gelin kapıya
çıkınca onu alıp Yedi Kardeş Burcunun içine götürmüşler.
Diyarbakır’da o zamanlar kaçak tütün
kontrolü için ellerinde fint dedikleri büyük mumlarla kolcular devriye
gezermiş. Kolcular devriye gezerken bir de bakmışlar ki başında duvağıyla bir
gelin , şaşkınlık içinde bakarken içlerinden biri gelini tanımış ve Şubat’ın
gelini kaçırdıgını anlamış. Gelini alıp hemen eve götürmüşler. Kapıyı çalmışlar
, gelinin kayınvalidesi açmış kapıyı. Şubat’ın gelinini götürdügünden habersiz
kadına kolcular, "gözün kör ola sen yatarken gelinini Şubat götürmüş”
demişler. Kayınvalide üzüntüden dizlerine vura vura gelini eve almış fakat,
nafile yeni gelin korkudan çok yaşamamış ve 3 gün sonra ölmüş.”
Diyarbakır
Efsaneleri-2 (Kapoz Efsanesi)
"Kapoz, Diyarbakır’da eskilerin
de anlattığı bir varlıktır. Geceleri uykudayken insanın üzerine çöktüğünde
ağırlığından kımıldanmazmış ve insanın kanı çekilirmiş. Yalnız kapozun burnu
omadığı için insanları boğamazmış.”
Diyarbakır
Efsaneleri – 3 (Til Alo Efsanesi)
"Ne zamandır köyün ağası hacca
gitmeye niyetlenmiş ama kısmet henüz görünmüştür. Köyünü, evini, çoluk çocuğunu
bırakacak, aylarca sürecek bir hac yolculuğuna çıkacaktır. Til Alo, evin artık
bir ferdidir, dürüsttür, namusludur ve dindardır. Ağa, çağırır kendisini :
"Alo ben hacca gidiyorum, evim, çocuklarım ve köyüm Allah’a sonra sana
emanet’’ der ve yolculuğa çıkar. Hacıların Arafata çıkacakları gün
yaklaşmıştır. Evin hanımı da evde sac ekmeği yapmış yanda da peynir helvası
pişirmekte ve kendi kendine: "Ağa bunları ne kadar çok sevidi, olsa da
yese idi’’ diye konuşur, konuşmasını Alo’nun dinlediğini de fark etmez. Alo
hanımının bu sözlerini duyar duymaz hanımına der ki: "hanımım, sen o
ekmekten ve helvadan bir tepsiye bırak da ben ağama yetiştireyim’’ der, hanım
içinden : "Zavallı canı çekti her halde istemeye de utandı, olsun bir
tepsiye bir miktar bırakayım da yesin garibim’’ der ve tepsiye yeteri kadar sac
ekmeği ve yanına sıcak helvadan bırakarak Alo’ya verir.
Ağa Arafat dağına çıkmıştır, hacılığın
en büyük şartıdır bu dağa çıkmak. Bir de ne görsün? Alo yanında ve bir tepsi
elinde "Hanımım gönderdi’’ der ve gözden kaybolur... Ağa getirdiklerini
yer ve tepsiyi saklar.
Hacılar dönmüştür ve ağa da evine
gelmiştir. Bütün köylü ağayı ziyarete gelmişlerdir ama birisine elini öptürmeye
izin vermez, bir köşede duran Alo’yu göstererek: "Gidin onun ellerini
öpüp, duasını alınız’’ der ve olayı anlatır. Köylü Alo’ya yönelince Alo kaçar
ve köyün yakınındaki tepeye çıkarken: "Allah’ım beni bunlardan gizle’’
diye dua eder ve o tepenin içinde kaybolur, tıpkı "Eshab-ı Kehfin’’
mağarada kayboluşları gibi. Bu bir efsanedir ve nesilden nesile anlatılır.
Şimdi Silvan yolu üzerinde hemen görünür o tepe ve oradan geçenler Til Alo’yu
anmadan geçemezler.”
Diyarbakır
Efsaneleri – 4 (Şeyh Muhammed Hz. Efsanesi)
"Mardin kapı’da Şeyh Muhammed
Hazretleri diye bir evliya vardır. 40 gün sabah namazında onun mekanında
namazını kılanın, evliya önüne çıkarmış.
Ali Paşa mahallesinden bir kadın
oğlunun işleri çok kötü gidiyor diye, 40 gün boyunca ziyaretin avlusunda
namazını kılıyor . O zamanlar Mardin kapı da in cin top oynuyor, kapılar
kapanınca bir kendisi bir mezarlık. 40 günün sonunda sabah ezanı okunmadan Şeyh
Muhammed Hazretleri üzerinde cüppesi elinde ibriği, ayağında nahili, abdest
almaya giderken kadına görünür. Şeyhi karşısında gören kadın hemen secdeye
kapanıyor . Şeyh Muhammed Hazretleri kadına "hatun 40 gündür sen bu yola
gidip geliyorsun niyetin, isteğin nedir söyle bana” der. Kadın korkudan dili
tutulmuş, başını secdeden kaldıramaz. Şeyh efendi bir kaç kere daha tekrarlar,
fakat kadından ses çıkmaz . Bunun üzerine Şeyh Muhammed hz’ de " günahın
boynuna , Allah yine de senin istediğini sana nasip etsin " diyor. Kadın
bir kaç dakika sonra başını kaldırıyor ki etraf bomboş, kimseler görünmüyor,
seccadesini topladığı gibi ayakkabılarını bile giymeden koşarak oradan
uzaklaşıyor. Bir müddet sonra Şeyh efendinin ettiği dua tutuyor ve kadının oğlu
zengin bir tüccar oluyor.”
Diyarbakır
Efsaneleri-5 (Kırklar meclisi Efsanesi)
"Zamanın birinde yaşlı, çok fakir
bir adam varmış. Bu adam tek başına yaşarmış, günün birinde evinin içine bir
kedi girdiğini görmüş ve yalnızlığına ortak olur diye kediyi alıp beslemeye
karar vermiş. Adam gel zaman git zaman bu kedinin geceleri kaybolduğunu
farketmiş. Birgün meraklanıp bu kediyi takip etmeye başlamış. Kedi, hevsel
bahçesinden geçip Dicle nehrini de aşıp Kırklar dağına varmış. Adam kediyi
izlemeye devam ederken, birden kedinin silkinerek insan görüntüsüne girdiğini
görmüş. Kırklar dağında çok büyük bir saray varmış derler, bu sarayda kırklar
meclisi denen bir meclis toplanırmış. Meğersem kedi de bu kırklar meclisindeki
büyük zatlardan biriymiş. Yaşlı adam kendini hiç belli etmeden eve dönüp kediyi
beklemiş ve kedi gündüz olup geri döndüğünde adam dayanamayıp "senin
sırrını çözdüm sen büyük bir zatmışsın” deyiverince kedi birden bire ortadan
kaybolmuş bir daha da görünmemiş.”
Diyarbakır Efsaneleri-6
(Değirmenci Efsanesi)
"Birgün değirmencinin biri, gece
değirmende çalışırken piraboklardan biri çıkagelmiş. Bu piraboğun kocaman iki
memesi varmış, öylesine büyükmüş ki bir memesini arkasına attığında sırtına
kadar geliyormuş. Piraboğu gören değirmenci, yerde duran çuvaldızı memesinin
üzerine batırmış. Piraboğu yakalayan degirmenci yıllarca onu yanında
çalıştırmış. Öylesine güçlüymüş ki hiç yorulmazmış. Yalnız, ona ormandan bir
kaç odun getir dersen bir apartman boyu , çok getir dersen de çalı çırpı
toplayıp getirirmiş, ne istersen tam tersini yaparmış. Bu piraboğun bir de
çocukları varmış hergün kocası gelip seslenirmiş: "Hamur pıç pıç bebi vay
vay”
Hamurun ekşidi , bebeklerin ağlıyor
diye . Bunu duyan değirmenci piraboğa üzülmüş ve ğöğsünün üzerindeki çuvaldızı
çıkarıp onu serbest bırakmış. Çuvaldız çıkınça pirabok koşarak kendini dereye
atmış ve ortadan kaybolmuş.”
Diyarbakır Efsaneleri-7
(Ebe Kadın Efsanesi)
"Bir gün köy ebelerinden
birisinin kapısı çalınmış, ebe kapıyı açınca karşısında tuhaf bir adam görmüş.
Adam, karım hamile doğum yapacak yetiş, demiş. Ebe de toplamış eşyalarını
gitmiş doğuma. Doğum esnasında kapının ardından adamın sesini duymuş "
altı tane kızım var bu defa erkek olursa ebeyi altınlara, gümüşlere boğarım
şayet kız olursa da onu boğarım demiş.” Doğum bitmiş kadın bir kız çocugu
doğurmuş. Az önce işittiğinden korkan ebe kuşağının içinde bulunan balmumunu
çıkarıp kız çocugunu erkek çocugu gibi göstermek için el çabukluğuyla
balmumundan pipi yapmış ve çocugu kundaklamış. Kapıdan çıkarken adam ebeye
eteklerini açtırmış ve eteklerine bir sürü sogan ve sarımsak kabuğu doldurmuş.
Kadın şaşkınlıkla eve gitmiş, eteklerindeki soğan ve sarımsak kabuklarını
kapının önüne yığmış ve ne tuhaf insanlardı diye söylenmiş. Sabah olunca kapıyı
açmış ki bir de ne görsün, soğan kabukları olmuş sarı altın, sarımsak kabukları
olmuş gümüş. Kadın bunları hemen toplayıp eve almış. Anlamış ki gittigi ev
pirabok bebesi evi , doğurttuğu çocuk pirabok bebesi akşam ocağın başındayken
bir ses gelmiş: pira heva pira heva hel kugılık şima çıma
Ebenin ismi havvaymış , gelen ses ise
pirabokların sesiymiş.” Bu çocugun pipisi niye balmumundan” deyince ebe de
piraboka seslenmiş:” Ne yapalım Allah vergisi o da senin şansınmış demiş.”
Diyarbakır
Efsaneleri-8 (Ben u Sen Efsanesi)
"Zamanın hükümdarı bir çift burç
yaptıracaktır, yıkılan burçların yerine o günlerin meşhur ustasını ve kalfasını
çağırarak bu görevi verir ve "bakalım hanginizin daha güzel olacak
eseri?’’ der ve İnşaat başlar, usta ayrı, kalfa ayrı yapar yapacağını ve
nihayet bitirirler.
Hükümdara haber verilir. Hükümdar ve
mahiyeti, kalabalık bir halk topluluğu gelirler, burçları gezerler ve çok
beğenirler. İkisi de güzeldir ama, kalfanın yaptığı çok daha güzeldir ve bunu
da dillendirerek derler ki " Allah için söylemek lazımsa kalfanın yaptığı
bir ulu bedendir ve ustanınkinden güzeldir’’ Kalfa da bu söleri duymuştur ama,
ustasına da söylettirecektir, sorar: Usta, ben- u seen?’’ diye, yani benimki
mi, seninki mi? Usta "sen’’ der, demez kendini burcun üstünden bırakır.
Ustanın düştüğü yerde bir su kaynar "Ben-u Sen” suyu derler adına.
Burçlara da "Ben-u Sen’’ buçları yada "Usta-şagirt” burçları denir o
günden bu güne. "Ulu bedeni’’ halk sonradan "Evli beden’’ diye de
isimlendirmiştir.”
Diyarbakır Efsaneleri-9
"Büyüklerimden duymuşluğum var,
Ben u Sen bahçesinde pirabokların yavrusu 14, 15 yaşlarında bir kız çocuğunu gezerken
görüp sahipsiz diye alıp eve götürmüşler. Banyo yaptırıp , üstünü başını
değiştirmişler. Yemek vermişler yememiş, konuşmuşlar konuşmamış. Evdekiler bir
süre sonra bu kızın pirabok olduğunu anlamışlar. Çocuğu tekrar aldıkları yere ,
Ben u Sen’e evli beden burcunun altına götürüp bırakmışlar. Birden bir ses
duymuşlar " Mari, Mari, Man” diye çocuk hemen karşılık vermiş:
"Mamiyamın mamiyamın” diye ve birbirlerine sarılıp karanlıkta
kaybolmuşlar.”
Diyarbakır
Efsaneleri-10 (Amid Kalesi ve Kıyamet Efsanesi)
"Ne zaman ki surlarımızın hepsi
yıkılır işte o zamanda kıyamet kopar. Bunu biz demiyoruz, efsaneler böyle
söylüyor. Derler ki Diyarbakır Kalesi ile Harput Kalesi iki kardeş tarafından
yapılmış. Amid kalesinin harcı yumurta akıyla, Harput kalesinin ise sütle
karılmış. Sürülerle sağılan koyunların sütleri, dereler halinde akıtılarak
kalenin yapıldığı yere getirilirmiş. O zamanlar yumurtanın bini bir para imiş.
Bu iki kardeş yaptıkları kaleleri
bitirdikten sonra "Ab-ı hayat’’ ölümsüzlük suyundan içip uzun bir uykuya
dalmışlar. Arada bir uyanıp ‘’ Diyarbakır surları yıkıldı mı, Harput kalesi
duruyor mu?” diye kalelerinin yerinde durup durmadığına bakar, sonra yine yine
uyurlarmış.
Bu kaleler yıkılınca da kıyamet
kopacakmış...’’.
Diyarbakır
Efsaneleri- 11 (Amid Kalesi Efsanesi)
"Bu da ayrı bir rivayet, yine
Amid kalesi: "Denir ki , biri kız biri erkek iki kardeşten erkek olan Amid
surlarını, kız olan da Silvan surlarını yapmış. Kızın adına "Miya’’
diyorlarmış. O yüzden ona ‘’Miyafarkin’’ yani Silvan’ın kızı adını vermişler.
Diyarbakır surlarını yapan usta surların inşasını bitirdikten sonra:
"Dünya durdukça hiç yıkılmasın’’ diye de dua etmiş, ama Silvan surlarını
yapan usta böyle dua etmediği için Silvan surları yıkılmış. Efsaneler böyle,
demek ki, Diyarbakır surları kıyamete kadar ayakta kalacak. Onlar yıkılırsa
dünyada yıkılacak ve kıyamet kopacak!”
diyarbakır efsaneleri hakkında bilgi, diyarbakırda geçen efsaneler, diyarbakırın efsaneleri, diyarbakır halk edebiyatı ürünleri,