Bir Kadın Düşmanı – Özet, Tahlil, İnceleme - Edebiyat Araştırmaları
Son Başlıklar
Loading...

30 Ağustos 2020 Pazar

Bir Kadın Düşmanı – Özet, Tahlil, İnceleme

 Bir Kadın Düşmanı – Özet, Tahlil, İnceleme

Romanın Kimliği

# Bir Kadın Düşmanı adlı roman kitap haline gelmeden önce Vakit gazetesinde tefrika edilir. Kitap, 1927 yılında İstanbul’da Yeni Matbaa tarafından basılır. Reşat Nuri’nin yazdığı yedinci romanı olan bu eser, aslında ilk yazdığı fakat sonradan yayınladığı Harabelerin Çiçeği romanının vaka bakımından kopyası gibidir.


 # Bir Kadın Düşmanı romanının bir Fransız yazarın eserinden esinlenilerek yazıldığını itiraf eden Güntekin, bu eserin vakasını ve şeklini değiştirerek “Bir Kadın Düşmanı” adlı eseri yazar. Yine eserin dikkat çekici bir diğer tarafı ise iç kapakta parantez içinde “Çirkinin Romanı” adının oluşudur.
# İlk romanıyla vaka bakımından benzeşmesine karşın Reşat Nuri Güntekin’in olgunluk döneminde kaleme aldığı Bir Kadın Düşmanı, hem vaka hem de karakterlerin ruhsal özelliklerinin irdelenmesi bakımından daha üst düzeydedir. Bir Kadın Düşmanı eserinin  son baskısı 2008 yılında yirmi sekizinci basım olarak İnkılâp Yayınları tarafından yapılır.

Bakış Açısı ve Anlatıcı

# Bir Kadın Düşmanı adlı roman, mektup-roman türünde kaleme alınır. Mektup türünün edebiyatla olan ilişkisi, insanın duygu ve düşüncelerini anlatımın kurgusu bakımından daha farklı biçimlerde ifade etme isteğinden ortaya çıkar. bu duygu ve düşünceleri daha içten bir biçimde okura yansıtmak isteyen anlatıcı, Sara ve Ziya (Homongolos) adlı iki kişinin yazdığı mektupların iki bölüm halinde vererek olay örgüsünü kurgular.
# Bir Kadın Düşmanı romanının ilk bölümü, Sara’nın babası Adnan Paşa ve arkadaşı Nermin’e yazdığı mektuplardan oluşur. Bu mektuplarda anlatıcı, sözü tanık anlatıcı konumundaki Sara’ya emanet eder. Romandaki başkişi Homongolos Ziya olduğu için Sara’nın, ilk bölümde yazdığı mektuplar, başkişinin roman sahnesine çıkışını hazırlar. “Sara’nın Mektupları” başlığını taşıyan bu kısımda ilk mektup “Sara’dan Adnan Paşa’ya” yazılır:
# Mektubun bitiminde yer alan Romen rakamlarıyla II olarak belirtilen başlık altında ise, Sara’nın Ferhan adlı arkadaşıyla yaptığı telefon görüşmesine yer verilir. Bu görüşme, diyalog şeklinde romana yerleştirildiği için, anlatıcının hâkim bakış açısı kullandığı görülür. Sara ile Ferhan arasında geçen konuşma şu şekilde başlar. Bu diyalog bölümü, romanda mektup tekniği dışında kalan tek bölüm olarak dikkati çeker.
# Sâra’nın babası Adnan Paşa ve arkadaşı Nermin’e yazdığı mektuplar, anlatıda tek taraflı olarak verilir. Onlardan gelen cevaplar ayrı ayrı mektuplar halinde nakledilmez. Bunun yerine, anlatıcı, Adnan Paşa ve Nermin’in mektuplarında yer alan bazı sözleri ve soruları yine Sâra’nın mektuplarında ortaya koyar:
“Sevgili Nermin,
Mektubunun sonunda diyorsun ki: “Gözlerimiz yollarda kaldı. Her gün seni bekliyoruz. (Sâra gideli dokuz gün, on gün, on bir gün oldu... dayısının zeytinliğinde can sıkıntısından bunalmıştır... Ne yapar yapar, bugünlerde bir bahane uydurup kendini İstanbul’a atar) diyoruz... Benim ve kadın erkek bütün arkadaşlarının fikri bu...” (s.19)
# Yazarın romanın hem ilk bölümünde Sâra’nın hem de ikinci bölümünde Homongolos Ziya’nın mektuplarını karşılıksız bırakması hakim anlatıcının anlatım biçimindeki tercihini gösterir. İlk bölümde Sâra’nın yazdığı mektuplara karşıdaki kişinin cevap vermesi doğal iken ikinci bölümde Ziya’nın ölen arkadaşına yazdığı mektuplar cevapsız/ tek taraflı kalır.
# Bir Kadın Düşmanı romanının ikinci kısmı Homongolos’un ölen arkadaşı Necdet’e yazdığı mektuplardan oluşur. Dolayısıyla bunları birer mektuptan ziyade günlük ya da hatırat olarak nitelemek doğru olacaktır. Çünkü Ziya’nın mektupları kendi yaşamöyküsünün özeti şeklinde sunulur.
"Uzun uzun hesap ettim. Tam yedi sene, altı ay, yirmi bir gün var ki birbirimizden
haber alamamıştık.
Nasılsın Necdet? Bu nasılsın sualimi sırf mektuplarda âdet olduğu için sordum.
Yoksa, hiçbir eksiğin, hiçbir gam ve kasavetin olmadığını biliyorum” (s.139)
# Necdet’e yazılan bu mektupların ikinci bölümde nasıl bulunduğu ve kim tarafından ifşa edildiği belli değildir. Anlatıcı, hâkim bakış açısıyla Sâra’nın mektuplarını olduğu gibi Ziya’nın mektuplarını da okuyucuya gösterir/okutur.
# Bir Kadın Düşmanı romanının kurgusu, Reşat Nuri’nin Acımak romanına benzemekle birlikte bir iki farkla ondan ayrılmaktadır. Acımak romanındaki gibi Bir Kadın Düşmanı’nda da ilk bölümde başkişi, norm karakterin ve toplumun dışarıdan bakışıyla aktarılır. İkinci bölümünde ise başkişisinin bilinmeyen dünyası ya da bir başka deyişle madalyonun ters tarafı gösterilir.
# Bir Kadın Düşmanı romanının ilk bölümünde anlatıcı Sâra, ikinci bölümünde ise Ziya’dır. İlk bölümün II. Başlığı ise karşılıklı konuşma şeklinde verilir. Bir Kadın Düşmanı romanındaki bu anlatıcı farklılaşması “karma /çoğul bakış açısı” kullanıldığının göstergesidir.

Olay Örgüsü

# Bir Kadın Düşmanı romanı, yazar tarafından iki bölüme ayrılır. Mektup-roman şeklinde kurgulanan eserin ilk bölümü Sâra’nın babası Adnan Paşa ve arkadaşı Nermin’e yazdığı mektuplardan; ikinci bölümü ise romanın başkişisi Ziya’nın ölmüş arkadaşı Necdet’e yazdığı mektuplardan oluşur. Eserin ilk bölümü genel anlamda ikinci bölümünün hazırlayıcısı ya da olayların farklı çerçeveden sunumu şeklindedir.
# Sâra’nın babasına ve Nermin’e yazdığı mektuplar toplam on dört tanedir. Bunlardan üç tanesi babası Adnan Paşa’ya, on bir tanesi arkadaşı Nermin’e yazılmıştır. Romen rakamlarıyla on beş bölüme ayrılan ilk bölümün II. Başlığı ise Sâra ile arkadaşı Ferhan arasındaki telefon görüşmesinden oluşur.

Birinci Bölüm:

Sâra’nın babası Adnan Paşa’yı hastalık ve dayısının kızı Vesime’nin düğünü bahanesiyle kandırması ve Marmara sahilindeki kasabada kalması
Sâra’nın kasaba halkı ve özellikle de dayısının kızı Vesime’nin müstakbel kocası Remzi Bey’i kendisine âşık etme arzusu
Sâra’nın Remzi Bey’in daveti üzerine evlerine gelen Homongolos Ziya ve arkadaşlarıyla tanışması
-Ziya’nın Sâra’ya duyarsız görünmesi karşısında Sâra’nın onu kendisine âşık etme arzusu ve kur yapması
-Ziya’nın bir motor yarışında hızlı girdiği virajı dönemeyip uçuruma yuvarlanarak ölmesi
# Bir Kadın Düşmanı romanının ilk vaka halkası, roman başkişisi Homongolos Ziya’nın ölümü ile noktalanmasına rağmen ilk bölümde başkişinin derinlemesine iç çözümlemesi yapılmaz. Onun yaşamındaki bilinmeyen gerçeklerin ifşası, ikinci bölüme saklanır. Böylelikle romandaki gerilim unsuru da artarak ikinci bölüme sarkar. ikinci bölümün vaka birimleri ise şunlardır:

İkinci Bölüm:

 Homongolos’un arkadaşı Necdet’in yüzünün savaşta yanması ve onu ölüm anında nişanlısına göstermemesi
 Homongolos’un yatılı okul yıllarındaki yalnızlığı ve Necdet’i tanıdığı dönemi hatırlaması
Homongolos’un Remzi Bey’in verdiği davette Sâra ile tanışması
Homongolos’un Sâra’ya olan aşkım kendisine itiraf etmesi
Homongolos’un, Sâra’nın kendisini elde etmek için yaptığı oyunu fark ederek bir motor yarışında intihar etmesi
Bir Kadın Düşmanı romanının ilk vaka halkasında tanık-anlatıcı konumundaki Sâra’nın gözüyle tanıdığımız başkişi Homongolos Ziya, ikinci vaka halkasında ben-anlatıcı konumunda kendini ve geçmişini anlatır. Sâra ile Homongolos arasında yaşanan olaylar iki bölümde eş zamanlı şekilde kahramanların kendi cephelerinden aktarılır.

Zaman

# Bir Kadın Düşmanı, konusu itibariyle Cumhuriyet sonrası dönemde geçmektedir. İlk bölümde, mektuplarla başlayan anlatımda herhangi bir takvim zamanı ibaresine rastlanılmaz. Fakat olaylar, işgal yılları ve Cumhuriyet’in ilanından sonraki yıllarda geçtiği şu ibarelerden anlaşılır:
“Zaferden sonra ona bir çiftlik merakı arız oldu. Zaten Şûrâ-yı Devlet’teki memuriyeti de lağvedilmişti. (...)
Orada, Yunan işgali zamanında yanan küçük bağ kulesi yerine büyücek bir köşk yaptırdı. ” (s. 11-12)
 # Sâra’nın dayısının Marmara yakınlarındaki bir kasabadaki çiftliğe yerleşme zamanlarını anlatan bu satırlar, aynı zamanda sosyal zaman unsurlarını da içinde barındırır.
# Bir Kadın Düşmanı romanında iki farklı vaka halkasına bağlı olarak iki farklı zaman kullanımı görülür. İlk bölümde Sâra’nın yazdığı mektuplarda zaman sıra dizimsel bir biçimde ilerler. Fakat mektupların okunması yazılma zamanından sonra olduğu için Sâra’nın yaşadığı olaylar ile okurun bunu öğrendiği zaman dilimi arasında fark oluşması doğaldır. Sâra’nın babası ve Nermin’e mektuplarında bahsettiği olayları öğrendiğimizde olaylar yaşanmış ve bitmiştir.
# Mektuplarla ilerleyen ilk bölümde vakaların anlatım zamanı da mektubun gönderilme anı/gününe göre ayarlanır. “Kusura bakma Nermin... Sana Çarşamba postasına kadar uzun bir mektup hazırlarım.” (s. 19) şeklinde sadece gün isimlerinin zikredildiği zaman birimi kozmik olmaktan öteye geçmez:
# İlk vaka halkasında Sâra’nın mektupları kronolojik olarak sunulmasına rağmen, Sâra yaşadıklarını geçmişe dönük olarak aktarır. Özellikle de mektup gibi sınırlı bir yazı türü içine kahraman, kendi yaptıklarını/yaşadıklarını yazarken kendince önemsediği olayları “Bir gün yine kasabaya inmiştim. ” (s.21), “Dün Homongolos ile teşerrüf ettim. ” (s.53) şeklinde özetleyerek anlatır.
# Bir Kadın Düşmanı romanının ikinci vaka halkası, başkişi Homongolos Ziya’nın arkadaşı Necdet’e yazdığı mektuplardan oluşur. Homongolos’un yaşamına ait kesitler ve Sâra ile tanıştığı dönemi içeren bu vaka halkasında, zaman unsuru iki farklı boyutuyla kullanılır. Birincisi Ziya’nın Sâra ile tanıştığı dönemin eşzamanlı olarak kendi ağzından aktarılması; ikincisi Ziya’nın çocukluk yılları ve kendini Kayabalığı ya da Homongolos olarak ünlendiren geçmiş günlerin muhasebesidir.
# Bir Kadın Düşmanı romanındaki vaka zamanı, başkişi Homongolos Ziya’nın çocukluk yıllarına dönüşü dikkate alınacak olunursa yaklaşık yirmi beş yıllık bir zamanı kapsar. Fakat vakanın temelini oluşturan Sâra ile Homongolos arasındaki macera göz önünde bulundurulursa bu süre yaklaşık iki-üç ay kadar kısalır.

Mekân

Çevresel Mekân:
# Bir Kadın Düşmanı romanının vakası, Marmara kıyısında adı verilmeyen bir kasabada geçer. Kasabanın yerleşimini ve ilk görüntüsünü karamsar bir tablo halinde sunan Sâra, aynı paragrafın devamında kasaba dışındaki çiftliklerin ve doğal güzelliklerin tasvirini övgüyle yapmaktan kendini alamaz. Bir Kadın Düşmanı romanının temel vakasının geçtiği bu mekânın yanı sıra başkişi Homongolos Ziya’nın İstanbul’da gittiği yatılı mektep de fiziksel mekân olarak dikkat çeker. Bu mekân, başkişinin ilerideki yaşamını etkiler.
# Fiziksel çirkinliği dolayısıyla toplum dışına itilen ve sürekli yalnız başına kalan roman başkişisi Homongolos Ziya için gönderildiği yatılı mektep gittiği ilk günlerden itibaren kapalı/dar mekan konumundadır. Ailesinin Ziya’nın çirkinliğine tahammül edemeyerek kendilerinden uzaklaştırmak amacıyla gönderdikleri bu yatılı mektep, onun fiziksel çirkinliğinin cezasını ödediği bir hapishane gibidir. Öyle ki, Necdet ile tanıştıkları zaman dilimini anlatırken hatırladığı mektebe, bir tatil dönüşü herkesten önce bırakrlışım şu acı hatıra ile aktarır:
Dehşetli bir can sıkıntısı içinde okulda kendi kendime dolaşıyorum... Mektep, çok
tenha...
Evcilerden bir ben varım... Muallimlerden biri:
“Aferin Ziya... Sen mektebi bütün arkadaşlarından fazla seviyormuşsun... Bak,
daha dersler başlamadan geldin! ” diyor.
Sermubassır gülerek öteden söze karışıyor:
“Geldi değil, getirdiler beyim... Hapse getirir, sürgüne getirir gibi getirdiler.
Bence onun vaktinden evvel gelmesi pek iyi bir mana ifade etmez. ” (s. 143-144)
# Sermubassır’ın gülerek söylediği “hapse getirir, sürgüne getirir gibi getirdiler” cümlesi, Ziya’nın mektebe adeta kovuluşu ya da atılışı biçiminde algılanır ki bu da mektebin başkişinin yaşamında kapalı/dar mekân olarak yer almasını sağlar. Ziya için gittiği her yer attığı her adım azap gibidir.
# Mekânı yaşanılır kılan insandır, yaşadıklarını mekâna yansıtan da. Bu nedenle bedensel/fiziksel çirkinliğiyle toplum tarafından yalıtılan Ziya için her mekân kendi bedenini taşımak zorunda olduğu dar/kapalı alandır. Mektep yıllarında özellikle yalnızlığı seçen ve bu duruma itilen Homongolos Ziya’nın kendi çirkin bedeni içine hapsedilmiş ruhu da karanlıklar içindedir. “Beden ruhun, dünya ise genel anlamda insan varlığının zindanıdır, bataklığıdır.”  Bu nedenle Ziya’nın beden’i kapalı/dar mekândır. Kendi dünya algılamasını çirkin bir beden içine yerleştiren ruh ile ontik uyuşmazlık içerisinde duyumsayan Ziya, dar anlamda kendi bedenine geniş anlamda dünyaya hapsedilmiş gibidir.
# İçinde taşıdığı ruhsal görünümün aksine dışındaki görüntünün çirkinliğinin bedelini ödeyen başkişinin gelecekteki yaşamı da bu duruma göre şekillenir. Çirkin bedeni bir mekân olarak düşündüğümüzde o mekânın içinde yaşamak zorunda kalan Homongolos’un içsel âleminin kapalılığı dışa da yansır.
# Bir Kadın Düşmanı romanının vakası Marmara Adasında bir kasabada geçmektedir. Buradaki zeytinlikler ve doğal güzellikler, hem başkişi Homongolos Ziya hem de kendini bir kraliçe gibi gören Sâra için açık/geniş mekândır. Çift taraflı bir karakter analizinin yapıldığı romanda, hem fiziksel çirkinliğini doğanın güzelliği içinde yok etmeye çalışan Ziya hem de fiziksel güzelliğini küçük bir kasabada narsist duygularla her erkeği kendine âşık ettirecek ve her kadını kıskandıracak kadar ön plana çıkarma arzusunda olan Sâra için bu mekân son derece değerlidir.
# Bir Kadın Düşmanı romanının ikinci kısmında özellikle de Homongolos’un yalnızlığını paylaşan gece ve gecenin kusurlarını örten doğa, açık/geniş mekân özelliği gösterir. Homongolos’un gece ile olan yakın ilişkisi, karanlığın fiziksel kusurları örtmedeki başarısıdır. Hem doğadaki hem de bedenindeki çirkinlikleri örten bir gecede Homongolos arkadaşı Necdet’e şu satırları yazar:
“Gündüz gözüyle bakılınca adeta bir mezbele... Tabiatta şu ay dede kadar gayur ve faal bir tanzifat amelesi yoktur sanırım. Hangi lekeyi, hangi kiri, hangi çirkinli temizlemeye kadir değildir ki? Işıklarının süpürgesini bataklığa sürüp geçer, bakarsın kirli çamurlar gökyüzü gibi temizlenip derinleşir. (...)
Hatta ileri giderek diyeceğim ki, ay dede, dünyanın sade maddi kirlerini çirkinliklerini değil, yürekleri de bir dereceye kadar yıkayıp temizler” (s.137-138)
# “Işıklarının süpürgesi” ile “kirli çamurlar”ı ve “yürekleri de bir dereceye kadar yıkayıp temizle(yen” ay ışığı Ziya’nın içindeki güzelliklerin dış dünya ile ilintisini kurmasına yardımcı olur. Ay ışığının parlaklığı ve sihirli ışıkları altında doğanın güzelliklerini ortaya çıkardığı bu zaman diliminde, Ziya’nın ruhundaki mekân da genişler. Onun çirkin bedeni içine hapsolmuş duygu yüklü kalbi, kendi yalnızlığında ortaya çıkar.
# Bir Kadın Düşmanı romanında genellikle toplumdan uzak yaşayan bir karakter görünümünde çizilen Ziya’nın, doğaya kaçışı ve içindeki büyük sırlarla kendini unutturduğu anlar onun için açık/geniş mekândır.

Şahıs Kadrosu

Başkişi

# Bedensel çirkinliği yüzünden toplum tarafından yalıtılmış ve duyarsızlaştırılan ve kendisine insandan çok duygusuz bir makine gibi davranılan Homongolos Ziya, Bir Kadın Düşmanı romanının başkişisidir. Hastalıklı bir karakter görünümünde sunulmasına karşın toplumsal baskının öngördüğü biçimde davranışlarını tepkiye dönüştüren Ziya, bir çirkinin içinde bulunduğu ruh halini yansıtır.
# Fiziksel çirkinliği yüzünden duyarsızlaştırılan ve samimi duygularını kalbinin derinliklerine gömen Ziya’ya “Homongolos” ve “Kayabalığı” lakapları takılır. Bu lakapları, kendi adı gibi benimseyen Ziya, fiziksel çirkinliğini çocukluğundan itibaren büyük bir ur gibi taşıyarak, insanlığın/toplumun çirkin taraflarını kendi çirkin bedeni içinde yaşar.
# Bir Kadın Düşmanı romanında toplumun kendisini düşman olarak gördüğü/dışladığı bir bireyin etkiye tepki prensibiyle duyarsız ve duygusuz bir varlık olarak geri dönüşü görülür. Fiziksel anlamda güzellikten yoksun olan Ziya’nın bu yapısından dolayı toplum tarafından yalıtık bir dünya içine itilerek sosyalleşmesine izin verilmez. Toplum içinde sosyalleşmeyen Ziya, kendini ifade etmek/göstermek amacıyla farklı yollara sapar. Özellikle de çirkin bedenini dış dünyaya karşı bir silah olarak geliştirmeye başlar. Duygularından çok kaslarını geliştiren Ziya, romanın diğer marazi karakteri Sâra’nın gözüyle şu şekilde tasvir edilir:
“orta boylu, hatta ortadan biraz kısa bir adamdı. (...) çehresine gelince, onu sana bilmem nasıl anlatmalı Nermin? (...) Afrika zencilerinin kısa kıvırcık saçlı, sivrice başını al. Onun altına Avrupalının biraz çıkık alnını yapıştır. Sonra, Çinlilerin, Japonların uçları havaya kalkmış kaşların, badem gibi çekik gözlerini tak. Amerikan vahşisinin iri, kemikli, yırtıcı çenesini ilave et. Sonra yine onun kırmızı rengiyle bu çehreyi baştan badana et. İşte sana Homongolos’un başı." (s.53)
# Fiziksel çirkinliğin insan ruhuna da yansıması zorunluluğu toplumun genel önyargısıdır. Bu nedenle toplum tarafından beklenilen bu davranış biçimi, Ziya’ya çocuk yaşta bulaşır. Hayatın acı tecrübesini küçük yaşlarda kazanan Ziya, kendi yalıtık dünyası içinde nasıl duyarsız ve duygusuz bir hale geldiğinin bilincindedir. Çünkü “bir gerçeklik içindeki yavan esaretten kesin bir kendini tanımaya götüren yol(da) ”  dışlanmış olduğunun farkında olması onu kendi gerçeği ile baş başa bırakır.
# Kaslarının gücü ile kendisine dokunulmaz bir alan oluşturan Ziya, bundan sonra toplumun kendisine yönelttiği hakir ve alaycı bakışı tersine döndürür. Özellikle de fiziksel güzelliği ve nahifliği hep ön planda tutan ve yaradılışı gereği buna uygun davranan kadınlara karşı daima acımasız ve alaycı davranır. Bunun nedeni belki de annesiz büyüme ve anne şefkatinden mahrum olmadır. Zira, “Yetişkinlerin en dokunaklı, en unutulmaz anılarından biri, her tür oluşum ve değişimin gizemli kaynağı, eve dönüşün, her tür başlangıç ve sonun sessiz temeli anne sevgisidir. ” Anne sevgisinden mahrum olan Ziya’nın kadınlara karşı daha acımasız ve alaycı olması bu bakımdan doğaldır.
# Ziya’nın roman kahramanı olarak bir makine benzeri insan olan Homongolos ile özdeşleştirilmesi ve toplum tarafından onun insani yönlerinin olabileceği ihtimalinin unutulmuş oluşu da dikkat çekicidir. Ona takılan Homongolos lakabı bir film kahramanının adıdır:
“Homongolos bir sinema filmi kahramanıdır... Muhayyel bir kâşif, sun’i bir adam yapmaya muvaffak olur... Bu makine, bir çok cihetlerden insana fâiktir. Mesela, insanlardan daha tendürüst, daha kuvvetlidir... Zihni ve zekâsı bizden daha mütekâmildir. Hâsılı ideal bir insan... Fakat büyük kâşif, bu sun ’i adama yalnız bir hassayı vermeye muvaffak olamamıştır: Kalp ve his” (s. 46)
# Bir makine ile özdeşleştirilen Ziya’nın da kalpsiz ve hissiz olduğu toplum tarafından ona yüklenmiş bir zorunluluktur. Ondan beklenen, yüzü gibi çirkin davranışlar sergilemesi, tuhaf ve her şeyden önemlisi hissiz olmasıdır.
# Dışarıdan bakıldığında duygusuz görünen ve “verdiği dış izlenim hakkında hastalık derecesinde hassas olan”  Ziya’nın iç dünyasında, toplumdan intikam almak isteyen bir çirkinin ruh hali ile karşılaşılır. Annesizlik sürecinden başlayarak kendisini dışa iten ve öteleyen bütün insanlardan intikam almak isteyen Ziya’nın yaşamında kendisine yakın hissettiği tek insan okul arkadaşı Necdet olur. Bu yakınlığın sebebi ise Necdet’in okula geldiği günkü yalnızlığı ve diğer çocukların onu dövüp onunla alay etmeleridir. Ziya, kendi yaşadıklarıyla özdeşim kurarak içinde bir sıcak lav halinde var olan sevgisini arkadaşı Necdet’e doğru yönlendirir.
# Homongolos’un roman boyunca karakter özelliğinin kendince yıprandığı fakat toplumun bunu hissetmediği anlar ise Sâra’ya karşı duyduğu yakınlıkla belirginlik kazanır. Bir zamanlar sevgisini aktardığı Necdet’ten sonra kalbini sunacak başka birini bulmak Homongolos’un tüm yaşamını alt üst eder. Zira onun kabuk bağlamış sevgisini elde etmek isteyen Sâra sadece narsist emellerinin peşindedir. Başkişinin topluma karşı belirlediği davranış biçiminden sapma göstererek, normal/sıradan insanların yaşam biçimlerinde olduğu gibi bir sevme eğilimi içinde olması onun için bir yıkım olur. Bir an için de olsa kendisine sevgi gösterildiğini zanneden Homongolos Ziya’nın aşka bakışı değişecektir. Bir ateşli hastalık olarak gördüğü aşkın karşılıksız oluşundan ziyade kendisinin geçirdiği zaaf dakikalarını içine sığdıramayarak intihar eder. Bu intihar, Ziya’nın toplum tarafından yüklenmiş görevlerinin ve umutsuzluğunun sebep olduğu uyumsuzluğun bir neticesidir. “Umutsuzluğun uyumsuzluğu basit bir uyumsuzluk olmayıp kendisine bağlı kalmakla birlikte başka bir ilişki tarafından ortaya konan bir ilişkinin uyumsuzluğudur”  Homongolos’u intihara yönlendiren en büyük etken de umutsuz/uyumsuz aşkının benliğinde oluşturduğu kırılmadır. Ziya bu intiharla, yaşamında oluşacak değişimi ortadan kaldırmayı arzular.

Norm Karakterler

# Bir Kadın Düşmanı romanında başkişi Homongolos Ziya’nın kişisel gelişim sürecini ve entrik kurgudaki çatışmayı sağlayan kişi olan Sâra norm karakterdir. O aynı zamanda, görünenin arka planına yansıyan/gizlenen iyi yürekli çirkin ve kötü yürekli/kendini beğenmiş/narsist güzel arasındaki çatışmanın gerilimi oluşturan tarafıdır.
# Kendi varlığına tutkun bir birey olan Sâra’nın yaşama tutunduğu tek dal, kendisini başkalarına hatta içindeki öteki ben’e kabul ettirme/üstün gösterme çabasıdır. İstanbul’daki seçkin gençler arasındaki koket kız özelliğini taşıyan ve kendisine rakip olanları kıskanacak kadar bencil olan Sara’nın Marmara’nın kıyısındaki bir küçük kasabada rakipsiz olması onun narsist duygularını tatmin eder. Güzelliğine aldırış etmeyenleri, onun tavırlarım alaya alanları ise kendine âşık ederek öç alma isteği hastalıklı bireysel yapısının göstergesidir.
# Özellikle romanın birinci bölümünde tanık anlatıcı konumunda görünen Sâra’nın Marmara adasındaki küçük bir kasabada mutlu olmasının sebebi kendisine verilen değerin farkındalığıdır. Bu farkındalığın hazzını yaşayan Sâra kasabadaki halini arkadaşı Nermin’e yazdığı mektupta şu şekilde dile getirir:
“Bütün bu hayat aktrist ve aktörleri başıboş bir halde bir araya getirilince kopacak curcunayı tasavvur edebilirsin... (...) Bu truptaki rolümü tabii tahmin etmişsindir Nermin... Ben, onların bir nevi primadonnasıyım... Bu rolü büyük bir zevk ve ihtimam ile oynuyorum. Hâkimiyetim karşısında herkesin az çok boynu bükük... Bir füsun gibi bütün gözleri, gönülleri kendime çekiyorum." (s.39)
# Başkişi gibi o da görünen yüzünün arkasında görünmeyen hastalıklı bir taraf barındırır. Özellikle babası ve Nermin’e yazdığı mektuplarda farklı iki karakterin yansıması da bunun göstergesidir. Adnan Paşa’ya yazdığı mektuplar, Sâra’nın topluma karşı takındığı tavrın yansıması iken arkadaşı Nermin’e yazdığı mektuplarda narsisist eğilimlerle kendini beğenmişliğini ortaya çıkaran tavrı görülür. Bu anlamda Sâra, arzulanan ve sürekli istenilen bir özne olma bilinciyle hareket eden bir tip olarak yansır.
# Başkişinin yaşamını biçimlendiren çocukluk dönemindeki yalıtılmışlık ve toplum dışına itilmişliğin aksine Sâra’nın aşırı ilgiden şımardığı ve bunu toplumun aleyhine kullandığı görülür. “Kendini önemsemenin bir bölümü birincildir, çocuksu narsisizmin kalıntısıdır". Sâra’nın da narsistik yönelimlerinde, çocukluğundan gelen “çocuksu narsisizm”e bağlı belirgin etkiler söz konusudur.
“Ben minimini bir kız çocuğu olduğum zamandan beri böyleyim... Güzelliğim beni çok fazla şımarttı. Etrafımdaki insanları kendime hayran ve esir etmekte adeta marazi bir zevk duyuyorum. Bu, belki de bir hastalık. Ne yazık ki ben hayatımı kimseye vakfedemeyeceğim... Bir türlü kimseleri beğenemiyorum..." (s.23)
# Çocukluktan gelen güzel kız imajıyla şımarıklığı birleştiren Sâra’nın romanın başkişisi Ziya ile “aşk anlayışı” bakımından birleştiği görülür. Güzel ve çirkin masalının değiştirilmiş bir biçimi olarak birleştirici unsur olabilecek nitelikteki aşkın ayırıcı özelliği bu eserde daha çok ön plana çıkar. Çünkü patetik kişilik yapısına sahip iki karakterin kendilerine biçtikleri rolün dışına çıkmaları beklenilmez bir durumdur. Bu nedenle Sâra, Homongolos ile karşılaştığında kendini beğendirme arzusuna yenik düşmenin ötesinde kendisini aşka düşmemek için sınırlanır.
# Bir Kadın Düşmanı romanındaki bir diğer norm karakter ise Necdet’tir. Bir Kadın Düşmanı romanının ikinci bölümünde Homongolos’un arkadaşı olarak karşımıza çıkan Necdet, başkişinin çocukluk yıllarından itibaren samimi bir biçimde güvendiği ve sevdiği arkadaşı olur.
# Necdet, Homongolos Ziya’nın gözüyle başlangıçta mızmız bir İstanbul çocuğu... Kül kedileri gibi anasının dizi dibinde büyümüş şımarık ve maskara” (s.148) olarak görünse de onun kimsesiz olduğu gerçeğiyle yüzleşince işin boyutu değişir. Babasının Yunan muharebesinde ölümünün ardından dünyadaki tek varlığı olan ağabeyini de askere göndermesi ile Necdet de Ziya gibi yalnız kalır. Necdet, başkişinin yalnız dünyasında sığındığı bir liman olur. Ziya ile Necdet ortak kaderleri olan yalnızlığı, beraberce yok etmeye çalışırlar.
# Başkişinin yaşam karşısında duruşunu belirleyen ve onun yaşama/topluma aktaramadığı duyguları yönelttiği nesne konumuna Necdet yerleşir. Necdet’in varlığı, çirkin bedeni arkasında toplum tarafından duyguları alınmış ya da duygusuz olarak görülen Kayabalığı duyarsızlığıyla yaşayan Ziya’nın dışa yönelimini sağlar. Necdet, aynı zamanda Ziya’nın mektuplarını samimiyetle yazacağı ve yaşadığı her şeyi itiraf edebileceği tek kişidir. Necdet’in kendisi için taşıdığı önemi Ziya şu sözlerle ifade eder:
“Dünyada ilk defa benim de bir sevdiğim insan oluyordu. Merhamet, muhabbet, arkadaşlık denen güzel şeylerin zevkini ilk defa duyuyordum. Ruh yalnızlığı denilen korkunç hastalıktan sen beni kurtarıyordun. ” (s.157)
# Yalnızlığın buhranlı anlarından Necdet sayesinde kurtulan Ziya, bedensel çirkinliği altında gizlenen duygusal birikimini de ona aktarır. Bununla birlikte “Necdet’in, Ziya’nın gözünde başka bir ehemmiyeti daha vardır. Sınıfları ve yaşları büyüdükçe Ziya, gitgide güzel, zarif, içli bir genç hüviyeti kazanan Necdet’te kendi mahrum hayatının bütün telafilerini ve tatminlerini görür.”  Sara ile bedensel anlamdaki zaaflarını/çirkinliğini yok eden Ziya, ruhsal anlamdaki bütünleşmesini de Necdet’te tamamlar.

Kart Karakterler

# Bir Kadın Düşmanı romanının belli başlı kart karakterleri, Marmara’daki köyün muhtarı, Sâra’nın dayısının kızı Vesime’nin nişanlısı Remzi Bey ve küçük Behire’dir.
# Sâra’nın Marmara’daki kasabada güzelliğiyle herkesi büyülediği anlarda ortaya çıkan Muhtar, önce ahaliye ahlak dersi verir. Fakat Sâra onun bu tavrını tersine döndürerek kendisine âşık edecektir. Muhtar’ın kişiliği ve davranışı Sâra’nın bakışıyla şu şekilde verilmiştir.
“Ellibeş altmış yaşlarında, hali vakti yerinde bir ihtiyar... (...) Hani mahallelerde akıl hocalığı yapar, türlü çirkin dedikodularla ahaliyi kasıp kavurur, evleri tecessüs eder, beğenmediği insanları mahalleden kovmak için ahaliye mazbatalar mühürletip kapı kapı gezer, titiz, aksi ihtiyarlar vardır. İşte onlardan...”
# Muhtar hakkında Sâra’nın yaptığı bu yorumlar, onun tekdüze ve kalıplaşmış bir mahalle muhtarı tipi oluşturduğunu gösterir. Bu tip, romanın ve gerçek yaşamın kalıplaşmış bir parçasıdır. Mahallelerin içinde bulunduğu sosyal statüyü yönlendiren kişinin niteliğini belirlemesi bakımından romandaki muhtar önemli bir yer tutar.
# Remzi Bey, romanın başlangıcında nişanlısı Vesime’ye karşı olan büyük aşkı ile karşımıza çıkar. Bu aşkın büyüklüğü kadar, Remzi Bey’in Sâra karşısında düştüğü komik durumlar da onun karakterini belirler. Remzi Bey, Avrupa’da ziraat mühendisliği okumuş ve kasabanın zengin ailelerinden birinin çocuğudur. Sâra’nın deyimiyle “saf ve temiz bir çocuk” olan Remzi Bey’in tek kusuru Sâra’nın yanında Vesime’ye olan bağlılığını abartılı bir şekilde itiraf etmesidir.
# Remzi Bey, roman boyunca Vesime’ye olan aşkını itiraf etmesine karşın Sâra’nın güzelliği karşısında bocalar ve hatta ona karşı bir meyil gösterir. Bu karakterin oluşturulması ile gizil olarak sonradan görme bir zenginin, her ne kadar Avrupa’da da okumuş olsa, yaşam karşısındaki duruşunun netleşmemesi gösterilir.
# Vesime’nin kardeşi olan Behire ise küçük yaşına karşın Sâra’nın Homongolos’a karşı oynadığı oyunda ortaya çıkar. Sâra’nın Ziya’ya karşı oynadığı aşk oyununda büyük bir rol üstlenen Behire, kurnaz küçük çocuk tipinin simgesidir. Behire’nin Sâra tarafında yer alarak onun Homongolos’a karşı açtığı savaşta çocuk bilinciyle yardımcı olması onun hem kız olma bilincinin hem de özendiği ve kendine model aldığı birine yardım etmek istemesinin bir göstergesidir. Bu noktada Behire, Sâra’nın gelecek yaşamını da yönlendirirken Behire ise kendi yaşadığı kasaba içinde özellikle de ailesi içinde en yakını olan ablası Vesime’nin sessiz sakin kişiliğini benimsemeyip, İstanbul’dan gelen bu göz alıcı kadının davranışlarım benimser.

Fon Karakterler

# Bir Kadın Düşmanı adlı eserde kahramanlar iki bölüm halinde Sâra ve başkişi Ziya’nın çevresinde yer almaları dolayısıyla önem kazanırlar. “Her iki bölümde görünen şahıslar, kendi başlarına birer şahsiyet olmaktan ziyade, Ziya’nın ve Sâra’nın karakterini çeşitli yönleriyle aydınlatan ve ancak onların gözünde muayyen bir hüviyet kazanan tiplerdir. ”
# Bir Kadın Düşmanı romanının ilk bölümde Sâra’nın mektuplarını gönderdiği babası Adnan Paşa ve arkadaşı Nermin fon karakterlerdir. Sadece Sâra’nın mektup gönderdiği şahıslar olarak dikkati çeken bu karakterlerin roman boyunca başka önemli bir rolleri görülmez. Adnan Paşa, Erzurum’da paşalık yapan ordu mensubu biridir. Ailesini mağdur etmemek adına İstanbul’da bırakarak oraya götürmez. Nermin ise Sâra’nın İstanbul’daki en samimi arkadaşlarından biridir. Onunla ilgili ip ucu sayılabilecek tek söz Sâra’nın kendi yaşını itiraf ettiği andaki: “Halbuki sen de, ben de yirmialtıyı bitirdik” (s.23) cümlesidir.
# Sâra’nın annesinin de sadece varlığından bahsedilir. Onun ne adı ne de roman içinde bir fonksiyonu vardır. Sâra’nın “Marmara’nın cansız ve küçük köyü”ne misafirliğe gittiği dayısı Rıza Bey, yengesi Makbule Hanım, dayısının kızı Vesime, Vesime’nin kardeşi Handan aileden olup fazla ön plana çıkmazlar. Sâra’nın kasabaya geldiği vapurun Kaptan’ı, düğün için Rıza Bey’in evine gelen misafirlerden İsmet Hanım ve kocası, avcılık merakıyla bilinen Latif Bey, Mahkeme Reisi ve Doktor’un kızı; Vesime’nin nişanlısı Remzi Bey’in ailesi ve kasabada Sâra’nın güzelliğini görerek ona laf atan gruplar, Homongolos’un sporcu arkadaşları ilk bölümde karşımıza çıkan fon/figüratif karakterlerdir.
# Bir Kadın Düşmanı romanının ikinci bölümünde başkişi Ziya’nın yaşamı etrafında yerleri belirlenen kişiler fon karakter görevi üstlenirler. Ziya’nın küçük yaşta kaybettiği annesi, babası, üvey annesi, küçüklü büyüklü kardeşlerinin yanı sıra mektep yıllarındaki çevresi de fon karakterler grubunda yer alır. Mektepteki öğretmen, Sermubassır, Nesip adında şımarık ve zengin bir çocuk ve kız arkadaşı, okulda Necdet’i döven çocuklar, Necdet’in Yüzbaşı olan ağabeyi, Necdet’in nişanlısı Remide de romanın gelişim çizgisine katkıda bulunan karakterler olarak dikkati çekerler.

İzleksel Kurgu

# Bir Kadın Düşmanı romanında entrik kurguyu oluşturan ve çatışmayı sağlayan değerleri “KORA şemasında” şu şekilde göstermek mümkündür:

Ülkü Değeler
Karşı Değerler
Kişiler
Düzeyinde
Homongolos Ziya
Necdet
Vesime
Sâra
Ziya’nın babası
Nesip
Remzi
Kavramlar
Düzeyinde
Tinsel Çirkinlik
Yalnızlık, Kaçış Aşk
Fiziksel Güzellik
Narsizm(Kendini beğenmişlik)
Yalıtılmışlık
Sevgisizlik
Yalan
Kendine güven-
Simgeler
Düzeyinde
Kayabalığı
Homongolos
Mektup
Marmaradaki köy
Beden Mektep Kavun kabuğu İstanbul


Yalıtılmışlık:

# Bir Kadın Düşmanı romanı psikolojik anlamda hastalıklı/marazi iki insanın çatışması üzerine kurgulanır. Fiziksel çirkinliği yüzünden ailesi ve toplum tarafından yalnızlığa mahkûm edilen Ziya ile fiziksel güzelliğini narsistik eğilim derecesinde sergileyen ve bundan büyük bir haz duyan Sâra’nın karşılaşması ya da “duygusuz fizik güzellik ile duyguyu ruh disiplini için erdeme dönüştürmüş, tümel kılmış fizik çirkinlik arasındaki çatışma”  romandaki entrik kurguyu biçimlendirir. Roman, bu yönüyle dış güzelliğin toplumsal bilinçteki yerini gösterir.
# Fiziksel çirkinliğinin toplum tarafından sürekli yadırgandığını gören Ziya, toplumun kendine verdiği cezayı, içselleştirerek kendini başka alanlarda başarılı olmaya yönlendirir. Özellikle toplumun kendisine verdiği dışlama/yalıtma cezasını bedensel anlamda güce dönüştürerek onlara karşı bir silah olarak kullanır.
# Çocuk yaştan itibaren fiziksel çirkinliği yüzünden önce ailesi tarafından uzaklaştırılan ve sosyal yaşam içinde belirli bir konum edinemeyen Ziya’nın güzel bir kalp taşıyamayacağı düşüncesi onu daha çok yalnızlığa iter. Kendi çirkinliği ile baş başa kalan Ziya ise yalıtık bir yaşamda “kendibaşmalığını ” deneyimler :
“O çirkin çocuk, bu yuvadaki ahengi ve güzelliği fena halde bozuyordu. Çirkinlik, yalnız yüzde olsa belki ona tahammül ederlerdi. Fakat tabiatı, ahlakı da yüzü kadar çirkindi. “Yüzü çirkin olanın ahlakı da çirkindir!” sözü büyük bir hakikattir. Gerçi bu çocuğun ahlakındaki çirkinlik, yüzündeki çirkinlik neticesindeydi. Şeklindeki noksanlık sebebiyle onu kimse sevmemişti. ” (s. 157-158)
# İnsanın sadece dış görünüşe bakılarak değerlendirildiği toplumda Ziya’nın karşısında yer alan güzel olan her şey anlam kazanır. Bu nedenle güzellik sadece fiziksel anlamdaki boyutuyla ön plana çıkar, şahısların iç dünyalarındaki güzellik fark edilmez.
# Toplumun önyargılarıyla ruhsal çirkinliği temsil eden kişilerin en üst düzeyinde Sâra yer alır. Sâra, ‘çirkin’in karşısında herkesin imrendiği güzel kız rolündedir. İyi yürekli çirkin ve kötü yürekli güzel arasındaki benzeşim, toplumu ve insanları kendilerinden bedensel özellikleri dolayısıyla uzak tutmalarıdır. Çirkinliği yüzünden toplum tarafından ötelenen/ yalıtılan kahramanın duygusal birikimini paylaşacağı kişi görünümünde olan Sâra ise güzelliğinin farkında olan ve narsisizm derecesinde kendi bedenine âşık olan bir kahraman olarak toplumu kendi dışına iter. Her iki kahramanın bedensel anlamda toplumun üstünde ya da dışında tutulması zıtlığın çekim kuvvetini oluşturur. Ziya’nın adının bile toplum tarafından unutularak yerine bir makinenin adı olan Homongolos ya da bir deniz balığı olan Kayabalığı olarak çağrılması bedensel çirkinliğin toplum ilişkilerine yansıma biçimini gösterir.
# Bir Kadın Düşmanı romanında çirkinlik ve güzellik kavramlarının arkasındaki özü anlama/anlatma çabası söz konusudur. Bu nedenle Homongolos gibi çirkin bir karakterin, arkadaşı Necdet’in ölümü sırasında onun nişanlısına göstermediği yanık yüzüyle ortaya çıkan duyarlığı, toplum tarafından cani ve kalpsiz bir adam olarak tanınmasını sağlar. Sâra ise bunun tam aksine insanları kendi güzelliğinin tahakkümü altında ezerken onlara gülücükler dağıttığı için toplumun değer verdiği bir kişi olur.

Narsisizm:

# Temelde kendini beğenmişlik anlamına gelen narsisizm psikolojik bir rahatsızlıktır. Eserde başkişi Homongolos Ziya’nın çirkinliği karşısında, kendi bedenine ve güzelliğine tutkun olan Sâra çıkar. Çocuk yaşlardan itibaren başkişinin aksine yoğun bir ilgi ve şefkatle şımartılmış olarak büyüyen Sâra’nın güzelliğinin yanı sıra kendine olan aşın güveni de dikkat çeker. Kendisini sürekli olarak merkezde ve göz önünde tutmak isteyen Sâra için bu durum bir hastalık derecesini alır.
“Narsizm, kendi bedenine cinsel bir nesnenin bedenine davranıldığı gibi davranan, yani kendi bedenine tam bir tatmin elde edene kadar bakan, onu okşayan, seven bir insanın tutumudur."  Sâra’nın özellikle Marmara’daki kasabada uzun süre kalmak istemesi ve çok sevdiği İstanbul’dan uzaklaşma isteği de narsistik duyguların neticesidir. O kendi deyimiyle “Roma’da ikinci kalmaktansa, iki evli bir köyde birinci olmak daha iyidir" (s.20) felsefesini uygulayarak kasabada kendinden bahsettirmenin hazzını yaşayacaktır. Zira Marmara kıyısındaki bu küçük kasabada ondan daha alımlı bir kadın yoktur.
# Kasabada veya genel anlamda dünyada kendi güzelliği üzerine güzellik tanımayan ve her erkeği tahakkümü ve esareti altına alacak güzelliğe sahip olduğunu düşünen Sâra, önce dayısının kızı Vesime’ye deliler gibi âşık olduğunu zanneden müstakbel damat Remzi’yi ardından kasabada Sâra’ya hayran hayran bakan gençleri azarlayan Muhtarı, kendine âşık eder. Kendine karşı tavır alanları ise sinsice mağlubiyete uğratır. Arkadaşı Nermin’in bu konudaki eleştirilerine karşı kendini savunur:
“Sana hak veririm Nermin... Fakat elimde değil... Ben minini bir kız çocuğu olduğum zamandan beri böyleyim... Güzelliğim beni çok fazla şımarttı. Etrafımdaki insanları kendime hayran ve esir etmekte adeta marazi bir zevk duyuyorum... Bu, belki de bir hastalık... Öyle sanıyorum ki, etrafımda hayret ve elem uyandırmayan bir güzellik ziyan olup giden bir şeydir." (s.23)
# Kendisiyle ve güzelliğiyle alay ettiğini düşündüğü Remzi ve Muhtar’ı âşık ettikten sonra “arzuladığı doyumu yaşatan nesne onun için önemini yitirir ve narsisist, yeni doyum kaynakları arayışına yönelir."  Şımarık bir biçimde geçen çocukluk döneminin ardından marazi derecede kendi güzelliğiyle etrafındakileri esareti altına alan Sâra’nın, Ziya’nın aşk hakkındaki küçümseyici davranışları ve kadınlara karşı tavırları karşısında narsist duyguları harekete geçer. Kendini ona âşık ettirerek erkeklere hele de aşkı ve kadınları küçümseyen erkeklere karşı zafer kazanma arzusu onun gözlerini döndürür. O derece ki Homongolos karşısında, kendi güzelliğine âşık olan Yunan mitolojisindeki Narkosis gibi davranır:
“Bu dakikada benliğim iki parçaya ayrılmış gibiydi.
Birisinin gözleri ötekinin çıldırtıcı güzelliğini bir yabancı gibi karşıdan seyrediyordu. Kendi güzelliğime olan aşkım hiçbir zaman bu kadar marazi bir şiddet almamıştı.
Sâra ’nın ruhu Sâra ’nın bedeni için çıldırıyordu. Fakat ne yazık ki bu güzelliğin pek az, ancak üç beş sene ömrü kalmıştı. İhtiyarlamak ve güzelliğimi kaybetmek fikrinin beni bazen nasıl harap ettiğini bilirsin. O melun korku, yine yüreğimde derin sızılarla uyanıyor, gözlerimi yaşartıyordu." (s.103)
# Bedensel güzelliğinin farkında olmanın ötesinde bedenine başka biriymiş gibi âşık olan Sâra, Homongolos’un çirkinliğine rağmen kendisiyle ilgilenmemesine tahammül edemeyecek ve alçalacak kadar narsisttir. “Kendi güzelliğini yansıtacak bir ayna olmadığı zamanlar, âdeta bölünerek kendi imgesine yönelen ve tüm yatırımını güzelliğine yapan, güzelliğini tek değer olarak gören bir narsisistin tavırları bu satırlarda son derece özenli seçilmiş ayrıntılarla betimlenmektedir."  İçinde büyük bir fobi haline getirdiği yaşlanma ve fiziksel güzelliğini kaybetme korkusuyla toplum tarafından çirkinliği onanmış bir karakteri hedef seçmesi de bu korkunun dışavurumundan başka bir şey değildir.

Yalnızlık:

# Bir Kadın Düşmanı romanında yalnızlık izleği başkişinin fiziksel çirkinliği ile paralel olarak sunulur. Ailesi ve toplumun diğer bireyleri tarafından çirkin olduğu için uzaklaştırılan/kaçılan Homongolos Ziya, yalnız kalmaya mahkûm bir kişilik olarak karşımıza çıkar. Özellikle çocuk yaşlarda aile sevgisinden ve şefkatinden mahrum bırakılarak yatılı bir mektebe gönderilen Ziya, çirkinliğinin bedelini yalnızlık ile öder. Yalnızlık duygusunu çocuk yaşta fark ederek bunu yaşamak zorunluluğunda olduğunu bilen Homongolos, yaşadığı durumu içselleştirir. Yalnızlığı kendince bir yaşam felsefesi haline getiren Ziya, mektep yıllarından itibaren bu konuyla ilgili kitaplara yönelir.
# Mektep yılarında okul idaresinin öğrencilerin odalarına yaptıkları baskınlarda diğer öğrencilerde ahlaksız romanlar, açık resimler, sevgililerinden gelen mektuplar bulunurken Homongolos’un dolaplarında sporcu resimleri ya da yalnızlığa dair kitaplar bulunur. Özellikle bu kitapları gizli gizli okuyan Ziya’nın yalnızlığı okul yıllarında da devam eder:
“Bu kitaplarda karanlık ve esrarlı bir cazibe vardı ki bana onları toplatıyor, anlayamadığım satırlarını ezberleyinceye kadar tekrar ettiriyordu. Bu kitapların bahsettiği “yalnız”lık mahkûmlarından olduğumu aklımla takdir edemeyecek kadar çocuktum. ” (s.171)
# Yalnızlığı sadece insanlar arasında olmak ya da onlardan fiziksel anlamda uzak olmak olarak algılamayan başkişi, çok sevdiği arkadaşıyla bile ne kadar uzak olduklarını dile getirir. Çünkü o, yalnızlığının bedensel çirkinliğiyle ilintili olduğunun farkındadır. Fakat bu durum onun daha da büyük yalnızlıklar içine girmesine neden olur:
“Yalnız kalmanın o binbir şeklinden biri, şüphesiz en korkuncu olan “çirkinlik” beni ebedi bir ayrılığa mahkûm ediyordu. Kendi derdim için “en korkuncu” dedim. Çünkü başkalarının şikâyetini işitemediğimiz için kendi ıstırabımızı daima her ıstırabın fevkinde görürüz ki bu da ruhlar arasındaki “ebedi ayrılık”ın bir başka neticesidir” (s.172-173)
# İnsanların birbiriyle olan ilişkilerine rağmen gerçekte yalnız oldukları ya da bir başka deyişle ruhlar arasındaki ayrılığın insanları yalnızlığa ittiği görüşünden hareketle Ziya kendisini daha da yalnız hisseder. Çünkü insanı asıl yalnızlığa iten şey kalabalığın kendisidir. “İnsan yaşamının, insanoğlunun varlığının kökten yalnızlığı, gerçekte kendisinden başka şey bulunmamasından değildir. Tam tersine: Kendisinden başka koskoca bir evren vardır, tüm içindekilerle birlikte” . Marmara’nın küçük kasabasında birçok sporcu arkadaşıyla kamp kuran eğlenen bir insanın yalnızlıktan şikâyeti anlaşılmayan ruhların ayrılığından kaynaklanmaktadır. Bu anlamda Ziya da kalabalık arasında “kökten yalnızlığın” oluşturduğu ağırlığı fazlasıyla hisseder.
# Bir Kadın Düşmanı romanının diğer kahramanı Sâra’nın da kalabalıklar içindeki yalnızlığı dikkat çekicidir. O kendi güzelliğinin ve bedeninin esareti altında yaşarken başkalarından uzaklaştığının ve yalnızlaştığının bilincinde bile değildir. Kendi yalnızlığına özdeş bir yalnızlık olmasa da Sâra’nın kalabalıklar içindeki yalnızlığını fark eden Ziya, onun kendisine olan meylini de bu yalnızlığa bağlı olarak şu şekilde yorumlar:
“Yalnızların bir nev’i de kalabalık bir cemaatin hayat ve ahengine karışmış göründükleri, her şeye baktıkları halde başlarının içindeki hayalden başka bir şeyi görmeyen “mütehayyil”lerdir. Bunlar, ikide birde kendilerini rüyalarından uyandıran, etraflarına bakmaya, söylemeye, düşünmeye, mecbur eden insanlardan mümkün mertebe kaçınırlar, munis, dilsiz hayvanlardan fazla hoşlanırlar.
İhtimal, bu Sâra da bu nev’i yalnızlardandır. ” (s. 178)
# Sâra’nın içine düştüğü yalnızlığı kendince yorumlayan Ziya’nın düşünceleri doğru olmakla birlikte, Sara’nın yalnızlığının bir diğer nedeni kendini beğenmişliğidir. Herkese tepeden bakmayı adet haline getiren Sâra için diğer insanların önemi yalnızca kendine verdiği kıymet ve hayranlıkları derecesindedir.
# Bir Kadın Düşmanı romanında hem başkişi Ziya’nın hem de Sâra’nın yalnızlığı, içinde yaşadıkları topluma uyum sağlayamamalarından kaynaklanır. Fakat başkişinin yalnızlığı toplum tarafından onaylanırken, Sâra’nın yalnızlığı kendi ruh dünyasıyla ilgili bir sorun olarak algılanmalıdır. Bu açıdan Ziya, “toplumsal iletişimsizlik kaynaklı yalnızlık”, Sara ise “bireysel iletişimsizlik kaynaklı yalnızlık” içerisindedir.

Kaçış:

# İnsanların içinden çıkamadıkları durumlar karşısında gösterdikleri kaçış, hem fizyolojik hem de psikolojik olarak gerekleşebilir. Bir Kadın Düşmanı romanında başkişi Ziya’nın toplumdan kaçışı iki yönlü olarak ele alınır. Çirkinliğinden dolayı toplumun gözden uzaklaştırmak istediği kahraman, bu durumun farkına vararak kendini onlardan uzaklaştırır/kaçar. Mektep yıllarından itibaren hiç kimse ile arkadaş olmayan Ziya, toplum içine karışmak için yaptığı denemelerde de başarısız olunca kaçış süreci hızlanır ve zorunlu hale gelir.
# Çirkinliği yüzünden kendisini bedensel kuvvetin gerektiği spora yönlendiren Ziya, bu alanda başarılı olarak eksikliğini tamamlamak ister. Fakat küçük bir boks maçı sırasında “güzel yüzlü rakibini” yumrukladığı esnada tepkiler alınca bu hevesinden de vazgeçer:
“Evet, bu ahali, bu dakikada sırf çehrem için bana düşmandı. Ezilmemi istiyordu.. (...) Meşhur bir dünya şampiyonu olmak arzusundan vazgeçtim. Bu, sakil yüzümü hesapsız insanlara tanıtmaktan, hesapsız gözleri üşütmekten başka bir işe yaramayacaktı. Böylece şehirden, kalabalıktan ziyade kırlarda, kamplarda yaşayan, insanla canavar arasında bir garip mahluk oldum...” (s.168-169)
# İnsanların çirkinliği karşısında tahammül gösteremediğini anlayan Ziya için en iyi yol kaçıştır. İnsanların kendisine olan bakışını değiştirmek için çaba harcamayı düşünmek Ziya’ya göre bir iş değildir. Bedensel görünüme önem veren bir toplum içinde yaşamak onların her zaman gözlerinin önünde olmak, alaycı bakışlarına tahammül etmek Ziya’nın başaramadığı bir zorunluluk olur ve kendisini toplumdan soyutlayarak ruhsal dünyasında “kendibaşına ” kalır.
# Fiziksel anlamdaki kaçışıyla toplumdan uzaklaşan Homongolos, kendi ruh dünyası içine doğru yol alır. Kalabalıkların kendisinden rahatsız olduğu çirkin bedeninden uzaklaşarak iç dünyasına yönelen Ziya, toplumun rahatsız bakışlarından da kaçar.
# Bir Kadın Düşmanı romanındaki ikinci kaçış vakası ise Sâra’nın İstanbul’dan Marmara kıyısındaki küçük kasabaya kaçışıdır. İlk bakışta babasının yanına Erzurum’a gitmemek amacıyla dayısının kızı Vesime’nin düğününü bahane ederek kaçılan/gidilen bu mekân, onun güzelliğini daha rahat sergileyeceği ve bundan haz duyacağı bir hal alır.
# Ziya’nın ve Sâra’nın farklı amaçlarla kaçtıkları bu mekân, iki uzak ve zıt karakteri buluşturan ortak noktadır. Yaşama bakışları ve bedensel anlamdaki güzellikleri zıt kutuplarda olan bu iki kahramanın kaçış sebepleri farklı olmakla birlikte buluştukları nokta ortaktır. Sâra, aslında psikolojik anlamda bir kaçış peşindedir. İstanbul’daki kalabalık ve yapmacık salon erkeklerinin gösterdiği ilginin aksine gittiği kasabada hayretlerini ve şaşkınlıklarını gizlemeyen kişilerin arasına kaçtığı için bir tür mutluluk duyar.

Aşk:

# Aşk, Bir Kadın Düşmanı romanında birleştirici unsur değil, ayırıcı unsur olarak işlenir. Fiziksel anlamda güzel ve çirkin’in yaşadığı tek taraflı aşk ilişkisi hastalıklı iki kişinin ruhsal durumuna uygun biçimde tamamlanmadan biter.
# Yaşama başlangıçlarından itibaren duygularını uç noktalarda yaşayan başkişi Ziya ve Sâra arasındaki ilişki de pathetik/marazi bir biçimde yaşanır. Fiziksel çirkinliğinin mahkûmu olarak yaşamak zorunda kalan ve toplum tarafından yalıtılan/dışlanan roman başkişisi Ziya, içinde biriktirdiği öfkeyi dışarıya karşı duygusuz davranarak yansıtır. Sevginin ve âşık olmanın kendi hakkı olmadığını ve böyle bir olay yaşanırsa çevrenin büyük tepkisini çekeceğini düşünen Ziya, kendisini bu duyguya karşı koruma kalkanı altına alır.
# Karşı cinse ilgi duyma noktasında her iki kahraman da -Ziya ve Sâra- aynı düşünceleri paylaşır. Fakat onların bu düşüncelerini oluşturan arka plan farklıdır.
# Bir Kadın Düşmanı romanının başkişisi Ziya bedensel çirkinliği yüzünden, kendisini insanî duygulardan soyutlar ve kendini birçok haktan mahrum eder. Bu mahrumiyetin altında yatan temel sorun ise yalıtılmış dünyasının dışındaki insanlarla iletişimsizlikten kaynaklanan korkudur. Bu korkunun oluşumunda ise kaygı temel sebeptir. “Çünkü o, bütün sınırlı sonları tüketir ve onların bütün aldatıcılıklarım keşfeder. ” Ziya da Sâra’nın sevgisinin aldatıcılığının kaygısı ile kendini engelleme yoluna gider. Sevmekten korkmasının ve kaygıya düşmesinin yegâne sebebi ise çirkinliğidir. Çocuk yaşlardan itibaren sevmekten kaçan ve korkan Ziya, Sâra’ya âşık olduğunu arkadaşı Necdet’e şöyle ifade eder:
“Homongolos ve sevmek... Dünyada bu iki kelimenin yan yana gelmesinden daha komik bir şey tasavvur edilemez. Fakat ne yapalım, oldu!.. Pek iyi bilirsin. Homongolos, çok cesaretli, çok gayyur bir insandı... Ölüme, eleme, hastalığa, zarurete, hâsılı hiçbir şeye ehemmiyet vermezdi... çok küçük yaşından beri yalnız bir şeyden korkardı: Sevmekten...” (s.173-174)
# Sevginin bilinçli bir şekilde kısıtlanması ve kahramanın içinde biriktiği yıllar boyunca buna engel olan çirkinlik ve gülünç duruma düşme endişesi, Ziya’nın duygusuz bir yaşam içinde kendisine dışardan gelen saldırıya karşı korumalı bir durum gibi görünür. Fakat Sâra’nın beklenmedik ilgisi karşısında alışık olmadığı bir sevgi ihtiyacı ile başkişi kendi ruh dünyasından uzaklaşır ve hayal kırıklığına doğru ilerler. Nihayet kendisine karşı gösterilen ilginin ve sevginin bir oyun olduğunu fark edince de intihar ederek tepkisini ortaya koyar.
# Sâra’nın sevgisi ya da âşık olma durumu da Ziya gibi çocukluğundan gelen bir korkudur. Onun güzel ve şımarık bir kız olarak büyümüş olması ve narsist derecede kendisine âşık olması başkalarına karşı sevgi duymasını engeller. Sâra’nın romanda sergilediği iki yönlü kişilik sevgi ve aşk duyarlığına da yansır. Onun babası Adnan Paşa’ya yazdığı mektuplarda babasına karşı olan sevgisini dile getirmesi romanda yapmacık/yapay değerler olarak görünse de bu tutumun altında yatan Freud’un kız çocuğun babaya olan ilgisi nazariyesinden kaynaklanmaktadır. Babasına olan sevgisini yapmacık bir ikiyüzlülükle;
“Mankenler gibi biçimli ve şık gençler... Hâsılı, bana birçok kısmetler çıktı. Israrlarınıza rağmen hepsini reddettim, paşa baba... Bu fedakârlıklar, hep senin içindi. Yoksa benim de şimdiye kadar bir evim olabilirdi. Mütevazı ve sakin bir kız olduğum için böyle fevkalade adamlarla evlenmeye cesaret edemezdim. Fakat kendi halinde çalışkan ve namuslu bir adamcağızın zevcesi olabilirdim. ” (s.41)
şeklinde bir mektupla yazan Sâra, birine bağlı olmanın kendi güzelliğini yok etmek anlamına geleceği düşüncesiyle aşkını yalnızca babasına doğru yansıtır.
# Sâra ile Ziya arasında pathetik/marazi bir biçimde yaşanan aşk bir oyun olmaktan öteye geçmez. Kahramanların aşkı algılayış biçimleri ve yaşama biçimlerinin farklılığı da bu maraziyeti daha da artırır. Homongolos’un gerçek anlamda âşık olmasına karşın bunu sadece arkadaşı Necdet’e itirafı, Sâra’nın ise büyük bir aşk oyunu içerisinde oluşu bu aşk ilişkisini imkânsız hale getirir.

Share with your friends

Add your opinion
Disqus comments
Notification
This is just an example, you can fill it later with your own note.
Done