Akşam Güneşi – Özet, Tahlil, İnceleme - Edebiyat Araştırmaları
Son Başlıklar
Loading...

30 Ağustos 2020 Pazar

Akşam Güneşi – Özet, Tahlil, İnceleme

Akşam Güneşi – Özet, Tahlil, İnceleme

Romanın Kimliği

# Reşat Nuri Güntekin’in altıncı romanı olan Akşam Güneşi’nin birinci basımı 1926 yılında İkbal Kütüphanesi tarafından yapılır.
# İlk dönem romanları içerisinde önemli bir yere sahip olan bu eserde Reşat Nuri, başkişi Nazmi’nin amcasının torunu olan Jülide’yle yaşadıkları yasak aşkı anlatır.
# Akşam Güneşi, Reşat Nuri Güntekin’in yazdığı aşk romanları içersinde önemli bir yer edinir. Eserin son baskısı İnkılâp yayınları tarafından 2008 yılında yirmi beşinci basıma ulaşır.


Bakış Açısı ve Anlatıcı

# Akşam Güneşi romanı, çerçeve vaka anlatımıyla birbiri içine geçmiş iki farklı bakış açısı ile kaleme alınır. Eserin dış çerçevesinde yer alan Kemal Bey, tanık bakış açısı ile başkişi Nazmi’yi çevresinden edindiği izlenimlerle birlikte aktarır. Romanın giriş cümlesi, dış çerçevedeki tanık anlatıcının ağzından aktarılır:
“Onu ilk defa bir haziran günü (Sazlı Pınar) yolunda gördüm. İnce bir ırmaktan geçen eski bir köprünün başında bir ihtiyar köylü ile konuşuyordu. ” (s.5)
# Romanın girişi niteliğindeki “Akşam Güneşi” başlıklı bölümü ve ardından gelen “Birinci Kısım”ın I. Bölümünde, tanık anlatıcı konumundaki Kemal Bey’in Başkişi Nazmi ile tanışması anlatılır. Bu tanışma sürecinin ardından olayın merkezindeki Nazmi, kendi yaşama öyküsünü 1. Tekil şahıs olarak anlatmaya başlar:
“Öyle zannediyorum ki beni yalnız siz anlayacaksınız. ■■ Bu gece sabaha kadar konuşacağız-■ ■ Beni yalnız bırakmayacaksınız... Size her şeyi olduğu gibi, duyduğum gibi itiraf edeceğim.” (s.27)
# Tanık anlatıcıdan kahraman anlatıcıya geçildiğini gösteren bu ifadelerin ardından romanın iç çerçevesi devreye girer ve ardından son bölümde tekrar Kemal Bey, sözü devralarak dış çerçeveyi tamamlar.
# İlk bölümün sonunda Kemal Bey devreye girer ve ikinci bölümün başında sözü kahraman anlatıcıya bırakır.
“Birkaç günlük bir teftiş maksadıyla geldiğim (M...S)’de bir aydan fazla kaldım. (...) Sekiz ay sonra (M...S) belediyesi doktoru resmi bir vazife ile Rodos’a gelmişti. Ayazma çiftliği sahibi Nazmi Bey ’in iki hafta evvel vefat ettiğini haber verdi. ” (s.337)
# Kemal Bey’in tekrar tanık anlatıcı konumunda karşımıza çıktığı bu sahnenin ardından roman son bulur. Romanın iç çerçevesinde ise tanık anlatıcı konumundaki Kemal Bey’in yansıttığı öykü, Nazmi’nin ölümüyle kesişir.

Olay Örgüsü

# Akşam Güneşi romanı, yazar tarafından “Akşam Güneşi” başlıklı giriş niteliğindeki bir bölümün ardından üç kısıma ayrılmıştır. Birinci kısım, Romen rakamlarıyla XXVII, ikinci kısım XXIV, üçüncü kısım ise XVIII bölümden oluşmaktadır. Akşam Güneşi romanını, başkişi Nazmi’yi merkeze alarak üç temel vaka halkası altında incelemek mümkündür.
Birinci Bölüm:
Tanık anlatıcı Kemal Bey’in bir görev için gittiği (M...S) adasında herkesin sevgisini ve takdirini kazanmış Nazmi’yle tanışması
Nazmi’nin merakı üzerine Kemal Bey’e hayat hikâyesini anlatmaya başlaması
Nazmi’nin çocukken annesi ve babası ölünce amcasının yanında kalmaya başlaması
Okul yıllarında, kararsız bir tip olan Nazmi’nin gelecekle ilgili düşündüğü mesleğin sürekli değişmesi
Nazmi’nin Harbiye’ye girip oradan mezun olması ve Fransa’ya giderek “Sensir”de eğitimine devam etmesi
-Paris’te kaldığı dönemde hem çalışan hem de gece âlemlerine karışan Nazmi’nin “Prens dö Bosfor” olarak ün kazanması
 Nazmi’nin yapısı gereği, askerlik yaptığı Şam’da ve Manastır’da disiplinsiz davranışlarda bulunması
Amcasının kızı Naciye’nin ölmesi üzerine Nazmi’nin bir süre köşkte kalması
Nazmi’nin köşk komşularından olan Nazan Hanım’ı görme bahanesiyle Naciye’nin kızı Jülide’yi alıp gezmeye çıkarması ve Nazan Hanım’a âşık olması
Nazmi’nin Paris’e gitmek için bindiği trenin Edirne’de arızalanması ve burada eski arkadaşı İbrahim ile karşılaşması
 Balkanlar’da arkadaşı İbrahim’in yer aldığı çeteye katılması ve dokuz ay boyunca girdikleri çarpışmalarda üç kere yaralanması
 Son çarpışmada ağır yaralanan Nazmi’nin Çamlıca’daki köşke dönmesi ve amcasının büyük kızı Şükran’ın ona bir hemşire gibi bakması
Doktorların Nazmi’nin askerlik mesleğini bırakarak dinlenmeye çekilmesi gerektiğini söylemesi
 Köşkte kaldığı süre içersinde Nazan’a olan aşkı tazelenen Başkişi Nazmi’nin Nazan ile konuşması ve yaşanmayan bu aşkın sona ermesi
Nazmi’nin kendisine fedakârâne bir şefkatle bakan amcasının kızı ile Şükran
ile evlenmesi
 Nazmi’nin askerliği bırakmak zorunda kalması nedeniyle Şükran ile birlikte
(M.. .S) Adası’ndaki çiftliğe gitmesi
 Nazmi ve Şükran’ın çiftlikte kalan iki kimsesiz çocuk olan Ayşe ve Yusuf’u
evlat edinmeleri
# Akşam Güneşi romanının ilk vaka halkasını anlatan başkişi Nazmi; “Kemal Bey hayatımın ilk kısmı burada bitiyor... Asıl hikâyem asıl derdim adada sekiz senelik bir hayattan sonra başlar... Onu size yarın çiftlikte anlatacağım...” (s.115) diyerek sözü tekrar tanık anlatıcı konumundaki Kemal Bey’e bırakır.
İkinci Bölüm:
Naciye’nin kocası Neyyir Bey’in ölüm haberinin gelmesi üzerine Naciye ve Neyyir Bey’in kızı olan Jülide’nin (M.S) Adasına gelmesi
Jülide’nin ilk zamanlar geçmişteki günlerdeki gibi samimi görmediği eniştesi Nazmi ile arasında anlaşmazlıklar yaşanması
Jülide’nin çiftlikteki rahat ve serbest davranışlarından Nazmi’nin rahatsız olması
Jülide’nin kasabanın postanesine yalnız gitmesi üzerine dedikoduların Nazmi’yi rahatsız etmesi
Jülide’nin keman çaldığı bir gün Nazmi’nin geçmiş günlerini hatırlaması
Nazmi’nin kendisine geçmişindeki günleri hatırlatan Jülide’ye daha yakın davranması
Eniştesi Nazmi’nin ona daha yakın davranması üzerine Jülide’nin çiftlikteki her işe yardım etmesi ve Nazmi ile Jülide arasında bir baba-kız yakınlaşması başlaması
Nazmi’nin (M.S) Adasındaki tanıdıklarından olan Lütfullah Efendi’nin kızı Necmiye’nin Refik Bey adlı bir mühendisle nişanlanması
Jülide’nin sürekli Necmiye ve Refik Bey’in yanlarında bulunarak onların daha rahat konuşmalarına yardım etmesi
Nazmi ile Jülide’nin baş başa kalmak için denizde küçük bir adaya sandal gezisi yapmaları
Fransızların “On dört Temmuz Gecesi”ne Nazmi’nin Jülide’yi götürmesi ve salondan başka bir odada dans etmeleri
Üçüncü Bölüm:
 Jülide ve teyzesi Şükran’ın, Burhan Bey ile görüşerek evlilik niyetini hayata geçirmek üzere İstanbul’a gitmeleri
 Jülide’nin bir mektupta Şükran’ın hasta olduğunu yazması üzerine Nazmi’nin de İstanbul’a gitmesi
Nazmi’nin Jülide ile evlenecek olan Burhan Bey’i merak etmesi ve onunla görüşmesi
Nazmi ile Jülide’nin aralarındaki baba-kız sevgisini pekiştirmek amacıyla İstanbul’da gezip eğlenmeleri
Jülide’nin sevgisinden emin olamaması yüzünden Burhan Bey’in evlilik teklifini reddetmesi
Nazmi, Şükran ve Jülide’nin mutlu bir aile biçiminde (M.. .S)’ye dönmeleri
 Ayşe’nin evlendiği gün, Jülide’nin Nazmi’ye karşı olan imkansız sevgisi yüzünden denize bir sandalla açılarak intihara kalkışması
 Ayşe’nin babası olarak gördüğü Nazmi’ye acıyarak Jülide’nin intihara kalkıştığı gece kendisine verdiği mektubun Nazmi’ye verilmesi
Jülide’nin mektubunda teyzesi Şükran’a ihanet ederek Nazmi’yi sevdiğini itiraf etmesi
Jülide’nin bir yıl sonra intihar olayının nedenlerini unutması
 Nazmi’nin intihar olayından sonra Jülide’nin yazdığı imkansız aşk mektubundan sonra ona karşı duyduğu sevgiyi kendine itiraf etmesi
 Nazmi’nin Jülide’ye karşı olan aşkının imkansızlığını anlayarak onu Lütfullah Efendi’nin oğlu İhsan ile evlendirmesi
 Jülide’nin evlendiği gün içindeki imkansız aşkı yok edemeyen Nazmi’nin büyük hüzün duyması
Nazmi’nin, (M.S) Adasında evi olan Jülide’yi bazı günler ziyarete gitmesi
Jülide’nin İhsan’ın işi dolayısıyla iki aylık bir seyahate çıkması ve Nazmi’nin çok hüzünlü olduğu için onları yollamaya gitmemesi
Jülide’nin yokluğunda Nazmi’nin onunla ilgili hatırların içine dalması
 Jülide’nin eşi İhsan ile (M...S) adasına gelerek eşyasını toplaması ve Bakü’ye gitmesi
 Hikâyesini bitiren başkişi Nazmi’nin sözü tanık anlatıcı konumundaki Kemal Bey’e devretmesi
- Kemal Bey’in bu olaydan sekiz ay sonra Nazmi Bey’in On dört Temmuz gecesi öldüğünü öğrenmesi

Zaman

# Akşam Güneşi romanı, çerçeve vaka şeklinde sunulduğu için zaman da buna bağlı olarak ilerler. Romanın dış çerçevesinde tanık-anlatıcı konumundaki Kemal Bey’in (M...S) Adasına gelip Nazmi ile tanışması ve onun hayat hikâyesini dinlediği zaman dilimi, yaklaşık üç yıllık bir süreci kapsar.
# Akşam Güneşi, “Onu ilk defa bir Haziran günü (Sazlı Pınar) yolunda gördüm. ” (s.5) şeklinde bir zaman ibaresi ile başlar.
#  Tanık anlatıcı Kemal’e ait olan bu ibarenin ardından “(M...S)’de bir temmuz şenliği akşamı” ibaresine rastlanır. Akşam Güneşi romanının giriş bölümünde yer alan bu zaman ibaresinin ardından yine tanık anlatıcının romanın birinci kısmında belirttiği “(M...S) Adası’ndan ilk memuriyetim dört buçuk ay sürmüştü.” (s.19) ifadesi yer alır. Bu da demektir ki tanık anlatıcı Kemal’in Nazmi’yi ilk tanıdığı dört buçuk aylık zamanın ardından Erzurum’a tayin edilmesi, iki buçuk yıllık bir zamana denk gelir. Bu süreç ise romanın ikinci kısmında tanık anlatıcının belirttiği gibi üç yıllık bir zaman dilimini kapsar:
“Dikkatle yüzüne baktım. Anlaşılmaz bir mucize -adanın havası gibi- onu da birkaç saat içinde değiştirmişti. Nazmi üç sene evvel tanıdığım Nazmi idi. ” (s.17)
# Akşam Güneşi romanının iç çerçevesini oluşturan Nazmi’nin hikâyesini tanık anlatıcıya aktarması yalnızca iki günlük bir zaman dilimini içermektedir. Fakat bu aşamada sözü tanık anlatıcıdan devralan kahraman-anlatıcı Nazmi, zamanda geriye dönüş tekniğiyle kendi çocukluk yıllarından itibaren özetleme yoluyla hikâyesini anlatır.
# Nazmi’nin hayat hikâyesiyle birlikte zamanda geriye dönüldüğü için, roman akronik karakterlidir.
A: Dış Çerçeve Zamanı
B: İç Çerçeve zamanı
A: Yaklaşık üç yıllık bir süreç; tanık-anlatıcı Kemal’in başkişi Nazmi’yi tanıması ve onun hayat hikâyesini dinledikten Nazmi’nin ölümüne kadar geçen süreç
B: Yaklaşık on yıllık bir süreç: Nazmi’nin ilk gençlik yıllarından ölümüne kadar geçen süreç.
# Akşam Güneşi romanının iç çerçevesi tamamen başkişi Nazmi’nin ağzından ben anlatıcı bakış açısıyla zamanda geriye dönülerek anlatılır. Neredeyse tüm yaşamını anlatan Nazmi, özetleme tekniğine başvurarak hayatının dönüm noktalarını belirler.
# Akşam Güneşi romanının vakası Meşrutiyet sonrası, Kurtuluş savaşı ve Cumhuriyet yıllarında geçer. Bu anlamda Reşat Nuri Güntekin, “her şeyden önce, betimlediği gerçekliğe adeta teğet olarak konumlandığı ölçüde, gözlemini tüm karmaşıklığı ve bütünlüğüyle çözülmemiş olan ve oluşumunu hâlâ sürdüren kendi zamandaşlığından hareketle yapar”.  Bu nedenle gençliğinde bir asker olan başkişi Nazmi’nin yaptığı görevler aktarılırken sosyal zaman unsurlarına sıkça başvurulur. Nazmi’nin Paris’te olduğu yıllar, Balkanlardaki Bulgar çeteleriyle çatışmalar, Şam’da, Akka’da ve Mısır’daki askerlik yılları sosyal zaman unsurlarıdır.

Mekân

# Akşam Güneşi romanının temel vakası, (M...S) Adası’nda geçmektedir. Bununla birlikte romanın başkişisi Nazmi’nin kendi hayat hikâyesini anlattığı bölümde İstanbul, Paris, Mısır, Akka, Şam, Edirne ve diğer kahramanların bahsettiği Erzurum fiziksel anlamdaki mekânlardır. Özellikle romanın temel vakasının geçtiği (M...S) Adasındaki Nazmi Bey’in çiftliği, fiziksel olarak dikkati çeker.
# Başkişi Nazmi’nin değiştirdiği çevrelerde geçen romanın asıl mekanı (M...S) Adasıdır. Fiziksel anlamda romanın temel kurgusunun geçtiği (M..S) Adası, kahramanların ruhsal durumlarına göre değişim gösterir.
Kapalı-Dar ve Labirentleşen Mekânlar:
# Nazmi’nin Bulgar çeteleriyle çarpışıp Çamlıca’ya dönüşü ile mekân kapalı bir hal alır. Hızlı yaşanmış bir gençliğin yerini sükûn içinde yaşamasını gerektiren bir gelecek devraldığı için sessiz ve ıssız bir tablo çizilir:
“Çamlıca’da ilk akşamım... Şükran ile bahçedeyiz... Bakımsızlıktan büsbütün harap olmuş, baştanbaşa yabani otlarla, mor çiçekli dikenlerle dolmuş bahçedeyiz... Alemdağı tepelerinden donuk bir ay doğuyor. Etrafta ağustos böceklerinden başka ses yok. ” (s.76)
# Nazmi, “bakımsızlıktan büsbütün harap olmuş” bir bahçede yıllarım doludizgin geçirdikten sonra büyük bir sükun içinde kalmanın sıkıntısını duyumsar. Böylece başkişinin yaşamındaki değişiklik, mekânın dinginliği ve tabiatın görünümü ile paralel olarak yansıtılır. Nazmi’nin hareketli geçirdiği bir dönemin ardından nasıl bir ıssızlığa/dinginliğe düştüğü görülür. Kendi gerçekliğine uzaklaşan Nazmi için bu yeni mekân da ruhsal anlamda kendisine uzak bir yeri sembolize eder.
# Akşam Güneşi romanında özellikle geniş mekândan dar mekâna geçiş, Nazmi’nin yaralanıp hasta olmasının ardından başlar. Doktor tavsiyesiyle mesleği bırakıp (M...S) Adasına yerleşmesi gerektiğini öğrendiği andan itibaren Nazmi, kendini yeni bir hayatın içinde bulur.
# (M...S) Adasına yeni bir başlangıç ve yeni bir hayat kurmak amacıyla gelen başkişi Nazmi, amcasının kızı Şükran ile evlenip, (M...S)’deki çiftlikte kalan iki kimsesiz çocuğu (Ayşe ile Yusuf) yanına alarak kendisine yapay bir geniş mekân kurar. Eski günlerdeki hareketli yapısının yerini dingin bir yapıya bırakan Nazmi’nin hayatındaki “büyük bir eşik” olarak nitelendirdiği bu çiftliğe giriş anı, bu bakımdan önem arz eder:
“Kapıdan gireceğim zaman garip bir hisle durdum, uzun uzun arkama baktım. Bana öyle geliyordu ki eski hayatımla yeni hayatımın ayrıldığı nokta bu kapı eşiğidir. Ömrümün sonuna kadar burada kalmaya mecburdum. Alışmaya ve sevmeye mecbur olduğum bu yere bu fena saatte gelmiştim. ” (s.106)
# Mekân değişikliğinin zorunlu bir hal alması, Nazmi’nin içindeki kıpırtılı mazi hayalinin de sönmesini istediği anlamına gelir. Yaşamının dinamik bir yapıdan statik bir yapıya geçeceğinin bilincinde olmasına rağmen kahramanın bilinçaltı bu duruma hazır değildir.
# (M...S) Adası, Nazmi’nin kurguladığı geniş mekândan dar mekâna geçerken kahramanın ruh dünyası da buna paralellik gösterir. Bu daralmanın ve reddetmenin temelinde, alışılmışın dışına çıkılacak bir yaşamla karşılaşmanın getirmiş olacağı sorumluluktan kaçma arzusu söz konusudur. Nitekim(M...S) Adası, Jülide’nin geldiği anda Nazmi için geniş mekân olmaktan çıkar:
Ben burada, karanlıkta serilip yattığım yerde yaralı bir hayvan ıstırabıyla kıvranırken başka yerlerde milyonlarla insan ışıkla, çalgıyla içki ve sevda ile sarhoş eğleniyor, yaşıyor, hayattan nasip alıyordu.
İçimde çılgın bir isyan hamlesi uyandı. Yerimden kalktım, çocuk gibi ağlayarak; “Ben yanlış, çok yanlış hareket ettim, diyordum, doktorların bana verdiği nasihatleri dinlemeyecektim. Heyecansız ve emelsiz bir uzun hayatın ne zevki olur?” (s.167)
# Başkişinin kurguladığı yapay geniş mekân anlayışı, Jülide için de dar/kapalı mekân olarak kurgulanır. Duygusal geçmişin birliğini yakalamaya çalışan Nazmi ile Jülide arasındaki ilişkinin boyutu mekânın da genişleyip daralmasına neden olur. Jülide’nin (M...S) Adasına gelişiyle yapay mutluluk dünyasının başına yıkıldığını hisseden Nazmi, geçmiş günlerini anarak pişman olur.
# Jülide’nin Nazmi’ye yazdığı mektupta aşkını itiraf etmesinin ardından mekân, geniş olmaktan çıkarak darlaşmaya doğru bir ivme kazanır. Başarısız bir intihar girişimi sonucunda muğlâk bir boyuta giren Nazmi ile Jülide ilişkisi, mekâna da yansır. Jülide yazdığı aşk mektubunun Nazmi tarafından okunduğundan habersiz yeni bir dünyaya yelken açarken, Nazmi içinde karşılık bulan bu sevdayı dışa vuramamanın ıstırabıyla yaşamaya ve kahrından ölmeye mahkûm olur. Bu nedenle (M...S) Adası Jülide’nin başarısız intihar teşebbüsü ve İhsan ile evlenmesinin ardından Nazmi için tamamen kapalı/dar mekân olur.
# Akşam Güneşi romanında başkişi Nazmi’nin mekân-insan ilişkisi çerçevesinde etkilendiği mekânlar ise (M...S) Adası öncesi ve sonrası olarak değişim gösterir. Nazmi’nin çocukluk ve gençlik yıllarında yaşadığı her mekân, neredeyse onun için hep açık/geniş olur. Kabına sığmayacak derecede hareketli bir yapıya sahip olan başkişinin anı anına uymaz. Bu nedenle içinde yaşadığı mekândan çok başkişinin o mekânda nasıl yaşadığı önem kazanır. Nazmi’nin özellikle okul yıllarından itibaren uç noktalarda yaşayan aynı bedendeki farklı iki kişilikmiş gibi görünen yapısı da bunu kanıtlamaktadır:
“243 Nazmi, saati saatine uymayan bir anlaşılmaz mahlûk, bir tezatlar mecmuasıdır. Onun bir koluna mektebin bütün mükâfatlarını yüklemeli, öteki koluna da çantasını vererek merasim-i mahsusa ile mektepten def etmeli. ” (s.25)
# Başkişinin ruhsal çatışmaları ile şekillenen yaşamı, mekânın algılanmasında önemi yadsınamaz bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Edirne’de bir çatışma sonrası yaralı ve hasta olarak kendini yatakta bulana kadar ki yaşamının da açık/geniş mekân özelliği göstermesi bunun kanıtı niteliğindedir.
# Çocukluğunun ve ilk gençlik yıllarının geçtiği İstanbul’daki amcasının köşkü de, Nazmi’nin ilk aşkını yaşadığı mekân olarak dikkati çeker. Köşk komşusu Nazan’a olan aşkından dolayı, o zamanlar küçük olan Jülide’yi gezdirme bahanesiyle dışarı çıkarıp Nazan Hanım ile buluşan başkişi, aşkın ruhunda oluşturduğu duygusal yoğunluğu mekân ile bütünler. Bu anlamda başkişinin bilincindeki duyarlık, mekâna yansıyarak mekânın hareketli bir yapı kazanmasına zemin hazırlar.
# Jülide ile yapılan bu küçük gezinti anları, başkişinin yaşadığı mutluluk dakikalarının göstergesidir. Düşlerini bu küçük gezinti anlarında büyüten başkişi için daha sonraları amaç durumuna geçecek olan Jülide, mekânı rahatça gezerek arzuladığı nesne olan Nazan’a görünmesini sağlayan bir araç konumundadır. Bu anlamda Nazmi, Jülide’nin varlığı ile mekânı tahakkümü altına alarak kendi belirlediği bir mekân-insan ilişkisi oluşturur.
# Nazmi ile Jülide arasındaki duygusal yakınlaşmaya bağlı olarak mekân da genişlemeye başlar. Nesnel mekânın dışında yeni bir öznel mekân kurgulaması ile etrafına bakan ve sadece bedeniyle değil ruhuyla da mekâna hâkim olma arzusu içinde olan başkişi, Jülide’nin kendisini sevdiğini öğrenince mekânın da genişlediğini hisseder. Bu anlamda, figüratif olmaktan çıkarak kendi bedenini ve ruhunu mekânın merkezi olarak görme kahramanın iç dünyasının dışa yansımasıdır.
# Özellikle Nazmi ile Jülide’nin küçük bir sandalla gezinti yaptıkları an ve Fransızların “Ondört Temmuz Şenliği” gecesinde mekân doğallaşır ve hem Nazmi hem de Jülide için genişler. Nazmi ile Jülide arasında başlayan bu duygusal yakınlaşma, (M...S) Adasını geniş bir mekân haline getirir. Bireyin içsel algılarına bağlı olarak genişleyen bu mekânın iki kahraman için yaşanılan bir yer olmaktan öte, itiraf edil(e)meyen arzuların gerçekleştiği ve duyarlık bilincinin arttığı bir yer olması, fiziksel(tensel) anlamda ayrılığı, ruhsal anlamda ise birleşmeyi sağlamasından kaynaklanır.

Şahıs Kadrosu

Başkişi
# Akşam Güneşi romanının başkişisi Nazmi, Reşat Nuri’nin Çalıkuşu romanının başkişisi Feride’nin karşı cinse yansıtılmış halidir. Bununla birlikte Nazmi, aktif bir yaşamdan pasif bir yaşama geçmek zorunda kalmanın verdiği acı ile birlikte büyük bir düşüş gösterir.
# Nazmi, henüz çocuk yaşta annesini tifodan kaybetmiş, erken yaşta emekli olan babası ile (M...S) Adasında münzevi bir hayat yaşamaya başlamıştır. Sekiz yaşındayken babası, Nazmi’yi İstanbul’a Galatasaray Sultanisine gönderir. Bu dönemden sonra Nazmi, İstanbul’daki amcasının yanında kalmaya başlar. Galatasaray’a gidişinin ikinci yazında babası da hastalanarak ölür.
# Akşam Güneşi romanında başkişi Nazmi’nin çocukluk yıllarından itibaren değişken ruh hali üzerine dikkat çekilir. Tanık anlatıcının ağzından aktarıldığı satırlar ile başkişinin ağzından aktardığı satırlarda da bu ikili değişken ruh halinin ipuçları verilir. Tanık anlatıcı konumundaki Kemal, romanın ilk satırlarında Nazmi’yi şu şekilde tasvir eder:
“Onu ilk defa bir haziran günü (Sazlı Pınar) yolunda gördüm. (...)
Yakası kapalı hâki ceketi tozlu dolakları, iri dolgunca vücuduyla bende evvela bir çiftlik kâhyası tesiri uyandırdı. ” (s.5)
# Kemal’in ilk gördüğü bu andan itibaren Nazmi hakkında duyduğu olumlu sözler, onu iyice meraklandırır. (M...S) Adasında herkes tarafından sevilen ve sayılan bu adam gerçekte kimdir? Bu sorunun cevabı, Kemal’in Nazmi ile tanışmasından kısa bir süre sonra okurla paylaşılır.
# Başkişi, çocukluğundan itibaren annesiz ve babasız olmanın ruhsal etkisiyle, benliğinde derin kırılmalar yaşayan bir tavır sergiler. Kendisi de bu tavrın farkındadır ve bunu Galatasaray’daki bir hocasının sözlerini aktararak açıklar:
‘’243 Nazmi, saati saatine uymayan bir anlaşılmaz mahlûk, bir tezatlar mecmuasıdır. Onun bir koluna mektebin bütün mükâfatlarını yüklemeli, öteki koluna da çantasını vererek merasim-i mahsusa ile mektepten def etmeli. ” (s.25)
# Kalıbına sığmayan yaratılışta bir karakter olan Nazmi’nin (M...S) Adasına yerleşmeden önceki hali ile buraya yerleştikten sonraki hali arasında da büyük bir uçurum söz konusudur. Çılgınca yaşanmış/harcanmrş bir çocukluk ve gençlik döneminin ardından Edirne’de Bulgar çeteleriyle girdiği çatışmada yaralanan ve bu andan itibaren hayatı değişen Nazmi, kabuğuna çekilerek dingin bir hayat tarzını benimsemek zorunda kalır.
# Başkişinin çocukluğunda sergilediği hareketli ve değişken davranışlar, aslında onun içindeki büyük yalnızlığından ileri gelir. İçindeki büyük yalnızlığı ötelemek ve sürekli olarak gizlemek isteyen Nazmi, dışadönük bir mizaç örneği sergileyerek çevreye karşı farklı bir tip çizer:
“Kimseye düşündüklerimi, duyduklarımı söylemezdim. Ruhum herkese kapalı kalırdı. Büyük bir vefa ve şefkate ihtiyacım vardı da bunu kimsede buladığım için mi böyle yapardım? Bunu da anlayamadım. Muhakkak olan şu ki çocukluğumu, gençliğimi çaresiz bir ruh yalnızlığı içinde geçirdim. Daima değişen insan kalabalıkları içinde -çölde kaybolmuş bir avare yolcu gibi- yalnız yaşadım. ” (s.26)
# Yaşamın dışa yansıyan ve yansıtılan tarafları bireyin toplumdaki değerini/yerini belirler. “İnsanlar yalnız kaldıklarında ya da dış dünyadan soyutlandıklarında, benliklerinin sınırlarını yitiriyorlarmışcasına bir duygu yaşayabilir ve öznel benlikleriyle nesnel dünyanın ayrımını yapmakta güçlük çekebilirler.”  Nesnel dünyanın kalabalıklar içindeki yalnız adamın ruhundaki derin yaranın kimse farkında olmayışı bun durumdan kaynaklanmaktadır. Öyle ki Paris’te öğrencilik yıllarında yirmi dört saati dolu dolu yaşayan Nazmi, Prens dö Bosfor olarak ün kazanır. Asıl önemli nokta, onun fiziksel anlamda Prens dö Bosfor oluşuna karşın ruhsal anlamda yalnız ve mağlup bir karakter oluşudur. Onun bir “tezatlar mecmuası ” olarak tanımlanmasının altında bu gerçek yatmaktadır.
# Nazmi, hastalanıp amcasının kızı Şükran ile evlendikten sonra (M.S) Adasında bir münzevi hayatı yaşamaya başlar. Bu hayat, onun içinde yıllardır ötelenen yalnızlık duygusunun realiteye dönüşümü anlamına gelmektedir. Alışılan hareketli bir yaşam kesitinin ardından kalabalıklar içindeki yalnızlığı Nazmi’yi sonunda yakalar.
# (M.. .S) Adasında kurguladığı yapay dünyada amcasının kızı ile evlenerek orada bulunan kimsesiz Ayşe ile Yusuf’u evlat edinip yardımseverliğiyle ada halkının övgüsünü kazanır. Nazmi’nin yapay mutluluk dünyası geçmişteki unutulmuş bilincin yani Jülide’nin (M.S) Adasına gelişiyle alt üst olur.
# Nazmi’nin ikiye ayrılan dünyası, ruhsal anlamda da böylelikle parçalanır. Akşam Güneşi romanının başkişisi; içsel anlamdaki yalnızlığım, dışsal kalabalıkla avutmaya çalışan bir tezatlar mecmuasıdır.
Norm Karakterler
# Akşam Güneşi romanında dramatik aksiyonda çatışmayı sağlayan ve başkişi Nazmi’nin ruhsal anlamda eksikliğini bütünleyen Jülide, norm karakterlerin başında gelir. Jülide, Nazmi’nin amcasının kızı olan Naciye Hanım’ın kızıdır. Romanın ilk bölümünde küçük bir kız çocuğu olan Jülide, Nazmi’nin bir bebek gibi oynadığı gezmelere götürdüğü hatta âşık olduğu Nazan Hanım’ı onun yardımıyla gördüğü bir araç nesne konumundadır.
# Jülide, annesi Naciye Hanım’ın ölümünden sonra babası ile birlikte Avrupa’ya gider. Babası Neyyir Bey’in fazlaca şımarttığı Jülide, Avrupa’da lüks bir salon hayatı içerisinde şatafatlı bir dönem geçirir. Buna rağmen onun bir yönü, Nazmi’ye benzemektedir. Jülide de annesinin ölümüyle büyük bir boşluk içine düşerek kendini kalabalıkların içine atar.
# Jülide, babası Neyyir Bey’in ölümünün ardından 19 yaşında bir genç kız olarak (M.S) Adasına, teyzesinin ve eniştesinin yanına gelir. Jülide ile karşılaşma anı, her iki tarafın da umduğu gibi olmaz. Avrupa okullarında okumuş, salonlarda yetişmiş hoppa sayılabilecek bir genç kız için (M...S) Adası bir hayal kırıklığıdır. Buna rağmen Jülide’nin arka plandaki iradeli, hassas ve ahlâklı kişilik yapısı zamanla kendini gösterir. Nazmi ile Jülide arasındaki karakter yapısı bu anlamda birbirine eşdeğer olarak verilir:
“Bu çocuğun bana ne kadar çok benzeyen noktaları vardı. Yaşamak ihtirasını en kuvvetli sadmeler halinde kalplerimizde duyduğumuz zamanda beni hastalık, onu kimsesizlik bu hüzün ve sükût adasına atmıştı. (...) Evet Jülide bir parça on sene evvelki ben demekti." (s.193)
# Jülide, Nazmi’nin geçmişini yaşayan ve onun içinde yanan ateşi körükleyen bir değerdir. Bu nedenle aralarında yaşanan duygusal çatışma, ayrılıktan bütünleşmeye doğru yol alırken teyzesine ihanet içinde olmanın verdiği bunalımla Jülide yeniden uzaklaşır. Dışadönük ve hareketli tipler olarak görünen Jülide ile Nazmi aslında hassas ve alıngan bir yapıya sahiptir.
# Akşam Güneşi romanında, başkişi Nazmi’nin hastalık öncesi ve sonrası yaşamında onu bütünleyen bir diğer norm karakter ise Şükran’dır. Şükran, Nazmi’nin amcasının kızı, Jülide’nin ise teyzesidir. Nazmi’nin yaralanıp hasta olduğu dönemlerde ona bir anne şefkatiyle yaklaşan Şükran, Nazmi’ye göre “çok cana yakın bir mahluktur. ” (s.41) Bu açıdan Şükran, Nazmi’nin hastalık döneminde ona âşık olmasına rağmen, onun köşk komşuları Nazan’a olan aşkına hürmet edecek kadar vefalıdır.
# Akşam Güneşi romanının genelinde boyutlu bir karakter olarak görünmeyen Şükran, Nazmi’nin zor günlerinde yanında kaldığı/bulduğu bir sığınak gibidir. Jülide, Nazmi’nin gençlik yıllarını ve çılgın yönlerini yansıtan bir kişilik iken Şükran ise hastalık sonrası kurduğu yapay mutluluk dünyasındaki yaşama kaynağıdır. Nazmi, Jülide’ye âşık olduğu dönemlerde bile Şükran’ı incitmemek için çaba gösterir. Onun şefkatine karşı yüreğinde daima bir vefa duygusu taşır.
Kart Karakterler
# Akşam Güneşi romanında kart karakterlerin başında tanık anlatıcı konumundaki Kemal Bey gelir. Kemal Bey, Rodos ve civarındaki adalardan sorumlu doktordur. Bir süreliğine (M...S) Adasına belediye doktoru olarak atanır. Burada doktorluk yaptığı dönemlerde tanıdığı Nazmi’yle arkadaş olan Kemal Bey, romanda kendi hayatından söz etmez. Yalnızca romandaki başkişiyle yollarının kesiştiği (M...S) Adasına gelişi hakkında şu bilgileri verir:
“İki buçuk sene şark vilayetlerinde karlar, sisler içinde dolaşırken ekseriya (M...S) adasını düşünürdüm.(...) İki buçuk sene sonra yine hiç beklemediğim bir zamanda bir telgraf geliyor; Bahr-i Sefid Adaları sıhhiye müfettişliğine nakledildiğimi müjdeliyordu. ” (s.20-21)
# Kemal Bey, bir zamanlar askeri doktor iken daha sonra (M...S) Adasına atanıp orada küçük bir bağ satın alarak Erzurum’a tayin olana kadar orada yaşamaya başlar. Akşam Güneşi romanında, Kemal Bey’in en önemli rolü şüphesiz başkişi Nazmi’yi tanıtması dolayısıyladır. Tanık anlatıcı olarak olayları aktaran Kemal, hem başkişi Nazmi’nin arkadaşı hem de yansıtıcı merkez konumundadır.
# Nazmi’nin Harbiye yıllarından arkadaşı olan ve Bulgar çetelerine karşı Balkanlarda birlikte çarpıştığı arkadaşı İbrahim de kart karakterdir. Nazmi, Manastır’da İbrahim ile birlikte dört ay kaldığı süre içinde iyice samimi olur. Nazmi, askerlik döneminde üzerindeki tesiri son derece önemli olan İbrahim’i şu şekilde anlatır:
“Kardeş gibi sevişirdik. Harbiye’de iken beni çekip çeviren o idi. (...) Orduda gayet iyi bir zabit olan arkadaşım evde işgüzar bir kadın, şefkatli bir ana gibiydi. Her işe eli yaraşırdı. Dümdüz, sade, saf bir gençti. (...) Sakin ve makul İbrahim’in benim üzerimde çok iyi tesiri olmuştu." (s.47)
# İbrahim’i Manastırda kaldıkları dönemde bu şekilde tasvir eden Nazmi, yıllar sonra onunla Edirne’de karşılaştığında farklı yapıda bir İbrahim bulur: “Konuşurken dikkat ediyordum. Eski sakin, yumuşak İbrahim değildi. Bakışlarına, sözlerine, tavırlarına garip bir canlılık gelmişti. " (s.62) İbrahim’i bu derece değiştiren şey, Edirne’de Bulgar çetelerine karşı verilen silahlı mücadeledir. Nazmi, İbrahim’le birlikte orada kalmaya karar verip, Bulgar çeteleriyle çarpıştıkları ve yaralanıp hasta düştüğü anda İbrahim, her zaman onun yanında yer alır.
# Akşam Güneşi romanının ilk bölümünde, başkişi Nazmi’nin âşık olduğu İstanbul’daki köşk komşuları Nazan Hanım da kart karakterler grubunda yer alır. Nazan Hanım, Nazmi’nin hayatının bir bölümünü etkileyecek derecede güzel ve etkileyici bir kadındır:
“Nazan, çok cazibeli bir esmer güzeliydi. (...) Yirmiiki, yirmiüç yaşlarındaydı. Bir türlü kimseleri beğenip evlenmiyordu." (s.57)
# Nazmi, yaralanıp hasta olduğu dönem sonrasında bile ona karşı boş olmamasına rağmen, Nazan’ın artık kendisini hasta bir adamın geleceğine adamak istememesi dolayısıyla bu aşk ilişkisi alevlenmeden söner.
# Akşam Güneşi romanındaki bir diğer kart karakter Ayşe’dir. (M...S) Adasında, Nazmi’nin babasından kalma çiftliğinde küçük kardeşi Yusuf ile birlikte kalan bu dokuz yaşlarındaki kız, Nazmi’nin en büyük sırdaşı olur. Kardeşi Yusuf ile birlikte Nazmi Bey tarafından evlat edinilirler. Ayşe ve Yusuf’un babaları fakir bir balıkçıdır. Anneleri ise güzel bir Rum kızıdır. Anneleri bir müddet fakir yaşama karşı direnir fakat sonra bir Rum delikanlıya kaçıp gider. Babaları bu Rum delikanlıyı bulup öldürür. Ayşe, Nazmi Bey’in (M...S) Adasında hem evladı hem de büyük sırdaşı olarak romanda önemli bir karakterdir.
Fon Karakterler
# Akşam Güneşi romanında başkişi Nazmi’nin çevresinde yer alan ve vaka kuruluşunu zenginleştiren birçok fon karakter yer almaktadır. Bunların başında başkişi Nazmi’nin annesi ve babası gelir. Annesi, Nazmi henüz küçükken tifo hastalığına yakalanarak ölür. Babası mutasarrıflık görevinden emekli olarak (M...S) Adasında inzivaya çekilmiş bir müddet sonra o da hastalanarak ölür.
# Nazmi’nin İstanbul’da yanında kaldığı amcası da fon karakterdir. Nazmi’nin küçük yaşlardan itibaren velisi konumunda karşımıza çıkan amcasının adı tıpkı annesi ve babasınınki gibi verilmez. Nazmi’nin amcasının kızı Naciye Hanım ve onun kocası Neyyir Bey de romanın gelişimine katkıda bulunmakla birlikte çok önemli rollere sahip değildirler.
# Nazmi’nin okul ve askerlik yıllarındaki çevresinden adları zikredilen Pavlof adlı Bulgar sınıf arkadaşı, Fransa’da Prens dö Bosfor olarak tanındığı yıllarda tanıdığı İrma ve Jermen Reno da bu karakter grubunda yer alır. İrma, aynı zamanda romanın başlarında karşılaştığımız Doktor Ziya’nın da eşidir. Doktor Ziya ise (M...S) Adasında Doktor Kemal’in arkadaşıdır.
#  Askerlik yaptığı dönemde gittiği Kudüs’teki ismi verilmeyen bazı kişiler, evlerinde kaldığı Lübnanlı Katolik karı-koca, Akka’daki bir muhasebecinin teselliye muhtaç karısı, muhasebeci koca, Balkanlar’daki Türk çetelerinin kumandanı Nusret Bey ve çetenin diğer elemanları da Nazmi’nin hayatının belirli kesitlerinde yer alan fon karakterlerdir.
# (M.S) Adasında ise Nazmi’nin kurduğu yeni bir düzen ile birlikte yeni şahıslar da romana girer. Çiftlikte çalışan Halim Ağa, Gülizar Kalfa, Ayşe’nin kardeşi Yusuf, çiftlikteki fon karakterlerdir. Adada yaşayan Hacı İsmail Çavuş, Fransız konsolosu ve ailesi, ihtiyar sabun tüccarı M. Mariyüs Bon ve kızları Janet ve Silvi de romanda yalnızca zenginlik katan ve Nazmi’nin hayatında çok az yer bulan boyutsuz kahramanlardır.

İzleksel Kurgu

# Akşam Güneşi romanında entrik kurguyu oluşturan ve çatışmayı sağlayan değerleri KORA şemasında şu şekilde göstermek mümkündür:


Ülkü (Tematik) Değerler
Karşı Değerler
Kişiler
Nazmi
Prens dö Bosfor
Düzeyinde
Şükran
Jülide
                       
Kemal
Nazan

Ayşe
İbrahim
Vuçkof
Kavramlar
Aşk
Yasak Aşk
Düzeyinde
Sadakat
Sadakatsizlik

Fedakârlık
Hastalık

Sevgi
Y alnızlık

Doğallık
Kaçış
Yapaylık
Simgeler
İstanbul
(M...S) Adası
Düzeyinde
Issız Ada
Jülide’nin evi

Dans
Keman

Deniz
At
İntihar


Aşk:

# Akşam Güneşi romanı, başkişi Nazmi ile Jülide arasındaki yasak aşk ilişkisi üzerine kurgulanır. Romanın başkişisi Nazmi, henüz çocukken tanıdığı amcasının torunu Jülide ile yıllar sonra (M...S) Adasında buluştuğu anda aralarında gizli bir yakınlaşma başlar. Nazmi’nin kendi içinde kabul edemediği bu aşk, gizli bir yara gibi günden güne büyüyecek ve nihayetinde onun yaşamına son verir.
# Aşkın saflığı ve doğallığının başkişinin yaşamına yasak aşk olarak girmesiyle eserdeki gerilim düzeyi artar. Başkişinin roman boyunca yaşadığı iki büyük aşk vardır: Nazan ve Jülide. İlginçtir ki bu aşkların hiçbirisi Nazmi’nin gerçekte hayat arkadaşı olamazlar. Nazan, saf aşkın yansıması olarak çıkarları doğrultusunda aşkını karşılıksız bırakır, Jülide ise imkânsız bir yasak aşk olması sebebiyle kendinden uzaklaşır. Her iki aşkın da hayal kırıklığı, ayrı boyutlarda başkişinin ruh dünyasını derinden etkiler. İlk aşkı Nazan’ın acısını amcasının kızı Şükran ile yaptığı evlilik sonrası onun şefkatli kollarında çabuk unutan başkişi, ikinci aşkın acısını yüreğinden söküp atamaz. Akşam Güneşi romanının temelindeki izlek olarak karşımıza çıkan yasak aşk, aslında bir anlamda dile getirilemeyen, gizli bir aşk olarak da kahramanlar arasındaki gizli referant birliği sayesinde hayat bulur/izlenir.
# Akşam Güneşi romanının  ikinci bölümü, tamamen Nazmi ile Jülide arasındaki çatışma üzerine kurgulanır. Jülide (M...S)’deki çiftlikte neşe kaynağı olmasına rağmen, Nazmi ile aralarındaki buz tabakası hala ermemiştir. “Vasilik nüfuzunu kullanarak Jülide’nin bütün davranışlarını olumsuzlayan Nazmi, yıllar öncesindeki çılgın karakter yapısının tekrar uyanmasından endişe duymaktadır.”
# Zira Nazmi’nin (M...S) Adasındaki çiftliğe gelişi, bu çılgın yaşamdan bir nevi kaçıştır. Nazmi, bu çiftlikte kendine “yapay huzur ortamı” kurmayı hedefler ve bunda da kısmen başarılı olur. Ancak Jülide’nin çiftliğe gelişiyle birlikte bu huzur ortamı parçalanmaya doğru bir yol alır. Nazmi’nin kaçtığı “uslanmaz çılgınlığı” birdenbire yani kıpırtılarla tekrar gün yüzüne çıkar.
# İkinci bölümde, Nazmi’nin Jülide’ye karşı tavrının değişmesiyle olay örgüsünün gidiş yönü de değişir. Nazmi ile Jülide arasındaki “çatışma”, “uyuşma” ya da “ortak mazide birlik” şekline bürünür. Böylelikle bir anda zirveye çıkan entrik kurgudaki gerilim unsuru da şeklini değiştirir.
# Başkişi, Jülide’de “eski ben”ini bulur. Geçmişinde ateş gibi yanan yüreğiyle cıva gibi hareketli geçirdiği günleri anımsayarak onun eski bir dost ilgisini beklediğini fark eder:
“Bir anne gibi üstüme titreyen, her an benimle gülüp ağlayan müşfik bir zevcem olmasına rağmen tesellisiz bir yalnızlığa düşmüştüm. Zaman ile uyuşan fakat tamamıyla şifa bulmayan bu derdi nasıl unutmuş, aynı yerlerde aynı acıyı çeken bu zavallı küçük dert arkadaşının halini niçin bu kadar geç anlamıştım? Evet Jülide bir parça evvel on sene evvel ben demekti. ” (s.193)
# Kendi emellerini bir hastalık sonrası yitirdiğini/ maziye gömdüğünü zanneden Nazmi, ani ve kısa süreli bir şok neticesinde geçmişiyle yüzleşir. Bu yüzleşme, hem onun şifa bulmamış yarasını açığa çıkarır hem de kendisiyle aynı kaderi paylaşan Jülide’ye duygusal anlamda yakınlaşmasını sağlar.
# Jülide’nin intihar girişimi ve Ayşe aracılığıyla Nazmi’ye yazdığı aşk mektubunun ifşa edilmesiyle dramatik aksiyondaki gerilim unsuru zirve noktaya ulaşır. Jülide, Nazmi’ye karşı aşkını itiraf ettiği satırlarda, çocukluğundan beri hayran olduğu eniştesine karşı içten duygularını dile getirir. Kendisini “hasta bir âşık” olarak çaresizlik içinde bulan Jülide, bu yükün/ sorumluluğun altında ezilmektense intihar ederek kaçmayı tercih eder. Şükran teyzesine karşı ihanet düşüncesinden kurtulmak istemesi de bu intihar girişiminde etkili olur. Çünkü Jülide, vicdanı ile aşkı arasındaki çatışmadan kurtulma arzusu içindedir. Ruhundaki utanma duygusu onu “ahlaki bir anksiete” ile baş başa bırakır. “Ego içindeki suçluluk veya utanma hisleri olarak deneyimlenen ahlaki anksiete, vicdandan gelen bir tehlikenin sezilmesinden dolayı ortaya çıkar” ve Jülide’yi intihara yönlendirerek onu ruhsal anlamda bir arınma düşüncesi ile karşı karşıya getirir. Fakat başarısız intihar girişiminin ardından romandaki dramatik aksiyon yeniden hareketlenir. Jülide’nin üzerindeki yük kalkar ve Jülide yeniden dünyaya gelmiş ve yaşadıklarından arınmış bir ruh gibi hafifler. Mektubu okuyan ve her şeyi öğrenen Nazmi için ise yaşam dengesi alt üst olur. Nazmi, Jülide’nin mutluluğu uğruna kendini feda eder. Aşkını yüreğine gömen kahraman, çevredekilere karşı baba-kız rolünü oynayıp kızını telli duvaklı gelin ederek özverili bir tutum sergiler.
# Nazmi ile Jülide arasındaki sevgi, dışarıya karşı şekil itibariyle baba-kız olarak yansımaya devam ederken; içeriden yaşananlar, iki saf aşığın kaçak/ümitsiz görüşme anları şeklinde yansır. İlginç olan nokta ise Nazmi’nin içten içe yaşadığı büyük aşkı Jülide’den saklaması, ona kızı gibi davranmasıdır. Bununla birlikte Jülide’nin kendisine olan sevgisini öğrendikten sonra Nazmi, onu sevdiğini kendisine itiraf eder:
“Jülide’yi seviyordum. (...) Büyük aşkımı bu akşam uzak akşam güneşlerine benzetiyordum. Boş ihtiraslar arasında bin cevr ü mihnet içinde ziyan olan ömrümün bu kadar güzel bir akşamı olacağını ümit edebilir miydim? Ömrümün hiçbir devrinde bu kadar mesut olduğumu bilmiyordum. Kalbim on beş yaşında bir genç çocuk kalbi gibi heyecanlarla çırpmıyordu. ” (s.303)
# Jülide’ye olan aşkını kendisine itiraf eden başkişi, bu mutluluğu kendi içinde yaşamaya mecburdur. Toplum tarafından onlara biçilmiş rollerin farkında olan başkişi bu nedenle Jülide’yi yakından tanıdığı İhsan ile evlendirir.
# İstanbul’a hareket edecekleri veda günü, bu trajik ayrılığa yüreğinin dayanamayacağını anlayan Nazmi, bin bir türlü bahaneler ileri sürerek Jülide’yi yolculamaya gitmez. Yüreğindeki aşk yangınını gizlerken herkesten kaçmak ister. Jülide’nin Erzurum’a gitmeden önce (M...S)’ye gelerek orada kaldıkları kırk üç günlük zaman diliminde ise yaşadığı aşkın imkânsızlığına ve bu aşkın artık tek taraflı olduğuna da kanaat getirir. Jülide’nin tavırlarını kendince yorumlayan Nazmi;
“Belki bir gün Jülide bu macerayı düşünürken utanacak, gülecek “Ne çılgın bir çocuktum. Ömrümün en güzel bir iki senesine yazık ettim. Beyaz saçlı bir enişte için ölecektim” diye teessüf edecek...” (s.336)
şeklinde vehme kapılır. Jülide’nin İhsan’la birlikte Erzurum’a gitmesiyle bu vehim, realiteye dönüşür. İçinde büyüttüğü ümitsiz ve imkânsız aşkın yakıcı düşünceleriyle bedenine yayılan hastalığın pençesine düşer.
# Nazmi ile Jülide arasındaki yasak ve gizli aşk eyleme dönüşmez. Bu nedenle iki taraflı yaşanan fakat başkalarına bildirilemeyen aşk duygusu, başkişinin yaşamını daha derinden etkiler. Jülide’nin bir gençlik vehimi olarak hatırlayabileceği bu durum, Nazmi’nin ölüme doğru hızla yaklaşmasına neden olur.

Kaçış:

# Kaçış izleği başkişinin aktif bir yaşam çizgisinden pasif bir yaşam geçmek zorunda kalışını algılayışı ile birlikte başlar. Nazmi’nin gençlik yıllarında Paris’te Prens dö Bosfor olarak bilindiği dönemlerdeki hali ile (M...S) Adasındaki hali arasında hem fiziksel hem de ruhsal anlamda büyük bir çatışma/farklılık görülür. Başkişi Hüseyin Nazmi’nin adeta bir kişilik bölünmesi yaşadığı bu yıllarda içindeki aktif kişiliğin temsilcisi olan Prens dö Bosfor, Paris’te yaşarken günün yirmi dört saatini dolu dolu yaşayan gündüzleri askeri militer olma yolunda ilerleyen geceleri ise Paris’in salonlarında kadınlarla zaman geçiren bir karakterdir. Paris’te yaşadığı yıllarda zamanın nasıl geçtiğini bil(e)meden tüm enerjisiyle yaşayan kahramanın hastalandıktan sonra (M.S) Adasına yerleştiği zamanki durumu tamamen farklı bir çizgide gelişir:
“Kapıdan gireceğim zaman garip bir hisle durdum, uzun uzun arkama baktım. Bana öyle geliyordu ki eski hayatımla yeni hayatımın ayrıldığı nokta bu kapı eşiğidir.
Ömrümün sonuna kadar burada kalmaya mecburdum. Alışmaya ve sevmeye mecbur olduğum bu yere bu fena saatte gelmiştim. ” (s. 106-107
# (M...S) Adasına ilk geldiği anda kendisini iki farklı yaşamın eşiğinde gören başkişi zorunlu kaçışından duyduğu rahatsızlığı “mecbur olduğum bu yer” biçiminde ifade eder. Zira Nazmi’nin alışılagemiş yaşamından kopmak zorunda kalışı onun yeni ve yapay bir dünya kurmasına sebep olur. Bu nedenle zorunlu emekliliğinin ardından (M...S) Adasına sığınır/kaçar. Hastalığın etkisiyle birlikte daha sakin bir hayat geçirmek zorunda kalan Nazmi, kendini toprak işlerine adayarak (M...S) Adasındaki insanların gönlünde taht kurmuş dervişvari bir insan olur. Kendini bu durumda olmaya zorlayan Nazmi’nin (M...S) Adasında kurduğu bu düzen aslında yapaydır. Yapay bir mutluluk yuvası edinme arzusu ile (M...S) Adasına yerleşirken geçmişteki hareketli dönemin feryatlarını ruhunun ve kalbinin derinliklerine gömer.
# Kaçış psikolojisi içerisinde yapay bir düzen içerisinde geçmişinden saklanan Nazmi’nin saklandığı ve ötelediği duyguları ortaya çıkaran Jülide olur. Jülide’nin adaya gelişiyle birlikte sarsılan yapay dünyası içerisinde kaçarak sığındığı mekanda bu kez yine Jülide karşısında farklı bir kaçış yolu izlemek zorunda kalır. Çünkü Jülide, Nazmi’nin geçmişiyle yüzleşmesini sağlayan bir simge değerdir. Jülide de Nazmi gibi babasının ölümü ile birlikte (M...S) Adasına sığınmak zorunda kalarak onunla aynı kaderi paylaşır. Bu özdeşim yolu ile aralarında ruhsal bir bütünlük oluşan Nazmi ile Jülide’nin yaşadıkları yasak aşk, başkişi Nazmi’nin ruhsal anlamdaki kaçış sürecini tetikler. Çevredekilerin baba-kız ilişkisi olarak gördükleri bu yasak aşkın bildirilemez oluşu dolayısıyla kendi iç dünyasına kapanan Nazmi, kendisini çevresinden genel anlamda soyutlar.

Geçmişe Özlem:

# Anlatı başkişisi Hüseyin Nazmi’nin yaşamının dönüşüm sürecinde önemli bir yere sahip olan askeri militerlikten ayrılmak zorunda oluş süreci ile pasifize bir yaşam kurgusu içerisine girişi onun aktif yaşamını özlemesine sebep olur.
# Kendisine yapay bir dünya kurgulayarak (M...S) Adasında toprak işleriyle uğraştığı dönemde, dışarıdan sakin ve huzurlu görünen yaşamı içsel anlamda tatmin olmaz. Nazmi’nin kendisiyle olan çatışmasının fiziksel anlamda dış boyuta taşınması Jülide’nin (M...S) Adasına gelişiyle başlar. Jülide’nin gelişi, Nazmi’nin ruhuna gömdüğü gençlik yıllarını ya da başka bir deyişle “Prens dö Bosfor”olduğu dönemi hatırlatır. Romandaki gerilim unsuru, başkişi Nazmi’nin Jülide’ye olan aşkı ve gençliğine duyduğu hasretin etkisiyle de zirve noktaya taşınmış olur. Jülide’nin adaya gelişi, Nazmi’nin kendince yaşadığı yasak aşkın ötesinde geçmişiyle hesaplaşmasıdır.
# Jülide’nin Nazmi tarafından taşra ahlâkı doğrultusunda olumsuzlanan tüm tavırları, aslında onun geçmişinden saklandığı ve kaçtığı davranışların yansımasından başka bir şey değildir. Bu nedenle kendisiyle Jülide arasında benzerlikler kuran Nazmi’nin Jülide’ye bakışı da giderek değişir. Başlangıçta onda kendi geçmişini görerek ondan nefret etme derecesine gelen Nazmi, sığındığı/kaçtığı çiftlikteki on yıllık emeğinin boşa çıkma sebebini de ona bağlar:
“On senelik emeğim ve mihnetim boşa gitmişti. Kalbimdeki isyan ve hiddetin mecrası birdenbire değişti. Bütün bu ıstırapların, bu buhranların sebebi Jülide ’ydi. Evlat diye kollarımı açtığım, sevmeye hazırlandığım bu çocuk, beni çıban gibi zehirlemişti. ” (s.168)
# Geçmişiyle bugünü arasında bir köprü vazifesi gören Jülide’ye bakışı, “taşra ahlâkı”nın dışında kendi iç dünyasına yönelen, kendi geçmişini sorgulayan ve onda yeniden yaşayan Nazmi’nin yaşam çizgisini değişir. Bir yıl süren bir geçici çatışma sürecinin ardından Nazmi ile Jülide geçmişteki dostluğu şimdiye taşır.

Fedakârlık:

# Anlatıda, fedakârlık izleği, başkişinin amcasının kızı Şükran ile özdeşleşmiş biçimde sunulur. Şükran, Nazmi’nin Trakya’da yaralanıp hasta olarak Çamlıca’daki köşke gelişinden itibaren bir hemşire gibi onun yanından ayrılmaz. Şükran’ın fedakârlığı sadece Nazmi’nin yaralı bir kişi olmasından kaynaklanmaz. Nazmi’yi gizlice sevdiği halde onun yakın arkadaşı Nazan’a olan aşkında da sürekli ona destek olur. Yaralı bir durumda mesleğini yürütemeyeceğini öğrenen Nazmi’nin Nazan tarafından reddedildiği anda da Şükran, fedakâr bir âşık rolünde sevdiğinin mutluluğu için çaba gösterir. Nazmi’nin Nazan’dan olumsuz cevap aldığı dönemde onu teselli etmek yine Şükran’a düşer:
“Şükran, bu genç kızın hayatımda ne kadar ehemmiyetli olduğunu bir kere daha anlıyordum. Yanıma oturdu. Ellerini dizlerime koydu. Bana en tatlı ümit verici kelimelerle Nazan’dan bahsetmeye başladı. ” (s.78)
# Şükran, Nazmi ile evlendikten sonra onun için yaptığı fedakârlığı itiraf eder. Bir fırsat düşkünü olarak algılanmaktan çekinen Şükran, Nazmi ile Nazan’ı birleştirmek için girişimlerde bulunduğunu söyleyerek ne kadar fedakâr bir âşık olduğunu gösterir.
# Fedakârlık izleği, Nazmi ile Jülide arasında gelişen aşk ilişkisi içerisinde farklı bir boyutta işlenir. Nazmi kendisini sevdiğini öğrendiği anda büyük bir yıkıma uğradığı halde karısının yeğeni konumundaki Jülide’yi toplum karşısında kızı gibi göstererek onu kendi elleriyle evlendirir. Nazmi’nin bu fedakârlığı, onun aşkının eksilmesinden değil yücelmesinden kaynaklanır. Bir zamanlar amcasının kızı Şükran’ın kendisine karşı duyduğu fedakâr âşık rolü bu kez Nazmi’ye geçer.
“Bu aşkın beni utancımdan öldürmesi lazım gelirdi. Fakat utanmıyordum. Çünkü Jülide kendisini sevdiğimi bilmeyecekti. Aşkım kalbimin içinde yalayıp ölecekti. Hiçbir arzum, ümidim yoktu." (s.302)
# Kendisi ve geleceği ile ilgili bir beklenti sahibi olmayan başkişi, sevgisini tek taraflı yaşayarak fedakârca bir tutum sergiler. Toplum tarafından kendilerine verilmiş olan vasilik görevini tam anlamıyla yerine getirirken gizli aşkından feragat etmesini sağlar. Bu fedakârlık Nazmi’yi kökten bir yalnızlığın içine sürükler.

Share with your friends

Notification
This is just an example, you can fill it later with your own note.
Done