Puslu Kıtalar Atlası - İnceleme - Edebiyat Araştırmaları
Son Başlıklar
Loading...

26 Ağustos 2020 Çarşamba

Puslu Kıtalar Atlası - İnceleme



Puslu Kıtalar Atlası, İhsan Oktay Anar’ın eseridir. Bu içerikte Puslu Kıtalar Atlasının Tahlili – İncelemesi yapılmıştır. Bu inceleme romanı oluşturan yapı unsurları üzerine olmuştur. Bu unsurlar olay örgüsü, zaman, mekan ve karakterler-kişiler kadrosudur. Roman özet olarak da anlatılmıştır. Romanın bazı yerlerinden alıntı yapılmıştır.

Puslu Kıtalar Atlası Konusu

 Puslu Kıtalar Atlası, 17. yüzyılda İstanbul’da, özellikle Galata’da, toplumun alt tabakasını oluşturan bir çevrede, ‘kara para’ ile sonsuzluğa kavuşmayı arzulayan Büyük Efendi Ebrehe ile dünyayı tanımak için evini terk ettikten sonra türlü maceralar yaşayan ve bu parayı tesadüfen ele geçiren Bünyamin adlı bir genç arasındaki mücadeleyi konu edinir.

Puslu Kıtalar Atlası Özeti

Puslu Kıtalar Atlası bir ana öykü ve ana öyküye bağlı öykücüklerden oluşmuştur. Olaylar İstanbul’da vuku bulmaktadır. Roman Uzun İhsan Efendi’nin korsanlık yapan dayısı Arap İhsan’ın, savaş ganimeti olarak yanında getirdiği, uykusuzluk sorunu yaşayan Alibaz ile yeğeni Uzun İhsan’ın “Kürkçü kapısına yakın bir yerde, Yelkenciler hanına bitişik, iki katlı ahşap...” (s. 18) evine gitmesi ile başlar. Uzun İhsan Efendi “Frenk kâşiflerine özenip bir mapamundi, Kaftan Kafa bir dünya haritası yapma sevdasına kapılmış”(s. 20) biridir. Fakat gezip görüp yaşayıp da öğrenmeye cesaret edememiştir. Bu sebeple çizmek istediği “Kaftan Kafa bir dünya haritası”(s.20) yani dünya atlasını düşleriyle oluşturma sevdasına kapılmıştır. Bu sebeple Uzun İhsan Efendi günün büyük bir bölümünü içtiği yeşil bir sıvı yardımıyla uyuyarak geçirmektedir. Arap İhsan yeğenine uğramadan önce savaş ganimeti olarak getirdiği eski bir eseri Türkçeye çevirmesi için Kubelik’e verir. Burada Kubelik’in Venedik Balyosunda kâtiplik yaptığı daha sonra kendini içkiye verdiği ve işinden olduğu, geçimini sağlamak için dişçilik yaptığı ve bu sayede insan vücüdunu merak edip bir atlas oluşturmak istediğinin hikaye edildiği bölüm vardır. (s. 23-29) Bir süre sonra Arap ihsan ölür ve Alibaz Uzun İhsan Efendi’ye dayısının emaneti olarak kalır. Arap İhsan’ın Kubelik’e verdiği “Zagon Üstüne Öttürme” adlı eseri kendine has üslubuyla Türkçeye çevirir. Arap İhsan’ı bulamayan Kubelik kitabı yeğeni Uzun İhsan Efendi’ye bırakır. Uzun İhsan Efendi bu kitabı okuduktan sonra kitaptan bayağı bir etkilenir ve kafası karışır.

Bünyamin cesaret edip babasına bir türlü soramadığı sorularla kafasını karıştırmaktadır. “Sen gerçekten benim babam mısın, peki annem kim, sen kimsin, ben kimim, be evin geçimi nasıl sağlanıyor, pazara giderken bana verdiğin akçeleri nereden buluyorsun, günlerce yemeden içmeden nasıl yaşıyorsun, kimsin sen?” gibi soruların cevaplarını bulamadıkça daha da bunalır. “Bu belirsizlikler bir akşam Bünyamin’in yüreğini o kadar daralttı ki düşüncelerinden kurtulup rahatça uyuyabilmek için babasının uyku şerbetinden içmeye karar verdi. Bir bardağı ağzına kadar doldurdu ve dikip içti. Oysa bu sıvının yirmi damlası bir öküzü üç gün uyutmaya yeterdi” Uzun süre uykuya dalan Bünyamin öldü sanılarak mezara gömülür. Fakat Bünyamin bir ses yardımıyla gömüldüğü mezardan kurtulmayı başarır.

Mezardan diri çıkmayı başaran bu genci duyan Vardapet, Bünyamin’i lağımcı ocağına kendisinin yardımcısı olarak almak ister. Babasının rızasını aldıktan sonra teklifi kabul eder. Uzun İhsan Efendi Bünyamin’e henüz tamamladığı ‘Dünya Atlasını’  verir. Ve başı her sıkıştığında bu kitaba bakmasını öğütleyerek oğlunu uğurlar
.
Bünyamin Vardapet’le Zülfiyar adlı bir casusu kurtarmak için bir kale kuşatmasına katılır. Kurtarma esnasında oluşan bir kargaşadan dolayı yaralanan Zülfiyar, elindeki ‘kapkara bir mıknatıslı para’yı Bünyamin’e verir. Çıkan arbedede Bünyamin kendini korumaya çalışırken soğuktan yüzüne yapışan zırh Bünyamin’i tamamıyla tanınmayacak bir hale getirir. Sonunda Bünyamin canını kurtarmayı başarır. Fakat Teşkilat-ı İstihbarat-ı Hümayun’un efendisi olan Ebrehe sonsuz güce ulaşmak için bu kara parayı ele geçirmek istemektedir. Paranın Bünyamin’in eline geçtiğini öğrenen Ebrehe adamlarıyla birlikte derhal onun peşine düşer. Parayı bulmak için Bünyamin’in evini altını üstüne getirirler. Sakladığı sırrı vermeyince babası Uzun İhsan Efendi’nin gözlerini oyup, kulaklarını ve burnunu keserler. Fakat ne Bünyamin’i ne de kara parayı bulurlar. Yeniçeriler Uzun İhsan Efendi’yi iki altın karşılığı dilenciler kethüdası Hınzıryedi’ye satarlar.( Daha sonra Hınzıryedi’nin kısa öyküsü başlar. Bu zat hırsızlıkta ün yapmış biriydi. Daha sonra merak edip domuz eti yemiş ve tadını çok sevdiği için yemeğe devam etmiştir. Bu sebeple ona Hınzıryedi denmiştir. )

Babasını aramaya çıkan Bünyamin evlerinin bu halini gördükten sonra ne yapacağını bilemez. “Aklına yine kitaptan bir sayfa açıp fal bakmak geldi. Açtığı sayfada gözüne ilk çarpan cümle şuydu: ‘Dilencilerin arasına girip kaderini beklemeye başladı.’. Bünyamin daha sonra dilencilerin arasına girer ve babasını orada bulur. Dilencilerin başı Hınzıryedi, efendisi Ebrehe için düzenlediği bir ziyafette boğazına takılan lokmayı çıkartarak hayatını kurtaran Bünyamin, bu şekilde Ebrehe ile tanışmış olur. Babasıyla konuşmak için az da olsa bir zaman bulan Bünyamin, babasının bir fıçı içine girip İstanbul’u terk etmesine engel olamaz.

Ebrehe hayatını kurtaran genci Teşkilat-ı İstihbarat-ı Hümayun’un gizli merkezine aldırır. Bünyamine anlamsız bir ilgi duyan Ebrehe aradığı kara paranın öneminden bahseder.

Bünyamin’i bu gizli merkeze dahil eder ve her türlü bilgiyi Bünyamin’e vermekten çekinmez. Bu paranın Gazanfer adlı meşhur bir kumarbazın kasasında olduğunu düşünen Ebrehe oraya Bünyamin’le bir baskın düzenler ve bütün her yeri arar fakat bulamaz. Her yeri yakıp yıktıktan sonra bir konağa geçer ve orada bir güzel eğlenirler. Bünyamin işte bu konakta hiç unutmayacağı Rus asıllı cariye Aglaya’yı tanımış olur. Sabah Bünyamin’i Zülfiyar uyandırdığında Aglaya’nın orada olmadığını görür. Bu duruma çok üzülür, Aglaya Bünyamin’in aklından hiç çıkmaz. Bünyamin Zülfiyar’la merkeze gitmek için yola çıkar. Yolda Dertli ile karşılaşırlar. (Dertli lakabıyla tanınan bu adamı hayatında tam altı kez yıldırım çarpmıştı. Bir zamanlar zengin bir tüccar olan Dertli’ye, ticarethanesinin içinde olduğu sırada pencereden giren bir yıldırım isabet etmiş ve adamın saçı sakalıyla birlikte malı mülkü de yanıp kül olmuştu. ) Dertli’den korkan Zülfiyar Dertli’yi kırbaçlamaya başlar. Bu duruma tahammül edemeyen Bünyamin Zülfiyar’ı engellemeye çalışır, atından düşen Zülfiyar, Bünyamin’e saldırır. Bunun üzerine Bünyamin ele geçirdiği kırbaçla Zülfiyar’ı bir güzel döver. Bünyamin oradan hızlıca uzaklaşır. Dertli bu yardımı hiç unutmayacaktır. Bünyamin’in arkasından nefesi kesilinceye kadar koşar sonra arkasından bakakalır.
Bünyamin ne yapacağını kara kara düşünürken aniden aklına babasının verdiği atlas gelir ve onun sayfalarını karıştırırken şu cümleye rastlar: “hayatını öne sürüp sırrı bulmak için yola çıktı.”  Bünyamin artık ne yapacağını iyi biliyordu, atını İstihbarat merkezine doğru yöneltir ve Ebrehe’nin yanına gelir. Ebrehe Bünyamin’e kehanet aynasını gösterir. Aynada: “Kıyametten bir yıl önce yedinci dolunayda Mehdi batı kapısından girecek.” Sözü görülür. Ebrehe bu kehanet aynasının kıyamet gününün yaklaştığını işaret ettiğini düşünür. Bu sebeple kendini boşluğu bulmaya adadığını Bünyamin’e anlatır. Ebrehe o kara parayla karşı hareketi gerçekleştireceğini ve bu şekilde bir zaman makinesi misali her şeyi geri alabileceğini kara parayla oluşturduğu boşlukla evrenin boşluktan var etme durumuna ulaşılacağını söyler. Ebrehe bütün sırlarını Bünyamin’e anlatmış olur.
Uzun İhsan Efendi “Kör olduğu halde, günün hangi saati olursa olsun Müşteri, Zuhal, Utarid, Sereten, Cevza, Akreb ve diğer gök cisimlerinin yerini bilen ve sağır olduğu halde tayfaların isyan fısıltılarını, geminin karinasında oynayan bir çivinin sesini(...) işiten bu adam... kıtalar keşfede keşfede, dünyanın ta öbür ucundan Kostantiniye’ye doğru gelmek eydi.
Alibaz büyük bir sokak çetesi kurmuş ve o kadar yiğitlik yapmış ki ona Efrasiyab demekteydiler. Daha sonra Alibaz “Efrasiyab değil, şu uyku tutmayan çocuk, Alibaz olduğunu hatırladı.”  Alibaz bunu hatırladıktan sonra bir çatışmanın ortasında “ORAYA” denen bir yere doğru korkarak koşmaya başlar. “ORAYA” girdikten sonra oradaki siyah giysili adamların yaptıklarını görür ve bundan korkan Alibaz, o adamların birinin verdiği zehri içtikten sonra hiç uyku uyumamasına rağmen esnemeye başlar. “Gözkapakları ağırlaşıp sonunda düşmeye başlar başlamaz rahatça kıvrılıp uyuyabileceği bir yer aramaya başladı ve sonunda bir ağacın tepesini gözüne kestirdi.” tırmanıp bir leylek yuvasındaki yumurtaların üstüne kıvrılarak uykuya dalar. Alibaz böylece uykusuzluktan kurtulmuş olur. 
Kehanet aynasında bahsi geçen Mehdi yakalanmış istihbarat merkezine getirilmiştir. Bünyamin ve Ebrehe Mehdi ile baş başa kalırlar. Ebrehe yedi iklimin en ünlü işkencecisi olan Hattakay’ı Mehdi’ye işkence yaptırmak için getirmiştir. Fakat bu adam kendisinin Mehdi olmadığını, Nemçe casusu Franz olduğunu söyler. Ebrehe bu adamdın söylediklerine inanmaz ve kehanet aynasının doğruluğuna inandığını söyler. Fakat Nemçe casusu Franz kehanet aynasının kendi bağlı bulunduğu istihbarat merkezinin Avrupa’nın en iyi saatçisine yaptırdığını söyler. Franz bunu yapmalarındaki sebebi ise Müslümanları bu şekilde kandırarak Mehdi denilen kişiyi Müslümanların başına getirip onları yönetmek olduğunu söyler. Ebrehe bu casusun söylediklerine inanmaz ve Hattakay’dan işkenceye başlamasını ister. Fakat Hattakay yedi iklimin işkencecisi değil, dilenciler kethüdası Hınzıryedi’dir. Hınzıryedi Ebreheden intikam almak için böyle bir yol izler. Bu arada dilenciler Teşkilat-ı İstihbarat-ı Hümayun’u basarlar. Ve orayı ateşe verirler. Hınzıryedi, Ebrehe’yi öldürmeden önce onun son isteğini yerine getirir ve Bünyaminle baş başa kalmalarını sağlar. Ebrehe Bünyamin’e “o parayı ben öldükten sonra ağzıma koy ve çenemi bağla. Çünkü onun, hiç kimsenin eline geçmesini istemiyorum.” der. Bünyamin Ebrehen’nin isteğini yerine getirir.
Bünyamin Hınzıryedi’nin elinden, Dertli’nin loncaya gelip oraya yıldırım düşürmesiyle kurtulur. Bünyamin lonca binasından kaçarak bir hana sığınır ve burada yılladır uyuyamayan bir tüccarla karşılaşır. Tüccar uykusuzluk illeti yaşamaktadır. Ve bu illetten daha doğrusu bu lanetten kurtulmasının tek yolu yüzyıllardır uyuyan bir adamı uyandırmaktır. Uzun süreden beri Han bekçisini gözlemler. Ne zaman gelse bekçi uyuyordur. Sonunda han bekçisi uyanırken tüccarın uykusu gelmeye başlar. Ve burada anlaşılır ki tüccarın aradığı adam bu uykudan uyanan bekçidir Bünyamin, babasının hazırladığı ve kendisine verdiği atlası hatırlar. Koynundan çıkardığı bu eserin adının “Atlas Vacui”  olduğunu anlar ve atlasın sonunda Bünyamin’e hitaben yazılan yazıda, Uzun İhsan Efendi oğluna her şeyin bir düşten ibaret olduğunu “gördüğün ve işittiğin ne varsa, hepsinin şu zavallı babanın zihnindeki düşlerden ibaret olduğunu unutma!”  der. “Hoşçakal oğlum. Hoşça kal sevgili, biricik düşüm.”  Sözleriyle oğluna veda eder.
Bünyamin yazıyı okuduktan sonra gülümser. Yatmaya devam eden bekçinin yanına gider ve uyanması için onu dürter. “... Gözlerini açtı. Sabah olmuştu. Sanki yüzyıllık bir uykudan uyanan bekçi, yerinden doğrulup çevresine bakınca kendisini uyandıran kişiyi göremedi.” Sözleriyle romanın ana öyküsü tamamlanır.

Puslu Kıtalar Atlası Olay Örgüsü

Puslu Kıtalar Atlası . sanatsal düzlemde oynanan bir oyun.. ” gibidir. Hikaye içinde hikaye etme Binbir Gece Masalları’ndan alışık olduğumuz bir anlatış şeklidir. İhsan Oktay Anar bu eserinde bunu çok mükemmel bir üslupla gerçekleştirmiştir. Puslu Kıtalar Atlası romanına şekil olarak bakacak olursak, roman Osmanlının yaşayış tarzını yansıtan o dönemin çeşitli özelliklerini veren bir kapak tasarımıyla karşımıza çıkmaktadır. Kitap:
“N.Y. için( Novea Fulguri)
Tui lucent oculi sicut solis radii sicut splendor fulguris
lucem donat tenebris ” ithafıyla başlar. Ardından Eski Ahitten aldığı iki bölüm vardır. Bunlar:
“Boşluğun üzerine kuzeyi yayar Ve hiçliğin üzerine dünyayı asar.( EYÜB 26:7)
Ey parlak yıldız, seherin oğlu, göklerden nasıl düştün!
Sen ki, milletleri devirdin, nasıl yere yıkıldın! Ve kendi Yüreğinde derdin: Göklere çıkacağım, tahtımı Allahın yıldızları üzerinde yükselteceğim ve ta kuzeyde cemaat dağında oturacağım:   Bulutların yüksek yerleri üzerine çıkacağım, kendimi Yüce Allah gibi edeceğim. ( İŞAYA 14:12)”

Kitabın dokuzuncu sayfasından itibaren Hulki Aktunç’un “Yeni Roman Ülkelerinde...” başlıklı önsöz niteliğindeki yazı karşımıza çıkar. Ve nihayet kitap birinci bölümüyle okuyucuyu kendi dünyasına çeker. Eser olay örgüsünün düzenlenişi bakımından “çerçeve yöntemi”  veya hikâye içinde hikâye anlatmadır. Binbir Gece masallarını andıran bu yöntem yazarın üslubunun farklılığına bir işarettir. Kitap yedi ana bölümden ve on sekiz ara bölümden oluşur. Bu ara bölümlerde de yirmi hikâye vardır. Bu hikâyeler eserde adı geçen kahramanların tanıtıcı hikayeleridir. Bunlar:

A.      KOSTANTİNİYEDE BİRKAÇ KİŞİ (S. 11-35 )

1.     Bölüm: Arap İhsan’ın yiğeni Uzun İhsan Efendi’nin evine uğraması ( s.13-23 )
2.      Bölüm: Kubelik’in hikayesi (s. 23-35 )

B.       GÜNBATIMI (S. 37-66)

1.      Bölüm ( s. 39-47 )
a.      Zagon Üzerine Öttürme adlı eserin çevirisi (s. 34-35)
b.      Baba, oğul ve ayının hikayesi ( s. 36-42 )
2.      Bölüm: Vardapet’in hikayesi ( s. 47-56)
3.      Bölüm: Uzun İhsan’ın Alibaz’ı okula vermesi ve öğretmeninin hikayesi ( s. 56-65 )
4.      Bölüm: Uzun İhsan Efendi’nin evine gelen yeniçerilerin evi harap etmesi (s. 65-66)

C.      YER ALTI (S. 67-91)

1.      Bölüm: Bünyamin ile Vardapet’in tünel kazması ve casusu kurtarması ( s. 69-84 )
2.      Bölüm: Bünyamin’in Hınzıryedi’nin hizmetine girmesi ( s. 84-91 )

D.      YILANIN RENKLERİ (S. 93-130)

1.      Bölüm: Hınzıryedi’nin hikayesi ( s. 95-107 )
2.      Bölüm: Dertli’nin hikayesi, Alibaz ve çetesinin yaptıkları ( s. 107-123 )
3.      Bölüm: Bünyamin’in babası Uzun İhsan’la karşılaşması ve konuşması ( s. 123-130 )

E.       BÜYÜK EFENDİ (131-184)

1.      Bölüm: Ebrehe’nin hikayesi ( s. 133-144 )
2.    Bölüm:“Yaratılmamış olanı” yani yaratılmamış maddenin Ebrehe tarafından Bünyamin’e anlatması ( s. 144-155 )
3.      Bölüm: ( s. 155- 184)
a.      Gazanfer’in hikayesi ( s. 155-174 )
b.      Kehanet aynasının hikayesi ( s. 176-184 )

F.       ÖLÜLER VE KAHRAMANLAR( S. 185-222)

1.      Bölüm: Mutsuz çocuk hikayesi ( s. 187-193 )

2.      Bölüm: Alibaz’ın çocukluğunu hatırlaması ve uyuyabilmesi ( s. 193-197 )
3.      Bölüm: Cahil ile bilge adamın hikayesi ( s. 197-222 )
G.          KARANLIK: Uyuyamayan tüccarın öyküsü, Bünyamin’in babasının atlasında ona bıraktığı notu okuması ve uzun süreden beri uyuyan bekçinin Bünyamin tarafından uyandırılması (s. 223-238)


Puslu Kıtalar Atlası Zaman


           Puslu Kıtalar Atlası Postmodern yapıda bir eser olduğu için göreceli bir zaman dokusuna sahiptir.”Uzay-fizik kuramlannın/Einstein’in evrendeki geçmiş, şimdi ve geleceğin bir arada bir bütün olarak var olması gibidir bu; ya da mistik/kozmik öğretilerin sonsuzluk zamanı dedikleri şeydir...tüm zamanların tek bir anda yaşanması(dır)” Yazar eseri bir masal anlatıyormuş gibi kaleme almıştır. Bu sebeple yazar, belirsiz zaman dilimlerine de yer vererek fantastik bir özellik kazandırmaya çalışmıştır. Ana bölümlere göre zaman dilimleri aşağıdaki gibidir:

KOSTANTİNİYE'DE BİRKAÇ KİŞİ
“Kun-ı Kâinattan 7079 yıl, İsa Mesih’ten 1681 ve Hicret’ten dahi 1092 yıl sonra...”( s. 13 ) “Bünyamin’in o uğursuz parayı bulmasından çok önce.” ( s. 23 )
GÜNBATIMI
“Bünyamin’in lağımcı ocağına yazılıp evden ayrılmasından sonra.” ( s. 56)
YER ALTI
“Bünyamin babasının elini öpüp evden ayrıldıktan sonra.” ( s. 69 )
YILANIN RENKLERİ
“Bağdat Acem mülkü olmadan çok önce.” ( s. 95) “Minarelerin şerefelerindeki müezzinler avuçlarındaki saatlere bakıp elleri kulaklarında ezan vaktini beklerken, Kostantiniye uyanmadan az önce.” ( s. 123)
BÜYÜK EFENDİ
“Rivayet ederler ki oğlu Bünyamin tarafından bir fıçıya konan Uzun İhsan Efendi’nin içinde bulunduğu geminin Galata rıhtımından ayrılıp Cebelitarık’a doğru yelken açmasından tam yüz elli yıl önce...” (s.133)
ÖLÜLER VE KAHRAMANLAR
“Kehanet Aynası’nın gösterdiğine göre Hesap Günü’nden bir yıl önce ve yedinci dolunayda.” (s. 187 )
KARANLIK
“Fi tarihinde.” (s. 225 ) “.yoksa bugünden tam üç yüz sekiz yıl sonra...” (s.237)

Puslu Kıtalar Atlası romanının zamanı 1681-1684 arasıdır. 1681 çünkü: “Kun-ı Kâinattan 7079 yıl, İsa Mesih’ten 1681 ve Hicret’ten dahi 1092 yıl sonra...”( s. 13 ) çünkü: Son sayfasında 14 Eylül 1992  tarih yer almaktadır. Bu tarih eserin tamamlanış tarihidir. Bu tarihi baz alıp Uzun İhsan’ın “Galata’da Yelkenci hanı bitişiğinde ikamet eden Uzun İhsan Efendi mi, yoksa bu günden tam üç yüz sekiz yıl sonra sözgelimi İzmir’de oturan mahzun ve şaşkın adam mı? Hangimiz düş, hangimiz gerçek?” (s. 237)” sözünde geçen 308 rakamını 1992 tarihinden çıkardığımızda 1684 tarihini elde ederiz. Bu hesaplamalara göre eserde geçen zaman 17. yüzyıla tekabül etmektedir.

Puslu Kıtalar Atlası Mekân


Postmodern yaratılarda mekân döngüseldir. Yani hayal ürünü veya gerçekte var olan bir mekânın düşteki tasviri esere yansıtılır. Anar Puslu Kıtalar Atlası’nda tarihte bir yolculuğa götürüyor bizi; ama tarih kitaplarındaki gerçek tasvirlerle değil kendi düşündeki tasvirleriyle. Eserde geçen mekânları aşağıdaki tabloda görelim:

KOSTANTİNİYE'DE BİRKAÇ KİŞİ
“.. .adına Kostantiniye derler tarrakası meşhur bir kent... Ceneviz kavminin yüksek bir kule diktiği. Galata Kulesi diye nam salmış bu heybetli yapının tepesinde, yalı adamlarının dürbünle, yiğitlerin ise çıplak gözle, Bursa kentinin ulu dağını seçtikleri söylenegelmiştir.”(s. 13)
“Haliç Azap kapısı önü.”(s.14) “Yelkenciler hanına bitişik, iki katlı ahşap bir ev...”(s.18)
“Mihel kapısındaki dükkân.. .”(s.29)
“Arap cami, Erganunlu kilise”(s.30) “Kefelinin meyhanesi”(s. 32)
GÜNBATIMI
“Ağa Çayırı”(s. 39)
“Meyyit kapısındaki meyhane; Voyvodo yolu.”(s 50)
YER ALTI
“Eminönü; lağımcının köşkü; Edirne; Sofya”(s. 69) “Zülfiyar’ın kurtarılacağı eski mimarili sekiz köşeli yıldız şeklinde bir kale”(s. 72e
“Mıknatıslı mağara bütün pusulaların gösterdiği yer.”(s. 84) “Topkapı; Divan Yolu; Ayasofya; Etmeydanı’ndaki yeniçeri odaları”(s. 89)
YILANIN RENKLERİ
“Bağdat”(s. 95) “Yedi iklim dört bucak”(s. 97) “Galata’da bir Frenk kasabası”(s. 98) “Beyazıt’ta darphanenenin hemen yanındaki bir kırathanenin içindeki bir geçitten girilerek ulaşılan Teşkilat-ı İstihbarat-ı Humayûn”(s. 99) “Eyüb Camii avlusu”(s. 105) “Dilenciler loncası: Süleymaniye Camii ile Valide Hanı arasında, vaktiyle bir yangına maruz kaldıktan sonra yeniden tamirine izin verilmediği için rahiplerin terk ettiği bir kilise viranesiydi.”(s. 107) “Tahtelkale”(s. 114)
BÜYÜK EFENDİ
“Konstantiniye’de bir saray”(s.133)
“Anadolu’nun orta yerinde, bütün kervan yollarının kesiştiği bir kavşakta bulunan Girdbad kasabası” (s.155)
“Fağfur ülkesi; Hint; deniz canavarları diyarı”(s.155) “İnlemeler vadisi (s. 158)
ÖLÜLER VE KAHRAMANLAR
“Mağrip illeri”(s. 187), “Şeytanın mekânı olan kuzeyde bir kale”(s.193), Sabah’ın oğlunun yeri kuzey”(s. 201)
KARANLIK
“Anadolu’nun kasabalarından biri”(s. 225)



Puslu Kıtalar Atlası Kişiler Kadrosu- Karakterler

Arap İhsan

Kocamustafapaşalı Arap İhsan Uzun İhsan Efendi’nin dayısıdır. “Kırmızı baretasını çıkarıp... Yüzünü yıkamaya başlayan Arap İhsan’ın, kazıttığı kafasında bıraktığı bir tutam saçı büküp suyunu sıktıktan sonra gömleğini çıkarıp kurulandı.” (s. 16) “Cenk yaralarıyla dolu göğsü pösteki gibi kıllıydı ve iman tahtasının üzerindeki kıllara renk renk cam boncuklarla birkaç inci özenle düğümlenmiş, gözlerini neredeyse örten gür kaşları, burun deliklerinden fışkıran iki kara yatağan misali palabıyıkları(s.16) olan babayiğit bir denizcidir. “Kuşağında, gümüşle işlenmiş ayeti kerimelerin parıldadığı murassa yatağan taşıyan bu adam, en şiddetli soğuklarda bile yalınayak dolaşıp baldırlarını açıkta bırakan diz çakşırıyla Kostantiniye’nin yedi meydanında ve yetmiş iki külhanında topuk gösterirdi. Sol kolundaki pazubentte onu arkebüz kurşununa, Tatar okuna, Rum ateşine, Venedik humbarasına, fitneci nazarına, kara ve sarıhummaya, açık deniz canavarlarına ve diş ağrısına karşı koruyacak sihirler vardı. Sert pazularından birine ‘ah minelaşk’ ve diğerine de ‘ve minelgaraib’ ibarelerini övdürmüş.”(s. 16) güçlü bir denizcidir Arap İhsan güçlü ve kuvvetli bir Osmanlı külhanîsidir. Hemen hemen her bıçkınla kavgalı olan bu babayiğidin geçimsiz bir kişiliğinin olduğu açıkça ortadadır. Kasımpaşa’daki kabristana giden Uzun İhsan Efendi’nin oradaki bir mezarı ziyaret eder. “Mezar taşını tozdan topraktan temizlemesi, taşın üzerindeki ‘Ah minelaşk’ yazısı, ustaca oyulmuş levent kılıcı kabartması ve ‘yedi meydanın ve yetmiş iki külhanın efendisi’ ibareleri(nden) (s. 46) Arap İhsan’ın öldüğünü anlayabiliriz. Ayrıca kitabın 129’uncu sayfasında “Gülletopuk adlı bir kabadayının yıllar önce ölen Arap İhsan nam kabadayının yaşadığına inanıp hır çıkarmak için onu köşe bucak ara(r)” cümlesinde Arap İhsan’ın öldüğü açıkça verilmiştir.

Uzun İhsan Efendi

 “Çekik gözlü, çıkık elmacık kemikli ve seyrek bıyıklı bir zat olan bu adam Bünyamin’in babasıydı. İsmi dayısınınkiyle aynıydı: Uzun boyundan ötürü ona Uzun İhsan Efendi derlerdi.” Uzun İhsan Efendi Arap İhsan’ın yiğenidir. İhsan Efendi romanın tamamında ana krakteri oluşturan bir kişiliktir. Yazar bu karakterle kendini romana dâhil etmiştir. Postmodern yaratıda her şey bir oyundur. Ve yazarımız bu oyunu kurallarına göre oynamıştır.
Arap İhsan’ın için kurduğu cümleler onun hem kişiliğini hem de dış görünüşünü tasvir bakımından önemlidir:“Frenk kâşiflerine özenerek kaftan kafa bir dünya haritası yapma sevdasına kapılmıştı. Ne var ki bu miskin yeğen, değil dünyanın haritasını yapmak, dünyanın onda birini bile dolaşacak tıynette biri olamazdı. O yumuşacık elleriyle bir halata asılamaz, gemide verilen kurtlu etleri ve küflü peksimetleri yiyemez, narin teni yakıcı güneşe ve tuzlu suya asla dayanamazdı. ... Rüzgârın şişirdiği bir flok yelkenin halatını germeye kalksa, bu el kan revan içinde kalırdı (s. 20) Uzun İhsan Efendi bilmeyi, öğrenmeği ve macerayı seven biridir. Fakat uyuyup düş kurmaktan başka yaptığı bir şey yoktur. Oğlu Bünyamin’e lağımcı ocağına gitmeden önce söylediği şu sözler bize, onun kişiliğine dair önemli ipuçları verir:“Bilmek ve şahit olmak en büyük mutluluktur. Macera ise büyük bir aibadettir; çünkü O’nun(Allah’ın) eserini tanımanın başka bir yolu olduğunu görebilmiş değilim. Kendi payıma ben, dünyayı rüyalarımla keşfetmeye çalıştım. Bu, yeterince cesur olmadığımın göstergesi olabilir. Aynı hatayı senin de yapmana yol açmak istemiyorum. Sana izin veriyorum, git. Git ve benim göremediklerimi gör, benim dokunamadıklarıma dokun, sevemediklerimi sev ve hatta bu babanın çekmeye cesaret edemediği acıları çek. Dünyadan ve onun bin bir halinden korkma.”(s. 55)
Uzun İhsan Efendi Kubelik’in Rendekâr’dan çevirdiği “Zagon Üstüne Öttürme” adlı eseri okur. Söz konusu eser Descartes’in, “Yöntem Üzerine Konuşmalar”ıdır. Bu felsefî eseri okuduktan sonra Uzun İhsan Efendi düş ve gerçek üzerine düşünmeye başlar.“Düş görüyorum. Düş gördüğümden şüphe edemem. Düş görüyorum, öyleyse ben varım. Varım ama ben kimim?”(s. 45) sözleriyle kahramanımız bir ikileme düşer. Devam eden cümlelerde yazar devreye girerek Uzun İhsan Efendi’nin bu ikilemini daha ayrıntılı bir şekilde anlatmaya çalışır:“...uykunun bir uyanış ve düşlerin de gerçeğin ta kendisi olduğu fikri kafasını meşgul etmeye başlamıştı. Az önce uyanıp gözlerini gerçek dünyaya açarak yatağında gerinmeye başladığında belki de bir uykuya dalmıştı. Eğer bu doğruysa, şimdi gördüğü her şey bir düştü. Gördükleri ister gerçek ister düş olsun, bundan gerçeği ya da düşü gören bir öznenin varlığı çıkıyordu.” (s. 46) Ardından sıralanan şu sözler: “Rendekar’ın dediği gibi ben varım. Peki, ama ben kimim? Ayna bana İhsan Efendi olduğumu söylüyor, rüyamdaki ayna ise Bünyamin olduğumu söylüyor. Ben kimim? Bütün bunları gören özne aslında kim?”(s.46) kahramanımızın düşte mi yoksa gerçekte mi olduğunu okuyucunun da bu konuya kafa yormasını istediğini gösteren önemli örneklerdendir.
"Sizler, hepiniz, içinde yaşadığınız dünya, Konstantiniye, her şey, sadece ve sadece benim düşüncemde varsınız. Rendekar yanılıyor: Düşünüyorum, ama sadece ben var değilim. Düşündüğüm için asıl sizler varsınız; sizler ve içinde yaşadığınız dünya. Her şey ben ve benim düşüncelerimden ibaret olsa da bu dünyada yaşamak zevkli bir şey" (s. 127) Uzun İhsan Efendi bu sözleriyle aslında yazarın ta kendisi olduğunu okuyucuya beyan ediyor. Yani İhsan Oktay Anar, kurguladığı bu dünyada kendini Uzun İhsan Efendi ile var ediyor. “Dünya ancak o, düşlediğinde vardır, yani düşünüyor olması sadece onun var olduğunun değil, dünyanın da var olduğunun kanıtıdır; roman, okurlar, diğer tüm kahramanlar Uzun İhsan Efendi’nin hayal gücüne borçludurlar varlıklarını.”

Bünyamin

Kumral bıyıklı, iri gözlü ve ölçülü yüz hatlarıyla yakışıklı bir delikanlı olan Bünyamin Uzun İhsan Efendi’nin oğludur. Eserin sonuna doğru uyuyamayan tüccarın bu isim için söylediği şu sözler dikkat çekicidir: “Bu ad bizim memlekette bin Yemin diye telaffuz edilir. ‘Sağ elin oğlu’ demektir. Baban seni çok seviyor olmalı. Yoksa böyle bir ad koymazdı sana.” (s. 233) Görüldüğü üzere yazar bu ismi dini bir temelden almıştır. Yani Hz. Yakup’un on iki oğlundan biri ve Hz. Yusuf’un kardeşi Bünyamin’dir bu. İhsan Oktay Anar eserlerinde tarihi, dini ve mitolojiden çokça faydalanmıştır. Burada da Bünyamin ismini kullanması kutsal kitabımızdaki hikâyeye bir telmih mahiyeti taşımaktadır.
Bünyamin, “Sen gerçekten benim babam mısın, peki annem kim, sen kimsin, ben kimim, be evin geçimi nasıl sağlanıyor, pazara giderken bana verdiğin akçeleri nereden buluyorsun, günlerce yemeden içmeden nasıl yaşıyorsun, kimsin sen?”  Gibi soruların cevaplarını bulamadıkça daha da bunalır. “Bu belirsizlikler bir akşam Bünyamin’in yüreğini o kadar daralttı ki düşüncelerinden kurtulup rahatça uyuyabilmek için babasının uyku şerbetinden içmeye karar verdi. Bir bardağı ağzına kadar doldurdu ve dikip içti. Oysa bu sıvının yirmi damlası bir öküzü üç gün uyutmaya yeterdi” Bu sıvıyı içtikten sonra derin bir uykuya dalan Bünyamin’in ağzından kan geldiği için öldü sanılır. Ve kefenlenip gömülür. Daha sonra Kahramanımız mezardan kurtulur. Eserde kahramanımızın düşünde kendi ölümünü gördüğü anlatılmıştır. Ama bizce burada İhsan Efendi’nin de söylediği“.. .Ayna bana İhsan Efendi olduğumu söylüyor, rüyamdaki ayna ise Bünyamin olduğumu söylüyor.”  Sözüne de dayanarak Bünyamin’in öldüğü ve Uzun İhsan’ın rüyasında oğlunu yaşatmaya çalıştığını düşündürmektedir. Ayrıca Uzun İhsan’ın “Zihnimle bütün olaylara yön verebilirim. Eğer ister ve düşünürsem, şu gemiyi içindekilerle birlikte yok edebilirim.”  Sözünden yola çıkarak Bünyamin’in mezardan çıkmasına yardımcı olan sesin Uzun İhsan Efendi’nin sesinden başka bir sesin olmadığı açıkça görülür. Bünyamin babasının izniyle çıktığı macerada her sıkıştığında babasının ona verdiği ‘Dünya Atlası’nda söylenenleri yapması, her şeyin Uzun İhsan Efendi’nin düşünden ibaret olduğunu gösteren önemli işaretlerdendir.

Ebrehe

 “Uzun parmakları ve nice zamandır kesmediği kirli tırnakları zaç yağıyla meşgul olmaktan sararmıştı. Çenesi küçücüktü ve bir kadınınkini andıran teni o kadar saydamdı ki, şakaklarında, alnında ve ellerinin üstünde mavi damarlar görünüyordu. Gözleri iriydi ama kapkara gözbebekleri küçücüktü. Yüzünde ve vücudunun diğer yerlerinde asit yaraları vardı. Köse olmasına rağmen çenesinde göze çarpan birkaç kıl, onun hükmedici bir görünüm kazanmasına yetiyordu. Karşısında süklüm püklüm duran dilenciye o bet, o dayanılmaz derecede çatlak sesiyle istediklerini bir bir söylerken, sesi, kokusu ve görünüşüyle yarattığı izlenim sonucu hemen hemen hiç kimse onun emirlerine kulak asmamaya cesaret edemezdi.” (s. 102-103) Ebrehe karakteri görüldüğü üzere şeytani bir tasvirle okuyucuya sunulmuştur. Bunun sebebi bu karakterin Kehanet Aynasında kıyametin kopacağına inanıp bu sondan kurtulmak için boşluğa tapan bir gizli tarikatın elinde bulunan “Karapara’’yı ele geçirerek kendini ölümsüz kılmaya çalışmasıdır. Ebrehe’nin Fil süresindeki atfı da göz önünde bulundurulursa bu karakterin eserdeki çizgisi çok daha net belli olur zannımızca.

Hınzıryedi

 “Bağdat Acem mülkü olmadan çok önce bu kentte hırsızın biri açılmadık kilit, girilmedik ev, soyulmadık konak bırak(mayan), gözden sürmeyi, alttan minderi, parmaktan yüzüğü, kulaktan küpeyi çalıp gününü gün, gecesini sefa eyle(yen)” (s. 95) biridir. Bu hırsız “...kelimenin tam anlamıyla bir kılık değiştirme ustası(dır). Sadece yakalanmamasının değil, onun meslekteki başarısının nedeni de bu(dur). Yalnızca kılık değiştirmekle kal(mayıp), balmumu ve türlü çeşitli boyayla çehresini de şekilden şekle sokup gözüne kestirdiği bir ev sahibinin suretine bürün(en).” (s. 95) bir kişi olan Hınzıryedi, bir gün bir dul kadının kılığına girer. Paşanın oğlu da hırsızın kılığına girdiği dul kadına âşıktır. Paşanın oğlunun adamları dul kadını kaçırdıklarını zannederlerken karşılarına dul kadın kılığındaki hırsız çıkar. Yakalanan hırsız çok korkar. Ona verilen cezadan kurtulmak için yalvarır yakarır ve en sonunda affedilir. Artık Bağdat’ta hırsızlık yapamayacağını anlayan Hınzıryedi kendisine yeni meslek olarak dilenciliği seçer. Hınzır yedi zamanla dilencilik ününü “yedi iklim dört buçağa”(s.97) yayar. Bu ünü sayesinde Bağdat’tan Kostantiniye’ye gelir. Domuz eti yediği için ona Hınzıryedi denilmektedir. Domuz eti yediği için idam cezasına çarptırılır. Bu cezadan, padişahın tuğrasını taklit eden Teşkilat-ı İstihbarat-ı Hümayun’un efendisi Ebrehe kurtarır. Ebrehe Hınzıryedi’yi zehirlediğini düşündürerek kendine bağlar. Kitabın sonunda “yedi iklimin en namlı işkencecisi”nin kılığına girerek Ebrehe’yi kandırır ve ensonujnda öldürür. Hınzıryedi bu davranışıyla kindar biri olduğu ortaya çıkar.

Kubelik

Pera’da Venedik balyosunun kâtipliğini yapan”(s.23) “Kubelik, kısa boylu ve son derece sıskaydı. Yüzü kir içinde, tırnakları ise uzun ve pisti. Sağlıksızlık işareti olarak teni yeşile çalıyordu. Durmadan öksürüp tıksıran bu adam üstelik topaldı.” (s. 24) “Müsveddeleri temize çekmek görevli olan bu zatın yazısı o kadar güzeldi ki, fi tarihinde yakınlarıyla helalleşen elçi onun tarafından yazılan bir protestoyu saraya götürmüş, ama Hadron Çarpıştırıcısı ile parçacık çarpıştırma deneyinde beklenen en önemli sonuçlardan biri bu karanlık maddenin temsilcisi ‘Higg bozonlan’nın yani Tanrı maddesinin keşfidir. Karşıt-maddenin ilginç bir özelliğini, 1965 yılında Nobel Fizik Ödülü’nü Sin-Itiro Tomonaga ve Julian Schwinger ile paylaşan Amerikalı fizikçi Richard Feynman bulmuştur. Feynman, anti maddelerin zaman içinde geriye doğru hareket ettiğini gösterdi. Bir anti madde, zaman içinde geriye doğru hareket ederken, özellikleri önemli ölçüde tersine çevriliyordu. Örneğin bir elektron, negatif yüklü geçmişten geleceğe hareket ettiriyorsa, geriye doğru olan elektronun onu gelecekten geçmişten hareket ettirmesi gerekmektedir. Bu aslında artı yüklü bir parçacığın davranışıdır; yani zaman içinde geriye doğru hareket eden bir elektron bize artı yüklü görünecektir. Feynman’a göre bir pozitron, zaman içinde geriye doğru hareket eden bir elektrondur, dolaysıyla madde ve anti madde arasında zaman tersinmesi ilişkisi vardır. Görüldüğü gibi İhsan Oktay Anar’ın eserde kara para yahut uğursuz para olarak kullandığı nesne anti madde ya da Tanrı maddesidir. CERN Enstitüsü, karşı madde veya Tanrı maddesi, Dan Brown’un çok satan romanı Melekler ve Şeytanlar’a da konu olmuştur. padişah sert bir dille kaleme alınan bu evrakın muhtevasından ziyade yazının güzelliğiyle, harflerdeki kuyruklar ve çengellerle ilgilendiğinden kelleyi kurtarmıştır”(s. 23) İşinde başarılı olan bu katip kötü arkadaşları tarafından içkiye alıştırılır. Mumcubaşı tarafından defalarca sarhoş yakalanıp falakaya yatırılmış ve bu sebeple en son dayağında sakat kalmıştır. İçki içmesini yasaklayan balyos, içkisizlikten elleri titremeye başlamış ve doğru dürüst yazı yazamayan bu şahsın kâtiplik görevine son verir. Kâtip olarak görev yaptığı elçilik binasında artık temizlik görevlisi olarak çalışır. Fakat yine içki içmeye devam eder. Bir gece yarısı Kostantiniye’nin dar sokaklarında sarhoş dolaşırken türkü çığırmasından rahatsız olan biri kafasına bir kerpeten atar. Kubelik “Dişçiliğe o gecenin sabahı başladı. Elinde kerpetenle sokak sokak dolaşı(ır) ve zavallıları diş ağrısından kurtar(ırdı).” (s. 25) Kubelik bu işi kıvırır ve artık kendini geçindirecek parayı bulur. Kendini geliştiren Kubelik, gerekli yerlere başvurarak cerrahlık belgesini alır. Kubelik Galen ’in Frenk dillerindeki bir çevirisi eline geçer. Bu çeviriyi okudukça içinde bir merak başlar: “Kıyamette ayağa kalkacak şu günahkâr bedenlerin içlerinde ne vardı? Galen’in kitabı bu soruya cevap vermiyordu. Sonunda bir köpek leşini teşrih etmeye karar verdi. Gördüklerini, üç maşrapayı tükettikten sonra titremesi kesilen elleriyle kesiyor ve şekillerin yanına notlar düşüyordu. Canlıların bedenleri olağanüstüydü, ama kendi bedeni acaba nasıldı? (s. 26)” gibi soruların cevaplarını bulmaya çalışır. Kubelik önce kesik bir insan elini ele geçirir ve onun üzerinde araştırma yapar. Bulduklarını bir atlasa şekillerini çizerek ve açıklayarak yazar. Daha sonraları idam edilen vücuları gizli gizli alarak onları inceler. Ama insan vücudunu teşrih etmek padişah tarafından yasaklanmıştır. En sonunda Kubelik yakalanır ve idam edilir. Oluşturduğu atlası da Ebrehe cüzi bir miktara satın alır. Kubelik’in öldürülme sebebini öğrenen Ebrehe’nin Bünyamin’e söylediğşu sözler dikkat çekicidir: “Bilme tutkusu insanları nasıl bir sona sürüklüyor. Görmek, duymak, bilmek ve öğrenmek isteyen şu zavallı cerraha gösterilmeyen saygı, sadece karanlığı, soğuğu ve sessizliği algılayan ve hiçliği bilen bir cesede gösteriliyor. Onu katleden bu insanlar evlerine döndüklerinde belki de çocuklarına Kubelik’in acı sonunu ibretle anlatacaklar ve bilginin tehlikelerini birer birer sayacaklar." (s, 163)

Alibaz 

Mağrib’e yapılan bir baskında esir alınan ve Kıptî bir anadan doğduğu söylenen Alibaz, Arap İhsan’a ganimet olarak verilir. (s. 116) Bu esir, taş çatlasa yedi yaşında gösteren kara, kuru, sünnetsiz bir oğlan çocuğudur. “Malta açıklarında bir Venedik firkateynine rastlayıp kadırganın topunu hazırlamaya giriştiklerinde, nişan almayı olanaksız kılacak bir şekilde top kundağını bozan bu çocuktu. Tokadı patlatıp çaresiz kaçmaya başlayarak talih eseri bastıran bir sisin içine girdiklerinde, zırlamasını kesmeyip yerlerini Venediklilere belli eden yine oydu. Kovalamaca sürerken bucurgatın manivelasıyla oynayıp demiri manivela eden de, kurtulduklarında ise kaptan köşkünde yangın çıkaran ve forsalara tempo verdikleri davulu patlatan da yine bu haşarattı.” (s. 16- 17) Arap İhsanın İstanbul’a gelişiyle Uzun İhsan Efendi ve Bünyamin’le tanışır. Alibaz uykusuzluk sorunu yaşayan bir çocuktur. “Alibaz uyuyan adama hayretle bakıyordu. Çünkü üç yaşına kadar afyon ruhuyla sızdırılan bu zavallı yavrucakta uykusuzluk illeti vardı ve yıllardır gözüne bir damla uyku girmiş değildi.”

Uzun İhsan Efendi oğlu Bünyamin’i lağımcı ocağına gönderdikten sonra Alibaz’ı kahramanlık hikâyeleri okumayı seven bir hocaya teslim eder. Alibaz okumayı öğrenir. Alibaz’ın gittiği mektep ile karşı mahallenin mektebi arasında geçmişe dayanan bir husumet vardır. Bu nedenle düşman mektebin çocuklarından dayak yer. Bunu kaldıramaz ve intikamını alır. İntikamını almasıyla hocası tarafından Turan Kahramanı Efrasiyab’ın hikâyelerini okumaya hak kazanır. Alibaz Efrasiyab’ı okudukça kendini onun gibi hisseder. Ve en sonunda arkadaşlarıyla birlikte bir çete kurarak İstanbul’un oyuncakçılarından tutun da şekercilerine kadar her yeri yağmalarlar ve sanları her yere yayılır. En sonunda küçük Efrasiyap kahramanlığını gerçek bir savaşta göstermek ister. Bu sebeple yeniçerilerle birlikte savaşa gider. Bir kale kuşatmasında Alibaz kendisinin Efrasiyap olmadığını anlar ve korkarak o kalenin içine sığınır. O sırada ayinde olan şeytana tapan bir grupla karşılaşır. O grubun başı sanılan siyah pelerin giymiş kişi Alibaz’a bir sıvı içirir. O sıvı aslında bir zehirdir. Alibaz onu içer içmez uykuya dalar.

Zülfiyar

“Şiş göbekli ama zayıf bir”(s.99)dir. Teşkilat-ı İstihbarat-ı Hümayun’un en önemli casuslarından biri olan Zülfiyar, “Başkalarına karşı son derece acımasız(ken) Büyük Efendi’nin adını ağzına alı(ndığında), sonsuz bir saygının alameti olarak sesini alçaltıyor, ellerini önünde kavuşturu(rdu).” (s. 101).

Vardapet

“Ellisine merdiven dayamış” (s. 74) olan Vardepet, vaktiyle Galata’da bir kilisede zangocudur. Bir gün Vardapet’in zangoçluk yaptığı kilisenin papazı Kudüs’e hac ziyareti yapmak ister. Ama o yokken kilesyi emanet edeceği güvenilir bir rahip arar. Sonunda bu kişiyi bulmak için bir sınav yapmaya karar verir. “En çilekeş, dolayısıyla en dindar olanı seçilmek üzere, adaylar tek başlarına birer hücreye kapatılacak ve kırk gün boyunca hücresinde en az yiyip içen kişi vekil tayin edilecekti.”(s. 52) Bu dokuz adaydan birisi de Vardapet’tir. Vardapet boynundaki haçla zemindeki taşı kaldırım bir tünel açmıştı. O tünelle dışarı çıkıp karnını doyurup tekrar geri geliyordu. Kırk gün sonra Tam Vardapet’i rahip seçecekken foyası meydana çıkar ve kiliseden atılır. O da tünel kazma işinde iyi olduğu için lağımcılık yapmaya başlar.

Dertli

 “Bu adam sakalsız, bıyıksız, kel, kaşsız ve kirpiksiz” (s. 111). “Bir zamanlar zengin bir tüccar olan Dertli’ye, ticarethanesinin içinde olduğu sırada pencereden giren yıldırım isabet etmiş ve adamın saçı sakalıyla birlikte malı mülkü de yanıp kül olmuştu. Sefil perişan, parasız pulsuz sokaklarda gezerken dilenciliğe heves etmişti. Sakalsız dilenci makbul olmadığı için, yaz boyunca sakal büyütüp beyaza boyamış, gel gör ki böylece kazandığı saygınlık sermayesini sonbaharda tepesine düşen bir yıldırım, saçı kirpiği ve kaşlarıyla birlikte kül etmişti. Ama o yılmayıp, bu tüysüz, köse ve dazlak haliyle az da olsa sadaka toplamayı başarmıştı. Tepesine tem üç kere daha yıldırım isabet edince adı uğursuza çıktığından dolayı, yanından geçtiği minarelere, saraylara ve konaklara şimşekleri cezp etmesin diye Kostantiniye’de dolaşması padişah fermanıyla yasak edilmişti. Fakat o bu yasağa aldırmıyordu. Çünkü bir ara fermana karşı geldiği için tutuklandığında, atıldığı zindana yıldırım düşmüş ve binanın onarımı 17.000 akçeye mal olmuştu. En sonunda Dertli, kaderinin de bir geçim kapısı olduğunu düşünüp, köşklerin ve kasırların çevresinde dolaşarak ahaliyi, şimşekleri evine düşürmekle tehdit etmeye başlamıştı. Görüldüğü yerde bazen sadaka verilip savuluyor, bazen da taşa tutularak kovalanıyordu. Yıllardan beri başını bir dam altına sokamayan bu adamın en büyük özlemi, kapalı bir yerde, bir çatı altında gönül ferahlığıyla uyumaktı.” (s. 112) Dertli, ona zamanında yardım eden Bünyamin’i Hınzıryedi’nin ellerinden kurtar.

Frenk casus

Kostantiniye’de bazı paşalar, saray görevlileri ve nazırlar esrarengiz bir biçimde öldüren ve devlete ait bilgileri ele geçiren dişli bir casustur. Sonunda yakalanan bu casusu padişah, mesleğinin sırrını öğretmesi karşılığında hayatı bağışlayacağını söyler. Bunun üzerine “dairenin çevresinin çapına oranı olan 3,14 sayısını 666 haneye kadar hesaplayabilecek birini...”(s.136) arar. Uzun uğraşlar sonra bu hesabı yapabilecek olan Efraim’i bulur. Ve ona bildiği her şeyi öğretir. Kısacası bu karakter Teşkilat-ı İstihbarat-ı Humayun’un kurulmasını sağlayan Efraim’i yetiştirmiştir.

Efraim

Tefecilerin muhasebe işlerini yürüten bir adamın çırağı olan Efraim, Frenk casusun sorduğu soruya doğru cevap vererek onun çırağı olmaya hak kazanan bir şahsiyettir. (s. 136) Frenk casus bildiği her şeyi bu çırağa anlatmıştır. Frenk casus öldükten sonra padişahın izniyle Teşkilat-ı İstihbarat-ı Humayûn’u ustasının öğrettiği üzere, gizlik esası üzerine kurmuştur.

Girdbad’lı Gazanfer

 Bir zamanlar kumarda hiç kaybetmeyen Girdbad’ın elli bir kumarbazı, kasabalarına gelen bütün tüccarları soyup soğana çevirirlerdi. “ gel gör ki günlerden bir gün bu kasabaya yolu düşen bir aksakallı pir, gaflet anında şeytana kulak verdi ve kendisini barbuta davet eden kumarbazların çağrısına uydu. Attığı zarlar sebaye dü gelmiş ve masaya sürdüğü demir asası ile demir çarıklarım kaybetmişti. Yegane servetini (kaybettiği) için değil, ama şeytana uyup kumarbazlar kandığı için o kadar üzüldü ki kasabanın hemen yanındaki bir mağarada inzivaya çekildi. Oradan açlık ve susuzluktan ölmeden önce bu günah kasabasına bir lanet savurdu.” İşte olan bu zamanda oldu. Artık tüccarları soyup soğana çeviren bu elli bir kumarbaz artık hiç kazanmaz oldu. Bir kısmı açlıktan öldü. Geri kalanlar ise sayısız efsuncu sihirbazı getirirler. Fakat bunlar da fayda vermeyince kumarbazlar artık Girdbad’ın talihinin kapandığına inanırlar. Çocukluğunda bir meslek öğrenip koluna altın bilezik taksın diye bir kumarbazın yanına çırak olarak verilen Gazanfer, kasabasını bu lanetten kurtarmak için yollara düşer. Diyar diyar dolaşan bu genç en sonunda talihsizliğin çaresini bulur. Artık sebayü dü atmayacaktır; ancak bunun kazandığı paranın sadece yüzde birini harcayabilecektir. Aksi takdirde talihsizlik devam ederek sebaye dü atmaya devam edecektir. Bu şartlarda daha büyük oynaması gerektiğine inanan Gazanfer kendisi için en uygun yerin Kostantiniye olduğunu karar verir. Bu büyük şehirde büyük paralar kazanacağını düşünen genç adam açılan talihi sayesinde Tahtakale esnafından küçük bir servet biriktirmeyi başarır. Fener’de bir batakhane satın alır. Ve işletmeye başlar. Gazanfer bir kumarhane açmış iyi bir kumarbazdır.
Gülletopuk
Kalyoncudur. Ve çıngar çıkarmaya müsait bir kişidir. (s. 15)
Alemsattı
 Bünyamin’in baş amiridir. Kağıtçıbaşı, göygoycubaşı, kasidecibaşı ve âmâbaşından sorumlu olmakla birlikte ayrıca başgediklidir. (s. 113)
Öterbülbül
 Alemsattı’nın yardımcısı inmeli biridir. (s. 113)
Utarid
 Kağıtçıdır. Bünyamin onun çırağı olmuştur. (s. 113)
Aglaya
Ebrehe’nin Bünyamin için aldığı Rus cariyedir. (s. 172)
Franz
Nemçe casusudur. Kendini Mehdi olarak tanıtıp Müslümanları kandırmak için gönderilmiştir. Ebrehe onu Mehdi diye kaçırmış ve ona işkence yapmak istemiştir. Açık alınlı, küçük burunlu, iri gözlü, dişleri parlak ve seyrek, uyluk kemikleri uzun ve teni esmerdir. (s. 203)
Ali Said Çelebi

Uzun İhsan Efendi’nin zihninde yaşadığına inanan tek kişidir. (s.235)
Binbereket: İri memeleri, koca göbeği ve büyük sağrılarıyla devanasını andıran dilenci bir kadındır. Tam yedi sırnaşık çocuğu anaları pozunda dilendiren ve Hınzıryedi’nin bile çekindiği bir kadındır. (s. 211-212)

Bekçi

Sanki yüzyıllardır bir sedir üzerinde uyuyan kişidir. (s. 234)

Not: Bu İçeriğin hazırlanmasında  Necmiddin Çokluk’un ‘’İhsan Oktay Anar ve Romanları Üzerine Bir İnceleme’’ çalışması kaynak alınmıştır.





Share with your friends

Add your opinion
Disqus comments
Notification
This is just an example, you can fill it later with your own note.
Done