Sabahattin Ali'nin Sır Ölümü - Edebiyat Araştırmaları
Son Başlıklar
Loading...

28 Ağustos 2020 Cuma

Sabahattin Ali'nin Sır Ölümü




Sabahattin Ali’yi kim öldürdü? Sabahattin Ali nasıl öldü?Sabahattin Ali’nin ölümü, Sabahattin Ali’yi neden öldürüldü?

Çoğumuzun Kürk Mantolu Madonna adlı  eseriyle bildiği bir isim Sabahattin Ali... Eserleri tılsımlı ve kaliteli yönüyle varlığını günümüze kadar hissettirse de ölümü sır olarak kalmıştır.

Sabahattin Ali Edirne yolculuğuna çıkmıştır. Sabahattin Ali'nin Edirne yolculuğundaki asıl amacı, peynir taşımak değil; sınırı aşarak Bulgaristan'a geçmek ve orodan da Avrupa'ya açılmaktı. Ama bu planını İstanbul'dan ayrılırken M.Ali Cimcozlara söylemez. Zira Sabahattin Ali evinde kalmasına ve pek çok sırrını paylaşmasına rağmen M.Ali Cimcoz'dan MİT (o zaman MAH) ajanı ihtimalinden şüphelenmektedir. Hatta özellikle onların evinde kalarak poliste belli bir güven oluşturmayı, böylece takipten biraz olsun kurtularak kaçışı, bu takipsizlik içinde daha da kolaylaştırmayı düşünmektedir.


Sabahattin Ali, bir örgüt adamı değildi. Bu yüzden kaçış planını kendisi yapmak zorunda kalmıştı; önce Adana seferinde Suriye hududunu dener.. Fakat başaramaz. Sonradan Edirne sınırını düşünür. Yardım için aklına ilk gelen isim; Üsküdür Paşakapısı Cezaevinde yatarken tanıdığı ve bir kaçakçı şebekesinin elamanı olan Berber Hasan'dır. Hapiste iken bir gün ona "İstersen seni kaçırabilirim." demiştir. Kamyonun tamiratı sürerken o da Berber Hasan'la ilişki kurar. Mutlaka yurt dışına kaçmak istemektedir. Zira hakkında pek çok basın davası açılmış ve mahkeme aleyhte gelişmektedir. Hatta Zincirli Hürriyet'teki bir yazısından dolayı 2 ay cezaya çarptırılmıştır. Yurt dışına çıkışı kanunî yollardan pasaport verilmeyerek engellenmiştir. Çıkardığı son gazete Alı Babayı bayiler dağıtmaktan kaçınmaktadır. Bu yüzden gazete kapanmıştır. Ve hepsinden önemlisi; hapishane hayatına artık tahammülü kalmamıştır...

Berber Hasan, kendi şebeke elemanlarından ve bir zaman orduda assubay olarak görev yapmış, sonradan "silah çalmak" suçundan ordudan ihraç edilmiş Ali Ertekin i, Sabahattin Ali'ye kaçışta rehberlik etsin diye görevlendirir. Berber Hasan, Ali Ertekin'le 500 liraya anlaştıklarını söyler. Plana göre; Sabahattin Ali, Bulgar sınırını geçtikten sonra yeşil mürekkepli kalemiyle bir kart imzalayıp verecek ve Ali Ertekin dönüşte bu kartı Edirnekapı "daki surların içinde bir berber dükkanı işleten Berber Hasana vererek ücretini tahsil edecekti. Daha sonra Sabahattin Ali’nin kaçışından haberi olan ve Berber Hasan’ın tanımadığı birisi (Rasih Nuri İleri) de dükkana uğrayarak bu kartı Berber Hasandan alacak ve yalnız kendilerinin bildiği "imza üzerindeki nokta şifresi'yle, Sabahattin Ali'nin sınırı geçip geçmediği kesin olarak anlaşılacaktı.

Ali Ertekin, aslen Yugoslav göçmenlerinden olup, askerliğini Kırklareli'nin Üsküp nahiyesinde yapmıştır .Yani kaçış için planlanan bölgeyi çok iyi tanımaktadır. Bulgaristan'a kaçış buradan yapılacaktır. Bunun için 30 Mart 1948 günü Edirnekapı'daki dükkanında Berber Hasan'la buluşur ve surların dışındaki kahvelerden birinde oturup Topkapı tarafından kamyonla gelecek olan Sabahattin Ali’yi beklerler.

Nihayet kamyon gelir ve Berber Hasan Sabahattin Ali'yi Ali Ertekin'le tanıştırır. Kahvede oturup biraz konuşurlar Sabahattin Ali Ali Ertekin’e yolculuğun yarın yapılacağını ve yarın aynı saatte yine burada olmasını söyler.Ayrılırlar yine ertesi günü (31 Mart 1942) buluşup Kırklareli'ne doğru yola koyulurlar.

 Şofor mahalinde üç kişi vardır; Sabahattin Ali, şoför Salim ve Ali Ertekin. Arabada yük yoktur. Kırklareli'nin Üsküp nahiyesine yaklaştıklarında gun batmak üzeredir. Üsküp'e varmadan arabadan inerler ve Şoför Salim i geri gönderirler. Diğer ikisi hududa doğru yürürler.

Geceyi hududa yakın bir yerde geçirirler. Ertesi gün, Ali Ertekin Kırlareli Cumhuriyet Savcılığına verdiği ifâdeye göre; Sabahattin Ali’nin söylediklerinden onun fena bir insan olduğunu anlar. Çünkü kendisine sınırı geçtikten sonra Bulgaristan ve Rusya'da çalışarak Türkiye'de komünist bir ihtilal çıkaracağını söylemiştir.

Bu ânı; 13 Ocak 1949'da Yeni Sabah gazetesi muhabirlerinin kendisiyle yaptığı görüşmede şöyle anlatır; "Ben onu adli bir suçlu zannediyordum. Kendisini tanımıyordum. (..) Hakiki maksadını anlatınca yaptığım işin ne kadar fena olduğunu anladım. (..) Önce geri çevirip tevkif ettirmeyi düşündüm. (..) Kendisi benden biraz daha kısa boylu idi Fakat tıknaz ve kuvvetli bir vücudu vardı. Üzerine hücum etsem başedemeyeceğimi anlamıştım. Belki beni öldürecek ve Bulgaristan'a kaçacaktı. Çünkü Bulgar topraklarına çok yakındık.’’

Ali Ertekin, Nokta dergisinin kendisiyle yaptığı röportajda; Edirnekapı'dan Kırklareli’ne giderken "yol bolunca Sabahattin Ali ile tartıştık" derken; 15 Haziran 1978 günü Kemal Bayram’la yaptığı konuşmada ise, bu tartışmanın son gece konakladıkları orman içindeki dere kenarında ve sabahleyin yapıldığını söyler; "Gece vakti bir yere gidilmez. Burada kalalım bu akşam.” dedim. (J.Ormanın içinde diyor ki "Gidelim illa hududa doğru" orada oturduk, ertesi günü vaziyeti anlattı bana. (..) Bulgaristan'a gidecek, oradan Moskova'ya gidecekmiş. Orada anlaşma yapacak, bilmem hükümeti şey edecek. (..) devireceğiz. Seni de o zaman istediğin meslek ve mevkiye alırım." dedi. Dedim, "Bir hükümet kolay kolay devrilmez. Bir memleket üç beş kişiyle bu kadar.." Yok olurdu olmazdı filan... Bununla neticede münakaşa yaptık."  der.

Yeri, zamanı ve mahiyeti çelişkilerle dolu olan bu "münakaşa'dan sonra Ali Ertekin "millî hisler"inin kabardığını ve eğer "Bulgaristan'a geçerse devlet için çok zararlı olacağını" düşünür ve zaten ailesini öldüren Bulgarlara karşı duyduğu kinin de etkisiyle (Sabahattin Aliyi) sakatlayıp güvenlik kuvvetlerine teslim etmeyi düşünür.

Bu sıralar Sabahattin Ali, bir ağaca yaslanıp kitap okumaktadır. Ali Ertekin ayakta, gece yolda düşmemek için kestikleri sopaya dayanarak etrafı gözlemekte ve son kararı üzerinde düşünmektedir. Birden elindeki ağacı hızla kaldırıp Sabahattin Ali'nin kafasına indirir; "Sopayı ilk vurduğum zaman haykırarak ayağa kalmak istedi, sonra yüzükoyun yere düştü. Bunun üzerine arkadan kafasına daha kuvvetli olarak bir odun daha indirdim. Biraz debelendi ve hareketsiz kaldı.”

Ali Ertekin Sabahattin Ali'yi öldürdükten sonra (1 Nisan 1948) üzerindeki eşyaları çıkarıp yanına alır ve oradan ayrılır.

Ölüm olayı, Çoban Şükrü'nün Üsküp Nahiyesi Jandarma Komutanlığı'na l6 Haziran 1948 günü gelerek Kırklareli'nin Üsküp Nahiyesine bağlı Sazara köyü yakınlarında "dört-beş ay önce” öldürüldüğü tahmin edilen bir ceset gördüğünü haber vermesi ile ortaya çıkar.

Tahkkikat sonucu cesedin kimliği belirlenemez. Bu sırada İstanbul polisi Bulgaristan'a adam kaçıran bir şebekeyi yakalamıştır. Ali Ertekin de bu şebekenin içindedir ve 28 Aralık 1948 günü verdiği İfâdesinde Sabahattin Ali'yi kendisinin öldürdüğünü itiraf etmiştir. Haber, basına 12 Ocak 1949 günü yansımıştır.

Cesedin üzerinden çıkan giysilerle, Ali Ertekin'in verdiği bilgiler doğrultusunda ele geçirilen eşyaları tanıdıklarına teşhis ettirilir. Aziz Nesin, Esat Adil ve M.Ali Cimcoz eşyaların Sabahattin Ali'ye ait olduğunu teşhis ederler.  Ayrıca cesedin boyunun doktor raporlarında 1.64 cm olarak belirtilmesi, sol kolda önceden vuku bulmuş bir kırığın tesbit edilmesi ve "altın diş" gibi deliller; bulunan cesedin Sabahattin Ali'ye ait olduğunu iyice kesinleştirir.
Cinayetin işleniş tarzı ve amaçları hakkında da pek çok değişik iddialar vardır. Rasih Nuri İleri, elindeki "nokta şifreli" karta göre, Sabahattin Ali'nin sınırı geçtiklerini sandığı bir anda şifreli kartı yazdığını ve ondan sonra yakalandığı, Kırklareli'nde yargılanırken işkencede öldüğünü iddia eder. Rasih Nuri İleri, ayrıca kendisi ile beraber kaçmak isteyen iki kişinin de yakalanabilmesi için cinayetin uzun bir süre açıklanmadığını da savunur.

Yalçın Küçük ise, Rasih Nuri İleri ve Kemal Bayram (Çukurkavaklı)’ın idctia ettikleri "işkencede öldü" tezinin "kahrolası bir köylü ideolojisi ile uydurulduğunu, aslında; Sabahattin Ali nin zekasına güvenerek kendi kaçışına izin verilmesine mukabil, Bulgaristan'a adam kaçıran şebekenin yakalanması konusunda emniyetle işbirliğine gittiğini ve muhtemelen Bulgar sınırında çıkan bir çatışmada vurulduğunu yazar. Yalçık Kuçuk, gizli örgütlerin elemanlarını cinayet suçu ile yargı önüne çıkarmayacağını da belirterek. Sabahattin Ali'yi Ali Ertekin'in öldürmediğini ancak cinayetin onun üzerine yıkıldığını iddia eder.

Aziz Nesin ise, Sabahattin Ali'yi MIT’in öldürtmediğini, devletin yetkili organlarının bir kişiyi öldürmek için tuzak kuracağına inanmadığını, "kişisel kusurları yüzünden" ölüme gittiğini söyler. Mehmet Ali Aybar, katilin Ali Ertekin olduğuna dikkat çekerek cinayetin siyasî amaçla işlenmiş olabileceğini savunur.  Sabahattin Ali'nin dayısı oğlu olan Reşit Mazhar Ertüzün de ölüm olayını; "bir cüzdan, bir fotoğraf makinesi uğruna işlenen adî bir cinayete kurban gitmesi, onun kişiliği ile bağdaştırılamamış olacak ki, maksatlı ve maksatsız yakıştırmalarla ipin ucu gizli güçlere büyük ve karanlık tuzaklara bağlanmaya çalışılmıştır" diye değerlendirir. Reşit Mazhar Ertüzün ayrıca, Rusya'nın Türkiye'den bazı vilayetleri ve Boğazların kontrolünü istediği günlerin hemen sonrasında doğruluğunu tarihin göstereceği yabancı bir düşüncenin ardına düşüp sanatını bu fikre hizmet aracı yapmasını ve yabancı bir ülkeye özellikle Sovyetlere ve onun peyki Bulgaristan'a kaçmaya kalkışmasını kınadığını da belirtir.

Bütün bu görüşler ve iddialara rağmen Sabahattin Ali'nin ölümünü örten esrar perdesi hâlâ aralanamamıştır. Ama şu bir gerçektir ki. , sürekli değişen dünya dengeleri; haklı-haksız, haberli-habersiz demeden pek çok insanı kullanmış, belli dönemler onlara göstermelik misyonlar yüklemiş ve bun insanların bedbaht olmalarına sebep olmuştur.

Ses yazarının, dünya dengelerinin her an başka bir yönde değişebildiği ve soğuk savaşın en yoğun yaşandığı bir dönemde yaşamış olması onun için ve Türk edebiyatı için büyük bir şanssızlık olmuştur.

O, her zaman siyasetten, politikadan uzak durmaya çalışmış ama sürekli politikanın, siyasetin içine itilmiştir. Ölümün kılıcı onu hayata bağlayan telleri koparmak için havaya kalktığında bile, hâlâ kitap ve çok sevdiği tabiatla baş başa olmanın derin huşusu içinde idi.

Çocukluğundan beri âşık olduğu kızlardan erkek arkadaşlarına kadar herkesten sürekli bir anne şevkati ve ilgisini bekleyen ve bunu bir türlü bulamayan Sabahattin Ali başkaları kadar kendi hatalarının ve ihmallerinin de kurbanı olarak aramızdan ayrılır.

Bundan sonra yapılacak şey; onu şu veya bu şekilde ölüm nedenleri üzerinde polemikler yapmaktan çok eserlerini anlamak ve yorumlamaya çalışmaktır. Çünkü, gerçek Sabahattin Ali eserlerinde hâlâ yaşamaktadır.

Not: Bu içerik Ramazan Korkmaz'ın ''Sabahattin Ali - İnsan ve Eser'' isimli çalışması kaynak alınarak hazırlanmıştır. 

Share with your friends

Add your opinion
Disqus comments
Notification
This is just an example, you can fill it later with your own note.
Done