Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz Romanı Özet, Tahlil, İnceleme - Edebiyat Araştırmaları
Son Başlıklar
Loading...

29 Ağustos 2020 Cumartesi

Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz Romanı Özet, Tahlil, İnceleme


Eser ilk önce 1948 yılında radyo oyunu olarak yazılır. 1950 yılında tiyatro eseri olarak sahnelendikten sonra 1973 yılında filme aktarılır. Televizyon dizisi ve çizgi romana uyarlanan eser, 1977 yılında roman olarak yayınlanır.
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz romanı, bürokrasinin acımasız kuralları içinde hayat mücadelesi veren ve önüne çıkan bürokratik engellerin hiçbirini aşamayan Yaşar Yaşamaz isimli kahramanın, yaşam mücadelesini konu edinir.


Yaşar, nüfus kayıtlarına göre Çanakkale’de şehit düşmüş gözükmektedir. Yani devlet kayıtlarına göre yaşamamaktadır. Okula kayıt yaptıracağı sırada sen yaşamıyorsun derler. Ancak iş askere alınmaya gelince yaşar. Evlenmeyi istediği zaman yaşamaz, vergi vermeye gelince yaşar.
 Miras alacağım deyince ölüsün, alamazsın derler. Mirasın vergisini alacakları zaman yaşıyorsun derler. Çalışmak için iş istediğinde sen ölüsün çalışamazsın derler. Ama tımarhaneye sokmak için sen delisin yaşıyorsun derler. Yaşar’ın yaşmakla yaşamamak arasında gidip geldiği hayat mücadelesi, okuyucuya ironi eşliğinde aktarılır.
Olayların, sondan başlatılarak aktarıldığı romanda Yaşar, hapishanededir. Cezasının bitmesine pek az kala kendini dine verir. Camiden hiç çıkmamaktadır. Hükümlülerden tamamen umudunu kesen imam, Yaşar’ı çok sevmektedir.
Her gün beraber namaz kılarlar. Yaşar, namaz kılarken hep onun arkasında saf tutar. Ancak bir gün Yaşar’ın gerçek niyeti oraya çıkar. Hoca, her gün namazdan önce karşıdaki kahvede çay içer. Yaşarın hapisten yeni çıkmış ortağı da hocayı takip edip onunla samimiyeti arttırır.
Sohbet esnasında çaktırmadan  hocanın cübbesinin eteğine bir paket eroini iğneler. Yaşar da her gün namaza gidiyorum bahanesi ile hocanın arkasında saf tutar ve cübbeye iliştirilmiş olan eroini alır. Bir gün yine namaza durduklarında, Yaşar bütün aramalarına rağmen paketi bulamaz. Arama işini abartıp hocanın uygunsuz yerlerine dokununca hoca namazı bozup Yaşar’ı kovalamaya başlar. İşin aslı ortaya çıkınca hoca kendisini de eroin kaçakçılığından suçlayacaklar diye olayı örtbas etmek zorunda kalır.
Bu anlatıdan sonra Yaşar’ın hapishaneye ilk geldiği günler aktarılmaya başlanır. İkinci kısım birinci koğuşta bir kişilik yer boşalmıştır. Koğuşa utangaç, çekingen, zayıf bir genç getirirler. Adının Yaşar Yaşamaz olduğunu öğrenince koğuştaki mahkûmlar çok gülerler. Onunla alay etmeye başlarlar. Yaşar, adının neden böyle konulduğunu koğuştakilere anlatmak zorunda kalır. O aslında yaşamamaktadır.
Yaşamadığını da on iki yaşındayken okula kayıt yaptıracağı sırada öğrenir. Babası okula kayıt için Yaşar’ı götürür, ancak kimlik isterler. Kimlik çıkartmak için de nüfus müdürlüğüne giderler. Nüfus memuru ona kimlik veremeyeceğini söyler. Çünkü kayıtlara göre Yaşar, Çanakkale’de şehit düşmüştür.
Deftere göre Yaşar, 1896 doğumludur. Babası ise 1897. Yaşar’ın babası oğlunun kendisinden bir yaş büyük olmasının imkânsız olduğunu söylemeye çalışsa da memuru ikna edemez. Memur defter de yanlış olmaz diyerek kestirip atar. Şikâyet etmek için müdüre çıkarlar ama o da defterde yanlışlık olduğunu kabul etmez. Saçma sapan fikirler üreterek defterde yazılanların doğru olduğunu kanıtlamaya çalışır.
En son fikri, Yaşar’ın annesi Hacer, babası ile evlenmeden önce başka bir adamla evlidir. O adamın da başka bir kadından Yaşar isimli bir çocuğu vardır. Adam ölünce üvey oğlu Hacer’e kalır. Böylece Yaşar, üvey olduğu için annesinden sekiz yaş büyük olabilir. Ancak bu hesaba göre de Hacer’in yedi yaşında evlenmiş olması gerekmektedir.
Yaşar’ın babası Remzi, bu fikrin de saçma olduğunu anlatmaya çalışır ancak nüfus memurunu ve müdürünü ikna edemez. Böylece Yaşar, nüfus müdürlüğünden resmi bir ölü olarak çıkar. Yaşar’ın anlatısını mahkûmlar çok sevmişlerdir. Hapishanelerde anlatıcı seçilmesi bir gelenektir. O günden sonra da Yaşar, anlatıcı olur ve başından geçen olayları her gece anlatmaya başlar.
Yaşar’dan önce doğan beş kardeşi ölmüştür. Babası son doğan oğluna Yaşar adını koyar ama oda hükümetçe ölü sayılmaktadır. Kimlik alamayınca okula gidemez. Köydeki çiftlik işleri ile uğraşmaya başlar ve böylece delikanlılık çağına gelir. Onun yaşıtları askere gitmeye başlarlar. O da askere gitmek istemektedir ama nüfus kâğıdı olmadığı için almazlar.
Biryandan da sözlüsü Anşe sıkıştırmaktadır. Anşe köyün en güzel kızıdır. İsteyeni çoktur. Ama Yaşar askerliğini yapmadığı için onu evlendirmek istemezler. Sonunda her iki tarafın da ailesi razı olur. Nişanın yapılacağı gece şubeden askerler gelir. Yaşar’ı askere almak için götürürler. Yaşar, askerliğini yaparken yaşadığının kanıtlanacağı için çok sevinir. Ancak askerliği bitmesine rağmen bir türlü tezkere vermezler. Günler geçer. Yaşar hala askerdir. Korkusundan gidip komutana da soramaz. Bir gün yüzbaşı onu çağırır. Nüfus cüzdanı olmadığı için onu terhis edemediklerini, merkez komutanlığa yazı yazdıklarını söyler. Ancak oradan gelen cevap da, Yaşar’ın 1935 yılında Dersim Harekâtı sırasında şehit düştüğünü yazmaktadır.
Yaşar, nüfus kâğıdı almayı beklerken ikinci kez öldüğünü öğrenir. Ona kimlik veremezler ama alay komutanı askerliğini tamamladığına dair mühürlü bir belge vererek onu terhis eder.
Yaşar, askerden döndüğünde babasının öldüğünü öğrenir. Ancak babasının vergi borcu bulunmaktadır. Yaşar ölmüş adam borç ödemez diye itiraz eder ama mirastan yaralanabilmesi için borcu ödemesi gerektiğini söylerler.
Yaşar, babasının bütün borçlarını öder ancak alacağı miras ödediği borçtan çok daha azdır. O mirası alabilmek için de iki yıl uğraşır. İş en son bir numara almaya kalmıştır. Numarayı almak için bir devlet dairesine gider. Orada da Yaşar’ı memurdan memura, kattan kata, bölümden bölüme gönderirler.
Yaşar zamanında numarayı alamaz ve parası duyuna kalır. Duyuna kalmış parayı alabilmek için de bir ömür uğraşması gerektiğini öğrenir. Sonunda çıldırır ve oradaki bütün memurlara hakaret etmeye başlar. Onu deli zannederler ve bir tımarhaneye kapatırlar.
Yaşar, tımarhanede bir yıl geçirir. Doktorlar onun akıl hastası olamadığını anlarlar ancak nüfus kâğıdı olamadığı için taburcu edemezler. Sonunda bir doktor ona hastaneden kaçmasının söyler. Oradan kaçtığında da mutlaka mahkemeye başvurmasını kimlik almasını tembih eder. O gece Yaşar, hastaneden kaçar. Bir dilekçe yazdırıp mahkemeye gitmek üzere yola çıkar. Partinin ileri gelenlerini karşılamak için bir minibüsün istasyona bedava yolcu taşındığını duyar.
 Onlara katılarak istasyona kadar gider. Partililer, partinin ileri gelenlerini taşıyanlara, en iyi sloganı atanlara, en iyi alkışı yapanlara para vermektedir. Yaşar da bunlar bana bir iş verir, iş sahibi olunca da kimliğimi çıkartırım diyerek, en zor iş olan adam taşımayı seçer.
Tren istasyona yanaşınca en önce Yaşar atılır. Parti başkanını omzuna alacak, tek başına meydana kadar taşıyacaktır. Böylece partililerin gözüne girip bir iş sahibi olacaktır. Vagonların başında bekleyen iyi giyimli şişmanca bir adamı olsa olsa bu parti başkanıdır diyerek omzuna alır. Onu meydan kadar kan ter içinde taşır. Ancak taşıdığı adam parti başkanı değil trenin şef garsonudur.
Bu işten de umduğunu bulamayan Yaşar, mahkemenin yolunu tutar. Mirası alabilmek için başvurduğu mahkeme de üç yıl sürer. Ancak sonunda ne miras alabilir ne de kimlik çıkartabilir. Anşe’nin babası yaşarın nüfus kâğıdı çıkartamayacağını öğrenince Anşe’den vazgeçmesini söyler. Kimliği olmayan adam nikâh kıyamaz diyerek gider.
Yaşar koğuşta el üstünde tutulmaktadır. Mahkûmlar onun anlattıklarım dinlemek için sabırsızlanırlar. Yaşar, öyle güzel anlatmaktadır ki diğer koğuşlardan bile dinlemeye gelenler olur. Üstelik anlattıklarım saz çalıp türkü söyleyerek de süsler. Bu yolla koğuşta para kazanmaya da başlar.
Gelip gidenler Yaşar’a acıdıkları için para veriler. Yaşar hikâyesini anlatmaya devam eder. Bir gün baba dostunun yanına gider. O da köyden çocukluk arkadaşı olan Satılmış’ın çok yüksek yerlere geldiğini, sözünün memleketin her yerinde geçtiğini, ondan yardın istemesi gerektiğini söyler. Ancak Satılmış köylüleriyle görüşmek istemez. Adını da köylü adı diyerek beğenmez ve Satı olarak değiştirir.
Yaşar, bin bir uğraştan sonra onunla görüşmeyi başarır. Satı onu tanımazdan gelir ama Yaşar, köydeki samanlıkta yaptıklarını anlatmaya başlayınca tanımak zorunda kalır. Yaşar’a “Hamili kart Yaşar Bey’e lüzumlu sühuletin gösterilmesi ricasıyla” yazılı bir kart verir. Bu kartı kullanarak istediği yerde iş bulabileceğini söyler. Yaşar’da çocukluğundan beri müzeleri çok sevmektedir. Müzeye hademe olmak ister. Bunun için İstanbul’a gider. Bir hana yerleşir. İstanbul’un en büyük müzesine gider. Müdürle görüşmek ister ama kapıdakiler onu müdür yok diye oyalar.
Bir ay gelip gider müzeye. Elindeki kart cebine sokup çıkarmaktan iyice yıpranır, yazıları silinir. Kartı müze müdürüne ulaştırdığında kartta “Kart Yaşar Bey’e Gösterilmesi” yazısı kalır. Yaşar, müdüre hademe olmak istediğini söyler. Müdür, kartta sadece gösterilmesi gerektiğini isterse ona müzeyi gezdirebileceğini söyler. Sonuçta Yaşar, bu girişiminden de başarısız olur. Yaşar Anşe’yi İstanbul’a çağırır. İstanbul’da zengin bir kadının yanında Anşe’ye hizmetçilik ayarlar. Ancak bütün aramalarına karşın kendisine iş bulamaz. Kimliği olmadığı için kimse ona iş vermek istemez. Aradan altı ay geçer. Anşe kazandığı parayı biriktirmiştir. Handan tanıdığı Salim, ona ortak bir manav açmayı önerir. Anşe’den aldığı paralarla manava ortak olur. İlk başlarda iyi para kazanırlar. Ancak bir süre sonra ortağı Yaşar’ı aldatıp kaçar. Dükkânın vergi borçlarını da ödemek Yaşar’a kalır. Vergi ödeneceği zaman devletin nazarında yine yaşamaktadır.
Hapishane arkadaşları, Karakaplı Nizami Bey’i bulsaydı başına bu işlerin gelmeyeceğini söylerler. Yaşar, bu adamın kim olduğunu hiç duymamıştır. Ama bütün hükümlüler onun kim olduğunu bilirler. Onu bulması için zenginler koğuşuna bakmasını söylerler. Yaşar, ilk başta anlam vermez.
Bu kadar güçlü bir adamın hapishanede ne işi vardır. Arkadaşları da onun her yerde olduğunu dikkatli bakması gerektiğini söylerler. Zenginler koğuşuna giderek oradaki mahkûmları incelemeye başlar. Orada başından geçen olaylar ona Karakaplı Nizami Bey’in işini bilen, rüşvet veren, yolsuzluk yapan herkes olduğunu öğrenir. Ancak bunu öğrenmek için de hapiste kazandığı bütün parayı kaybeder.
Yaşar’ın anlatıcılığı devam etmektedir. Her gece başına toplanan hükümlülere neler yaşadığını anlatır. İstanbul’da ne yaptıysa iş bulamaz. İntihar etmeye bile kalkışır ama beceremez. Sonunda işler yolunda gitmeye başlar. Anşe, onu kendi çalıştığı eve aldırır. Güher Hanım eli açık birsidir. Her ikisine de iyi para verir. Bir gün kapıya polis gelir. Güher’i askere alacaklarını söyler. Güher Hanım, yetmiş yaşında bir kadındır. Nasıl olurda askere alınır? Onunda başına bir nüfus cüzdanı talihsizliği gelmiştir. Güher Hanım yanlışlığı düzeltmek için aylarca uğraşır. Sağlığı bozulur.
Yaşar’ın da kimliksiz olduğunu öğrenince onu işten kovar. Biriktirdikleri parayla bir ev kiralarlar. Ev sahipleri Hasan Bey, çok iyi bir insandır. Ancak onun da başında bir belâ vardır. Karısı kendisini aldattığını söyleyerek onu mahkemeye vermiştir. İşin aslını sonradan öğrenirler. Hasan Bey nüfus cüzdanı yeniletmek için nüfus müdürlüğüne gittiğinde üç çocuğunun daha olduğu anlaşılır. Üstelik çocuklarından biri ondan büyütür. Karısı da çocukları öğrenince ona dava açar. Hasan Bey de mahkeme kapılarında perişan olur ve kalp krizi geçirerek ölür. Anşe ile bir çocukları olunca köylerine dönerler. Yaşar, çocuğuna bir kimlik çıkarmak için hemen nüfus müdürlüğüne gider. Ancak yaşamayan bir adamın çocuğu olamayacağını söyleyerek ona da kimlik vermezler. Yaşar da çileden çıkarak önüne kim geldiyse sövmeye başlar. Sonunda hapse atılır.
Yaşar, hapiste parasız kalınca para kazanmanın yeni yollarını bulur. Bulduğu yeni yeni yöntemlerle de çok para kazanır. Tek amacı çıkınca kendisine kimlik almaktır. Bu kimliği de alması çok basit olacaktır artık. Çünkü hapishane denilen üniversite ona, nasıl Karakaplı Nizami Bey olacağını öğretir.
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz romanı, başlıklarla birbirinden ayrılan yirmi bir bölümden oluşur. Roman sondan başlatma tekniği ile kurgulanmıştır. Tarihlerin yazmadığı bir kaçakçılık başlıklı ilk bölüm, romanda aktarılan vak’anın son halkasıdır. Bu bölümden sonra tekrar başa dönülerek, Yaşar’ın hapishaneye düştüğü ilk gün ve başından geçenler anlatılır. Romanın yirmi bir bölümünün başlıkları şu şekilde sıralanır:
Tarihlerin Yazmadığı Bir Kaçakçılık.
Namuslu Hırsız Hırsızın Malını Çalmaz.
Doğrusunu Yalnız Defter Bilir.
Hem Şehit Hem Asker Kaçağı.
Numarasız Olmaz.
Hepsinin Kapısı Bir Başka Türlü.
Ben O Anten’in Diye Diye.
Karşılama Törenindeki En Büyük Adam.
Davacı Tarafın Gerekli Belgeleri İbrazına.
Altından Değerli Tavsiye Kartı.
Göster Buyurmuşlar Gösterelim.
Karakaplı Nizami Bay Olmasa İşimiz Hepten Harap.
Göster Kimliğini Al Şapkanı.
Sen Bir Meleksin Şekerim.
Ölsen Ölünmez Yaşasan Yaşanmaz.
Herşeyin Esası Mantık.
Nüfus Kâğıtsız İnsan Sokmam Evime.
Fazladan Üç Çocuk.
Riçırt Reşat Denilen Casus.
Felek Gözün Kör Olsun.
Artık Ona Karakaplı Nizami Bey’in Hiç Gereği Yok.
Bölümler birbirinden bağımsız küçük hikâyeler konumundadır. Her bölümde, Yaşar Yaşamaz’ın başından geçen farklı bir olay anlatılmaktadır. Bölümlerdeki zamanın ve mekânın da farklı olduğu görülür. Bölümler, parçalar halinde bir bütüne hizmet eder.
Romanın olay örgüsünü, Yaşar Yaşamaz’ın başından geçen olaylar şekillendirir. Vak’a zincirinin iki farklı kolda ilerlediği görülür. Birinci kolu, Yaşar’ın hapishanedeki yaşamını, yani anlatı zamanını oluştururken, ikici kolu, Yaşar’ın hapishaneye düşmeden önceki yaşantısı oluşturur. Yaşar, romanda aynı zamanda anlatıcı konumundadır. Başından geçen olayları kendisi aktartır. Yaşar’ın hapishane yaşantısını anlatmak için de yazar anlatıcı devreye girer. Vak’a halkalarının oluşmasında, roman kahramanının anlatıcı olarak kullanılması etkili olur.
Olay örgüsünün merkezinde Yaşar Yaşamaz’ın bürokrasi ile mücadelesi bulunur. İlk iki bölüm giriş niteliğindedir. Sonraki on sekiz bölüm gelişme, son bölüm ise sonuçtur. Romanın sondan başlaması okuyucunun ilgisini eser üzerine çeker. Yaşar, devlet kayıtlarına göre yaşamamaktadır. Nüfus kayıtlarında yapılan bu yanlışlığı düzeltebilmek için büyük bir mücadeleye başlayan roman kahramanı, bütün girişimlerinde başarısız olur. Bürokrasi engelini bir türlü aşamaz ve sonunda hapse düşer. Yaşar, hapishaneye düştükten sonra hem başından geçen olayları anlatır, hem de büyük bir değişim yaşar. Saf ve dürüst bir insanı, bürokrasinin aşılmaz duvarı ve hapishane ortamı suçlu olmaya yöneltir. Yaşar’ın hapishane camisinin imamı ile yaşadıkları, onun değişiminin son noktasıdır. Hapishaneye ilk girdiğinde ürkek bir delikanlı olan Yaşar, cezası bittiğinde, imamın cübbesinde eroin kaçıracak kadar uyanık bir suçlu olur.
Yaşar Yaşamaz’ın çevresinde gelişen olaylar, Aziz Nesin’e eleştiri için malzeme olur. Vak’a zincirinin halkalarını oluşturan bölümler, kendi başlarına bağımsız küçük hikâyeler oldukları için eleştirinin farklı noktalara kaymasına zemin hazırlarlar. Bölümlerde aktarılan olaylar bürokrasinin insan üzerindeki baskısını ve toplumun aksayan yönlerini yansıtır.
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz romanında, birinci ve üçüncü şahıs olmak üzere iki farklı bakış açısı ve anlatıcı kullanılmıştır. Yaşar’ın hapishanedeki yaşantısını üçüncü tekil şahıs anlatıcı anlatırken, hapishane öncesi yaşantısını da Yaşar kendisi anlatır. Çoğul anlatıcının kullanıldığı eserde bakış açıları da anlatıcının konumuna ve tutumuna göre değişir. Üçüncü tekil şahıs anlatıcının konumu tanrısaldır. Her şeyi bilme, görme, sezme yeteneğine sahiptir. Olaylar ve kahramanlar hakkında yorum yapar. Roman kahramanlarının akıllarından geçenleri, ne düşündüklerini, ne hissettiklerinin bilir ve okuyucuya aktarır. Zaman zaman eser ile okuyucu arasına girer. Bu giriş, müdahaleden çok, okuyucuya bilgi verme sınırında kalır:
“Eskiden, yani gençliğinde hükümlüler için hiç de böyle düşünmüyordu. Yanılıp doğru yoldan sapmış bu günahlı kulları tövbe istiğfar ettirip, hidayete eriştirebilmek için çok çalışmıştı. Ama bütün çabalarının boşa gittiğini gördü. Zaman zaman bu günahlı kullarından kimileri için umutlara kapıldığı olmuştu. (...) İmam kaç kez umuda kapılmış, arkadan da kaç kez düş kırıklığına uğramıştı. Bunların hepsi de ruhlarını lâin şeytana teslim etmişlerdi. İmam’ın onları tornadan çıkmış gibi birbirinin benzeri görmesinin nedeni buydu. ” (s. 9).
Kahraman anlatıcı konumunda bulunan Yaşar’ın yetkileri, tanrısal konumlu anlatıcı kadar sınırsız değildir. O, gördükleri, duydukları, yaşadıkları ile yetinmek zorunda kalır. Ancak anlatıcı olarak gayet başarılıdır. Bu başarısı ona hapishanede ayrıcalıklı bir konum bile sağlar. Hapishanedeki tutuklular onun anlatışını çok beğenirler ve her akşam başından geçen olayları anlatmasını isterler:
“Birinci koğuşun ileri gelenlerinden yaşlıca hırsızlar, Yaşar Yaşamaz’ın başından geçenleri anlatmasını öyle beğenmişlerdi ki, onun, koğuştan kovdukları anlatıcının yerini alabileceğini söylüyorlardı. Anlatıcı, eroini çekip yatağına uzanmadan anlatmazdı. Yaşamaz ondan daha tatlı anlattıktan başka, herkesin ortasında anlattığından konuşurken yüzü gülüyordu. Üstelik anlattıkları uydurma şeyler değildi, başından geçmiş kendi gerçek yaşamıydı. ” (s. 39).
Birinci ve ikinci bölümlerde geçen olayları sadece yazar anlatıcı aktarır. Üçüncü bölümden sonra anlatıcı olarak Yaşar devreye girer. Her bölümün başında yazar anlatıcı Yaşar’ın hapishanedeki konumunu ve yaşantısını aktarır, sonra sözü Yaşar’a bırakır:
“Her akşam bu saatte ikinci kısmın birinci koğuşundakiler Yaşar’ın çevresine toplanırlardı. Yaşar için başından geçenleri arkadaşlarına anlatmak bir görev olmuştu. Yaşar Yaşamaz öyle tatlı, öyle meralı anlatıyordu ki, cezaevinde en zor geçirilen bu saatlerin nasıl geçtiğini Yaşar’ın koğuş arkadaşları anlamıyorlardı bile... Yaşar her akşam, bir önceki akşam kaldığı yerden serüvenini anlatıyordu. (s. 66).
Yaşar, bir anlatıcı olarak meddah konumundadır. Anlatısını türkülerle süsler, anlatırken yarım bıraktığı yerleri bilmesine rağmen, kaldığı yeri arkadaşlarına sorar. Bu yönüyle eserin yapısı, dili, üslûbu ve anlatıcıları arasında bir bağ kurulur. Yaşar hakkındaki bilgiyi üçüncü tekil şahıs anlatıcıdan öğreniriz. Yaşar, eğitim almamasına rağmen Allah vergisi bir yetenekle öyle güzel anlatmaktadır ki, dinleyenleri kendisine hayran bırakır. Ayrıca anlatıda kullandığı dil halk dilidir. Kendi bilgisi ve görgüsünün dışına çıkamaz. Olayları kendi bakış açısının elverdiği ölçüde değerlendirir.
Romanda yazar anlatıcı ile kahraman anlatıcı arasındaki fark belirgindir. Aziz Nesin bu iki anlatıcı arasındaki geçişleri gayet başarılı yaparak eserin yapısına zarar vermez. Eserinde “kinaye mesafesine 174 uyan yazar eserin yapısı ile anlatıcılar arasında bağ kurar. Romanlarında edebiyatımızın eski anlatı geleneklerinden yararlanan Nesin, meddah konumunda sunduğu kahraman anlatıcı vasıtasıyla modern roman ile geleneksel anlatı arasında başarılı bir sentez oluşturur.
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz romanında, anlatı zamanı ile vak’a zamanı kesin çizgilerle birbirinden ayrılır. Romanın vak’a zincirinin iki farklı kolda ilerlediğini daha önce de vurgulamıştık. Bu doğal olarak iki farklı zamanı gündeme getirmektedir. Yaşar, kahraman anlatıcı olarak kendi başından geçen olayları aktarır. Bu olayların zamanın tam olarak belirlemek mümkün olmasa da romanda verilen ipuçları sayesinde Yaşar’ın anlattığı vak’anın zamanının kabaca belirleyebiliriz. Yaşar, yeni alfabenin kabul edildiği yıldan bir yıl sonra hükümet okuluna kayıt yaptırmak için gider. On iki yaşındadır. (s. 27). Bu bizi vak’nın başlangıç tarihi olarak 1929 yılına götürür. Hapishaneye düştüğünde ise otuz yaşındadır. (s. 309). Bu bilgiler ışığında vak’a zamanı 1929- 1947 yılları arasını kapsar.
Yazar anlatıcının devreye girdiği ve Yaşar’ın hapishane yaşantısını anlatan vak’a da 1947 yılında gerçekleşir. Yaşar başından geçen olayları birer gün arayla on yedi günde anlatır. Hapishanedeki hükümlüler bu anlatı boyunca Yaşar’ın neden hapishaneye düştüğünü  bilmezler. Son bölümde Yaşar’ın hapse düşme sebebi anlaşılır ve o geceden sonra Yaşar başından geçenleri anlatmaz. Son bölümden sonra yazar anlatıcı özetleme tekniği ile Yaşar’ın hapishanedeki son günlerini aktarır:
“Yaşar başından geçenleri anlattıktan sonra, artık anlatıcılığını sürdürmedi. Her akşam yemeğinden sonra birinci koğuşun hükümlüleri, ne yapacaklarını bilmedikleri birkaç saati zorlukla geçiriyor, bir eksiklik duyuyorlardı. Koğuşa yeni bir anlatıcı gelene dek, onlarda bu doldurulmayan saatlerin şaşkınlığı sürecekti.
Yaşar Yaşamaz, cezasının bitimi yaklaştıkça kendini namaza vermişti. Camiden çıkmaz olmuştu. İmamın da yakınıydı. Onun bu dine bağımlılığı, bir cuma namazında cezaevi imamının kendisini kovalamasına dek sürdü. Bu olaydan sonra bir daha camiye de gitmedi. Dört gün sonra da cezasın ı doldurmuş, tahliye edilmişti. ” ( s. 317).
Bu bilgilerden yola çıkarak iki farklı vak’anın zamanlarını şöyle netleştirebiliriz. Yaşar’ın başından geçen olayları anlattığı zaman: 1929-1947, yazar anlatıcının Yaşar’ın hapishanede iken başından geçen olayları anlattığı zaman 1947’dir.
Romanda yazar anlatıcı ile Yaşar’ın anlatıları eş zamanlı gerçekleşir. Buna göre kitabın anlatma zamanını da 1947 olarak belirleyebiliriz. Romanın yazma zamanı 1977’dir. Yazma zamanı ile anlatma zaman arasındaki fark eserin ilk olarak 1948 yılında bir radyo oyunu olarak yazılmasından kaynaklanmaktadır.
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz romanında karşımıza çıkan ilk mekân, cezaevidir. Cezaevi, anlatının gerçekleştiği yer olarak önemli bir unsura sahiptir ve Yaşar için adeta bir okul konumundadır. Yaşar cezaevine girdiğinde çekingen, saf bir delikanlıyken çıktığında bürokrasinin işleyiş düzenini öğrenmiş, para kazanmanın yolunu bulmuştur. Ondaki değişim olumlu yönde değildir ancak düzene uymanın, aldatmanın hayatını sürdürmek için geçerli yol olduğunu kavrar. Hapishanedeki arkadaşları da öğretmenlik görevini yerine getiriler:
“Eeee, burası cezaevidir oğlum, boşuna dememmişler buraya hayat üniversitesidir diye... Biz burada ne Karakaplı Nizami Bey’ler yetiştirmişizdir evelallah...dedi” (s. 358).
Eserde cezaevi çok yönlü olarak tanıtılır. Hükümlüler gelir durumlarına ya da konumlarına göre çeşitli koğuşlara ayrılırlar. Yaşar’ın bulunduğu yer, ikinci kısmın birinci koğuşudur. Ayrıca cezaevinde Âdembaba ve Beyler Boğuşu da bulunur. Âdembaba Koğuşu’nda fakir ve cahil hükümlüler bulunur. Beyler Koğuşu’nda ise zengin hükümlüler vardır. Toplumda, maddi konumlara ve kültüre göre oluşan sınıflar cezaevinde de oluşmuştur. Cezaevine gelen usta anlatıcılar el üstünde tutulurken bu koğuşlarda rağbet görmezler:
“Anlatıcı bütün cezaevlerinin en aranan adamıyken, Beyler Koğuşu’ndakilerle Âdembaba Koğuşu’ndakiler ondan hoşlanmazlardı. Beyler Koğuşu’nun zenginleri, anlatıcıyı küçümser, onun anlattıklarını beğenmezlerdi. Âdembaba Koğuşu’ndakilerse, onun anlattıklarını anlayacak durumda bile değillerdi. ” (s. 20).
Cezaevinin oluşturduğu atmosferin, hükümlüler üzerinde, olumlu ya da olumsuz etkisi büyüktür. Bu atmosferin kendisine özgü kuralları vardır. Hükümlüler de bu kurallara uyarlar. En zor geçen akşam saatlerinde mahkûmlar vakit geçirebilmek için kendilerine anlatıcılar seçerler. Hapishanenin atmosferinden en çok etkilenen kişi Yaşar olur. Para kazanmanın yolunu bulur. Hapishaneden çıkarken artık zengin ve gözü açık birisidir.
Yaşar’ın anlattığı öykülerde mekânlar genellikle kapalıdır. Devlet daireleri en çok kullanılan mekânlardır. Bu mekânların yapısı da Yaşar’ın başından geçen olaylar gibi karmaşık ve içinden çıkılmazdır. Devlet dairelerinin bu karmaşık düzeni bürokrasinin insanların önüne çıkardığı engelleri temsil eder. Yaşar, ömrünün çoğunu devlet dairelerinin içinde geçirir. Bu karmaşık düzen içinden sıyrılamaz ve kimlik alma uğruna, sonunda hapse düşer. Kapalı mekânlar eser içinde uzun tasvirlerle tanıtılmazlar. Olay örgüsü içinde Yaşar’ın okuyucuya verdiği kısa bilgilerle bu mekânları tanırız. Eserde en çok tanıtılan yer Anşe’nin çalıştığı konaktır. Yaşar bu konağın kendisinde bıraktığı etkiyi şöyle anlatır:
“Dediğini yaptım. İkinci kata çıktık. Büyükhanımefendi’nin odasına girdik. Allah Allah! Bu nasıl oda yahu... Padişahların yatak odası gibi desen, padişah odası da böyle olamaz. Bir masal anlatılmış da ben de o masalın içine düşmüşüm gibi... Duvarlar, kapılar yaldızlı boyalı ya, tavanlar da yaldızlı ve boyalı. ” (s. 234).
Bunların dışında romanda vak’anın geçtiği yer olarak belirtilen ve kahramanlar üzerinde çok etkisi olamayan açık ve kapalı mekânlar dekoratif konumdadırlar. İstanbul’daki müze, tren garı, minibüs durakları, Satı Bey’in bürosu romandaki diğer mekânlardır.
Şahıs Kadrosu
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz romanının, sayı bakımından geniş bir şahıs kadrosuna sahip olduğu görülür. Ancak bu genişliğe rağmen eser bir kişinin etrafında şekillenen olaylarla vücut bulur. Eserin en önemli kişisi anlatıcı olarak da ön plana çıkan Yaşar’dır.
-Yaşar:
Yaşar, eserde baş şahıs konumundadır. Bütün olaylar onun çevresinde şekillenir. Çoklu bakış açısıyla aktarılan romanda anlatıcı olarak da kendisini gösterir. Yaşar’ın anılarını anlattığı bölümler onun bakış açısı, bilgisi ve kültürü dâhilinde aktarılır. Yaşar’ı romanda üç şekilde tanıma imkânı buluruz. Onu, vak’a zincirleri içindeki davranışları, hapishane mahkûmları ve yazar anlatıcı bize tanıtır.
Yazar anlatıcı, Yaşar hakkındaki düşüncelerini bazen objektif, bazen de yanlı olarak
aktarır:
“Karantina koğuşu tıklım tıklım dolu olduğu için, o gün adliyede tutuklanıp akşamleyin cezaevine gönderilenleri doğrudan koğuşlara dağıtmak zorunda kaldılar. Birinci koğuştaki boş yere, kara kuru, ufarak tefek bir delikanlı geldi. Ürkek ürkek koğuşuna adım atan bu delikanlı başını yerden kaldırmadan kapı ağzında dikilip duruyordu. ” (s.26).
Hapishanedeki tutuklular ilk gördüklerinde Yaşar’a acırlar. Ancak gelişinden pek de memnun kalmamışlardır:
“-Tüüü... Ulan Yarımporsiyon Osman, vere vere bu zibidiyi mi verdim bizim koğuşa
be...
Baksana, herifin yatağı yorganı bile yok...
—Böylesini Beyler Koğuşu ’na verecek değiller ya...
—Suratına bile bakan yok garibin...
İyi birini ver dedik bizim koğuşa ya, Yarımporsiyon inat olsun diye bu zibidiyi verdi.
(s. 29).
Yaşar başından geçen olayları koğuş arkadaşlarına anlatmaya başlayınca ilgi çeker. Anlattıkları çok önemli olmasa da çok iyi bir anlatıcıdır. Bu sayede de mahkumların sevgisini kazanır.
“Sekiz eski hükümlü, Yaşar Yaşamaz’ın çevresini almışlardı. Ötekiler de biraz daha uzaktan Yaşar’ın anlattıklarını dinliyorlardı. Yaşar Yaşmaz adlı o sümsük sünepenin anlattıkları önemli değildi ama, anlatışı çok ilgi çekiciydi. Anlattıklarını merakla dinletebiliyordu” (s. 28).
“Yaşar Yaşamaz, cezaevine ilk düşmüştü. Bu denli iyi karşılanacağını hiç ummamıştı. Koğuşa girinceye dek herkes ona çok sert davrandığından, çok ürkekti. Yatağı, bavulu, eşyası olmadığı için koğuştakiler ilkin onunla alay etmişler, ama başından geçenleri anlattıktan sonra ona acımışlar, sonra da hemen kaynaşmışlardı. ” (s. 39).
Yaşar, düşünceleri ve davranışları ile ne kadar saf olduğunu kanıtlar. Hapishanedeki arkadaşları ona sürekli Karakaplı Nizami Bey’e neden gitmediğini sorarlar:
“Karakaplı Nizami Bey her kim ise, Yaşar, herkesin onu tanıması gerektiğini sanmıştı. Kakakaplı Nizami Bey ’i tanımamak ayıp olurdu. Denek, bir tek kendisi tanımıyordu. Bu denli büyük bir bilgisizliği ortaya çıkmasın diye, Karakaplı Nizami Bey’in kim olduğunu da sorup kurcalamıyordu. Belki, büyük bir devlet adamıydı, belki zengin bir iyilikseverdi. ” (s. 39).
Zamanla Yaşar’ın cezaevinde büyük bir değişim gösterdiğini görürüz. Anlatıcı olması ve arkadaşları tarafından sevilmesi onu ayrıcalıklı kılar. Arkadaşları aralarında topladıkları paraları ona vermeye başlarlar. Durumu gün geçtikçe iyiye gider. Arkadaşları da onun değiştiğinin farkındadır. O mahcup, çekingen delikanlı gitmiş, yerine gözü açık, kendine güvenen biri gelmiştir. Yaşar, sadece para kazanmak için anlatıcılık yapmaz. O içini dökerek rahatlamaktadır. Anlatıcılığını saz çalarak da süsler:
“Yaşar derdini dökmek için başından geçenleri anlatmadığı zamanlar, sazını söyletir, saz çalarak, türkü çığırarak avunurdu. Onun türkülerinin çoğu bilinen türkülerden değildi. Çünkü türkülerin sözlerini kendi düzer, ezgisini de kendi bağlardı. Sazı, yalnızlığının tek arkadaşıydı. Onu telleriyle konuşan canlı yaratık olarak görürdü. " (s. 113).
Yaşar, eserde sazıyla sözüyle tam bir meddah konumundadır. Onun anlatıcılığı sürekli ön plâna çıkartılır. Anlatısını çoğu zaman küçük anlatıcılık oyunları ile süsler. Dinleyenlerin ilgisini çeker ve dikkatlerini ölçer. Anlattıklarının nerede kaldığını bilmesine rağmen dinleyicilerine sorar.
Cezaevinin ortamının Yaşar üzerinde çok büyük etkisi olur. Orada çok şey öğrenir. Arkadaşlarının Karakaplı Nizami Bey dediklerinin kim olduğunu da kavrar. Mahkûmiyetinin son günlerinde Yaşar’ın gözü açılmıştır. Para kazanmak için çeşitli yollar bulur ve çok da para kazanır. Bu değişim Yaşar’ın hem düşüncelerini hem de fizikî yapısını etkiler:
“Cezaevinden çıkarken Yaşar Yaşamaz’ın kılığı bütün hükümlüleri şaşırttı. Tahliye olacağı gün öyle şıklaşmıştı ki cezaevinin müdürü, memurları da içinde, cezaevinde onun kadar şık giyimli hiç kimse yoktu. O güne dek, cezaevine ilk geldiği günkü gibi, nerdeyse Âdembaba Koğuşu’na atılacak kılıkta giyinen Yaşar, birdenbire defileye çıkmış mankene dönmüştü. Parmağına, kocaman bir şövalye takmıştı. Giysisi yepyeni, boyunbağı pırıl pırıl, ayakkabısı gıcırgıcırdı. " (s. 311).
Romanın sonunda Yaşar, Karakaplı Nizami Bey denilen sembolik kişinin kendisi olmuştur. Artık oda bürokrasinin kurallarına uyacak, rüşvet verecek, kazandığı parayla çevresindekilere hükmetmeye çalışacaktır.
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz romanında, sosyal ve kişisel eleştiriyi vurgulamak için çeşitli şahıslar kullanılır. Cezaevindeki şahıslar işledikleri suça ya da fiziksel özelliklerine göre tanıtılırlar. İsimleri belirtilmemiş olsa da bir zümrenin elemanları olarak önemli role sahiptirler. Cezaevindekiler, mahkûmların en yaşlısı, en genci, en usta hırsızı gibi sıfatlarla tanıtılırlar. Cezaevine en son kolonyacı olarak biline bir mahkûm gelir. Bir kansı ve metresi vardır. Bu iki kadını geçindirebilmek için kolonyadan yaptığı votkaları satar:
“Kolonyacı dedikleri, üzgün mü, kızgın mı, düşünceli mi, sevinçli mi olduğu anlaşılmayan, yüzünün anlamı belirsiz biriydi. Sanki soygunda tanınmasın diye yüzüne kadın çorabı geçirmiş gibiydi. Boynuna sarılanlara, öpenlere de yüz vermiyordu... ” (s. 255).
Mahkûmlar yaptıkları işle tanıtılırlar ve adlandırılırlar: Maltızcı, izmaritçi, dilekçeci, heykelci gibi. Maltızcı bulduğu tenekelerle mangal, ocak yaparak para kazanır. Dilekçeci tutukluların mahkeme dilekçelerini yazar. Heykelci ekmek hamurlarından yapılmış heykelleri satar. İzmaritçi izmarit toplayıp tütünlerinden esrar sarar:
“İzmaritçi izmarit toplamakta büyük ustaydı. Çünkü yalnız cezaevinde değil, dışarıda da yıllardan beri bu işi yapıyordu. Yaşı elliye yakındı, yani aşağı yukarı yarım yüzyıllık serseriydi. Çok gururlu olduğunda yerden izmaritleri almak için eğilmez, ucunda sivri çivi bulunan bastonla alırdı. Ucu sivri bastonu, sanki av tüfeğiymiş ya da oltaymış gibi kullanır, balık avlar gibi, bastonuyla yerden izmariti kaldırır alırdı. ” (s. 253).
Cezaevindeki en ilginç tip Yarımporsiyon denilen gardiyandır:
“Eğri büğrü, yamuk yumuk, üstelik de ufak tefek bir adam olduğu için, hükümlülerin Yarımporsiyon diye ad taktıkları gardiyan, düdüğü ağzına aldı mı, şişinir de şişinirdi. ” (s. 23).
Yarımporsiyon denilen gardiyan bu işi zevkle yapar. Çünkü kendisini insanlardan üstün görmesini sağlayacak tek iş budur:
“Bu Yarımporsiyon, hükümlülere ‘içeri! ’ diye bağırırken, görevini yapmaktan çok öte bir mutluluk duyuyordu. Düdük öttürürken ya da içeri diye bağırırken, ayaklarının ucunda yükselerek kısa boyunu uzatmaya çalışması, eğri büğrü gövdesini kabartması, şişmesi, biçimi bozuk kafasını yana yatırıp da çalkalanması, uzun boylu hükümlülere bile yukardan bakmaya çalışması, onu mutlandırıyordu. Onca hükümlüyü, düdük öttürüp, içeri diye bağırıp, koğuşlara tıkıyordu; onun için bundan daha büyük nasıl bir mutluluk olabilirdi. ” (s. 158).
Romanda Yaşar’dan başka şahısların başından geçen olayların anlatıldığı bölümler de vardır. Herşeyin Esası Mantık, Nüfus Kâğıtsız İnsan Sokmam Evime, Fazladan Üç Çocuk, Riçırt Reşat Denilen Casus adlı bölümler şahıslar üzerine kurgulanmıştır. Herşeyin Esası Mantık bölümünde devlet dairesine benzeyen bir yerin müdürü konu edinilir. Dolandırıcı bir yönetici olan müdür işlerini saçma bir mantığa bağlamaya çalışan bir tiptir. Nüfus Kâğıtsız İnsan Sokmam Evime başlıklı bölümde, Anşe’nin çalıştığı evin sahibi Güher Hanım’ın başından geçen olaylar anlatılır. Güher Hanım, zengin, yaşlı ve çok kilolu bir kadındır. Nüfus Müdürlüğü’nde yapılan yanlışlıktan dolayı askere alınmaya çalışılır. Çok zengin, tanınan güçlü bir insan olmasına karşın, bürokrasinin getirdiği engelleri aşmak için sağlığını yitirir. Fazladan Üç Çocuk başlıklı bölümde, Hasan Öğüt adlı adamın öyküsü anlatılır. O da Nüfus Müdürlüğü’nün kurbanı olur. Kaybettiği kimliğini çıkarmak için uğraşırken memurlar kayıtlarda üç çocuğunun daha olduğu söylerler. Hasan Öğüt, seksen iki yaşında bir ihtiyardır. (s. 260). Ona ait olduğu söylene çocuklardan biri iki yaşındadır, biri de Hasan Öğüt’ten üç yaş büyüktür. Ne yaptıysa bu çocukların kendisine ait olamadığını anlatamaz ve mahkeme koridorlarında kalp krizi geçirerek ölür.
Karakaplı Nizami Bey, romanın sembolik kişisidir. Yaşar, Nizami Bey’in kim olduğunu ilk başlarda bilmese de sonraları öğrenir. Hatta bu sembolik kişinin kimliğine bürünür. Karakaplı Nizami Bey, toplum içinde rüşvet ve iltimasla bütün kuralların üzerinde yaşayan tipleri sembolize eder. Romanda, mahkûmlar sık sık Nizami Bey’e göndermelerde bulunurlar. Yaşar’a işlerini halledebilmek için neden Nizami Bay’e gitmediğini sorarak onun saflığıyla alay ederler:
“Bu memlekette, Allah’a çok şükür Karakaplı Nizami Bey varken, bir tek numara için çekilir mi bunca sıkıntı, dedi, git Nizami Bey’e, sana istediğin numarayı versin... Onda numara çoook, numaranın türlüsü var; o kadar çok ki, dünyanın en zengin numara koleksiyonu onda. " (s. 58).
Bunların dışında Yaşar’ın babası, nişanlısı Anşe, Satı Bey, parti yöneticileri, Anşe’nin babası, şef garson, minibüs şoförleri, devlet dairelerindeki memurlar, nüfus müdürü, müze müdürü, müzedeki görevliler, mahkeme başkanı, yüzbaşı gibi şahıslar, Yaşar’ın etrafında figüran ya da yardımcı şahıs olarak şekillenirler.
Toplumsal Eleştiri ve Mizahi Unsurlar
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz romanı, ismini Yaşar Yaşamaz adlı roman kahramanından alır. Yaşar’ın etrafında biçimlenen olaylarla bir eleştiri romanı olarak tasarlanmış kitapta, eleştirinin merkezinde ağır işleyen devlet mekanizması bulunur. İnsanların hayatlarını kolaylaştıracak, daha iyi bir toplum içinde yaşamasını sağlayacak kurallar, aksine yaşamı çekilmez bir hale getirir. Bürokrasinin insanların önüne çıkardığı engeller, ağır işleyen devlet kurumları ve bu kurumlara bağlı memurlar, mizahi üslûbla eleştirilir.
Yaşar, kimlik almak için gittiğinde nüfus müdürlüğünün memurları onun ölü olduğunu söyleyerek kimlik vermek istemezler. Onlar için önlemli olan defterde yazılı bilgilerdir. Çözüm aramak yerine suçu deftere atamayı tercih ederler:
“Memur, ‘ defter yalan söylemez!’ dedi. Burada nasıl yazıyorsa öyledir. Yok sizi başka bir hesabınız varsa onu bilmem. ”
(■■■)
“Gülümsemelerden memur yelkenleri suya indirmişti. ‘Defter öyle gösteriyor ben ne yapayım?’ diye yakındı.
Defterde öyle yazıyorsa ne olacak şimdi?
Memur gene ‘ben defterin yalancısıyım!’ dedi. ” (s. 35).
Memurlara yönelik en yüksek eleştiri “Ben O Ayten’in Diye Diye” başlıklı bölümde bulunur. Yaşar, numara alabilmek için dairede oradan oraya koştururken memurlar umursamazdır. Herkes işi başka bir memura havale eder ya da Yaşar’la hiç ilgilenmez:
“Ertesi sabah ağbiler, o eksik numarayı almak için gideceğim daireye erkenden damladım. Numarayı nerden alacağım diye sordum ona buna. Bir geniş salonda çalışan iki kadın gösterdiler. Yani çalışan dersem, sözün gelişi... Yan yana iki masaya oturmuşlar. Biri, iki elini arasına bir yün çile germiş, öbürüde çileyi sağıp yumak sarıyor. Biyandan da çiklet çiğneyip konuşuyorlar. Benim işim çok acele. O gün numarayı alıp öteki dairedeki memura da evrakı imzalatamazsam miras alacağım para duyuna kalıyormuş ki, para yanarmış... İşim acele ama, ellerindeki işler, ağızlarındaki söyleyişler bitmeden araya girmek istemediğimden karşılarında bekliyorum ki, ikisinden biri, ne istediğimi, ne beklediğimi, kendiliğinden sorsun... Hiç oralı değiller... Karşılarında dikilmiş durduğumdan, ister istemez konuşmalarını duyuyorum. ” (s. 66).
Hastanelerdeki doktorlar (s. 84- 86), müze müdürü (s.128-130), kapıcılar ( s.143), ordu görevlileri ( s. 39- 41) gibi devletin çeşitli kurumlarında çalışan memurlar devletin hantal düzeni içinde eleştirilirler. Eleştirilen konuların başında, adam kayırma, rüşvet ve iltimas gelir. Halk, rüşvete karşı çıkmak yerine vermek için birbiri ile yarışır. Vatandaşların kurulan düzeni yıkmak yerine düzene uymaktan başka çaresi yoktur.
Aziz Nesin, eleştirilerini yaparken toplumun içinde bulunduğu durum hakkında da kesin tespitler yapar:
“Yahu bir garip odacı, bana nerden, nasıl iş bulabilir! dedim.
Hemşerim güldü. Odacı deyip geçmemeliymiş. Böyle işlerde odacı memurlardan da müdürden de önde gelirmiş. Çünkü odacının aylık kazancı müdürden yüksekmiş... ”
Birçok romanda olduğu gibi bu romanda da devlet yöneticileri ve siyasi parti başkanları eleştirilir. Bu eleştirinin en yoğun olduğu bölüm, Karşılama Törenindeki En Büyük Adam başlıklı bölümdür. Bu bölümde gülmece de en üst düzeye çıkar. Yaşar’ın ve diğer partililerin düştüğü durumla alay edilir. Vatandaşlar, siyasi partiyi ya da liderini desteklemek için değil, para almak için karşılama törenine giderler. Çünkü en çok tezahüratı yapana, en çok alkışlayana ve tek başına bir yöneticiyi omzuna alıp taşıyana para verilmektedir.
Romanda öne çıkan mizah türü, durum mizahıdır. Yaşar’ın saflığından dolayı düştüğü gülünç durumlar, ya da halkın tepkisi mizah malzemesi olarak kullanılır. Hepsinin Kapısı Bir Başka Türlü başlıklı bölümde halkın davranışları ve birbirlerini zor duruma düşürmek için adeta yarış içinde olmaları, okuyucuyu gülümsetir.
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz romanı içinde barındırdığı toplumsal eleştiri ve mizahi güçle diğer romanlardan farklı bir konuma sahiptir. Eleştiriyi şekillendirecek olaylar ustaca kurgulanmıştır. Rüşvet gibi evrensel bir konu çeşitli mizah oyunları ile başarılı bir şekilde işlenir. Yaşar, sadece bir roman kahramanı olarak değil günümüzde de yaşayan sembolik bir tip olarak okuyucuya sunulur.

Share with your friends

Add your opinion
Disqus comments
Notification
This is just an example, you can fill it later with your own note.
Done