Eser ilk önce 1948 yılında radyo oyunu olarak
yazılır. 1950 yılında tiyatro eseri olarak sahnelendikten sonra 1973 yılında
filme aktarılır. Televizyon dizisi ve çizgi romana uyarlanan eser,
1977 yılında roman olarak yayınlanır.
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz romanı, bürokrasinin acımasız kuralları
içinde hayat mücadelesi veren ve önüne çıkan bürokratik engellerin hiçbirini
aşamayan Yaşar Yaşamaz isimli kahramanın, yaşam mücadelesini konu edinir.
Yaşar, nüfus kayıtlarına göre Çanakkale’de
şehit düşmüş gözükmektedir. Yani devlet kayıtlarına göre yaşamamaktadır. Okula
kayıt yaptıracağı sırada sen yaşamıyorsun derler. Ancak iş askere alınmaya
gelince yaşar. Evlenmeyi istediği zaman yaşamaz, vergi vermeye gelince yaşar.
Miras
alacağım deyince ölüsün, alamazsın derler. Mirasın vergisini alacakları zaman
yaşıyorsun derler. Çalışmak için iş istediğinde sen ölüsün çalışamazsın derler.
Ama tımarhaneye sokmak için sen delisin yaşıyorsun derler. Yaşar’ın yaşmakla
yaşamamak arasında gidip geldiği hayat mücadelesi, okuyucuya ironi eşliğinde
aktarılır.
Olayların, sondan başlatılarak aktarıldığı
romanda Yaşar, hapishanededir. Cezasının bitmesine pek az kala kendini dine
verir. Camiden hiç çıkmamaktadır. Hükümlülerden tamamen umudunu kesen imam,
Yaşar’ı çok sevmektedir.
Her gün beraber namaz kılarlar. Yaşar, namaz
kılarken hep onun arkasında saf tutar. Ancak bir gün Yaşar’ın gerçek niyeti
oraya çıkar. Hoca, her gün namazdan önce karşıdaki kahvede çay içer. Yaşarın
hapisten yeni çıkmış ortağı da hocayı takip edip onunla samimiyeti arttırır.
Sohbet esnasında çaktırmadan hocanın cübbesinin eteğine bir paket eroini
iğneler. Yaşar da her gün namaza gidiyorum bahanesi ile hocanın arkasında saf
tutar ve cübbeye iliştirilmiş olan eroini alır. Bir gün yine namaza
durduklarında, Yaşar bütün aramalarına rağmen paketi bulamaz. Arama işini
abartıp hocanın uygunsuz yerlerine dokununca hoca namazı bozup Yaşar’ı
kovalamaya başlar. İşin aslı ortaya çıkınca hoca kendisini de eroin
kaçakçılığından suçlayacaklar diye olayı örtbas etmek zorunda kalır.
Bu anlatıdan sonra Yaşar’ın hapishaneye ilk
geldiği günler aktarılmaya başlanır. İkinci kısım birinci koğuşta bir kişilik
yer boşalmıştır. Koğuşa utangaç, çekingen, zayıf bir genç getirirler. Adının
Yaşar Yaşamaz olduğunu öğrenince koğuştaki mahkûmlar çok gülerler. Onunla alay
etmeye başlarlar. Yaşar, adının neden böyle konulduğunu koğuştakilere anlatmak
zorunda kalır. O aslında yaşamamaktadır.
Yaşamadığını da on iki yaşındayken okula
kayıt yaptıracağı sırada öğrenir. Babası okula kayıt için Yaşar’ı götürür,
ancak kimlik isterler. Kimlik çıkartmak için de nüfus müdürlüğüne giderler.
Nüfus memuru ona kimlik veremeyeceğini söyler. Çünkü kayıtlara göre Yaşar,
Çanakkale’de şehit düşmüştür.
Deftere göre Yaşar, 1896 doğumludur. Babası
ise 1897. Yaşar’ın babası oğlunun kendisinden bir yaş büyük olmasının imkânsız
olduğunu söylemeye çalışsa da memuru ikna edemez. Memur defter de yanlış olmaz
diyerek kestirip atar. Şikâyet etmek için müdüre çıkarlar ama o da defterde
yanlışlık olduğunu kabul etmez. Saçma sapan fikirler üreterek defterde
yazılanların doğru olduğunu kanıtlamaya çalışır.
En son fikri, Yaşar’ın annesi Hacer, babası
ile evlenmeden önce başka bir adamla evlidir. O adamın da başka bir kadından
Yaşar isimli bir çocuğu vardır. Adam ölünce üvey oğlu Hacer’e kalır. Böylece
Yaşar, üvey olduğu için annesinden sekiz yaş büyük olabilir. Ancak bu hesaba
göre de Hacer’in yedi yaşında evlenmiş olması gerekmektedir.
Yaşar’ın babası Remzi, bu fikrin de saçma
olduğunu anlatmaya çalışır ancak nüfus memurunu ve müdürünü ikna edemez.
Böylece Yaşar, nüfus müdürlüğünden resmi bir ölü olarak çıkar. Yaşar’ın
anlatısını mahkûmlar çok sevmişlerdir. Hapishanelerde anlatıcı seçilmesi bir
gelenektir. O günden sonra da Yaşar, anlatıcı olur ve başından geçen olayları
her gece anlatmaya başlar.
Yaşar’dan önce doğan beş kardeşi ölmüştür.
Babası son doğan oğluna Yaşar adını koyar ama oda hükümetçe ölü sayılmaktadır.
Kimlik alamayınca okula gidemez. Köydeki çiftlik işleri ile uğraşmaya başlar ve
böylece delikanlılık çağına gelir. Onun yaşıtları askere gitmeye başlarlar. O
da askere gitmek istemektedir ama nüfus kâğıdı olmadığı için almazlar.
Biryandan da sözlüsü Anşe sıkıştırmaktadır.
Anşe köyün en güzel kızıdır. İsteyeni çoktur. Ama Yaşar askerliğini yapmadığı
için onu evlendirmek istemezler. Sonunda her iki tarafın da ailesi razı olur.
Nişanın yapılacağı gece şubeden askerler gelir. Yaşar’ı askere almak için
götürürler. Yaşar, askerliğini yaparken yaşadığının kanıtlanacağı için çok
sevinir. Ancak askerliği bitmesine rağmen bir türlü tezkere vermezler. Günler
geçer. Yaşar hala askerdir. Korkusundan gidip komutana da soramaz. Bir gün
yüzbaşı onu çağırır. Nüfus cüzdanı olmadığı için onu terhis edemediklerini,
merkez komutanlığa yazı yazdıklarını söyler. Ancak oradan gelen cevap da, Yaşar’ın
1935 yılında Dersim Harekâtı sırasında şehit düştüğünü yazmaktadır.
Yaşar, nüfus kâğıdı almayı beklerken ikinci
kez öldüğünü öğrenir. Ona kimlik veremezler ama alay komutanı askerliğini
tamamladığına dair mühürlü bir belge vererek onu terhis eder.
Yaşar, askerden döndüğünde babasının öldüğünü
öğrenir. Ancak babasının vergi borcu bulunmaktadır. Yaşar ölmüş adam borç
ödemez diye itiraz eder ama mirastan yaralanabilmesi için borcu ödemesi
gerektiğini söylerler.
Yaşar, babasının bütün borçlarını öder ancak
alacağı miras ödediği borçtan çok daha azdır. O mirası alabilmek için de iki
yıl uğraşır. İş en son bir numara almaya kalmıştır. Numarayı almak için bir
devlet dairesine gider. Orada da Yaşar’ı memurdan memura, kattan kata, bölümden
bölüme gönderirler.
Yaşar zamanında numarayı alamaz ve parası
duyuna kalır. Duyuna kalmış parayı alabilmek için de bir ömür uğraşması
gerektiğini öğrenir. Sonunda çıldırır ve oradaki bütün memurlara hakaret etmeye
başlar. Onu deli zannederler ve bir tımarhaneye kapatırlar.
Yaşar, tımarhanede bir yıl geçirir. Doktorlar
onun akıl hastası olamadığını anlarlar ancak nüfus kâğıdı olamadığı için
taburcu edemezler. Sonunda bir doktor ona hastaneden kaçmasının söyler. Oradan
kaçtığında da mutlaka mahkemeye başvurmasını kimlik almasını tembih eder. O
gece Yaşar, hastaneden kaçar. Bir dilekçe yazdırıp mahkemeye gitmek üzere yola
çıkar. Partinin ileri gelenlerini karşılamak için bir minibüsün istasyona
bedava yolcu taşındığını duyar.
Onlara
katılarak istasyona kadar gider. Partililer, partinin ileri gelenlerini
taşıyanlara, en iyi sloganı atanlara, en iyi alkışı yapanlara para vermektedir.
Yaşar da bunlar bana bir iş verir, iş sahibi olunca da kimliğimi çıkartırım
diyerek, en zor iş olan adam taşımayı seçer.
Tren istasyona yanaşınca en önce Yaşar
atılır. Parti başkanını omzuna alacak, tek başına meydana kadar taşıyacaktır.
Böylece partililerin gözüne girip bir iş sahibi olacaktır. Vagonların başında
bekleyen iyi giyimli şişmanca bir adamı olsa olsa bu parti başkanıdır diyerek
omzuna alır. Onu meydan kadar kan ter içinde taşır. Ancak taşıdığı adam parti
başkanı değil trenin şef garsonudur.
Bu işten de umduğunu bulamayan Yaşar,
mahkemenin yolunu tutar. Mirası alabilmek için başvurduğu mahkeme de üç yıl
sürer. Ancak sonunda ne miras alabilir ne de kimlik çıkartabilir. Anşe’nin
babası yaşarın nüfus kâğıdı çıkartamayacağını öğrenince Anşe’den vazgeçmesini
söyler. Kimliği olmayan adam nikâh kıyamaz diyerek gider.
Yaşar koğuşta el üstünde tutulmaktadır.
Mahkûmlar onun anlattıklarım dinlemek için sabırsızlanırlar. Yaşar, öyle güzel
anlatmaktadır ki diğer koğuşlardan bile dinlemeye gelenler olur. Üstelik
anlattıklarım saz çalıp türkü söyleyerek de süsler. Bu yolla koğuşta para
kazanmaya da başlar.
Gelip gidenler Yaşar’a acıdıkları için para
veriler. Yaşar hikâyesini anlatmaya devam eder. Bir gün baba dostunun yanına
gider. O da köyden çocukluk arkadaşı olan Satılmış’ın çok yüksek yerlere
geldiğini, sözünün memleketin her yerinde geçtiğini, ondan yardın istemesi
gerektiğini söyler. Ancak Satılmış köylüleriyle görüşmek istemez. Adını da
köylü adı diyerek beğenmez ve Satı olarak değiştirir.
Yaşar, bin bir uğraştan sonra onunla
görüşmeyi başarır. Satı onu tanımazdan gelir ama Yaşar, köydeki samanlıkta
yaptıklarını anlatmaya başlayınca tanımak zorunda kalır. Yaşar’a “Hamili kart
Yaşar Bey’e lüzumlu sühuletin gösterilmesi ricasıyla” yazılı bir kart verir. Bu
kartı kullanarak istediği yerde iş bulabileceğini söyler. Yaşar’da
çocukluğundan beri müzeleri çok sevmektedir. Müzeye hademe olmak ister. Bunun
için İstanbul’a gider. Bir hana yerleşir. İstanbul’un en büyük müzesine gider.
Müdürle görüşmek ister ama kapıdakiler onu müdür yok diye oyalar.
Bir ay gelip gider müzeye. Elindeki kart
cebine sokup çıkarmaktan iyice yıpranır, yazıları silinir. Kartı müze müdürüne
ulaştırdığında kartta “Kart Yaşar Bey’e Gösterilmesi” yazısı kalır. Yaşar,
müdüre hademe olmak istediğini söyler. Müdür, kartta sadece gösterilmesi
gerektiğini isterse ona müzeyi gezdirebileceğini söyler. Sonuçta Yaşar, bu
girişiminden de başarısız olur. Yaşar Anşe’yi İstanbul’a çağırır. İstanbul’da
zengin bir kadının yanında Anşe’ye hizmetçilik ayarlar. Ancak bütün aramalarına
karşın kendisine iş bulamaz. Kimliği olmadığı için kimse ona iş vermek istemez.
Aradan altı ay geçer. Anşe kazandığı parayı biriktirmiştir. Handan tanıdığı
Salim, ona ortak bir manav açmayı önerir. Anşe’den aldığı paralarla manava
ortak olur. İlk başlarda iyi para kazanırlar. Ancak bir süre sonra ortağı
Yaşar’ı aldatıp kaçar. Dükkânın vergi borçlarını da ödemek Yaşar’a kalır. Vergi
ödeneceği zaman devletin nazarında yine yaşamaktadır.
Hapishane arkadaşları, Karakaplı Nizami Bey’i
bulsaydı başına bu işlerin gelmeyeceğini söylerler. Yaşar, bu adamın kim
olduğunu hiç duymamıştır. Ama bütün hükümlüler onun kim olduğunu bilirler. Onu
bulması için zenginler koğuşuna bakmasını söylerler. Yaşar, ilk başta anlam
vermez.
Bu kadar güçlü bir adamın hapishanede ne işi
vardır. Arkadaşları da onun her yerde olduğunu dikkatli bakması gerektiğini
söylerler. Zenginler koğuşuna giderek oradaki mahkûmları incelemeye başlar.
Orada başından geçen olaylar ona Karakaplı Nizami Bey’in işini bilen, rüşvet
veren, yolsuzluk yapan herkes olduğunu öğrenir. Ancak bunu öğrenmek için de
hapiste kazandığı bütün parayı kaybeder.
Yaşar’ın anlatıcılığı devam etmektedir. Her gece
başına toplanan hükümlülere neler yaşadığını anlatır. İstanbul’da ne yaptıysa
iş bulamaz. İntihar etmeye bile kalkışır ama beceremez. Sonunda işler yolunda
gitmeye başlar. Anşe, onu kendi çalıştığı eve aldırır. Güher Hanım eli açık
birsidir. Her ikisine de iyi para verir. Bir gün kapıya polis gelir. Güher’i
askere alacaklarını söyler. Güher Hanım, yetmiş yaşında bir kadındır. Nasıl
olurda askere alınır? Onunda başına bir nüfus cüzdanı talihsizliği gelmiştir.
Güher Hanım yanlışlığı düzeltmek için aylarca uğraşır. Sağlığı bozulur.
Yaşar’ın da kimliksiz olduğunu öğrenince onu
işten kovar. Biriktirdikleri parayla bir ev kiralarlar. Ev sahipleri Hasan Bey,
çok iyi bir insandır. Ancak onun da başında bir belâ vardır. Karısı kendisini
aldattığını söyleyerek onu mahkemeye vermiştir. İşin aslını sonradan
öğrenirler. Hasan Bey nüfus cüzdanı yeniletmek için nüfus müdürlüğüne
gittiğinde üç çocuğunun daha olduğu anlaşılır. Üstelik çocuklarından biri ondan
büyütür. Karısı da çocukları öğrenince ona dava açar. Hasan Bey de mahkeme
kapılarında perişan olur ve kalp krizi geçirerek ölür. Anşe ile bir çocukları
olunca köylerine dönerler. Yaşar, çocuğuna bir kimlik çıkarmak için hemen nüfus
müdürlüğüne gider. Ancak yaşamayan bir adamın çocuğu olamayacağını söyleyerek
ona da kimlik vermezler. Yaşar da çileden çıkarak önüne kim geldiyse sövmeye
başlar. Sonunda hapse atılır.
Yaşar, hapiste parasız kalınca para
kazanmanın yeni yollarını bulur. Bulduğu yeni yeni yöntemlerle de çok para
kazanır. Tek amacı çıkınca kendisine kimlik almaktır. Bu kimliği de alması çok
basit olacaktır artık. Çünkü hapishane denilen üniversite ona, nasıl Karakaplı
Nizami Bey olacağını öğretir.
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz romanı, başlıklarla birbirinden ayrılan
yirmi bir bölümden oluşur. Roman sondan başlatma tekniği ile kurgulanmıştır.
Tarihlerin yazmadığı bir kaçakçılık başlıklı ilk bölüm, romanda aktarılan
vak’anın son halkasıdır. Bu bölümden sonra tekrar başa dönülerek, Yaşar’ın
hapishaneye düştüğü ilk gün ve başından geçenler anlatılır. Romanın yirmi bir
bölümünün başlıkları şu şekilde sıralanır:
Tarihlerin Yazmadığı Bir Kaçakçılık.
Namuslu Hırsız Hırsızın Malını Çalmaz.
Doğrusunu Yalnız Defter Bilir.
Hem Şehit Hem Asker Kaçağı.
Numarasız Olmaz.
Hepsinin Kapısı Bir Başka Türlü.
Ben O Anten’in Diye Diye.
Karşılama Törenindeki En Büyük Adam.
Davacı Tarafın Gerekli Belgeleri İbrazına.
Altından Değerli Tavsiye Kartı.
Göster Buyurmuşlar Gösterelim.
Karakaplı Nizami Bay Olmasa İşimiz Hepten
Harap.
Göster Kimliğini Al Şapkanı.
Sen Bir Meleksin Şekerim.
Ölsen Ölünmez Yaşasan Yaşanmaz.
Herşeyin Esası Mantık.
Nüfus Kâğıtsız İnsan Sokmam Evime.
Fazladan Üç Çocuk.
Riçırt Reşat Denilen Casus.
Felek Gözün Kör Olsun.
Artık Ona Karakaplı Nizami Bey’in Hiç Gereği
Yok.
Bölümler birbirinden bağımsız küçük hikâyeler
konumundadır. Her bölümde, Yaşar Yaşamaz’ın başından geçen farklı bir olay
anlatılmaktadır. Bölümlerdeki zamanın ve mekânın da farklı olduğu görülür.
Bölümler, parçalar halinde bir bütüne hizmet eder.
Romanın olay örgüsünü, Yaşar Yaşamaz’ın
başından geçen olaylar şekillendirir. Vak’a zincirinin iki farklı kolda
ilerlediği görülür. Birinci kolu, Yaşar’ın hapishanedeki yaşamını, yani anlatı
zamanını oluştururken, ikici kolu, Yaşar’ın hapishaneye düşmeden önceki
yaşantısı oluşturur. Yaşar, romanda aynı zamanda anlatıcı konumundadır.
Başından geçen olayları kendisi aktartır. Yaşar’ın hapishane yaşantısını
anlatmak için de yazar anlatıcı devreye girer. Vak’a halkalarının oluşmasında,
roman kahramanının anlatıcı olarak kullanılması etkili olur.
Olay örgüsünün merkezinde Yaşar Yaşamaz’ın
bürokrasi ile mücadelesi bulunur. İlk iki bölüm giriş niteliğindedir. Sonraki
on sekiz bölüm gelişme, son bölüm ise sonuçtur. Romanın sondan başlaması
okuyucunun ilgisini eser üzerine çeker. Yaşar, devlet kayıtlarına göre
yaşamamaktadır. Nüfus kayıtlarında yapılan bu yanlışlığı düzeltebilmek için
büyük bir mücadeleye başlayan roman kahramanı, bütün girişimlerinde başarısız
olur. Bürokrasi engelini bir türlü aşamaz ve sonunda hapse düşer. Yaşar,
hapishaneye düştükten sonra hem başından geçen olayları anlatır, hem de büyük
bir değişim yaşar. Saf ve dürüst bir insanı, bürokrasinin aşılmaz duvarı ve
hapishane ortamı suçlu olmaya yöneltir. Yaşar’ın hapishane camisinin imamı ile
yaşadıkları, onun değişiminin son noktasıdır. Hapishaneye ilk girdiğinde ürkek
bir delikanlı olan Yaşar, cezası bittiğinde, imamın cübbesinde eroin kaçıracak
kadar uyanık bir suçlu olur.
Yaşar Yaşamaz’ın çevresinde gelişen olaylar,
Aziz Nesin’e eleştiri için malzeme olur. Vak’a zincirinin halkalarını oluşturan
bölümler, kendi başlarına bağımsız küçük hikâyeler oldukları için eleştirinin
farklı noktalara kaymasına zemin hazırlarlar. Bölümlerde aktarılan olaylar
bürokrasinin insan üzerindeki baskısını ve toplumun aksayan yönlerini yansıtır.
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz romanında, birinci ve üçüncü şahıs olmak
üzere iki farklı bakış açısı ve anlatıcı kullanılmıştır. Yaşar’ın hapishanedeki
yaşantısını üçüncü tekil şahıs anlatıcı anlatırken, hapishane öncesi
yaşantısını da Yaşar kendisi anlatır. Çoğul anlatıcının kullanıldığı eserde
bakış açıları da anlatıcının konumuna ve tutumuna göre değişir. Üçüncü tekil
şahıs anlatıcının konumu tanrısaldır. Her şeyi bilme, görme, sezme yeteneğine
sahiptir. Olaylar ve kahramanlar hakkında yorum yapar. Roman kahramanlarının
akıllarından geçenleri, ne düşündüklerini, ne hissettiklerinin bilir ve
okuyucuya aktarır. Zaman zaman eser ile okuyucu arasına girer. Bu giriş,
müdahaleden çok, okuyucuya bilgi verme sınırında kalır:
“Eskiden, yani gençliğinde
hükümlüler için hiç de böyle düşünmüyordu. Yanılıp doğru yoldan sapmış bu
günahlı kulları tövbe istiğfar ettirip, hidayete eriştirebilmek için çok
çalışmıştı. Ama bütün çabalarının boşa gittiğini gördü. Zaman zaman bu günahlı
kullarından kimileri için umutlara kapıldığı olmuştu. (...) İmam kaç kez umuda
kapılmış, arkadan da kaç kez düş kırıklığına uğramıştı. Bunların hepsi de
ruhlarını lâin şeytana teslim etmişlerdi. İmam’ın onları tornadan çıkmış gibi
birbirinin benzeri görmesinin nedeni buydu. ” (s. 9).
Kahraman anlatıcı konumunda bulunan Yaşar’ın
yetkileri, tanrısal konumlu anlatıcı kadar sınırsız değildir. O, gördükleri,
duydukları, yaşadıkları ile yetinmek zorunda kalır. Ancak anlatıcı olarak gayet
başarılıdır. Bu başarısı ona hapishanede ayrıcalıklı bir konum bile sağlar.
Hapishanedeki tutuklular onun anlatışını çok beğenirler ve her akşam başından
geçen olayları anlatmasını isterler:
“Birinci koğuşun ileri
gelenlerinden yaşlıca hırsızlar, Yaşar Yaşamaz’ın başından geçenleri
anlatmasını öyle beğenmişlerdi ki, onun, koğuştan kovdukları anlatıcının yerini
alabileceğini söylüyorlardı. Anlatıcı, eroini çekip yatağına uzanmadan
anlatmazdı. Yaşamaz ondan daha tatlı anlattıktan başka, herkesin ortasında
anlattığından konuşurken yüzü gülüyordu. Üstelik anlattıkları uydurma şeyler
değildi, başından geçmiş kendi gerçek yaşamıydı. ” (s. 39).
Birinci ve ikinci bölümlerde geçen olayları
sadece yazar anlatıcı aktarır. Üçüncü bölümden sonra anlatıcı olarak Yaşar
devreye girer. Her bölümün başında yazar anlatıcı Yaşar’ın hapishanedeki
konumunu ve yaşantısını aktarır, sonra sözü Yaşar’a bırakır:
“Her akşam bu saatte ikinci
kısmın birinci koğuşundakiler Yaşar’ın çevresine toplanırlardı. Yaşar için
başından geçenleri arkadaşlarına anlatmak bir görev olmuştu. Yaşar Yaşamaz öyle
tatlı, öyle meralı anlatıyordu ki, cezaevinde en zor geçirilen bu saatlerin
nasıl geçtiğini Yaşar’ın koğuş arkadaşları anlamıyorlardı bile... Yaşar her
akşam, bir önceki akşam kaldığı yerden serüvenini anlatıyordu. (s. 66).
Yaşar, bir anlatıcı olarak meddah
konumundadır. Anlatısını türkülerle süsler, anlatırken yarım bıraktığı yerleri
bilmesine rağmen, kaldığı yeri arkadaşlarına sorar. Bu yönüyle eserin yapısı,
dili, üslûbu ve anlatıcıları arasında bir bağ kurulur. Yaşar hakkındaki bilgiyi
üçüncü tekil şahıs anlatıcıdan öğreniriz. Yaşar, eğitim almamasına rağmen Allah
vergisi bir yetenekle öyle güzel anlatmaktadır ki, dinleyenleri kendisine
hayran bırakır. Ayrıca anlatıda kullandığı dil halk dilidir. Kendi bilgisi ve
görgüsünün dışına çıkamaz. Olayları kendi bakış açısının elverdiği ölçüde
değerlendirir.
Romanda yazar anlatıcı ile kahraman anlatıcı
arasındaki fark belirgindir. Aziz Nesin bu iki anlatıcı arasındaki geçişleri
gayet başarılı yaparak eserin yapısına zarar vermez. Eserinde “kinaye mesafesine ”174 uyan yazar eserin yapısı ile anlatıcılar arasında bağ kurar.
Romanlarında edebiyatımızın eski anlatı geleneklerinden yararlanan Nesin,
meddah konumunda sunduğu kahraman anlatıcı vasıtasıyla modern roman ile
geleneksel anlatı arasında başarılı bir sentez oluşturur.
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz romanında, anlatı zamanı ile vak’a zamanı kesin çizgilerle
birbirinden ayrılır. Romanın vak’a zincirinin iki farklı kolda ilerlediğini
daha önce de vurgulamıştık. Bu doğal olarak iki farklı zamanı gündeme
getirmektedir. Yaşar, kahraman anlatıcı olarak kendi başından geçen olayları
aktarır. Bu olayların zamanın tam olarak belirlemek mümkün olmasa da romanda
verilen ipuçları sayesinde Yaşar’ın anlattığı vak’anın zamanının kabaca
belirleyebiliriz. Yaşar, yeni alfabenin kabul edildiği yıldan bir yıl sonra
hükümet okuluna kayıt yaptırmak için gider. On iki yaşındadır. (s. 27). Bu bizi
vak’nın başlangıç tarihi olarak 1929 yılına götürür. Hapishaneye düştüğünde ise
otuz yaşındadır. (s. 309). Bu bilgiler ışığında vak’a zamanı 1929- 1947 yılları
arasını kapsar.
Yazar anlatıcının devreye girdiği ve Yaşar’ın
hapishane yaşantısını anlatan vak’a da 1947 yılında gerçekleşir. Yaşar başından
geçen olayları birer gün arayla on yedi günde anlatır. Hapishanedeki hükümlüler
bu anlatı boyunca Yaşar’ın neden hapishaneye düştüğünü bilmezler. Son bölümde Yaşar’ın hapse düşme sebebi anlaşılır ve o
geceden sonra Yaşar başından geçenleri anlatmaz. Son bölümden sonra yazar
anlatıcı özetleme tekniği ile Yaşar’ın hapishanedeki son günlerini aktarır:
“Yaşar başından geçenleri
anlattıktan sonra, artık anlatıcılığını sürdürmedi. Her akşam yemeğinden sonra
birinci koğuşun hükümlüleri, ne yapacaklarını bilmedikleri birkaç saati
zorlukla geçiriyor, bir eksiklik duyuyorlardı. Koğuşa yeni bir anlatıcı gelene
dek, onlarda bu doldurulmayan saatlerin şaşkınlığı sürecekti.
Yaşar Yaşamaz, cezasının
bitimi yaklaştıkça kendini namaza vermişti. Camiden çıkmaz olmuştu. İmamın da
yakınıydı. Onun bu dine bağımlılığı, bir cuma namazında cezaevi imamının
kendisini kovalamasına dek sürdü. Bu olaydan sonra bir daha camiye de gitmedi.
Dört gün sonra da cezasın ı doldurmuş, tahliye edilmişti. ” ( s. 317).
Bu bilgilerden yola çıkarak iki farklı
vak’anın zamanlarını şöyle netleştirebiliriz. Yaşar’ın başından geçen olayları
anlattığı zaman: 1929-1947, yazar anlatıcının Yaşar’ın hapishanede iken
başından geçen olayları anlattığı zaman 1947’dir.
Romanda yazar anlatıcı ile Yaşar’ın
anlatıları eş zamanlı gerçekleşir. Buna göre kitabın anlatma zamanını da 1947
olarak belirleyebiliriz. Romanın yazma zamanı 1977’dir. Yazma zamanı ile
anlatma zaman arasındaki fark eserin ilk olarak 1948 yılında bir radyo oyunu
olarak yazılmasından kaynaklanmaktadır.
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz romanında karşımıza çıkan ilk mekân,
cezaevidir. Cezaevi, anlatının gerçekleştiği yer olarak önemli bir unsura
sahiptir ve Yaşar için adeta bir okul konumundadır. Yaşar cezaevine girdiğinde
çekingen, saf bir delikanlıyken çıktığında bürokrasinin işleyiş düzenini
öğrenmiş, para kazanmanın yolunu bulmuştur. Ondaki değişim olumlu yönde
değildir ancak düzene uymanın, aldatmanın hayatını sürdürmek için geçerli yol
olduğunu kavrar. Hapishanedeki arkadaşları da öğretmenlik görevini yerine
getiriler:
“Eeee, burası cezaevidir
oğlum, boşuna dememmişler buraya hayat üniversitesidir diye... Biz burada ne
Karakaplı Nizami Bey’ler yetiştirmişizdir evelallah...dedi” (s. 358).
Eserde cezaevi çok yönlü olarak tanıtılır.
Hükümlüler gelir durumlarına ya da konumlarına göre çeşitli koğuşlara ayrılırlar.
Yaşar’ın bulunduğu yer, ikinci kısmın birinci koğuşudur. Ayrıca cezaevinde
Âdembaba ve Beyler Boğuşu da bulunur. Âdembaba Koğuşu’nda fakir ve cahil
hükümlüler bulunur. Beyler Koğuşu’nda ise zengin hükümlüler vardır. Toplumda,
maddi konumlara ve kültüre göre oluşan sınıflar cezaevinde de oluşmuştur.
Cezaevine gelen usta anlatıcılar el üstünde tutulurken bu koğuşlarda rağbet
görmezler:
“Anlatıcı bütün
cezaevlerinin en aranan adamıyken, Beyler Koğuşu’ndakilerle Âdembaba
Koğuşu’ndakiler ondan hoşlanmazlardı. Beyler Koğuşu’nun zenginleri, anlatıcıyı
küçümser, onun anlattıklarını beğenmezlerdi. Âdembaba Koğuşu’ndakilerse, onun
anlattıklarını anlayacak durumda bile değillerdi. ” (s. 20).
Cezaevinin oluşturduğu atmosferin, hükümlüler
üzerinde, olumlu ya da olumsuz etkisi büyüktür. Bu atmosferin kendisine özgü
kuralları vardır. Hükümlüler de bu kurallara uyarlar. En zor geçen akşam
saatlerinde mahkûmlar vakit geçirebilmek için kendilerine anlatıcılar seçerler.
Hapishanenin atmosferinden en çok etkilenen kişi Yaşar olur. Para kazanmanın
yolunu bulur. Hapishaneden çıkarken artık zengin ve gözü açık birisidir.
Yaşar’ın anlattığı öykülerde mekânlar
genellikle kapalıdır. Devlet daireleri en çok kullanılan mekânlardır. Bu
mekânların yapısı da Yaşar’ın başından geçen olaylar gibi karmaşık ve içinden
çıkılmazdır. Devlet dairelerinin bu karmaşık düzeni bürokrasinin insanların
önüne çıkardığı engelleri temsil eder. Yaşar, ömrünün çoğunu devlet
dairelerinin içinde geçirir. Bu karmaşık düzen içinden sıyrılamaz ve kimlik alma
uğruna, sonunda hapse düşer. Kapalı mekânlar eser içinde uzun tasvirlerle
tanıtılmazlar. Olay örgüsü içinde Yaşar’ın okuyucuya verdiği kısa bilgilerle bu
mekânları tanırız. Eserde en çok tanıtılan yer Anşe’nin çalıştığı konaktır.
Yaşar bu konağın kendisinde bıraktığı etkiyi şöyle anlatır:
“Dediğini yaptım. İkinci
kata çıktık. Büyükhanımefendi’nin odasına girdik. Allah Allah! Bu nasıl oda
yahu... Padişahların yatak odası gibi desen, padişah odası da böyle olamaz. Bir
masal anlatılmış da ben de o masalın içine düşmüşüm gibi... Duvarlar, kapılar yaldızlı
boyalı ya, tavanlar da yaldızlı ve boyalı. ” (s. 234).
Bunların dışında romanda vak’anın geçtiği yer
olarak belirtilen ve kahramanlar üzerinde çok etkisi olamayan açık ve kapalı
mekânlar dekoratif konumdadırlar. İstanbul’daki müze, tren garı, minibüs
durakları, Satı Bey’in bürosu romandaki diğer mekânlardır.
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz romanının, sayı bakımından geniş bir şahıs
kadrosuna sahip olduğu görülür. Ancak bu genişliğe rağmen eser bir kişinin
etrafında şekillenen olaylarla vücut bulur. Eserin en önemli kişisi anlatıcı
olarak da ön plana çıkan Yaşar’dır.
Yaşar, eserde baş şahıs konumundadır. Bütün
olaylar onun çevresinde şekillenir. Çoklu bakış açısıyla aktarılan romanda
anlatıcı olarak da kendisini gösterir. Yaşar’ın anılarını anlattığı bölümler
onun bakış açısı, bilgisi ve kültürü dâhilinde aktarılır. Yaşar’ı romanda üç
şekilde tanıma imkânı buluruz. Onu, vak’a zincirleri içindeki davranışları,
hapishane mahkûmları ve yazar anlatıcı bize tanıtır.
Yazar anlatıcı, Yaşar hakkındaki
düşüncelerini bazen objektif, bazen de yanlı olarak
aktarır:
“Karantina koğuşu tıklım
tıklım dolu olduğu için, o gün adliyede tutuklanıp akşamleyin cezaevine
gönderilenleri doğrudan koğuşlara dağıtmak zorunda kaldılar. Birinci koğuştaki
boş yere, kara kuru, ufarak tefek bir delikanlı geldi. Ürkek ürkek koğuşuna
adım atan bu delikanlı başını yerden kaldırmadan kapı ağzında dikilip
duruyordu. ” (s.26).
Hapishanedeki tutuklular ilk gördüklerinde
Yaşar’a acırlar. Ancak gelişinden pek de memnun kalmamışlardır:
“-Tüüü... Ulan
Yarımporsiyon Osman, vere vere bu zibidiyi mi verdim bizim koğuşa
be...
—Baksana, herifin yatağı
yorganı bile yok...
—Böylesini Beyler Koğuşu
’na verecek değiller ya...
—Suratına bile bakan yok
garibin...
—İyi birini ver dedik bizim
koğuşa ya, Yarımporsiyon inat olsun diye bu zibidiyi verdi.
(s. 29).
Yaşar başından geçen olayları koğuş
arkadaşlarına anlatmaya başlayınca ilgi çeker. Anlattıkları çok önemli olmasa
da çok iyi bir anlatıcıdır. Bu sayede de mahkumların sevgisini kazanır.
“Sekiz eski hükümlü, Yaşar
Yaşamaz’ın çevresini almışlardı. Ötekiler de biraz daha uzaktan Yaşar’ın
anlattıklarını dinliyorlardı. Yaşar Yaşmaz adlı o sümsük sünepenin anlattıkları
önemli değildi ama, anlatışı çok ilgi çekiciydi. Anlattıklarını merakla
dinletebiliyordu” (s. 28).
“Yaşar Yaşamaz, cezaevine
ilk düşmüştü. Bu denli iyi karşılanacağını hiç ummamıştı. Koğuşa girinceye dek
herkes ona çok sert davrandığından, çok ürkekti. Yatağı, bavulu, eşyası
olmadığı için koğuştakiler ilkin onunla alay etmişler, ama başından geçenleri
anlattıktan sonra ona acımışlar, sonra da hemen kaynaşmışlardı. ” (s. 39).
Yaşar, düşünceleri ve davranışları ile ne
kadar saf olduğunu kanıtlar. Hapishanedeki arkadaşları ona sürekli Karakaplı
Nizami Bey’e neden gitmediğini sorarlar:
“Karakaplı Nizami Bey her
kim ise, Yaşar, herkesin onu tanıması gerektiğini sanmıştı. Kakakaplı Nizami
Bey ’i tanımamak ayıp olurdu. Denek, bir tek kendisi tanımıyordu. Bu denli
büyük bir bilgisizliği ortaya çıkmasın diye, Karakaplı Nizami Bey’in kim
olduğunu da sorup kurcalamıyordu. Belki, büyük bir devlet adamıydı, belki
zengin bir iyilikseverdi. ” (s. 39).
Zamanla Yaşar’ın cezaevinde büyük bir değişim
gösterdiğini görürüz. Anlatıcı olması ve arkadaşları tarafından sevilmesi onu
ayrıcalıklı kılar. Arkadaşları aralarında topladıkları paraları ona vermeye
başlarlar. Durumu gün geçtikçe iyiye gider. Arkadaşları da onun değiştiğinin
farkındadır. O mahcup, çekingen delikanlı gitmiş, yerine gözü açık, kendine
güvenen biri gelmiştir. Yaşar, sadece para kazanmak için anlatıcılık yapmaz. O
içini dökerek rahatlamaktadır. Anlatıcılığını saz çalarak da süsler:
“Yaşar derdini dökmek için
başından geçenleri anlatmadığı zamanlar, sazını söyletir, saz çalarak, türkü
çığırarak avunurdu. Onun türkülerinin çoğu bilinen türkülerden değildi. Çünkü
türkülerin sözlerini kendi düzer, ezgisini de kendi bağlardı. Sazı,
yalnızlığının tek arkadaşıydı. Onu telleriyle konuşan canlı yaratık olarak
görürdü. " (s. 113).
Yaşar, eserde sazıyla sözüyle tam bir meddah
konumundadır. Onun anlatıcılığı sürekli ön plâna çıkartılır. Anlatısını çoğu
zaman küçük anlatıcılık oyunları ile süsler. Dinleyenlerin ilgisini çeker ve
dikkatlerini ölçer. Anlattıklarının nerede kaldığını bilmesine rağmen
dinleyicilerine sorar.
Cezaevinin ortamının Yaşar üzerinde çok büyük
etkisi olur. Orada çok şey öğrenir. Arkadaşlarının Karakaplı Nizami Bey
dediklerinin kim olduğunu da kavrar. Mahkûmiyetinin son günlerinde Yaşar’ın
gözü açılmıştır. Para kazanmak için çeşitli yollar bulur ve çok da para
kazanır. Bu değişim Yaşar’ın hem düşüncelerini hem de fizikî yapısını etkiler:
“Cezaevinden çıkarken Yaşar
Yaşamaz’ın kılığı bütün hükümlüleri şaşırttı. Tahliye olacağı gün öyle
şıklaşmıştı ki cezaevinin müdürü, memurları da içinde, cezaevinde onun kadar
şık giyimli hiç kimse yoktu. O güne dek, cezaevine ilk geldiği günkü gibi,
nerdeyse Âdembaba Koğuşu’na atılacak kılıkta giyinen Yaşar, birdenbire defileye
çıkmış mankene dönmüştü. Parmağına, kocaman bir şövalye takmıştı. Giysisi
yepyeni, boyunbağı pırıl pırıl, ayakkabısı gıcırgıcırdı. " (s. 311).
Romanın sonunda Yaşar, Karakaplı Nizami Bey
denilen sembolik kişinin kendisi olmuştur. Artık oda bürokrasinin kurallarına
uyacak, rüşvet verecek, kazandığı parayla çevresindekilere hükmetmeye
çalışacaktır.
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz romanında, sosyal ve kişisel eleştiriyi
vurgulamak için çeşitli şahıslar kullanılır. Cezaevindeki şahıslar işledikleri
suça ya da fiziksel özelliklerine göre tanıtılırlar. İsimleri belirtilmemiş
olsa da bir zümrenin elemanları olarak önemli role sahiptirler.
Cezaevindekiler, mahkûmların en yaşlısı, en genci, en usta hırsızı gibi
sıfatlarla tanıtılırlar. Cezaevine en son kolonyacı olarak biline bir mahkûm
gelir. Bir kansı ve metresi vardır. Bu iki kadını geçindirebilmek için
kolonyadan yaptığı votkaları satar:
“Kolonyacı dedikleri, üzgün
mü, kızgın mı, düşünceli mi, sevinçli mi olduğu anlaşılmayan, yüzünün anlamı
belirsiz biriydi. Sanki soygunda tanınmasın diye yüzüne kadın çorabı geçirmiş
gibiydi. Boynuna sarılanlara, öpenlere de yüz vermiyordu... ” (s. 255).
Mahkûmlar yaptıkları işle tanıtılırlar ve
adlandırılırlar: Maltızcı, izmaritçi, dilekçeci, heykelci gibi. Maltızcı bulduğu
tenekelerle mangal, ocak yaparak para kazanır. Dilekçeci tutukluların mahkeme
dilekçelerini yazar. Heykelci ekmek hamurlarından yapılmış heykelleri satar.
İzmaritçi izmarit toplayıp tütünlerinden esrar sarar:
“İzmaritçi izmarit
toplamakta büyük ustaydı. Çünkü yalnız cezaevinde değil, dışarıda da yıllardan
beri bu işi yapıyordu. Yaşı elliye yakındı, yani aşağı yukarı yarım yüzyıllık
serseriydi. Çok gururlu olduğunda yerden izmaritleri almak için eğilmez, ucunda
sivri çivi bulunan bastonla alırdı. Ucu sivri bastonu, sanki av tüfeğiymiş ya
da oltaymış gibi kullanır, balık avlar gibi, bastonuyla yerden izmariti
kaldırır alırdı. ” (s. 253).
Cezaevindeki en ilginç tip Yarımporsiyon
denilen gardiyandır:
“Eğri büğrü, yamuk yumuk, üstelik
de ufak tefek bir adam olduğu için, hükümlülerin Yarımporsiyon diye ad
taktıkları gardiyan, düdüğü ağzına aldı mı, şişinir de şişinirdi. ” (s. 23).
Yarımporsiyon denilen gardiyan bu işi zevkle
yapar. Çünkü kendisini insanlardan üstün görmesini sağlayacak tek iş budur:
“Bu Yarımporsiyon,
hükümlülere ‘içeri! ’ diye bağırırken, görevini yapmaktan çok öte bir mutluluk
duyuyordu. Düdük öttürürken ya da içeri diye bağırırken, ayaklarının ucunda
yükselerek kısa boyunu uzatmaya çalışması, eğri büğrü gövdesini kabartması,
şişmesi, biçimi bozuk kafasını yana yatırıp da çalkalanması, uzun boylu
hükümlülere bile yukardan bakmaya çalışması, onu mutlandırıyordu. Onca
hükümlüyü, düdük öttürüp, içeri diye bağırıp, koğuşlara tıkıyordu; onun için
bundan daha büyük nasıl bir mutluluk olabilirdi. ” (s. 158).
Romanda Yaşar’dan başka şahısların başından
geçen olayların anlatıldığı bölümler de vardır. Herşeyin Esası Mantık, Nüfus
Kâğıtsız İnsan Sokmam Evime, Fazladan Üç Çocuk, Riçırt Reşat Denilen Casus adlı
bölümler şahıslar üzerine kurgulanmıştır. Herşeyin Esası Mantık bölümünde
devlet dairesine benzeyen bir yerin müdürü konu edinilir. Dolandırıcı bir
yönetici olan müdür işlerini saçma bir mantığa bağlamaya çalışan bir tiptir.
Nüfus Kâğıtsız İnsan Sokmam Evime başlıklı bölümde, Anşe’nin çalıştığı evin
sahibi Güher Hanım’ın başından geçen olaylar anlatılır. Güher Hanım, zengin,
yaşlı ve çok kilolu bir kadındır. Nüfus Müdürlüğü’nde yapılan yanlışlıktan
dolayı askere alınmaya çalışılır. Çok zengin, tanınan güçlü bir insan olmasına
karşın, bürokrasinin getirdiği engelleri aşmak için sağlığını yitirir. Fazladan
Üç Çocuk başlıklı bölümde, Hasan Öğüt adlı adamın öyküsü anlatılır. O da Nüfus
Müdürlüğü’nün kurbanı olur. Kaybettiği kimliğini çıkarmak için uğraşırken
memurlar kayıtlarda üç çocuğunun daha olduğu söylerler. Hasan Öğüt, seksen iki
yaşında bir ihtiyardır. (s. 260). Ona ait olduğu söylene çocuklardan biri iki
yaşındadır, biri de Hasan Öğüt’ten üç yaş büyüktür. Ne yaptıysa bu çocukların
kendisine ait olamadığını anlatamaz ve mahkeme koridorlarında kalp krizi
geçirerek ölür.
Karakaplı Nizami Bey, romanın sembolik
kişisidir. Yaşar, Nizami Bey’in kim olduğunu ilk başlarda bilmese de sonraları
öğrenir. Hatta bu sembolik kişinin kimliğine bürünür. Karakaplı Nizami Bey,
toplum içinde rüşvet ve iltimasla bütün kuralların üzerinde yaşayan tipleri
sembolize eder. Romanda, mahkûmlar sık sık Nizami Bey’e göndermelerde
bulunurlar. Yaşar’a işlerini halledebilmek için neden Nizami Bay’e gitmediğini
sorarak onun saflığıyla alay ederler:
“Bu memlekette, Allah’a çok
şükür Karakaplı Nizami Bey varken, bir tek numara için çekilir mi bunca
sıkıntı, dedi, git Nizami Bey’e, sana istediğin numarayı versin... Onda numara
çoook, numaranın türlüsü var; o kadar çok ki, dünyanın en zengin numara
koleksiyonu onda. " (s. 58).
Bunların dışında Yaşar’ın babası, nişanlısı
Anşe, Satı Bey, parti yöneticileri, Anşe’nin babası, şef garson, minibüs
şoförleri, devlet dairelerindeki memurlar, nüfus müdürü, müze müdürü, müzedeki
görevliler, mahkeme başkanı, yüzbaşı gibi şahıslar, Yaşar’ın etrafında figüran
ya da yardımcı şahıs olarak şekillenirler.
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz romanı, ismini Yaşar Yaşamaz adlı roman
kahramanından alır. Yaşar’ın etrafında biçimlenen olaylarla bir eleştiri romanı
olarak tasarlanmış kitapta, eleştirinin merkezinde ağır işleyen devlet
mekanizması bulunur. İnsanların hayatlarını kolaylaştıracak, daha iyi bir
toplum içinde yaşamasını sağlayacak kurallar, aksine yaşamı çekilmez bir hale
getirir. Bürokrasinin insanların önüne çıkardığı engeller, ağır işleyen devlet
kurumları ve bu kurumlara bağlı memurlar, mizahi üslûbla eleştirilir.
Yaşar, kimlik almak için gittiğinde nüfus
müdürlüğünün memurları onun ölü olduğunu söyleyerek kimlik vermek istemezler.
Onlar için önlemli olan defterde yazılı bilgilerdir. Çözüm aramak yerine suçu
deftere atamayı tercih ederler:
“Memur, ‘ defter yalan
söylemez!’ dedi. Burada nasıl yazıyorsa öyledir. Yok sizi başka bir hesabınız
varsa onu bilmem. ”
(■■■)
“Gülümsemelerden memur
yelkenleri suya indirmişti. ‘Defter öyle gösteriyor ben ne yapayım?’ diye
yakındı.
Defterde öyle yazıyorsa ne
olacak şimdi?
Memur gene ‘ben defterin
yalancısıyım!’ dedi. ” (s. 35).
Memurlara yönelik en yüksek eleştiri “Ben O
Ayten’in Diye Diye” başlıklı bölümde bulunur. Yaşar, numara alabilmek için
dairede oradan oraya koştururken memurlar umursamazdır. Herkes işi başka bir
memura havale eder ya da Yaşar’la hiç ilgilenmez:
“Ertesi sabah ağbiler, o
eksik numarayı almak için gideceğim daireye erkenden damladım. Numarayı nerden
alacağım diye sordum ona buna. Bir geniş salonda çalışan iki kadın gösterdiler.
Yani çalışan dersem, sözün gelişi... Yan yana iki masaya oturmuşlar. Biri, iki
elini arasına bir yün çile germiş, öbürüde çileyi sağıp yumak sarıyor. Biyandan
da çiklet çiğneyip konuşuyorlar. Benim işim çok acele. O gün numarayı alıp
öteki dairedeki memura da evrakı imzalatamazsam miras alacağım para duyuna
kalıyormuş ki, para yanarmış... İşim acele ama, ellerindeki işler, ağızlarındaki
söyleyişler bitmeden araya girmek istemediğimden karşılarında bekliyorum ki,
ikisinden biri, ne istediğimi, ne beklediğimi, kendiliğinden sorsun... Hiç oralı değiller... Karşılarında dikilmiş
durduğumdan, ister istemez konuşmalarını duyuyorum. ” (s. 66).
Hastanelerdeki doktorlar (s. 84- 86), müze
müdürü (s.128-130), kapıcılar ( s.143), ordu görevlileri ( s. 39- 41) gibi
devletin çeşitli kurumlarında çalışan memurlar devletin hantal düzeni içinde
eleştirilirler. Eleştirilen konuların başında, adam kayırma, rüşvet ve iltimas
gelir. Halk, rüşvete karşı çıkmak yerine vermek için birbiri ile yarışır.
Vatandaşların kurulan düzeni yıkmak yerine düzene uymaktan başka çaresi yoktur.
Aziz Nesin, eleştirilerini yaparken toplumun
içinde bulunduğu durum hakkında da kesin tespitler yapar:
“Yahu bir garip odacı, bana
nerden, nasıl iş bulabilir! dedim.
Hemşerim güldü. Odacı deyip
geçmemeliymiş. Böyle işlerde odacı memurlardan da müdürden de önde gelirmiş.
Çünkü odacının aylık kazancı müdürden yüksekmiş... ”
Birçok romanda olduğu gibi bu romanda da
devlet yöneticileri ve siyasi parti başkanları eleştirilir. Bu eleştirinin en
yoğun olduğu bölüm, Karşılama Törenindeki En Büyük Adam başlıklı bölümdür. Bu
bölümde gülmece de en üst düzeye çıkar. Yaşar’ın ve diğer partililerin düştüğü
durumla alay edilir. Vatandaşlar, siyasi partiyi ya da liderini desteklemek
için değil, para almak için karşılama törenine giderler. Çünkü en çok
tezahüratı yapana, en çok alkışlayana ve tek başına bir yöneticiyi omzuna alıp
taşıyana para verilmektedir.
Romanda öne çıkan mizah türü, durum
mizahıdır. Yaşar’ın saflığından dolayı düştüğü gülünç durumlar, ya da halkın
tepkisi mizah malzemesi olarak kullanılır. Hepsinin Kapısı Bir Başka Türlü
başlıklı bölümde halkın davranışları ve birbirlerini zor duruma düşürmek için
adeta yarış içinde olmaları, okuyucuyu gülümsetir.
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz romanı içinde barındırdığı toplumsal
eleştiri ve mizahi güçle diğer romanlardan farklı bir konuma sahiptir.
Eleştiriyi şekillendirecek olaylar ustaca kurgulanmıştır. Rüşvet gibi evrensel
bir konu çeşitli mizah oyunları ile başarılı bir şekilde işlenir. Yaşar, sadece
bir roman kahramanı olarak değil günümüzde de yaşayan sembolik bir tip olarak
okuyucuya sunulur.