Hocaefendi’nin Sandukası Romanının Postmodern Tahlili
Hocaefendi'nin
Sandukası,
alt ve üst katmanlardan oluşan yapısı ile dikkati çeker. Esas olarak günümüzde
yaşanan ilerici- gerici fikir çatışmalarına göndermeler yapar. Ancak üst metin
noktasında okuru çeşitli sürprizler bekler.
Hocaefendi'nin
Sandukası romanında soğuk bir kış günü Beyazıt
sahaflarda üç yazar tesadüfen karşılaşır. Bu yazarlardan biri Emre Kongar,
diğer ikisi de Umberto Eco ve Orhan Pamuk’tur. Dükkânın sahibi de yazarın yakın
bir dostudur ve sabah kapının önüne bırakılmış bazı el yazmaları bulmuştur.
Kolinin içindeki el yazmalarının bir kısmı Latince, bir kısmı da Osmanlıca’dır.
Orhan Pamuk, babası tarih profesörü olduğundan Osmanlıca’yı iyi derecede bilen
bir kişi olarak bu yazmaların bir kısmını edinmiş, geri kalanını Emre Kongar ve
Latinceleri de Umberto Eco almıştır. İlerleyen zamanlarda bu yazmaların her
biri edebiyat dünyasında ses getiren eserler olmuştur: Gülün Adı,
Beyaz Kale
ve Hocaefendi’nin
Sandukası.
Hocaefendi'nin
Sandukası romanındaki bu başarılı üstkurmaca metinle başlayan
anlatı, yazarın yakın dostu bir sahaftan aldığı el yazması ile üzerine
kurgulanır. Anlatı bu yazmadan bize aktarılan sürükleyici bir maceradır. Kitap
Fatih Sultan Mehmet döneminin İstanbul’unda kurulan gizli bir öğrenci örgütünün
hikâyesi ile saraya doktor görünümü ile giren ve padişahın güvenini kazandıktan
sonra onu zehirlemeye çalışan, kullandığı zehir ilaçlarını da bir türlü
açılamayan bir sandukada saklayan Giftos Karpantiye’nin serüvenini
anlatmaktadır.
Hocaefendi'nin
Sandukası
Türk edebiyatında postmodern algının yerleşmeye başladığı dönemlerde ortaya
konulmuştur. Söylemin çoğu özelliğini taşıması adına önem arz etmektedir. Bu
açıdan bakacak olursak Emre Kongar’ın anlatısında ilk dikkati çeken husus
üstkurmacadır.
Yukarıda da
kısaca özetlediğimiz üzere, Emre Kongar’ın arkadaşının sahaf dükkânında bir el
yazması bulması ve olayların buradan takip edilmesi, anlatının anlatısını
vermek bağlamında bir üstkurmacadır. Üstelik bunun eserin başında “Romanın
Öyküsü” başlığı ile verilmesi açıkça durumu izah etmektedir.
Hocaefendi'nin
Sandukası
romanında yazarın kurgusuna göre, d’Abussion de Calevela’nın mektuplarının
düzenlenmiş şekli olan bu el yazması, anlatıcı tarafından günümüz Türkçesine
aktarılacaktır. Konuyla ilgili olarak “Her neyse, d’Abussion de Calevela’nın
raporlarını elimden geldiğince derledim, topladım, düzenledim... Ama hiçbir şey
eklemedim, sadece bazı bölümleri çıkardım, o kadar. Bazı mektupların başına
koyduğum kendi yorumlarımı ise metinden ayırmak için italikle belirttim ve
imzamı attım.” (s. 19) diyen yazar, okuru üstkurmacanın gerçekliğine inandırır.
Hocaefendi'nin
Sandukası romanında her bölümün başında yazar tarafından konulan açıklama
metinleri okura birebir seslenme bağlamında üstkurmacadır. “Bu mektup-rapordaki
‘aşk büyüsünü’ bizim komşu Zehra hanım uyguladı. ‘İnanın ki yüzde yüz olumlu
sonuç veriyor’ diyor. Günahı vebali söyleyenin boynuna. Ben yalnız aktarıyorum.”
(s. 61) “Bu mektup-rapor teknik açıdan çok büyük önem taşıyor. d’Abussion de
Calevela ilk ve son kez mektubun ortasına (hem de hiç gerekli olmadığı halde)
d’A. de Cal. diye dipnot düşmüş. Herhalde Avrupa siyasetini İngiliz
Efendilerine özetlerken, Raşid’in serüvenlerinden kopmadığını kanıtlamak
istemiş olsa gerek. Kronolojiye meraklı olan okuyucu, isterse bu rapordan önce,
otuzuncu raporun zaman içindeki devamı olan birinci mektup-raporu yeniden
okuyabilir.” (s. 140) gibi örnekler bu durumu belirlememize yardımcı
olmaktadır.
Hocaefendi'nin
Sandukası romanında anlatıda yer alan “Bu mektubun
yerinin burası olduğunu başlığından anladım. Fakat mektubun sonunun olmayışı
pek çok ayrıntıyı tarihin karanlıklarında bırakıyor. Gerisi okuyucunun hayal
gücüne kalmış artık.” (s.74) gibi ifadelerle gerçek-hayal çatışması oluşturan
sanatçı bazen de olayların el yazması metinde kronolojik ve gerçekçi
anlatılmadığına değinerek realiteyi zorlar:
“Bu satırlardan
Dilruba’nın hiç yaşlanmadığı anlaşılıyor.
Oysa ilk mektuptan bu yana 15-20 yıl
geçmiş olduğu belli. Mahmud Paşa’nın sadrazamlığından, Karamanlı Mehmet
Paşa’nın sadrazamlığına geçmiş olan Osmanlı’da zaman akıyor, ama Dilruba hala
‘delikanlı’. d’Abussion de Calevela’nın ‘çizgi romansal’ biçimde hiç
yaşlanmayan ‘kahramanları’nın en önemli göstergesi Raşid’in dinamizmi ile
Dilruba’nın zaptedilmez dişiliği.” (s. 82)
Hocaefendi’nin Sandukası romanında okuru
gerçekliğe inandırabilmek için bütün imkânları seferber eden anlatıcı, metinde
Fatih Sultan Mehmet’in karşısında yapılan bir tartışma ortamında aktarılan bir
bilgi hakkında şu dipnotu düşer: “Sakın buradaki tartışmayı, İstanbul’un Fethi
sırasında Ortodoksların ‘melekler erkek midir, dişi midir?’ münakaşasına
benzetmeyin. İbn-i Rüşd ile Gazzali arasındaki fikir tartışması için bkz. İbn
Rüşd’ün Metafiziği ile Gazzali Metafiziğinin Karşılaştırılması, İsmail Agâh
Çarıkçı, M. E. B. 1001 Temel Eser, No: 1941, İstanbul, 1976. Bu tartışma
felsefedeki ontoloji (varlık) sorununun esasına ilişkindir.” (s. 55) Aslında
Kongar’ın okurla oyun oynadığı bu kısımda bahsedilen eser, Süleyman HayriBolay’ın Aristo
Metafiziği ile Gazzali Metafiziğinin Karşılaştırılması (1980) adlı
çalışmasıdır. Sanatçının verdiği künye bilgileri kısmen uydurmadır.
Hocaefendi’nin Sandukası romanının en önemli
özelliklerinden birisi de kuşkusuz kurgusunun güçlü olmasıdır ki bu, esere
önemli bir “gerçeklik” kazandırmıştır. Bu “gerçeklik”, kaynağını, anlatının
analitik yönteme göre hazırlanmış olmasından almaktadır.
Hocaefendi’nin Sandukası âdeta, cevap
anahtarına göre hazırlanmış test sınavı gibidir. Özellikle eserin sonuna
eklenen “Tepkiler” bölümü okuru metnin gerçekliğine inandırır.
Hocaefendi'nin
Sandukası
tarihî bir meselenin yeniden, ironik bir şekilde ele alınmasını içeren yöntemi
içerir. Bu yöntem Yazar tarafından başarı ile uygulanır. Yazar, Beyazıt
Sahaflar Çarşısında Elif Kitabevi’nde rastladığı d’Abussion de Calevela’nın el
yazması metnine tarihin romanını yüklerken, anlatının tarihî kısmını kendisi
bir anlatıcı olarak gerçekleştirir. Eserdeki bu uygulama, okuyucunun her şeyi
kendisinden önce bilen yazarı, okuduğu metnin içinde hissetmeme arzusunun bir
sonucudur. Fakat yazar, okuyucunun bu isteklerine karşılık en ince noktasına
kadar yine kendisinin kurguladığı başka bir yapı unsurunu geliştirir. Ve
aslında anlatının dışına hiç çıkmaz, metinde her şeyi belirler. Diğer yandan bu
uygulama tarih-roman ilişkileri içerisinde her zaman var olmuş
tarih-roman-gerçeklik üçlemesinden kaynaklanan “Ne kadar gerçek?” gibi sorulara
karşı da bir savunma biçimidir. Yazar, önceden yazılmış bir metni, üstelik de
tarihle bilimsel anlamda ilgilenen kişileri eliyle sunarak aradan çekilir ve bu
türden sorularla muhatap olmaz.
Hocaefendi'nin
Sandukası romanında kütüphane ve bazı araştırmacı isimleri de verilerek
okuyucuda gerçeklik duygusu oluşturulmuştur. Bu gerçeklik duygusunu oluşturan Kongar, yazmanın d’Abusion de Calevela isimli
bir İspanyol Yahudisinin Raşid adlı genç bir öğrencinin ağzından yazdığı bir
vakayiname olduğunu tahmin eder. Fakat şüpheleri vardır. Sonra Calevela’nın
İngiliz Casusu Lawrence’ın torunu olduğunu, onun başka bir anlatıcı kullanarak
üstelik eserini Osmanlı alfabesiyle yazarak kendisini gizlediğini ve bütün
bunların birer mektup/rapor olduğunu düşünür. Üzerinde herhangi bir tarih,
numara vb. taşımayan bu mektupları kendince bir sıraya dizdiğini belirten Emre
Kongar, postmodernizmin
çoğulculuk
ilkesine uyarak okuyucuya başka alternatifler de önerir ve onun okuma alanını
genişletir.
Hocaefendi'nin
Sandukası
romanında Kongar, metinlerarasılık bağlamında postmodern söylemin imkânlarını
kullanarak kurmuştur.
Öncelikle
eserde genellikle parodi ve pastiş bağlamında Keykâvus’un Kabusname (1082) adlı
nasihatnamesine gönderme yapılmıştır. Ayrıca Ziya Gökalp’ın Kızıl Elma’sına da
bu anlamda bir atıf yapılmıştır. Karamanlı’nın “Kızılelma’yı yüzlerce yıl öteye
tehir ettik evlat.”(s. 146) deyişi buna örnek olarak verilebilir.
Hocaefendi'nin
Sandukası
romanının anlatısında yer alan bir diğer
ilginç gönderme de Hurufilikteki “Vahdet-i Hurûf” düşüncesine yapılmıştır.
Kongar, eserde “Bak kardeşim: Allah kelimesinde kaç harf var? Beş. Bu harflerin
her birini ayrı imlalarla yazarsan kaç harf meydana çıkar? On dört. Peki,
Peygamber Efendimizin adı, yani Muhammed, harflerin m h mm ve d biçimde
yazılmaları sonunda yine bu 14 harfe varmaz mı? Peki iki on dört birleşince kaç
eder? Yirmisekiz. İşte sana kelimeyi şahadet.” (s. 42) Anlatıcının esere
yansıttığı ve karşı taraf için bir sapıklık olarak addedilen mesele, Kongar’ın
ifade ettiği gibi Müslümanlıkta var olan bir düşünce değildir. Hurufilerin
inanışında yer alan bu mantık, esere farklı bir algılama ile yerleştirilmiştir.
Yukarıda belirtilen
özelliklerin dışında pop-art (s. 65, 105), ironi (s. 32, 39, ) ve kolaj (s. 87,
119, 122) gibi postmodern söylemin diğer yönlerini de içeren Hocaefendi’nin
Sandukası,
her ne kadar tarihî meselelerde subjektif yorumlarıyla dikkati çekse de kurgusu
yönüyle başarılı bir postmodern anlatı sayılabilir.