Hocaefendi’nin Sandukası Romanının Postmodern Tahlili - Edebiyat Araştırmaları
Son Başlıklar
Loading...

21 Şubat 2022 Pazartesi

Hocaefendi’nin Sandukası Romanının Postmodern Tahlili



Hocaefendi'nin Sandukası, alt ve üst katmanlardan oluşan yapısı ile dikkati çeker. Esas olarak günümüzde yaşanan ilerici- gerici fikir çatışmalarına göndermeler yapar. Ancak üst metin noktasında okuru çeşitli sürprizler bekler.

Hocaefendi'nin Sandukası  romanında soğuk bir kış günü Beyazıt sahaflarda üç yazar tesadüfen karşılaşır. Bu yazarlardan biri Emre Kongar, diğer ikisi de Umberto Eco ve Orhan Pamuk’tur. Dükkânın sahibi de yazarın yakın bir dostudur ve sabah kapının önüne bırakılmış bazı el yazmaları bulmuştur. Kolinin içindeki el yazmalarının bir kısmı Latince, bir kısmı da Osmanlıca’dır. Orhan Pamuk, babası tarih profesörü olduğundan Osmanlıca’yı iyi derecede bilen bir kişi olarak bu yazmaların bir kısmını edinmiş, geri kalanını Emre Kongar ve Latinceleri de Umberto Eco almıştır. İlerleyen zamanlarda bu yazmaların her biri edebiyat dünyasında ses getiren eserler olmuştur: Gülün Adı, Beyaz Kale ve Hocaefendi’nin Sandukası.

Hocaefendi'nin Sandukası romanındaki bu başarılı üstkurmaca metinle başlayan anlatı, yazarın yakın dostu bir sahaftan aldığı el yazması ile üzerine kurgulanır. Anlatı bu yazmadan bize aktarılan sürükleyici bir maceradır. Kitap Fatih Sultan Mehmet döneminin İstanbul’unda kurulan gizli bir öğrenci örgütünün hikâyesi ile saraya doktor görünümü ile giren ve padişahın güvenini kazandıktan sonra onu zehirlemeye çalışan, kullandığı zehir ilaçlarını da bir türlü açılamayan bir sandukada saklayan Giftos Karpantiye’nin serüvenini anlatmaktadır.

Hocaefendi'nin Sandukası Türk edebiyatında postmodern algının yerleşmeye başladığı dönemlerde ortaya konulmuştur. Söylemin çoğu özelliğini taşıması adına önem arz etmektedir. Bu açıdan bakacak olursak Emre Kongar’ın anlatısında ilk dikkati çeken husus üstkurmacadır.

Yukarıda da kısaca özetlediğimiz üzere, Emre Kongar’ın arkadaşının sahaf dükkânında bir el yazması bulması ve olayların buradan takip edilmesi, anlatının anlatısını vermek bağlamında bir üstkurmacadır. Üstelik bunun eserin başında “Romanın Öyküsü” başlığı ile verilmesi açıkça durumu izah etmektedir.

Hocaefendi'nin Sandukası romanında yazarın kurgusuna göre, d’Abussion de Calevela’nın mektuplarının düzenlenmiş şekli olan bu el yazması, anlatıcı tarafından günümüz Türkçesine aktarılacaktır. Konuyla ilgili olarak “Her neyse, d’Abussion de Calevela’nın raporlarını elimden geldiğince derledim, topladım, düzenledim... Ama hiçbir şey eklemedim, sadece bazı bölümleri çıkardım, o kadar. Bazı mektupların başına koyduğum kendi yorumlarımı ise metinden ayırmak için italikle belirttim ve imzamı attım.” (s. 19) diyen yazar, okuru üstkurmacanın gerçekliğine inandırır.

Hocaefendi'nin Sandukası romanında her bölümün başında yazar tarafından konulan açıklama metinleri okura birebir seslenme bağlamında üstkurmacadır. “Bu mektup-rapordaki ‘aşk büyüsünü’ bizim komşu Zehra hanım uyguladı. ‘İnanın ki yüzde yüz olumlu sonuç veriyor’ diyor. Günahı vebali söyleyenin boynuna. Ben yalnız aktarıyorum.” (s. 61) “Bu mektup-rapor teknik açıdan çok büyük önem taşıyor. d’Abussion de Calevela ilk ve son kez mektubun ortasına (hem de hiç gerekli olmadığı halde) d’A. de Cal. diye dipnot düşmüş. Herhalde Avrupa siyasetini İngiliz Efendilerine özetlerken, Raşid’in serüvenlerinden kopmadığını kanıtlamak istemiş olsa gerek. Kronolojiye meraklı olan okuyucu, isterse bu rapordan önce, otuzuncu raporun zaman içindeki devamı olan birinci mektup-raporu yeniden okuyabilir.” (s. 140) gibi örnekler bu durumu belirlememize yardımcı olmaktadır.

Hocaefendi'nin Sandukası  romanında anlatıda yer alan “Bu mektubun yerinin burası olduğunu başlığından anladım. Fakat mektubun sonunun olmayışı pek çok ayrıntıyı tarihin karanlıklarında bırakıyor. Gerisi okuyucunun hayal gücüne kalmış artık.” (s.74) gibi ifadelerle gerçek-hayal çatışması oluşturan sanatçı bazen de olayların el yazması metinde kronolojik ve gerçekçi anlatılmadığına değinerek realiteyi zorlar:

“Bu satırlardan Dilruba’nın hiç yaşlanmadığı anlaşılıyor.
Oysa ilk mektuptan bu yana 15-20 yıl geçmiş olduğu belli. Mahmud Paşa’nın sadrazamlığından, Karamanlı Mehmet Paşa’nın sadrazamlığına geçmiş olan Osmanlı’da zaman akıyor, ama Dilruba hala ‘delikanlı’. d’Abussion de Calevela’nın ‘çizgi romansal’ biçimde hiç yaşlanmayan ‘kahramanları’nın en önemli göstergesi Raşid’in dinamizmi ile Dilruba’nın zaptedilmez dişiliği.” (s. 82)

Hocaefendi’nin Sandukası romanında okuru gerçekliğe inandırabilmek için bütün imkânları seferber eden anlatıcı, metinde Fatih Sultan Mehmet’in karşısında yapılan bir tartışma ortamında aktarılan bir bilgi hakkında şu dipnotu düşer: “Sakın buradaki tartışmayı, İstanbul’un Fethi sırasında Ortodoksların ‘melekler erkek midir, dişi midir?’ münakaşasına benzetmeyin. İbn-i Rüşd ile Gazzali arasındaki fikir tartışması için bkz. İbn Rüşd’ün Metafiziği ile Gazzali Metafiziğinin Karşılaştırılması, İsmail Agâh Çarıkçı, M. E. B. 1001 Temel Eser, No: 1941, İstanbul, 1976. Bu tartışma felsefedeki ontoloji (varlık) sorununun esasına ilişkindir.” (s. 55) Aslında Kongar’ın okurla oyun oynadığı bu kısımda bahsedilen eser, Süleyman HayriBolay’ın Aristo Metafiziği ile Gazzali Metafiziğinin Karşılaştırılması (1980) adlı çalışmasıdır. Sanatçının verdiği künye bilgileri kısmen uydurmadır.

Hocaefendi’nin Sandukası romanının en önemli özelliklerinden birisi de kuşkusuz kurgusunun güçlü olmasıdır ki bu, esere önemli bir “gerçeklik” kazandırmıştır. Bu “gerçeklik”, kaynağını, anlatının analitik yönteme göre hazırlanmış olmasından almaktadır.

Hocaefendi’nin Sandukası âdeta, cevap anahtarına göre hazırlanmış test sınavı gibidir. Özellikle eserin sonuna eklenen “Tepkiler” bölümü okuru metnin gerçekliğine inandırır.

Hocaefendi'nin Sandukası tarihî bir meselenin yeniden, ironik bir şekilde ele alınmasını içeren yöntemi içerir. Bu yöntem Yazar tarafından başarı ile uygulanır. Yazar, Beyazıt Sahaflar Çarşısında Elif Kitabevi’nde rastladığı d’Abussion de Calevela’nın el yazması metnine tarihin romanını yüklerken, anlatının tarihî kısmını kendisi bir anlatıcı olarak gerçekleştirir. Eserdeki bu uygulama, okuyucunun her şeyi kendisinden önce bilen yazarı, okuduğu metnin içinde hissetmeme arzusunun bir sonucudur. Fakat yazar, okuyucunun bu isteklerine karşılık en ince noktasına kadar yine kendisinin kurguladığı başka bir yapı unsurunu geliştirir. Ve aslında anlatının dışına hiç çıkmaz, metinde her şeyi belirler. Diğer yandan bu uygulama tarih-roman ilişkileri içerisinde her zaman var olmuş tarih-roman-gerçeklik üçlemesinden kaynaklanan “Ne kadar gerçek?” gibi sorulara karşı da bir savunma biçimidir. Yazar, önceden yazılmış bir metni, üstelik de tarihle bilimsel anlamda ilgilenen kişileri eliyle sunarak aradan çekilir ve bu türden sorularla muhatap olmaz.

Hocaefendi'nin Sandukası romanında kütüphane ve bazı araştırmacı isimleri de verilerek okuyucuda gerçeklik duygusu oluşturulmuştur. Bu gerçeklik duygusunu oluşturan  Kongar, yazmanın d’Abusion de Calevela isimli bir İspanyol Yahudisinin Raşid adlı genç bir öğrencinin ağzından yazdığı bir vakayiname olduğunu tahmin eder. Fakat şüpheleri vardır. Sonra Calevela’nın İngiliz Casusu Lawrence’ın torunu olduğunu, onun başka bir anlatıcı kullanarak üstelik eserini Osmanlı alfabesiyle yazarak kendisini gizlediğini ve bütün bunların birer mektup/rapor olduğunu düşünür. Üzerinde herhangi bir tarih, numara vb. taşımayan bu mektupları kendince bir sıraya dizdiğini belirten Emre Kongar, postmodernizmin çoğulculuk ilkesine uyarak okuyucuya başka alternatifler de önerir ve onun okuma alanını genişletir.

Hocaefendi'nin Sandukası romanında Kongar, metinlerarasılık bağlamında postmodern söylemin imkânlarını kullanarak kurmuştur. Öncelikle eserde genellikle parodi ve pastiş bağlamında Keykâvus’un Kabusname (1082) adlı nasihatnamesine gönderme yapılmıştır. Ayrıca Ziya Gökalp’ın Kızıl Elma’sına da bu anlamda bir atıf yapılmıştır. Karamanlı’nın “Kızılelma’yı yüzlerce yıl öteye tehir ettik evlat.”(s. 146) deyişi buna örnek olarak verilebilir.

Hocaefendi'nin Sandukası romanının anlatısında yer alan  bir diğer ilginç gönderme de Hurufilikteki “Vahdet-i Hurûf” düşüncesine yapılmıştır. Kongar, eserde “Bak kardeşim: Allah kelimesinde kaç harf var? Beş. Bu harflerin her birini ayrı imlalarla yazarsan kaç harf meydana çıkar? On dört. Peki, Peygamber Efendimizin adı, yani Muhammed, harflerin m h mm ve d biçimde yazılmaları sonunda yine bu 14 harfe varmaz mı? Peki iki on dört birleşince kaç eder? Yirmisekiz. İşte sana kelimeyi şahadet.” (s. 42) Anlatıcının esere yansıttığı ve karşı taraf için bir sapıklık olarak addedilen mesele, Kongar’ın ifade ettiği gibi Müslümanlıkta var olan bir düşünce değildir. Hurufilerin inanışında yer alan bu mantık, esere farklı bir algılama ile yerleştirilmiştir.

Yukarıda belirtilen özelliklerin dışında pop-art (s. 65, 105), ironi (s. 32, 39, ) ve kolaj (s. 87, 119, 122) gibi postmodern söylemin diğer yönlerini de içeren Hocaefendi’nin Sandukası, her ne kadar tarihî meselelerde subjektif yorumlarıyla dikkati çekse de kurgusu yönüyle başarılı bir postmodern anlatı sayılabilir.


Share with your friends

Add your opinion
Disqus comments
Notification
This is just an example, you can fill it later with your own note.
Done