Dudaktan Kalbe – Özet, Tahlil, İnceleme - Edebiyat Araştırmaları
Son Başlıklar
Loading...

30 Ağustos 2020 Pazar

Dudaktan Kalbe – Özet, Tahlil, İnceleme

Dudaktan Kalbe – Özet, Tahlil, İnceleme

Romanın Kimliği

# Reşat Nuri Güntekin’in ilk dönem romanlarından olan Dudaktan Kalbe romanının ilk baskısı, 1924 yılında İkbal Kütüphanesi tarafından yapılır.
# Çalıkuşu romanının getirdiği ünün ardından bir aşk romanı olarak çıkış yapan bu eserde yazar, sıkıntılar içinde geçen bir dönemin ardından yakaladığı şöhret ile kadınlara ve aşka bakışı değişen Hüseyin Kenan’ın öyküsünü anlatır.


# Yazarın kitap halinde yayınlanan dördüncü romanı olan Dudaktan Kalbe 2008 yılında İnkılâp Yayınları tarafından ilk baskısından yararlanılıp düzenlenerek otuz birinci baskısı yapılır.

Bakış Açısı ve Anlatıcı

# Üç bölümden oluşan Dudaktan Kalbe romanı, karma anlatıcı bakış açısı ile yazılır. Romanın ilk iki bölümü, 3. tekil şahsın ağzından hâkim bakış açısıyla; son bölümü ise günlük şeklinde 1. tekil şahsın ağzından ben-anlatıcı bakış açısıyla sunulur.
# Dudaktan Kalbe romanının başlangıcında verilen bir diyalogda hâkim bakış açısının kullanıldığı görülmektedir:
“Ev sahibi, yemek odasının terasa açılan kapısından misafirlerine seslendi:
(...) Yayvan bir koltuğun içinde yemek ağırlığı ve yol yorgunluğu ile uyuşup kalan
Prens Vefik Paşa, üşene üşene gözlerini açtı, yorgun bir rica ile... ” (s.5)
# İlk bölümdeki bu diyalog ile hâkim anlatıcı olayları, gösterme tekniğiyle okura nakleder. Hâkim anlatıcı, başkişi Hüseyin Kenan’ın karakter gelişimini okura göstermek amacıyla çocukluk dönemini ve Kenan’ın ünlü oluncaya kadarki yaşamını özetleme tekniğiyle sunar.
# Dudaktan Kalbe romanının ikinci bölümünde ise Lâmia’nın nişanlısı Nazım’ın, Şükrü Bey’e yazdığı mektup ve hemen ardından Şükrü Bey’in Nazım’a yazdığı cevap niteliğindeki mektup yer alır. Bu mektuplar, kahramanların ağzından birinci tekil şahıs olarak aktarılır.
# Dudaktan Kalbe romanının ikinci bölümünde, başkişi Kenan’dan çok Lâmia’nın yaşadıkları üzerinde durulur. Yine hâkim anlatıcının ağzından Lâmia’nın Kütahya’ya dayısının yanına gönderilişi ve orada başına gelen olaylar aktarılır. Hâkim anlatıcı, Lâmia ile ilgili olayları aktarırken de yine olayları dışarıdan gören bir konumda karşımıza çıkar:
“Lâmia bedbaht değildi.
İlk günlerde hayli üzülmüş, bu yeni hayata alışıncaya kadar çok sıkıntı çekmişti. ”
(s.153)
 # Olayları üçüncü tekil şahıs ağzından aktaran hâkim anlatıcı, kahramanların ruh dünyalarını da yansıtacak kadar geniş ve sınırsız bir hâkimiyete sahiptir. Hâkim anlatıcı, romanın vakasını, okura daha üstten ve dışarıdan anlatırken romanın üçüncü bölümünde, başkişi Hüseyin Kenan’ın tuttuğu günlük sayfalarını ortaya çıkararak sözü ona emanet eder. Bilinçli yapılan bu bakış açısı değişikliğinin amacı; olayların merkezindeki başkişinin iç dünyasında kendisiyle olan hesaplaşmasını okuyucuya daha etkili şekilde hissettirme arzusudur.
“Pancurlarım kapalı, odam gece gibi karanlıktı. Bir saatten beri piyanonun yanındaki koltuğun içinde uyuşup kalmıştım. Hiçbir şey düşünmüyor, hiçbir şey hissetmiyordum. Odam gibi beynime ve kalbime de mazlum bir durgunluk çökmüştü. ” (s.239)
# Sınırsız imkânlara sahip olan hâkim anlatıcı, roman vakasını belirli bir yönde kahramanların özellikle de başkişi Hüseyin Kenan’ın üzerine odakladıktan sonra kenara çekilir. Kenan’ın hem iç hesaplaşması hem de ikinci bölümdeki sadece ismen varoluşu, bu biçimsel geçişin göstergesi niteliğini taşır.
# Doğal olarak romanın ilk iki bölümünde hâkim anlatıcı tarafından yapılan dış tasvirler ve kahramanların davranışları daha geniş bir çerçeveden sunulurken kahraman- anlatıcı devreye girdikten sonra onun kendi bakış açısı, gözlemleri ve ruh haline uygun olarak dar bir çerçeveye taşır.

Olay Örgüsü

# Dudaktan Kalbe romanı, yazar tarafından üç kısma ayrılır. Birinci kısım XIX; ikinci kısım XXIV alt başlıktan oluşmaktadır. Üçüncü kısım ise Hüseyin Kenan’ın günlük şeklinde yazdığı fakat belirli bir tarihi sıra izlemeyen 22 alt bölümden oluşmaktadır.
# Dudaktan Kalbe, başkişi Hüseyin Kenan’ın yaşamındaki değişim ve gelişim dikkate alınarak üç vaka halkasına ayrılabilir:

Birinci Bölüm:

Münir Bey’in, misafirleri Vefik Paşa ve kızı prenses Cavidan’a yetiştirdiği üzümleri tanıttığı sırada Hüseyin Kenan’ın son dönemlerde meşhur olan “Şark Leyliyyeleri” adlı parçasının duyulması
Münir Bey’in, Şark Leyliyyeleri bestekârı Hüseyin Kenan’ın Bozyaka’da olduğunu söyleyerek onu yemeğe davet etmesi
Kenan’ın Şem’i Dedeyi ziyaret ettikten sonra annesi Melek Hanım ile sohbet etmesi
Zamanda geriye dönülerek Melek Hanım’ın Nail Bey’le tanışıp evlenmelerinin aktarılması
Nail’in ailesini daha iyi geçindirmek için hırsızlık yapması ve hapse düşmesi üzerine Melek Hanım’ın çocuklarıyla birlikte ağabeyi Saib Paşa’nın konağına yerleşmesi
Melek Hanım’ın abisinin kocası hakkındaki imalı sözlerine karşı çocuklarını alarak Tilkilik’teki evine gitmesi
Hüseyin Kenan’ın Şem’i Dede ile tanışması ve musikiye ilgi göstermesi
Saib Paşa’nın isteği üzerine Münir Bey’in Kenan’ı İstanbul’a mühendis mektebine göndermesi
Kenan’ın âşık olduğu Leyla’yı mutlu edemeyeceğini düşünerek ondan ayrılması
Kenan’ın yaz tatiline döndüğünde Leyla’nın dayısının oğlu Cemil ile nişanlandığını görmesi
Mühendis mektebini zorla bitirdiği yıllarda kemanını ilerletmesi ve İstanbul’da özel dersler vermesi
Kenan’ın sınıf arkadaşı Cevat’ın teşviki ve annesinin bir dükkânını satarak verdiği parayla Paris’e gitmesi
Avrupa’da dört yıl kalan Kenan’ın büyük bir virtüöz olarak İstanbul’a dönmesi ve şöhret olması
Kenan’ın Münir Bey ile birlikte Prens Vefik ve Cavidan’ı göndermeye gitmesi ve burada gelecekte olacak nişanın ilk işaretlerinin görülmesi
Bozyaka’da dayısı Saib Paşa’nın kendisine özel olarak hazırlattığı merasim odasında kalan Kenan’ın evli bir kadın olan Nimet ile gönül ilişkisinin ilerlemesi
Nimet Hanım’ın Kenan’la görüşmesini çevreye karşı doğal göstermek amacıyla Lâmia’yı onunla tanıştırması
Lâmia’nın Kenan ile Nimet arasındaki gizli ilişkiyi büyük bir aşk olarak gördüğü için bir sır olarak saklaması
Lâmia’nın yeni bestesi üzerinde çalışan Hüseyin Kenan’ın musikisini yakından dinlemesi ve Kenan ile Lâmia arasında bir yakınlaşma başlaması
Kenan’ın nişanlısı Cavidan Mısır’da iken İstanbul’da “Siyah Yıldızlar” adlı yeni eseri üzerinde çalışması
Kenan’ın yaz aylarında yeniden Bozyaka’ya dönmesi ve Lâmia ile karşılaşması
Lâmia’ya karşı yakınlık hisseden Kenan’ın Lâmia’yı öpmesi
Lâmia’nın kendisine âşık olduğunu fark eden Kenan’ın bunun aşk olmadığını söylemesi
Kenan’ın Lâmia’nın kendisine olan bağlılığım bir zaaf olarak hissetmesi üzerine onunla yalnız oldukları bir gece ilişkiye girmesi
Kenan’ın pişman olarak Lâmia’ya evlilik teklif etmesi ve Lâmia’nın bu teklifi reddetmesi

İkinci Bölüm:

Lâmia’nın, Kenan’dan bir çocuk beklemesine karşın çocuğun babasının adını bile bilmediği bir Kolbaşı olduğunu söylemesi
Lâmia’nın, lekeli bir kız olduğu için Kütahya’daki dayısının yanına gönderilmesi
Lâmia’nın lekeli olmasını fırsat bilen Kütahya’da amcasının damadı Rasih tarafından sürekli taciz edilmesi
Mahmure’nin bir çavuşla olan ilişkisini Rasih’in öğrenmesinden korkması üzerine Lâmia’ya yalvarıp bu işi onun üzerine atması
Rasih’in Lâmia evde tek kaldığı bir gün ona sarkıntılık etmesi üzerine Lâmia’nın nefs-i müdafaa ile eniştesini öldürmesi
Lâmia’nın eniştesini öldürdükten sonra beraat etmesinin ardından kızı Mebrure ile dayısının tanıdığı bir eski İmam’ın evinde yaşamaya başlaması
Lâmia’nın, Kütahya’ya gelirken tanıştıkları emekli subay Kemal Bey ile evlenmesi
Binbaşı Kemal’in kızı Makbule ile iyi arkadaş olan Lâmia’nın tam bir ev kadını kimliğine bürünmesi
Kemal Bey’in yeğeni Doktor Vedat Bey’in Kütahya’ya sürgün olarak gelmesi
Vedat’ın bir sohbet sırasında Hüseyin Kenan’ı tanıdığını söylemesi
Makbule’nin Doktor Vedat Bey’e âşık olduğunu Lâmia’ya söylemesi
Büyük bir kaza geçirdiği haberiyle Vedat’ın evine giden Lâmia’nın, Vedat ile aynı odadayken soba gazından zehirlenmesi
Kemal Bey’in Lâmia ve yeğeni Vedat’tan şüphelenmesi ve Lâmia’dan boşanması
Vedat’ın kendi yüzünden gerçekleşen bu olay sonucunda Lâmia’ya evlilik teklif etmesi
Lâmia’nın Vedat’ın evlilik teklifini reddederek İstanbul’a annesinin ihtiyar sütninesinin yanına gitmesi
İkinci bölümde Lâmia’nın yaşadığı sıkıntılar aktarıldıktan sonra üçüncü bölümde başkişi Hüseyin Kenan’ın günlük şeklinde yazdığı notlar başkişinin ağzından aktarılır:

Üçüncü Bölüm:

Hüseyin Kenan’ın İstanbul’da yaşadığı dönemde müzik yaşamının durağanlaşması ve Bozyaka’daki günlerini hasretle anması
Kenan’ın Cavidan ile olan evliliğinde aradığı mutluluğu bulamadığı için sorgulaması
Kenan’ın durgunluğunu fark eden Cavidan’ın Bozyaka’ya gitmeyi teklif etmesi
İzmir’e gidecek olan Kenan’ın annesinin ölümünü hatırlaması
Lâmia’yı Bozyaka’da bulamayan Kenan’ın hayal kırıklığına uğraması
Kenan’ın Lâmia’yı sevdiğini kendi kendine itiraf etmesi
Cavidan’ın eski arkadaşlarından olan Namık Behçet Bey’in Cavidan’ı ziyaret etmek amacıyla Bozyaka’ya gelmesi
Bozyaka’da umduğunu bulamayan Kenan’ın İstanbul’a dönmesi
Kenan’ın İstanbul’a döndükten sonra Cavidan ile yapay bir ilişki içinde olduğunu fark etmesi ve ondan ayrılması
Kenan’ın İstanbul’da eski arkadaşı Doktor Vedat ile karşılaşması ve Vedat’ın Lâmia ile yaşadıklarını Kenan’a anlatması
Kenan’ın Lâmia ile buluşmak için mektup yazması ve üçüncü mektuptan sonra buluşmaları
Kenan’ın Lâmia’yı sevdiğini söylemesi ve Lâmia’nın bunun sadece geçmişte yaşanmış bir gönül eğlencesi olduğunu söylemesi
Vedat’ın Lâmia’yı tanıdığım bildiği için Lâmia ile evleneceklerini Kenan’a söylemesi
Kenan’ın bir parkta oynayan kızı Mebrure’yi kendi bestesi olan bir ninniyi söylerken görmesi
Kenan’ın Seydişehir’de evli olan kızkardeşi Afife’yi ve annesi Melek Hanım’ın mezarını ziyaret etmesi
Bu ziyaretten altı ay sonra bir gazetede Hüseyin Kenan’ın intihar ederek öldüğü haberinin yazılması

Zaman

# Dudaktan Kalbe romanının vaka zamanı, ortalama altı buçuk yıllık bir süreci kapsar. Romanın başkişisi Hüseyin Kenan’ın başından geçen bir aşk macerası romanın temel izleği konumunda olduğu için vaka, başkişi Hüseyin Kenan ve onun âşık olduğu Lâmia’nın etrafında şekillenir.
# Vaka zamanı, altı buçuk yıllık bir süreci kapsamasına karşın başkişi Hüseyin Kenan hakkında anlatıcı tarafından özetleme tekniğine başvurularak yapılan bilgilendirmede, kahramanın doğumundan önceki yıllarına dönülür. Hüseyin Kenan’ın annesi ve babasının evlendikleri zamana ait özet bilgi verildikten sonra kısaca onun çocukluğu ve otuz beş yaşlarındaki haline gelinir Romandaki zaman akışı şimdi ve geçmiş olarak iki kategoride verilir.
# Dudaktan Kalbe romanının ilk bölümünde geçmişten ana doğru bir geçiş söz konusudur. Grafikte zaman akışı a-b-c-d şeklinde sürer iken aradaki geçmiş a1 olarak gösterilmiştir. Bu bölümde Kenan ve ailesiyle ilgili bilgiler zamanda geriye dönüş tekniği ile sunulur. “Zamanda geriye dönüşle ortaya çıkarılan çocukluk bilinci, dalgalar arasında tek tek görünen takımadalara benzer”
# Bu açıdan yazarın Kenan’ın “çocukluk bilincini” yansıttığı bölümlerde vaka akronik bir yapıda ilerler. Dudaktan Kalbe romanının giriş bölümünde, ünlü bir keman virtüözü olarak karşımıza çıkan Kenan’ın henüz doğmadan öncesine kadar annesi ve babasının evlendikleri zamana dair bilgiler aktarılır:
“Melek Hanım, ihtiyar bir yemiş tüccarının son çocuğuydu. Öteki kardeşleri erkek olduğu için babası onu hepsinden ziyade seviyordu. (...) Fakat ne çare ki, küçük kız; saf tecrübesiz gönlünü, babasının kâtiplerinden İstanbullu bir gence kaptırmıştı. ” (s.19)
# Bu açıklamalardan sonra Melek Hanım ile Nail Bey’in evlenmesi, onların aileleri tarafından dışlanmaları, Kenan ve Afife adlı çocuklarının olması, Nail’in hırsızlık suçuyla hapse düşmesi, Melek Hanım ve çocuklarının İzmir’deki ağabeyi Saib Paşa’nın yanına yerleşmeleri, Kenan’ın İstanbul’da mühendis mektebine gitmesi, Kütahya’da bir süre mühendislik yapması ve oradan Avrupa’ya gidişinin ardından ünlü bir keman virtüözü olarak geri dönüşü özetlenerek anlatılır. Bu özetlemeler yapılırken genelde kronolojik bir sıra izlenmişse de Kenan’ın çocukluğuyla ilgili bazı hatıralar dağınık bir şekilde akronik olarak sunulur:
“Çocukluğunun en acı hatıralarından biri de annesi ve kardeşiyle beraber dayısının konağından ayrıldığı güne aitti. O vakit on bir yaşındaydı. ” (s.25)
# Dudaktan Kalbe romanının asıl vakası bir yaz günü başlar. İlk bölümde karşımıza çıkan Münir Bey ve misafirleri Prens Vefik ve kızı Cavidan’ın Bozyaka’ya gelmeleri zamansal açıdan “nihayet o yaz bu arzuyu yerine getirmeye fırsat bulmuş, bir miras işi için İstanbul ’dan Mısır’a geçerken beş altı günlüğüne İzmir’e uğramıştı. ” (s.9) olarak belirtilir.
# Başkişi Hüseyin Kenan da aynı yaz aylarında oradadır ve olayların merkezindeki kişi olarak onunla Lâmia ile aynı günlerde tanışır. Romanın başlangıcını oluşturan “o yaz” ile Kenan-Lâmia aşkının/ilişkisinin başladığı yaz arasında bir yıllık bir süre vardır. Bu bir yıl sonraki yaz aylarına kadar geçen süreç özetleme tekniği ile verilir:
“Yaz, o sene erken gelmiş, bağ hayatı, mevsiminden evvel uyanmıştı. (...) Dokuz ay, sisler, yağmurlar içinde mağmum bir inzivaya gömülüp kalan kuleler birer birer tahta pencerelerini açıyor; etraflarını saran yeşillik kümelerinde gecelerin geç vakitlerine kadar yaldızlı ışıklar oynaşıyordu. Lâmia, o kış İzmir’de pek sıkılmış, Bozyaka’ya gidecekleri zamanın günlerini küçük parmaklarında saya saya beklemişti. ” (s.92)
# Kenan ile Lâmia arasındaki aşkın başlamasıyla gelişen vakanın üzerinden, Hüseyin Kenan’ın günlüğüne kaydettiği ibarelerden beş yıllık bir süreyi takip edebiliyoruz. Bu süre Kenan’ın Lâmia’yı Bozyaka’da bir aşk oyuncağı olarak gördüğü yıllarla İstanbul’da yeniden onunla karşılaştığı zaman dilimini içerir: “Bir mehtaplı yaz gecesinde uzak bir keman sesinden doğan bu genç kız sevdası beş sene sonra yine aynı sesler içinde sönmüştü. ” (s.328) Bu olayın ardından annesinin mezarını ve kardeşi Afife’yi ziyaret için Seydişehir’e giden Kenan’ın altı ay sonra gazetelerde intihar ettiği haberi yayınlanır. Böylece romanın asıl vakasının altı yıldan fazla bir süre devam ettiği anlaşılmaktadır.
# Dudaktan Kalbe romanında sosyal zamana ait izler yok denecek kadar azdır. Fakat romanın vakasının anlatıldığı yıllar Meşrutiyet sonrası ve Cumhuriyet’in ilk yıllarıdır. Dudaktan Kalbe, konusu itibariyle bir aşk üzerine odaklandığı için vaka dışındaki yaşam yansıtılmaz.
# Dudaktan Kalbe romanında zaman unsuru mekân unsuruyla birleşerek psikolojik bir boyutta da karşımıza çıkar. Özellikle romanın vakasının İzmir’de “üzüm/bağ mevsimi” ve bu mevsimde başlayan bir aşk hikâyesi üzerine kurgulanması dikkat çekicidir.

Mekân

Çevresel Mekân:

# Dudaktan Kalbe romanındaki en önemli mekânlar: İzmir Bozyaka, Kütahya ve İstanbul’dur. Özellikle Bozyaka empresyonist bir tarzda gözlemlenerek yazılan bir mekan olarak dikkatlere sunulur. Bozyaka’nın özel mevkileri de ayrı ayrı betimlemelerle anlatılır. Kenan ile Şem’i Dede’nin birlikte musikiden bahsettikleri, Dede’nin ney çaldığı “Zeybek Pınarı” adlı mekân bunların en önemlileri arasında yer alır.
# Bozyaka’da geçen çocukluk yıllarında mekânın onu içine alan büyülü bir özelliğini fark eden Kenan yaşadıklarının tümünü Bozyaka ile ilintilendirir.

Olgusal Mekânlar:

Kapalı-Dar ve Labirentleşen Mekânlar:
# Dudaktan Kalbe romanının başkişisi Hüseyin Kenan’ın sıkıntı içersinde geçirdiği çocukluk döneminde yaşadığı Saib Paşa’nın konağı, kapalı/dar mekân özelliği gösterir. Babası Nail’i hapishanede ziyaret ettikten sonra geldikleri bu ev, onun dayısı tarafından her zaman küçümsendiği bir mekân olarak çocukluk hatıraları arasında kötü bir yer alır.
# Kenan’ın çocukluk yıllarından aklında kalan ve babasını son kez gördükleri hapishane de kapalı dar mekân olarak dikkati çeker. Bu mekân, Kenan’ın zihninde her zaman kötü izler bırakmıştır:
“Kenan, ne vakit gözlerini kapasa, bu küçük taş odayı bütün teferruatıyla görürdü. Bütün eşyası, üstüne sarı bir battaniye atılmış kırık bir kerevet, bir testi, bir teneke lamba, boş bir gaz sandığı, bir de uttan ibaretti. (...) Babası; uzamış traşı, demir parmaklıklı küçük pencereden giren kirli ziya içinde sarı ve zayıf çehresiyle gaz sandığının kenarında oturuyor, udun telleriyle oynuyordu." (s.23)
# Kenan’ın ilerdeki yaşamını etkileyecek olan babası “demir parmaklıklı küçük pencereli küçük taş oda" içerisinde “uzamış traşı" ve “sarı ve zayıf çehresiyle" ile son görüşme anından anılarına sızarak kasvetli bir ortamın ruhunun derinliklerine işlemesinde etkili olur.
# Mekân, geçmiş ile bugün arasında köprü görevi gören bir özelliğe sahiptir. Bu nedenle başkişi Hüseyin Kenan’ın çocukluk yıllarından itibaren kendini içerisinde bulduğu Bozyaka bağları önemli bir konuma sahiptir. Babasının hapishanedeki son durumunu hatırlayan Kenan için dayısının konağı, o yıllarda yaşanması zor bir yer halini alır. Dayısının küçümsemeleri karşısında sürekli susan Kenan sadece kendisini dışarıdaki bağlara attığı zaman rahatlar.
# Kenan’ın hayatında önemli bir yeri olan İstanbul, onun ruhunun diğer yarısının ortaya çıktığı dar/kapalı mekândır. Hayatın ezik yüzüyle mağlup bir halde yaşarken aniden ünlü bir müzisyen olan kahraman, hayatın galibi olmak için “ötekiler" gibi görünür. Kenan’ın yüzünde iğreti bir maske gibi duran bu durum, İstanbul’u onun yaşamında boğucu ve yapay bir mekân kılar:
“Pancurlarım kapalı, odam gece gibi karanlıktı. Bir saatten beri piyanonun yanındaki koltuğun içinde uyuşup kalmıştım. Hiçbir şey düşünmüyor, hiçbir şey hissetmiyordum. Odam gibi beynime ve kalbime de mazlum bir durgunluk çökmüştü." (s.239)
# “Pancurları kapalı" odası ile gönlü arasında ilinti kuran başkişi, kendisine ait olmayan bir yapay yaşam kurgusu içindedir. Geçmişten gelen hayat galibi olmak hırsı ile elde ettiği yeni yaşamı onun yaratıcı müzisyen ruhunu da köreltir. “Kendini gerçekleştirdiği" Bozyaka’nın ardından İstanbul sosyetesinin içine girer ve geride bıraktığı yaşamı özler.
# Kenan’ın içinde sürekli Bozyaka’ya doğru akan bir duygu vardır. İstanbul’da geçen her dakikası ruhundaki fırtınaları artırmakta; içindeki yaşama ve çalışma arzusunu yok etmektedir. İstanbul’da kendisi dışındaki yaşamın canlılığının farkında olan Kenan, kendi yaşamını Boğaziçi’nin Anadolu sahiliyle karşılaştırır ve benzerlikler bulur:
“Ne kadar birbirimize benziyorduk. Geçmiş günlerimi de tıpkı böyle görüyordum. Ya durgun, meyus, ümitsiz bir ölüm karanlığı ve hareketsizliği; yahut da müfrit bir teheyyüç, çılgın, sarhoş bir şenlik... Bunun ikisini aramış bulamamış başka insanlar gibi ruhuma sakin bir karar, mutedil bir saadet temin etmemiştim. ” (s.243-244)
# Mekan ve insan arasındaki kaçınılmaz uyuşum ve dönüşüm halinin ruhsal çöküntü içindeki Kenan “durgun, meyus, ümitsiz bir ölüm karanlığı ve hareketsizliği ” ile “müfrit bir teheyyüç, çılgın, sarhoş bir şenlik” arasında kalmış bir insanın ikilemlerini yaşar. Ruhsal anlamda “mutedil bir saadet” beklentisine karşılık bulamayan Hüseyin Kenan, kendisi olmak ile öteki olmak arasında sıkışmanın mekansal yansımasını kendisi ile özdeşleştirir.
# Hayatını iki üç nokta arasında belirleyen kahraman, dingin bir yaşamın özlemini çeker. Onun ruhunu dingin kılacak mekân İstanbul’da, Kınalı Yapıncağın çocukluğunu geçirdiği “Paşabahçe” olur. Fakat yalnızca bir anlık düşüncenin ürünü olarak karşımıza çıkan bu mekândan ziyade, ruhunun daima kaçış yeri olarak gördüğü Bozyaka bağları, yaşamını yönlendiren mekân olarak romandaki en önemli yere sahiptir.
# Dudaktan Kalbe romanının ikinci bölümünde, Lâmia’nın başkişi Kenan’dan daha fazla yer alması, onun yaşadığı mekânları da önemli hale getirir. Lâmia’nın Kenan’dan çocuk beklediğini gizleyerek kendini feda etmesinin ardından İzmir’de kalması doğru bulunmayarak Kütahya’daki büyük dayısı Rıza Bey’in yanına gönderilir. Bu mekân değişikliğiyle birlikte Lâmia’nın hayatı kararmaya başlar. Toplum tarafından damgalanan on altı yaşındaki genç kız için aslında bundan sonra yaşayacağı her mekân aynı anlamsal değeri taşır. Fakat yüreğindeki aşkıyla birlikte kendi kabuğuna çekilmek isteyen Lâmia, hem dışarıdaki toplumsal normlar hem de düştüğü durumlardan faydalanmak isteyenler tarafından baskı altına alınmak istenecek ve bu durum da onun için mekânın daralmasına sebep olacaktır. Bu dar mekân, “Reşat Nuri ’nin canlı, sıcak, azgın, bağnaz, duygulu kötücül yan kişilerinin oluşturduğu ‘yaşayan taşra’dır. Tipik kasaba dünyasının bağnaz, acımasız, ikiyüzlü ahlâkı; namus perdesi ardında gizlenen azgın cinselliği karşısında onurlu ve dirençli. Lâmia, melodram labirentlerinde varolma savaşını acıyla ve özveriyle sürdürür."
 # Kütahya’da dayısının evinde kalan Lâmia için en büyük tehdit unsuru, dayısının kızı ile evli olan Rasih’tir. Onun düştüğü durumdan faydalanmak isteyen Rasih, Lâmia’nın yaşadığı mekânı her an daraltan unsur olarak karşımıza çıkar.
Açık ve Geniş Mekânlar:
# Dudaktan Kalbe romanında, başkişi Hüseyin Kenan ve Lâmia’nın yaşadığı mekânlar, kahramanların ruh hallerini yansıtırcasına mekan-insan bağdaşımında sunulur. Bu bağlamda, hem başkişinin hem de Lâmia’nın hayatındaki en önemli mekân Bozyaka’dır. Saib Paşa’nın Bozyaka’daki bağ evinde Hüseyin Kenan için özel yapılmış bir “merasim dairesi" vardır ki bu mekân onun Lâmia ile ilişkisini belirler.
# Hüseyin Kenan’ın ünlü bir keman virtüözü olduktan sonra yaşamını özelleştiren bu mekân, onun sığınağı gibidir. Özellikle de onun ünlü olmasını sağlayan “Şark Leyliyyeleri” adlı eserin bu mekânın çevresinden mülhem olması ve yaşamının kırılma noktalarını burada geçirmesi buraya ayrı bir özellik katmaktadır.
# Bağdaki merasim evi, Kenan’ın hayatındaki izlerin/hatıraların birikimidir aynı zamanda. Çocukluğundaki hayat mağlubunun gençliğindeki hayat galibinin, Dudaktan Kalbe inen zehri yudumladığı yer de yine bu mekândır. Merasim evindeki odasını kendi yaşamıyla ilintilendiren Kenan, bu oda ile ilgili düşüncelerini şöyle anlatır:
“Odam gönlüme benziyor, ilerleyen yaşıma rağmen orada da daima böyle sessiz bir hayatın raşeleri var. Orada da böyle gözlerin renkli vehmi sanılacak kadar hafif şeyler mütemadiyen çırpınıyor, titriyor, bir gizli ateşte nazik kanatlarını yakıyor. Odam gönlüme benziyor." (s.75)
# Odası ile kendi gönlü arasında bağdaşım kuran başkişi Kenan, kendilik değerlerini duyumsadığı anlarda kullandığı bu ibarelerle merasim odasının içsel huzurunu dışa yansıtır. Yaşamındaki gizli hüzünleri ve ezikliğini paylaştığı bu oda, onun ruhsal anlamdaki yalnızlığını ve tereddütlerini simgeleyen bir mekândır.
# Kenan’ın yaşam çizgisinde önemli yere sahip olan Bozyaka bağları ve İstanbul arasındaki çatışma, mekânın insan ruhundaki derin etkilerinin izlerini taşır. Geçmişindeki saf ve temiz günleri bıraktığı Bozyaka; onun yapay şöhret mekânı olan İstanbul’dan sıkıldığı anlarda kaçarak sığındığı büyük bir ruh iklimi gibidir. Bu nedenle kendisi olma ve başkası olma yolunda tavırlar takındığı bu iki mekân, simgesel anlamda roman boyunca çatışma içindedir.
Bozyaka bağları, genel anlamda romanda geniş/açık mekân olarak kullanılmıştır. “Açık ve geniş mekânlar, içtenlik mekânlarıdır. İçtenlik, mekânı içten dışa doğru çeviren ve açan bir niteliktir. Bu mekânlarda karakter, kendisiyle çevresi ve bütün evren ile uyuşum içindedir. "
# Hüseyin Kenan’ın çocukluğundan itibaren özgürce koşup eğlenebildiği bu bağlar, onun ilerideki hayatında da etkisini gösterir. Öyle ki, Kenan, Cavidan ile evlenip İstanbul’a yerleştikten sonra ruhunda ve karakterinde farklı bir insan özelliği baş gösterir. Kendisini hayata karşı galip konuma getiren musikiyle bile uğraşamaz hale gelir. Fakat tekrar Bozyaka’nın bağlarına gittiğinde kendini yeniden bulmuş gibi olacaktır.
“Yol yorgunluğundan ve fazla tahassüsten bitap bir halde kemanı bıraktığı vakit karanlığa baktı: “Ah Bozyaka, dedi, çocukluğumun, ilk gençliğimin bütün emeli ve tahassüsümü buraya gömmüştüm... Bir gün onları bu kadar zenginleşmiş olarak geri vereceğini ümit eder miydim?" (s. 100)
# Bununla birlikte Lâmia ile yaşadığı ilişkinin ardından bu mekân daha büyük anlam kazanacaktır. Başlangıçta geçici bir yaz aşkı olarak gördüğü bu ilişki, zaman geçtikçe Bozyaka bağlarının mehtaplı gecelerinde başlayıp Dudaktan Kalbe doğru inen bir aşka dönüşür. Lâmia’nın aşkıyla birleşen Bozyaka, onun ölüme doğru yürüdüğü mekân olarak da dikkat çeker.
# Dudaktan Kalbe romanında, mekân unsuru başkişi Kenan ve Lâmia’nın kendilik değerlerini kurguladıkları Bozyaka bağlarında genel anlamda açık ve geniş bir biçimde sunulurken, iki kahramanın da Bozyaka dışındaki yaşamlarında mekân kapalı ve dar bir biçimde sunulur.

Şahıs Kadrosu

Başkişi

# Dudaktan Kalbe romanında başkişi, ünlü bir keman virtüözü olarak karşımıza çıkan Hüseyin Kenan’dır. Hayata mağlup başlayan Kenan’ın annesi Melek Hanım, babası Nail Bey ile evlenmek istediği zaman ailesi tarafından reddedilir. Çünkü Nail Bey ailesine daha iyi bakabilmek için hırsızlık yapmış ve bunun neticesinde hapse girmiştir.
# Hüseyin Kenan, çocukluğunun büyük bir bölümünü Bozyaka’daki Saib dayısının konağında annesi ve kız kardeşi ile birlikte bir sığıntı gibi geçirmiştir. Babası Nail Bey’in hırsızlığı ve müzisyenliğinin kötü tarafları dayısı tarafından ona sirayet ettirilir.
# Kenan, anlatıcı tarafından sosyal sınıflar arasındaki geçişkenlik kurallarını bilmeden kendince yaşayan şaşkın bir karakter olarak çizilir. Çocukluk döneminde zor hayat şartları karşısında boynu bükük bir şekilde karşımıza çıkan Kenan, ilk gençlik yıllarında da bu tavrını devam ettirir:
“Mamafih, hala eski ürkek, uyuşuk, mütehayyil tabiatını bırakmamıştı. Mektepte de konakta olduğu gibi çocuklardan uzak kalıyor, yine o nazik, mahcup vakarıyla haşarı arsız arkadaşlarına kendini saydırıyordu. (...) çalışkan değildi, derslerine fazla merakı yoktu. Ev işlerinde annesine yardım eder, hatta onun örgülerine, gergeflerine biraz eli yatardı. Komşular onu, haşarıca bir kız olarak yetişen Afife’den ziyade kıza benzetirlerdi. ” (s.28)
# Yaşamındaki bu mahcup çocukluğun ardında, onun ruhundaki “babası gibi hayat mağlubu” olma psikozu yatmaktadır. Bununla birlikte mağrurdur ve üzerindeki büyük sorumluluğun bilinciyle, çocukluğunun getirdiği haklardan kendi isteğiyle feragat etmiştir.
# Hüseyin Kenan’ın yaşam karşısında iki farklı tutumu/tavrı vardır. Bunlardan ilki çocukluk döneminde babasının günahlarını üstlenen durgun ama mağrur kişi, diğeri ise ünlü bir müzisyen olduktan sonra hayata karşı galip geldiğini düşünen neşeli, pervasız bir sonradan görme. Çocuk yaşlardaki mağrur kişiliğinin ardından ne olduğunun farkında olan ve sınırlarını aşmayan bir kişilik yapısıyla karşımıza çıkar. Bu anlamda, kendi yaşadığı sosyal tabakanın farkında olan Kenan, üst tabakadakilere de yük olmamak gayreti içindedir.
“Dünyada en çok iğrendiği insanlar, zengin ve mesut insanların etrafında yaşayan, onların saadetlerinin kırıntılarıyla bahtiyar olmaya çalışanlardı. (...) İnsan, kendini, halini bilmeli, elde edemeyeceği bir şeyi mümkünse istememeli, mümkün değilse bu arzuyu gönlünde gizlemeliydi. ” (s.37)
# Kendisini hayat karşısında mağlup gören Kenan’ın hayat felsefesi, daha sonraki dönemde ünlü bir keman virtüözü olmasıyla birlikte değişecektir. İçindeki “yaşanmamış şeyler” birdenbire saldırgan bir tavırla baskın çıkacak, görgüsüzce etrafa saldıracaktır. Bu saldırganlığın altında çocukluğundan gelen “bastırma” içgüdüsü yatmaktadır. Kenan’daki bu bastırma olgusunun temelinde “toplum tarafından dışlanma korkusunu almak, her toplumun insanı toplum dışı bırakmak tehdidiyle istediği şekle sokabileceği ve insansallığından uzaklaştırabileceği türden çok karamsar bir görüş” söz konusudur. Nitekim Leyla’yı kendine layık görmeyen Kenan’ın “hırsızın oğlu olması” nedeniyle toplum tarafından dışlanacağı hissine kapılarak aşkını bastırma yoluna gitmesi de bunun bir göstergesidir. Bu anlamda, çocukluğundaki aşkı Leyla’yı “elde edemeyeceği arzuları gönlünde gizleyerek” büyüyen Kenan, Lâmia karşısında aşkın saflığını yıkarak şehvetin kollarına atılır. Bu durum, Kenan’ın bastırdığı aşk duygusunun ötelenerek cinsellikle yer değiştirmesini yansıtır.
“On beş yaşında iken ihtiyarlar gibi yorgundu. Şimdi otuz yaşından sonra on beş yaşındaki mektep çocukları gibi yeni tahassüslerle titremeye başlıyordu. Gördüğü takdir ve muhabbet ona eski mahcup, merdümgirizliğini yavaş yavaş kaybettirmişti. ” (s.47)
# Kenan’ın kişiliğindeki değişim, şöhretin hızla başını döndürmesinden kaynaklanır. Fakat onun kişiliğindeki bölünme, babasından miras aldığı “hayat mağlubu” sıfatının, çocukluk döneminin ertelenmesi ve yaşanmaması sebebiyledir. Şöhret sonrası hızlı bir aşk evrimi geçiren Kenan, yüreğindeki çocuğun saf yanlarını değil yaramaz yanlarını yaşar. Bu noktada Kenan, ünlü bir virtüöz olduktan sonra narsist bir kimliğe bürünür. Onun kişiliğinde Kernberg’in tarif ettiği narsistik özellikler bu şöhretle birlikte belirmeye başlar. “Narsisistik kişiliklerin başlıca özellikleri büyüklenmecilik, aşırı bencillik ve başka insanlardan hayranlık ve takdir elde etmeye çok hevesli olmalarına karşılık, başkalarına karşı çarpıcı bir ilgi ve eşduyum yokluğudur”. Kenan, küçüklüğünden gelen aşağılık kompleksini şöhretiyle birlikte narsizme dönüştürmüş ve çevresine karşı “eş duyum yokluğu” ile bakmaya başlamıştır.
# Başkişi Hüseyin Kenan’ın karakterindeki ani değişim, onun yaşama karşı eğreti tutumunu derinden etkiler. İki arada kalan kahraman, ne çocukluğundaki olgun Kenan, ne de gençliğindeki çocuk Kenan’ı tam anlamıyla yaşayamaz. Bu nedenle ikisinden de mahrum kalarak, çözümü ölümün sonsuz sessizliğine kaçmakta bulur.

Norm Karakterler

# Dudaktan Kalbe romanında en önemli norm karakter başkişi Hüseyin Kenan’ın yaşam dengesini alt üst eden ve yer yer ondan daha çok ön plana çıkan Lâmia’dır. Kanan’ın, Lâmia ile karşılaşması onun dudak ile kalp arasındaki çatışma içerisinde büyük bir erginlenme aşaması göstermesini sağlar.
# Lâmia, romanın başlarında çocuk yaşıyla, silik bir karakter olarak karşımıza çıkar. Lâmia da Kenan gibi henüz çocuk yaşlarda hayata karşı mağlup durumdadır. Annesi ve kardeşi Fahir’in ölümünden sonra henüz on iki yaşındayken, şark vilayetlerinde kaymakamlık yapan babasına şefkatle bakan Lâmia, babasının bir kaza sonucu ölmesiyle hayatta neredeyse yalnız başına kalır. İzmir’deki dayısı Şükrü Bey’in evine yerleşen Lâmia, burada bir sığıntı gibi yaşamaktadır.
# Dudaktan Kalbe romanında, Lâmia, başkişi Kenan’ın aşka bakışının dışavurum simgesi gibidir. Saf bir romantizmle, çocuk yaşta Kenan’a âşık olan Lâmia, onun tüm isteklerine boyun eğecek kadar kapalı gözlerle bilinmez bir maceranın içine atılır.
# Hüseyin Kenan’dan hamile kalan ve bunu büyük bir sır olarak saklayan Lâmia romanda “dudak ve kalp” simgelerinden oluşan çatışmada “kalp” tarafında yer alır. Toplum tarafından damgalanmış Lâmia’nın yaşamı, Kenan’a olan aşkına karşı yaptığı fedakârlığın bedeli olarak karşımıza çıkar. Kalbindeki aşkı günden güne büyüten Lâmia, toplumun tüm olumsuz bakışlarına ve davranışlarına karşı mücadele etmekte kararlıdır. Kenan’ın sevgisini yüreğinin gizli köşelerinde saklarken, kendisine yapılan iyiliklere karşı da minnettar bir tavır sergiler.
# Lâmia’nın roman içerisindeki en önemli konumu/görevi ise başkişi Hüseyin Kenan’ın, şöhret olduktan sonraki aşk anlayışını tersyüz etmektir. Bununla birlikte sadece Kenan’ın aşk anlayışını değil onun hayat karşısındaki tutumunu da sarsar.
# Dudaktan Kalbe romanında, başkişi Hüseyin Kenan’ın yaşamını yönlendiren bir diğer norm karakter ise Şem’i Dede’dir. Rumelili bir göçmen olan Şem’i Dede “yarı meczup, fakat rint, ehlidil bir adamdır” (s. 15) Onun, Kenan’ın yaşamındaki en önemli yeri ise musiki dolayısıyladır. Şem’i Dede, çok iyi ney çalmaktadır. Romanda, Kenan’ın yıllarca önce yitirdiği babasının konumunda görünen Şem’i Dede, baba şefkatinden mahrum bir çocukluk geçiren başkişiyi bu noktada bütünlemekte ve Kenan’ı bir evlat gibi görmektedir:
“Kenan, hayatında ilk defa bir arkadaş bulmuştu. (...) Şem’i Dede, Kenan’ın ruhundaki ağır, mağmum ciddiyeti çok iyi anlamış onu evlat gibi, hatta yaşlı başlı bir arkadaş gibi sevmişti. ” (s.30)
# Şem’i Dede, Kenan’ın ruhundaki musiki aşkını babasının mirasıyla birleştirir. Kenan’daki musiki istidadını keşfeden Dede, ona ney ile parça çalmadan önce mutlaka güftesini okuyup manasını açıklar. Musikiyi insanın ruhundaki gizli yanlarıyla birleştiren Şem’i Dede, Kenan’a Mesut Bey adındaki eski bir reji kâtibinden keman dersi aldırarak hayat yönünün değişmesine vesile olur.

Kart Karakterler

# Dudaktan Kalbe romanında, başkişi Kenan’ın roman boyunca yanında görülen tekdüze/klişe tiplerden dayısı Saib Paşa, Münir Bey, Prens Vefik Paşa ve kızı Cavidan; Lâmia’nın Kütahya’da kaldığı yıllarda karşımıza çıkan Rıza Bey ve damadı Rasih efendi, Binbaşı Kemal ve kızı Makbule ile Doktor Vedat kart karakterlerdir.
# Dudaktan Kalbe romanının ilk bölümünden son ana kadar canlılığını ve hayata bakışını değiştirmeyen Kenan’ın dayısı Saib Paşa, İzmir’de belediye başkanlığı için sürekli çırpınan, gösteriş meraklısı bir adamdır. Kenan’ın çocukluğunda onu sürekli hakir gören Paşa, ünlü bir keman virtüözü olmasının ardından aniden ona karşı tavırlarını değiştirir. Romanda Saib Paşa’nın fiziksel özelliklerinden çok karakter yapısına dair özelliklerinden bahsedilir. Onun dünyadaki mekân ve ikbal hırsı üzerinde ise özellikle durulur: “Bu adamda sönmez bir ikbal hırsı, müfrit bir azamet deliliği vardı.” (s.24)
# Saib Paşa, roman boyunca genel anlamda çıkar ilişkilerini gözeten bir karakter olarak çizilir.
# Dudaktan Kalbe romanındaki bir diğer önemli kart karakter ise Cavidan’dır. Prens Vefik’in kızı olan Cavidan, babasıyla sürekli ülkeden ülkeye dolaşan, yüksek sosyetenin gereklerini yerine getiren bir tiptir.
“Prenses Cavidan, esaslı bir tahsil ve terbiye görmemişti. O da babası gibi mutasallifti; o da sanatı kıymetli bir süs gibi kullanıyordu. Fakat güzel çehresi gibi zengin, göz aldatıcı bir zekası vardı. Mecmualardan, edebiyat kitaplarından, sanat mahfillerinin dedikodularının toplanmış köksüz fakat süslü, renkli fikirlerini oldukça iyi idare ediyor, babası gibi, nutka başlar başlamaz foyasını meydana veriyordu. ” (s.9)
# Süslü bir biblo gibi tasavvur edilen ve kişileştirilen Cavidan’ın, Kenan ile evlenme sebebi de yüksek şöhret tutkusundandır. Kenan ile aralarındaki ilişkinin boyutu da sadece fiziksel güzelliğin ve sosyal şartların zorlamasından kaynaklanmaktadır. Romanda boyutsuz bir karakter olarak karşımıza çıkan Cavidan, Kenan’ın “maskelenmiş yüzünün” sosyete karşısındaki tutumunu da sembolize etmektedir.
# Dudaktan Kalbe romanında Kenan’ın çevresinde bulunan Saib Paşa ve Cavidan’ın yanı sıra onlar kadar ön plana çıkmamakla birlikte Münir Bey ve Prens Vefik de kart karakterler grubunda yer alırlar. Prens Vefik, Cavidan’ın babasıdır. O da Münir Bey gibi ailesi tarafından Paris’e gönderilmiş orada bir süre kaldıktan sonra İstanbul’da Münir Bey ile Şûara-yı Devlet Azalığı yapmış ve nihayet sefaret müsteşarlığı göreviyle birçok seneler Londra’da bulunmuştur. Ömrünün çoğunu kızıyla birlikte seyahatlerde geçiren Prens Vefik Bey, “kibar, centilmen, biraz seyahate meyilli bir adamdı. Büyük emellere, büyük fikirlere bağlanmaya ruhu müsait değildi. Kendisini bir vazife esiri olamayacak kadar geniş fikirli, bir hayat-ı intizamı kabul edemeyecek kadar sanatkâr ruhlu zannederdi. " (s.8)
# Münir Bey, İzmir Bozyaka’da Kenan’ın dayısı Saib Paşa’nın bağ komşusudur. On senelik bir zamandır bağlarına çekilen Münir Bey, kendisini üzüm yetiştiriciliğine adamıştır. Rintmeşrep, sade ve makul bir adam olan Münir Bey, Kenan’ın mühendislik mektebine kaydolması ve Cavidan ile tanışıp evlenmesinde de etkin rol oynar.
 # Dudaktan Kalbe romanının ikinci bölümünde karşımıza çıkan Binbaşı Kemal ve kızı Makbule de Lâmia’nın hayatını doğrudan, Kenan’ın hayatını ise dolaylı yönlerden etkileyen kart karakterlerdir. Emekli bir asker olan Binbaşı Kemal, aynı trenle Kütahya’ya yolculuk yaptığı Lâmia’yı başlangıçta damgalı bir dul olarak görmesine rağmen daha sonraki vakalar neticesinde onunla evlenir. Kemal Bey, Lâmia’ya ilk evlilik günlerinde sevgi ve sadakatle yaklaşmıştır. Kemal Bey’in kızı Makbule ise on altı on yedi yaşlarında, sevimli fakat geveze bir kızdır. Kütahya’da bir dönem Lâmia’nın yegâne arkadaşı gibidir.
# Lâmia ile Kenan’ın ortak arkadaşları Doktor Vedat ise Binbaşı Kemal Bey’in yeğenidir. Lâmia’nın Kemal Bey ile evli olduğu sıralarda sürgün olarak Kütahya’ya gelmiştir. Doktor Vedat neşeli, hayatla barışık, makam sahiplerine karşı pervasız bir kişiliğe sahiptir. Vedat aslında romanda Kenan ile Lâmia arasında bir köprü vazifesi görmektedir.

Fon Karakterler

# Dudaktan Kalbe romanı, başkişi Kenan ve Lâmia çevresinde zaman ve mekân bakımından dinamik bir süreçte kurgulandığı için fon karakterlerin sayısı da bir hayli fazladır.
# Hüseyin Kenan’ın İzmir Bozyaka’daki çevresi, Lâmia’nın Kütahya’daki çevresi ve bu iki kahramanın İstanbul’daki çevreleri fon karakterleri oluşturmaktadır. Hüseyin Kenan’ın annesi Melek Hanım, babası Nail Bey ve kız kardeşi Afife bu karakterlerin başında gelir. Kenan’ın babası Nail Bey, İzmir’de Selahattin Bey’in yanında kâtiplik yaparken Melek Hanım ile tanışır ve evlenirler. Nail Bey, ailesini daha iyi geçindirebilmek için hırsızlık yapar ve hapse düşer. Kenan’ın annesi Melek Hanım ise Selahattin Efendi’nin son çocuğudur. Adı ile müsemma olan Melek Hanım hayatını çocuklarının saadetine adamıştır. Özellikle de Kenan’ın Avrupa’ya gitmesi konusunda Melek Hanım’ın çok büyük desteği olur. Kenan’ın kız kardeşi Afife ise Seydişehir’de bir tüccarın oğlu ile evlidir
# Kenan’ın Bozyaka’da geçen çocukluğu sırasında âşık olduğu Leyla, onun yaşanmamış çocukluk ve ilk gençlik yıllarının simgesi olarak karşımıza çıkar. Yine bu yıllarda Saib Paşa’nın konağında kaldığı dönemde görülen Saib Paşa’nın iki oğlu Cemil ve Sadi de fon karakterlerdir.
# Kenan’ın  çocukluk yıllarında evlerinin yakınlarındaki eski bir tekkede dinlemeye gittiği udî emekli binbaşı; musiki hocalığı yaptığı mekteplerdeki müdürler, okul arkadaşı olan ve Kenan’ın Avrupa’ya gitmesini sağlayan arkadaşı Cevat, Kütahya’da yol mühendisliği yaptığı sıralarda tanıdığı arkadaşları ve mutasarrıf, İzmir’de bir gece vapurdan indiği sırada kendi bestesini çalan ihtiyar dilenci, Kenan’ın çevresindeki olayların genişlemesini sağlayan fon karakterlerdir.
# Şükrü Bey ve onun eşi Meftune Hanım; henüz hiç yüzünü görmediği nişanlısı Nazım Bey ise Lâmia’nın çevresindeki ilk fon karakterler olarak dikkat çekerler. Lâmia’nın başına gelen olaydan sonra damgalanmasını fırsat bilen Namık Bey de bu grupta yer alır.
# Lâmia’nın Kütahya’daki dayısı Rıza Bey eşi Huriye Hanım, kızı Mahmure ve onun kocası Rasih de romanın Lâmia cephesinden boyut kazanmasını sağlayan karakterler olarak dikkat çekerler. Kenan ile Lâmia’nın çocukları Mebrure de fon karakterdir. Bunlardan başka Cavidan’ın eski aşığı Namık Behçet Bey, Lâmia’ya mahkeme sonrası sahip çıkan Hakkı Efendi ve ailesi de fon karakterler grubunda yer alır.

İzleksek Kurgu

Dudaktan Kalbe romanında entrik kurguyu oluşturan ve çatışmayı sağlayan değerleri “KORA şemasında” şu şekilde göstermek mümkündür:

Ülkü (Tematik) Değerler
Karşı Değerler
Kişiler
Düzeyinde
Lâmia Şemi Dede Melek Hanım Leyla
Doktor Vedat
Kenan Cavidan Saib Paşa Nimet Hanım
Kavramlar
Düzeyinde
Aşk
Kendisi olma
Masumiyet
Fedâkârlık
Sevgi
Sadakat
Şehvet
Yabancılaşma
Ahlâki yozlaşma/sömürü
Çıkar
Şöhret
Narsisizm
Kaçış
Simgeler
Düzeyinde
Kalp
Kınalı Yapıncak Bozyaka Siyah Yıldızlar Günlük (Ruzname)
Dudak Musiki İstanbul Merasim Odası İntihar
                                                    

Aşk:

# Klasik anlamda bir aşk hikâyesini konu alan Dudaktan Kalbe  romanında, başkişi Kenan ile Lâmia arasındaki “aşk” ve “aşk anlayışı” farkının çatışması ön plandadır. Romanın başkişisi Hüseyin Kenan, yaşanmamış çocukluğun ve çocukluk aşkının yüreğindeki anlamını yitirmesinin ardından aşkını kalpte değil dudaklarda yani bedende arar. Lâmia ise aşkı çocuk yaşta itibaren kalbinin derinliklerinde hisseder.
# Dudaktan Kalbe romanında kavramlar düzeyindeki çatışmanın temelinde aşk vardır. Aşkın saf hali ile şehvet arasındaki o kaçınılmaz çatışma, romanın başkişisi Kenan ile Lâmia arasındaki yaşam biçimine yansımış halde karşımıza çıkar. Kenan’ın aşk anlayışı onun yaşanmamış bir çocukluk devresinin ardında gizlenen/ötelenen duygularının baskısı altında gelişir. Çocukluğunda “hayat mağlubu” sıfatıyla kendisine layık göremediği doğal bir duygu olan aşk, otuzlu yaşlarda “hayat galibi” sıfatını kazandıktan sonra kimlik değiştirerek şehvet elbisesi altında Kenan’ın yaşamını alt üst eder:
“Kenan, karasevdasının bütün çılgınlıklarına rağmen Leyla’yı bırakmış, ağlaya ağlaya oradan kaçmıştı. Bu izzetinefis sahibi büyük adam fedakârlığını yaptığı vakit on yedi yaşında çocuktan başka bir şey değildi. ” (s.36)
# Çocukluğundaki “ulaşamayacağı hedeflerden kaçmayı” yaşam felsefesi haline getiren Kenan’ın büyük fedakârlığı, onun daha sonraki yaşamında karşısına yaşanmamış duyguların saldırısı ve sonradan görmeliği olarak çıkacaktır. Çünkü Kenan, dış dünya tarafından onaylanmayacak aşkını bastırma yoluna giderek kendi iç dünyasında, aşk olgusunun olmadığı düşüncesiyle yeni bir benlik kazanma çabası içine girmiştir. “Kendilik ile iç nesneler dünyası (bütünleşmiş nesne temsilleri) arasındaki normal ilişki tehdit edildiğinde ve kendiliğin iç nesneler tarafından içsel olarak terk edilmesi denilebilecek bir durum ya da nesnelerin yitirilmesi durumu meydana geldiğinde acı verici ve rahatsız edici nitelikte patolojik öznel deneyimler gerçekleşir. ”
#  Aşkın yaşan(a)madan terk edilmesiyle/ yitirilmesiyle ortaya çıkan bu “öznel deneyim”in etkisi ve aşkın biçiminin şehvete dönüşmesi, Kenan’ın Lâmia ile arasındaki duygusal bağın niteliğini de sarsıntıya uğratır. Nitekim Kenan’ın hayat galibi olduğunu zannettiği ünlü bir keman virtüözü olduğu dönemlerdeki aşk anlayışı, bedensel değerlere bürünür. Kenan, aşkı artık kalpte değil dudaklarda aramaya başlar:
“Kenan, onun yeşil gözlerinin iki iri yaş damlasıyla bulandığını gördü, rüyasında ağlayan çocuklar gibi sönük bir sesle: “yapmayın Kenan Bey, yazık bana!” dediğini işitti. Buna rağmen onu daha kuvvetle kollarında sıktı, tekrar tekrar dudaklarından öptü. ” (s.109)
# Aşk ile şehvet arasındaki bu çatışma, Kenan’ın “arsız bir sonradan görme” oluşuyla yakından ilintilidir. Kenan’ın iki ayrı duygu arasındaki gel-git dönemlerine tesadüf eden Lâmia’yı sevme süreci, onu yitirmesiyle trajik bir kimliğe bürünür. Aşkın, Kenan’ın dünyasındaki şekil değişikliği, romanda doğallık ve yapaylık çatışmasının oluşmasını sağlar. Aşkın doğallığı ile yapaylığı başkişinin yaşadığı dönemlere bağlı olarak değişkenlik gösterir. Oysa “aşk ne bir tüketim biçimine indirgenebilir ne de karşıtlık kurduğu ‘kutsal’ bir kösnüllüğe; bireyin kendisine, özgür yaratımına zevkine, mutluluğuna dönüşüdür.”  Bu bilişten uzaklaşmış olan Kenan, çocukluğunda Leyla’ya karşı duyduğu saf aşkı, fedakârane bir biçimde kalbine gömer. Yaşamın doğal değerleri yerine sonradan kazanılan şöhretin baş döndürücülüğü ile alışık olmadığı yüksek sosyete tabakasında yapmacık tavırlar sergileyen, yaşadığı ikileme rağmen bu hayatı bir süre devam ettirir. Çünkü Kenan, “kendi içinde, onu düşmeye kışkırtabilecek ya da uçsuz bucaksız yükseklikleri keşfetmeye özendirecek bir uçurumun varlığından”  tam olarak haberli değildir.
Kenan: Fiziksel cinsellik boyutlu aşk algısı (Dudak)
Cavidan: toplumsal sınıf ve ekonomik anlamda aşk algısı (Meta)
Lâmia: Tinsel boyutlu aşk algısı (Kalp)
#  Kenan’ın yaşam karşısındaki tavrının değişimi, ünlü bir keman virtüözü olarak çevresi tarafından önemsenmesi ile başlar. Kendisini başkaları tarafından “önemli” hissetme farkındalığı aslında, çocukluğunda başkaları tarafından önemsenmeme/fark edilmeme psikolojisinin tersi biçiminde ortaya çıkar. Yaşama tutunma noktaları farklı olan, Kenan, Lâmia ve Cavidan’ı buluşturan aşk, yukarıdaki şekilde görüldüğü gibi algı farklarından doğar. Romanın başkişisi Kenan’ın aşkın saf hali ile gösteriş/meta hali arasındaki kararsızlığı -bedensel hazlarına esir olan bir erkek olması dışında- yaşama ve insanlara karşı çocukluğundan beri biriktirdiği öfkenin dışavurumudur. Bu dışavurum sonucu Lâmia’nın saf aşkını kirleten Kenan, “gösteriş” için taktığı maskenin de farkına varır.
#  Cavidan’ın Kenan’dan beklediği ise yeniden güzel besteler yaparak hep meşhur bir sanatkâr kalmasıdır. Karşılıklı gösteriş ve çıkar ilişkisine dayalı olan bu aşk anlayışı iki tarafın da beklentilere karşılık vermemesi sonucu yıkıma uğrar. Kenan ve Cavidan tarafından ötelenen Lâmia’nın aşkı algılayış biçimi, böylelikle yükselen ve aranan değer halini alır. Kenan’ın maskesini çıkararak öfkesini tamamen boşalttıktan sona algıladığı ve hedeflediği aşk değeri erişilemez konuma geçer. Ancak artık Lâmia, Kenan’a olan aşkını “değersizleştirme ” yoluna gitmiştir. Bunun temelinde ise “düş kırıklığı tepkileri olarak rasyonelleştirilen değersizleştirme”nin etkisi söz konusudur.
# Dudaktan Kalbe romanındaki entrik kurguyu sağlayan en önemli çatışma simgeler düzlemindeki dudak ve kalp çatışmasıdır. Sevginin dudaklarda mı kalplerde mi yaşanması gerektiği çatışması üzerine kurgulanan romanda başkişi Kenan ve Lâmia’nın yaşadıkları gönül ilişkisi bu çatışmanın merkezini oluşturur. Kenan’ın sevgisini kalbine gömdüğü bir çocukluk döneminin ardından daha çok şehevi duygulara yöneldiği görülür. Şöhretin de etkisiyle sevgiyi artık dudaklarda arayan başkişi, kalpten gelen hislere kendini kapamıştır. Kenan, Lâmia ile tanıştıkları anda onunla yaşadığı ilişkiyi bir gönül macerası olarak nitelendirir. Lâmia’ya aşk hakkında bilgece sözler söylerken kalp ile dudaklar arasındaki ilişkiyi şu şekilde açıklar:
“- Sevdayı size kalpte doğup ölen bir şey diye öğretiyorlar Kınalı Yapıncak... Ne fena, ne yanlış bir fikir... Sevdanın kalple hiçbir alakası yok... Sevda, yalnız dudaklarda doğup yaşadıkça saadet olur... Onun Dudaktan Kalbe zehir gibi işlemesine meydan vermemeli... Ben çiçeklere “toprağın sevdası” derim Kınalı Yapıncak... Onlar da toprağın dudağında birer buse olarak açılıp sönüyorlar... Hangisi toprağın kalbine girmeyi düşünüyor?” (s. 117)
# Bastırılmış aşk duygusunu, yaşamının “mağlup” olarak nitelendirdiği bölümünde bilinçaltına iten Kenan’ın bu sözleri, geçmiş yaşam birikiminin intikamı niteliğindedir. Aşkın kalpte yaşandığını henüz çocuk yaşta fark etmesine rağmen içinde bulunduğu toplumsal baskının neticesinde onu yaşayamayan başkişi, geçmişindeki aşk kazanımını şimdiye farklı boyutta taşır. Bir anlamda aşkın öznesi konumundayken nesnesi konumuna geçer. Kalp ile dudak arasındaki aşk çatışması, Kenan’ın yaşamındaki dönüşümü ve onun yaşama bakışı çerçevesinde değerlendirilmelidir. Simgesel anlamda dudaklar tensel aşkı, kalp ise duygusal bağlanmayı çağrıştırmaktadır. Yalnız ve ötelenmiş bir çocukluk dönemini, içindeki nefretleri biriktirerek erteleyen kahramanın ani ve hızlı bir şöhret travması sırasında topluma karşı içinde biriktirdiği nefreti dışavurumu ve aşkın dönüşümü bununla ilintilidir. Bu anlamda Kenan, umutsuzluğunun/uyumsuzluğunun farkında olmayan bir insan olarak karşımıza çıkar. Kierkegard’ın ifadesiyle “umutsuz insan yalnızca hayali şatolar yapar ve her zaman yel değirmenlerine yakalanır”  Nitekim Kenan da yapaylığın içinde dokunduğu her şeyin yerle bir olduğunu görerek, hayali bir benlik kurduğunun bilincine varır.

Yabancılaşma:

# Dudaktan Kalbe romanında başkişi Hüseyin Kenan’ın yalıtık ve sindirilmiş bir çocukluk döneminin ardından gizli bir intikam şekline bürünen ve şöhret olduktan sonra ortaya çıkan bir yabancılaşma izleği söz konusudur. Bir “hırsızın oğlu” olarak çevresine karşı daima sürekli bir eziklik hisseden başkişi, doğal bir yaşam çizgisinden kopuş süreci içerisine girer. “Bireyin ‘iç dünyası’ kendine özgü bir çerçeve içine kapanmaktadır; söz konusu çerçeve birey tarafından (nesnel, özgür amaçlar ve niyetlerle belirlenmiş dünya olarak) yaşananla bu ‘yaşantılar dünyası’nın öte yanında bulunan nesnel dünya, zorunluluklar dünyası arasındaki sınırın bir belirtisidir. ”
# Hüseyin Kenan, çocukluk yıllarında iç dünyası ile nesnel dünya arasındaki farklılığın sınırlarını büyük bir içe çekilme ve “kendisi” olamama ya da çocukluğunu yaşayamama biçiminde belirler. Böylece, doğal bir gelişim sürecinden kopan başkişi yapay bir davranış biçimi sergiler.
# Yabancılaşma izleğinin arka planında varolan doğallık ve yapaylık çatışması, Kenan’ın şöhret merdivenlerini hızla tırmandığı dönemlerde daha çok ön plana çıkar. Ünlü bir keman virtüözü olan Kenan’ı, daha önceleri bu çocuk adam olmaz diyen dayısı Saib Paşa, ardından Bozyaka’dakiler ve Prens Vefik ve kızı Cavidan doğal ortamından alarak yapay ve zorlama bir çevrenin içine yerleştirirler. Kenan kendi isteği ile seçtiği bu yaşam tarzındaki yapaylığı şöyle tasvir eder:
“Sonra, yeni hayatım, senelerce uzaktan hasretini çektiğim kibar, yüksek, debdebeli hayat.. ilk zamanlarda gülünç bir hareketle kendimi bu âlemin içine atmıştım. Ezberlenmiş zarafetler, soğuk merasim, his ve fikir sahtekârlıkları, riyakârlığı, tasallüf; hulasa, bütün bu iğrenç şeyler arasında manken gibi, kukla gibi yaşamaktan zevk alıyordum. “Ben, artık sakin, münzevi bir çoban ömrü yaşamak istiyorum, ” demeye hakkım var mı?” (s.253)
# Kenan’ın bir “manken ya da bir kukla gibi yaşadığı” şöhret hayatı, onu kendinden uzaklaştırıp başka birisi olmaya doğru götürür. Kendilik değerlerine yabancılaşarak çocukluğunun bastırılmış duygularını tatmin etmek isteyen başkişi, bu yapay durumun kendi üzerindeki iğretiliğini geç fark eder. Fark ediş süreci ile yapay ve kendine ait olmayan yaşamdan nefret ederek “münzevi bir çoban ömrü” yaşamayı özler. Bu tezat durum, Kenan’ın olduğu ile olmak istediği durum arasındaki çatışmadan kaynaklanmaktadır.
# Şöhret’in baş döndüren ve göz kamaştıran büyüsü altında “hayat mağlubu” sıfatından kurtulduğunu zanneden Kenan, daha ağır bir mağlubiyet alır. Kenan’ın hayatına şöhretle birlikte giren kişilerin taşıdığı değerler, ahlâki yozlaşmanın boyutlarını da göstermektedir. Çıkar ilişkileri içinde yaşayan belirli bir sosyal sınıfın değer yargılarının yapaylığı karşısında Lâmia’nın da içinde bulunduğu sınıfın samimi ve doğal davranışları, yüceltilir.
# Kenan’ın arada kalmışlığını ifade eden simge değer ise günlük’tür. Romanın üçüncü bölümünde Kenan’ın hayat karşısında düştüğü yanılgıyı kendine itiraf ettiği günlüğü, pişmanlığının simgesidir. Bu itirafın ve arada kalmışlığın güçlüğünü derin bir ıstırapla duyar.
‘‘İki buçuk sene manasızlıklar içinde, kuklalık ettiğim yetişmiyormuş gibi bu geceyi kendi kalbimle yalnız kaldığım bu tek geceyi de böyle ziyan etmek doğru değil... Benim dertleşmeye, kalbimi bütün çıplaklığıyla göstermeye ihtiyacım var... Bu iki buçuk sene içinde bu kadar insan tanıdım... Yüzlerce dostum var. Bunların içinde mesela bir biçare Şem’i Dede kadar beni anlayacak kimsem yok. ‘Şu halde bu mektubu kendi kendime yazayım, ’ dedim." (s.248-249)
# Yaşamındaki duygusal anlamdaki değer yitiminin farkına varan başkişi Hüseyin Kenan, günlüğe yazdığı satırlarla, “sahte değerler uğruna kendisini kendisi kılan her şey"i itiraf eder. Bu itiraf, Kenan için bir tür katharsis (arınma) olarak algılansa da o kaçınılmaz son intihara doğru sürüklenir. Günlük, Kenan’ın bilinci ile bilinçaltı çatışmalarını ifşa etmesi bakımından önemli bir simge değerdir. Aşkın boyutunu duygusal ve tensel anlamda sosyal statünün gereklerine uyduran bilinci ile ezilmiş çocukluk döneminin baskıladığı bilinçaltının sürekli çatışması, Kenan’ın Lâmia ile yaşadığı ilişkinin biçimlenmesini sağlar. Aşkın doğal halini yani olması gerekeni sonradan fark eden kahraman için yıkım, kaçınılmaz bir hal alacak ve bu yıkımın onun ruhundaki yansıları da günlükte ortaya çıkar.
# Sömürü izleği anlatıda başkişi Hüseyin Kenan’ın kendi oluş sürecinden koparak yabancılaştığı ve aşkı ruhsal anlamı dışına çıkararak fiziksel bir şehvete dönüştürmesi ile sergilenir. Sömürücü yönlenme karakterinin özelliklerini taşıyan Kenan, “aşk ve duygu alanında el koyma ve çalmaya eğilim gösterir. ”
# Çocukluk yıllarında kendisinde sevme hakkını dahi bulamayan başkişi şöhretli bir keman sanatçısı olduktan sonra kadınları kendi çıkarları uğruna cinsel bir sömürü aracı olarak kullanmaktan çekinmez. Bu bağlamda Bozyaka’ya ünlü olduktan sonra geldiği ilk günlerde evli bir kadın olan Nimet Hanım ile olan ilişkisi Kenan’ın aşktan ve sevgiden ziyade bedensel anlamdaki yakınlaşmalardan haz aldığını kanıtlar.
“- Kimbilir... Belki mesela zorla sizi öperim diye...
Bu beklenilmez bir küstahlıktı. Genç kadın, kıpkırmızı kesildi. Hiddetle:
-Kenan Bey rica ederim, dedi.
Genç adam korkmuyor, ehemmiyet vermiyordu. Aynı çapkın fakat sevimli küstahlıkla genç kadını bileklerinden tuttu, süratle yanağından öpüp bıraktı. ” (s.68)
# Nimet Hanım’a karşı gösterdiği lakayt çapkınlık, Kenan’ın geçmişindeki ezik ve yaşanmamış aşk duygularının farklı bir boyuta bürünerek ortaya çıkmasından kaynaklanır. Duygusal yakınlaşmayı öteleyen Kenan, geçmişteki yaşanmayan sevgiyi bedensel hazların müsrifçe tüketilmesi biçimine dönüştürür. Bu dönüşüm daha sonraki süreçte kendisine karşı büyük bir zaaf ile bağlı olan Lâmia’ya yaklaşımında da kendini gösterir:
Genç adam son bir mukavemet gösterdi; çıplak kolu kapamak için pelerinin düşmüş ucuna sarıldı. Fakat telâşla öyle sert bir hareket yapmıştı ki, pelerin büsbütün genç kızın omuzlarından kaydı; Lâmia’nın yaprak gibi titreyen hummalı hasta vücudunu birdenbire koklarlının içinde buldu. Lâmia bir müdafaa sevkitabiisile çırpınıyor, kendini kurtarmaya çalışıyor: “Bırakınız beni Kenan Bey... Bırakınız... Gideceğim” diyordu. Sonra mehtap gecesindeki gibi gözlerinde iki büyük yaş damlasıyla “yazık bana Kenan Bey” diye yalvardı. ” (150-151)
# İstediği her şeyi yapabilme ve elde etme hakkını kendisinde gören Kenan, Lâmia’yı cinsel anlamda sömürmekten çekinmez. Gerçi geçmiş ile arasındaki bağı ben ile öteki çatışması halinde duyumsayan Kenan’ın pişmanlık duyduğu anlar olsa da bu durum, yabancılaşmış bilincin ve şöhretin getirdiği “arsız sonradan görmeliğin” tesiri ile kısa sürer.
# Romantik aşk algısını, şöhret olduğu andan itibaren yitiren Kenan’ın çıkar dünyası içerisinde yapay ilişkileri ve sömürüye dayanan bir yeni düzen içine girişi sadece bedensel hazlarını tatmin etmekle sınırlı kalmaz. Onun kendini başkalarına kabul ettirme arzusu ve gözde olma tutkusu da Cavidan ile yaptığı çıkar ilişkisine dayalı evliliği ile gün yüzüne çıkar. Cavidan ve Kenan arasındaki evlilik romanın bütünselliği içerisinde ele alındığında her iki tarafında yapay şöhret tutkularının ve girdikleri ortamların hesaplanması sonucu yapıldığı gerçeği ile karşılaşılır. Karşılıklı çıkar ilişkisine dayalı olan bu evlilik de duygusal bir yakınlaşma yerine kişisel kimlik ve toplumsal etiketlerin sömürüldüğü görülür.

Kaçış:

# Dudaktan Kalbe romanına başkişi Kenan’ın ezik bir çocukluk dönemi ile birlikte kaçış psikolojisi de kendini gösterir. Toplumsal baskılardan korkan Kenan babasının hırsız olduğu gerçeğini değiştiremeyeceğinin bilincinde olduğu için çevresinden uzak durarak bu sıkıntılı durumdan kurtulmaya çalışır. Bu bağlamda özellikle dayısı Saib Paşa’nın köşkünde kaldıkları dönemlerde sürekli küçük düşürülme korkusuna karşın Kenan, çocukluğunun bütün haklarından fedakârlık eder:
“O, hakarete uğramaktan korktuğu için daima herkesten uzak durur, haşarı dayızadelerini arasına karışmaktan çekinirdi. Çocukluğunun bütün haklarından kendi ihtiyariyle feragat etmişti. Kimseden hiçbir şey istemez, hiçbir şikâyeti duyulmazdı." (s.25)
# Kenan’ın çocukluğundaki bu durum onun çevresinden kaçmasında da etkili olur. Çocukluk yıllarını dilediği gibi yaşayamayan başkişinin bu fedakârlığı ilerleyen dönemlerde ters yönde bir akış kazanarak onun yaşam dengesini bozar.
# Ezilmiş bir çocuk olmayı gururuna yediremeyen başkişi Kenan’ın kaçış süreci çocukluk yıllarında kendisini toplumdan yalıtma biçiminde gerçekleşir. Bununla birlikte şöhret olduktan sonra bu süreç tersine işler ve toplumun üst tabakasında kendine yer edinme çabası olarak görülür.
# Kenan’ın kendilik değerlerinden uzaklaşarak şöhretini bir sonradan görme olarak tükettiği dönemde tekrar bir kaçış içerisine girdiği görülür. Bu kaçış sadece fiziksel anlamda toplumdan kendisini yalıtma değil düşünce dünyasında da ortaya çıkar.
# Kaçış psikolojisi içerisine giren başkişi içsel anlamdaki mutsuzluğunu/huzursuzluğunu gidermek amacıyla günlük tutmaya başlar. Dış yaşamın kaba realitesi içerisinde boğulan Kenan yapay rolünden ve tüketim halini alan şöhretinden kaçış yollarım arar

Share with your friends

Notification
This is just an example, you can fill it later with your own note.
Done