Gizli
El Romanı – Özet, Tahlil, İnceleme
Romanın Kimliği
# Gizli El, Reşat Nuri
Güntekin’in Harabelerin Çiçeği romanı tefrika edildikten sonra yazdığı ilk
romanıdır. Fakat bu romanı, Çalıkuşu yayınlandıktan ancak iki yıl sonra
yayınlanır.
# Reşat Nuri, Harabelerin Çiçeği adlı romanı
bir Fransız romandan etkilenerek yazdığını kabul ettiği için gerçekte ilk
romanı olarak Gizli El’i görmektedir. Yazar, romanın girişinde yazdığı “İlk
Romanımın Romanı” adlı yazısında bu konuya açıklık getirir.
# 1920 yılında Dersaadet
gazetesinde tefrika edilen romanın ilk baskısı, 1924 yılında İkbal Kütüphanesi
tarafından yapılır. İncelemeye esas tuttuğumuz kitabın 17. baskısı İnkılâp
yayınları tarafından 2007 yılında yayınlanır.
Bakış Açısı ve Anlatıcı
# Gizli El,
kahraman-anlatıcı bakış açısı ile kaleme alınır. Başkişi Şeref, roman boyunca
olayları kendi gözüyle yansıtır. Romanın “Bugün bir afyon meselesini
konuşmak için Umum Müdürü görmeğe gitmiştim. ” (s.9) şeklindeki giriş cümlesinden itibaren
başkişi Şeref, 1. tekil şahsın ağzından olayları anlatır.
# Gizli El romanının
başından sonuna kadar Şeref, kendi iç dünyası ve çevresiyle olan mücadelesini
özeleştiri yaparak okuyucuya sunar.
# Kahraman-anlatıcı
yöntemiyle yazılan romanlarda, olay örgüsü romanı anlatan 1. tekil şahsın
etrafında şekillenir. “Metinde
nakledilen her şey onun duyu organları ile idrâk ettiği ve değerlendirdiği
tarzda karşımıza çıkar. Yani ‘kahraman-anlatıcı’ itibarî âleme ait her türlü
görünüşü dışa aksettirmede aracı durumundadır.” Bu nedenle
Şeref’in yaşadığı olayların tümü, okuyucuya Şeref’in değerler dizgesinin
doğruları ve yanlışları çerçevesinde yansır.
“Bütün azaplarım, ümitle ümitsizliğin
boğuşmasından ileri gelen bütün buhranların bu meseleyi halledinceye kadardı.
Şimdi artık ne o taraftan, ne bu taraftan olmadığımı, iki arada, hatta bütün
sınıflar arasında yapayalnız bir adam olduğumu görüyor ve buna üzülüyorum. ” (s.76)
# Dış dünyayı kendi
kültürel değer yargılarından hareketle değerlendiren/ gözlemleyen kahraman; iç
dünyasında ise kişisel özelliklerini, hayallerini, korkularını, ihtiraslarını
açığa vurur. Kahraman anlatıcı konumundaki Şeref’in, dış dünyaya açılımında ise
saydığımız kişisel özelliklerinden ileri gelir.
# Gizli El, birinci tekil
şahıs anlatıcı tarafından aktarıldığı için, iç monolog yöntemine de sıkça
başvurulur. Başkişinin iç dünyasında kendisi ile konuşması bu sayede okuyucuya
aktarılır:
“- Mesut muyuz ? - Elbette mesuduz. - Daha
sonra... - Daha sonra ne olacak ?
Mesuduz işte. ” Oh ne âlâ, ne âlâ!” (s. 115)
# Şeref’in iç dünyasının
aktarılmasına karşın romanda diyalog tekniği de oldukça önemli bir yer tutar.
Başkişinin çevresi ile olan ilişkileri, bu sayede bir çizgiye oturtulur. Yine
bu diyaloglar sayesinde kahramanın iç dünyası ve bunun dışa yansıması arasındaki
farklılıklar da gün ışığına çıkmış olur.
Olay Örgüsü
# Gizli El romanı, yazar
tarafından bölümlere ayrılmamıştır. Olaylar, romanın başkişisi Şeref’in sosyal
statüsündeki değişiklik ve kişisel/ruhsal gelişiminin şekillenmesine bağlı
olarak anlatılır. Bu nedenle Şeref’in yaşadığı olaylar çerçevesinde olay
örgüsünü üç vaka halkasına ayırabiliriz.
Birinci Bölüm:
Şeref’in bir afyon konusunu görüşmek üzere Umum
Müdürü’nün yanına gitmesi
Zamanda geriye
dönüş tekniği kullanılarak başkişi Şeref’in babasını kaybettiği ve memurluğa
başladığı ilk günlerin anlatılması
Şeref’in Gemlik’te maliye memuru olması ve maliye
memurluğundan sıkılması
Şeref’in emekli bir askeri doktor ile tanışıp dost olması
ve bu doktorun tavsiyesi üzerine Aziz Paşa’nın oğlu Adnan’a ders vermeye
başlaması
Şeref’in Aziz Paşa’nın Fransız Koleji mezunu olan kızı
Seniha’ya Türkçe dersi vermeye başlaması ve sonrasında ona âşık olması
Seniha ve Adnan’ın bir akraba düğünü için İstanbul’a
gitmeleri
Seniha ve Adnan ile birlikte İstanbul’dan akrabalarının
da Gemlik’e gelmesi
Gemlik’teki insanların Aziz Paşa’nın misafirlerinin
kadınlı erkekli eğlenmeleri hakkında dedikodu yapmaları ve Şeref’in Seniha’yı
kıskanarak bu durumdan rahatsız olması
Şeref’in Aziz Paşalarda bir akşam yemeğine kalması ve
Seniha’yı boş yere suçladığını anlaması
Şeref’in yaşadığı aşkın tereddüdü ile Seniha’ya ve Aziz
Paşa’ya başka bir yere tayin edildiği yalanını söylemesi
Şeref’in Aziz Paşa’nın evinin yakınlarında gezerken
düşmesi ve gözlerini Doktor’un evinde açması
Aziz Paşa’nın kızı Seniha’yı sevdiğini öğrenmesi üzerine
Şeref ile kızını evlendirmesi
İkinci Bölüm:
Şeref’in memurluktan daha farklı işler yapmak amacıyla
Narlı çiftliğinde Aziz Paşa’nın işleriyle uğraşması
Şeref’in Seniha ile evlendikten sonra istediğini elde
ettiği için boşluğa düşmesi
Birinci Dünya savaşının başlaması ve Şeref’in askere
çağrılması
Şeref’in gizli bir el yardımıyla cephe gerisi göreve
verilmesi
Şeref’in Murat Bey ile tanışması ve kurye olarak
Viyana’ya gitmesi
Savaş bittikten sonra Şeref’in “Yardım teşkilatı” adı
altında vagon ticareti yaparak zengin olması
Üçüncü Bölüm:
Şeref’in İstanbul’da başarılı bir işadamı olması
Seniha’nın babasını görmek için uzun süreli olarak
Gemlik’e gitmesi
Şeref’in yalnız kaldığı dönemde geçmişini sorgulaması
Şeref’in ihtirası ile kendine yabancılaştığı dönemdeki
gece hayatı ve kadınlarla olan sıradan ilişkisini anlatması
Şeref’in hükümet değişimiyle yaptığı kuryelik ve vagon
ticareti işlerinin sonucu hapse girmesi
Seniha’nın Şeref’e bir mektup yazarak ayrılmak istediğini
söylemesi
İki ay hapiste kalan Şeref’in gizli bir el tarafından hapisten
çıkarılması
Şeref’in hapisten çıktığı gün onu babası Aziz Paşa ile
almaya gelen Seniha ile barışması
Zaman
# Gizli El romanı, konusu
itibariyle 1. Dünya Savaşı öncesi, savaş yılları ve sonrasında geçer. Belirli
zaman ibareleri kullanılmamakla birlikte roman, yaklaşık beş yıllık bir süreci
kapsar. Başkişi Şeref’in ağzından aktarılan ve zamanda geriye dönüş tekniğiyle
anlatılan eserde s.9’da 20 Nisan , s.12’de 5 Mayıs ve s.113’te 20 Mayıs 19..
şeklinde zaman belirlemesi yapılır.
# Gizli El, andan
başlayıp geçmişe gider ve tekrar ana döner. Karısı Seniha ile bir gece yarısı
tartışmalarının ardından geçmişe dönerek muhasebe yapan başkişi, bunu okuyucu
ile paylaşır:
“Seniha’yı yatmağa gönderdim. Kendim,
yarına yetişmesi mutlaka lazım gelen bir hesap işini bahane ederek çalışma
odama indim. Muhakkak ki şimdi bu saatte hesapla uğraşıyorum masamın başında...
Fakat, eski hayatımın hesabıyla." (s. 14)
# Bu satırların ardından
geçmiş günlere dönen kahraman, Gemlik’te göreve başlaması ve Seniha ile
evlendiği yıllardan şu andaki konuma gelinceye kadar yaşadıklarını geçmişe ayna
tutarak yansıtır.
Yukarıda belirtilen tarihler dikkate alınırsa andan
geçmişe, geçmişten de tekrar ana dönüş, bir aylık süreci kapsar.
# Şeref’in
geçmişte yaşadıklarının muhasebesi bir gecelik zaman diliminde sona ererken
geçmişte yaşanan sürecin tarihi kesin olarak verilmez. Bununla birlikte romanın
ilk bölümünde; “Beş sene evvel gene böyle bir ilkbahar günüydü. Bu kapının
dışındaki koridorda, süzgün çehreli, mahcup ve korkak bir çocuk dolaşıyordu.
" (s.9) cümlesinde olduğu
gibi zamanda geriye dönülerek Şeref’in İstanbul’daki ilk memuriyet girişiminin
üzerinden 5 yıllık bir süre geçtiği belirtilir.
# Geçmiş zamanın
anlatıldığı bölümlerde, anlatıcı sık sık özetleme tekniğine başvurmuş ve çoğu
kez zamanda atlamalar yapmıştır. Anlatıcı, geçmiş günleri anlatırken genellikle
geçmiş zaman kip ve eklerini kullanır. “Kış aylarında çok sıkıldım”,
“Bir cuma sabahı
doktor, evime uğradı”, “Artık haftada üç gün Narlı Çiftliği’ne devam ediyordum
” gibi geçmiş zaman belirten yüklemleri tercih eder. Halden
geçmişe dönerek yapılan anlatım da bu durumu zaruri kılmaktadır.
# Gizli El romanı,
aslında başkişi Şeref’in yaşamının sosyal hayatla sıkı münasebetlerini
sergilediği için romanda sosyal zaman unsuruna çokça rastlamak mümkündür: “Saray-Bosna’da
Prençip diye bir serseri oğlan, Avusturya Veliahtı François Ferdinand’ı
öldürmüş... Sonra tafsilatı uzun uzun okudu. ” (s.90) belirteci İkinci Meşrutiyet sonrasında yaşanan
olaylar ve 1. Dünya Savaşı, romandaki sosyal zaman unsurlarının en
belirginleridir.
# Zamanın nesnel ve öznel
kullanımı, romanın kurgusuna paralel bir şekilde ilerlemektedir. Şeref’in
yaşadıkları ile Türk milletinin içinde bulunduğu ortam, yani kahraman ile
sosyal hayat birbirini açımlayan unsurlardır.
Mekân
Çevresel Mekân:
# Gizli El romanındaki
fiziksel mekânların başında İstanbul, Bursa, Gemlik ve Narlı Çiftliği gelir.
Romanın temel vakası, Gemlik’te geçmekle birlikte, Şeref’in askerlik yıllarında
kurye olarak yurtdışına Viyana, Romanya ve Almanya’ya gittiği görülür. Vagon
ticareti yaptığı yıllarda ise Anadolu’da Konya, Eskişehir, Karaman gibi birçok
ile gider. Fakat bu mekânlar, sadece romanın kurgusunu tamamlayıcı unsurlardır.
Olgusal Mekânlar:
Kapalı-Dar ve Labirentleşen Mekânlar:
# Mekân-insan ilişkisi, “Gizli
El” romanında başkişi Şeref’in yaşamındaki dolayısıyla ruh halindeki değişimine
göre şekil kazanır. Başkişinin memuriyete başladığı günden itibaren sosyal
statüsü ile birlikte değiştirdiği mekânlar içinde en önemli yere Narlı Çiftliği
sahiptir.
# İçinde büyük ihtiraslar
barındıran Şeref için küçük ve kalabalık olmayan mekânlar; dar ve boğucu
özellik arz eder. Onun kendini göstereceği, hırslarını tatmin edeceği geniş ve
kalabalık mekânlara ihtiyacı vardır. Statik bir yaşam tarzını asla
kabullenmeyen kahraman için ilk memuriyet günleri de oldukça bunalımlı geçer:
“Aylar geçiyor, ben, bir türlü bu yeni
hayata razı otamıyordum. Bir iki kere başka yere gitmek için fırsat çıktı.
Fakat, Anadolu’nun daha içlerine dalmaktan korktum. Burada hiç olmazsa bir
deniz vardı. Oralarda onu da kaybedecektim. ” (s.17)
# Yaşamın bir kenarına
tutunup sürekli aynı çevrede, aynı insanlarla, aynı işlerle uğraşmak Şeref için
büyük bir azaptır. “Mekanın
baskıya dönüşerek labirentleşmesi, kişinin kendi ve dünya ile kavgasına
gönderme yapan bir durumdur. ” Bu nedenle o kendi labirenti
olarak algıladığı “Anadolu’nun
daha içlerine dalmaktan” korkar. Özellikle İstanbul’un denizini
bir parça olsun Gemlik’te bulabilmek, onun Anadolu’da daha iyi görevlere gitme
teklifini reddetmesine sebep olur.
# Dar çevrelerde
ihtirasını dizginleyemeyen Şeref, kendini tatmin edecek, enerjisini
harcayabilecek büyük ve gösterişli mekânlar arzular. Başlangıçta Narlı
Çiftliği’ni ve Seniha’yı ulaşılmaz bir noktada görerek, bu mekânın “içine sinmeye” çalışan
Şeref, hedefine ulaşınca kendine yeni mekânlar aramak zorunda kalır.
# Şeref’in Seniha’ya olan
aşkını kendine itiraf etmesiyle birlikte Narlı Çiftliğine bakışı da değişir.
Özellikle Seniha’nın İstanbul’dan gelen akrabalarının etkisiyle kendini bir
anda ikinci planda gören Şeref için mekân kapalı/ dar bir hal alır.
# Bu süreç içerisinde
özellikle Seniha’nın misafirlere olan ilgisini kıskanan kahraman, Narlı
Çiftliği’nin dışında yaşayan insanlardan farksızdır. Başkalarının gözüyle ve
anlattıklarıyla daha önce gördüğü mekâna birden yabancılaşan Şeref, içini
kemiren kuşkularla eriyip gider.
“O kadar ki ertesi gün beni çiftliğe
çağırdıkları zaman ne aldığım beş, on kuruş para, ne başka bir şey için değil,
sırf orasını ağaç tepelerinden gözetliyenlerin yaptığını yapmak, içimdeki
iğrenç merakı tatmin etmek için gittim. ” (s.60)
# Dışarıdan bir bakış
açısıyla sunulan mekân, Şeref için boğucu bir biçimde algılanır. “İçindeki iğrenç merak”
duygusu ile dışarıdan Narlı çiftliğine bakan başkişi, mekanın kendisine
yansıyan ve yansıtılan yüzünün karanlığı içerisine gömülür. Bu nedenle, Narlı
çiftliğinde yaşanan olayları, başkalarının bilişiyle yorumlayan Şeref için
“dışarıda” kaldığı bu mekân dar bir görünümdedir.
Açık ve Geniş
Mekânlar:
# Gizli El romanında,
başkişi Şeref’in kendini gerçekleştirmek için ihtirasıyla yöneldiği her mekân
açık/mekân özelliği taşır. Mekânı darlaştıran unsurlar, Şeref’in istediği
“nesneyi/özneyi” elde edememe durumundan kaynaklanır. Şeref’in istediğini elde
ettiği her mekân ise onun için görünürde açık/geniş mekândır.
# Şeref’in Seniha’ya âşık
olduktan sonra onu elde etmek için ihtirasa büründüğü anlarda, Narlı çiftliğine
gelen misafirler onun için bu mekânı daraltır. Bununla birlikte dışarıda
olmanın psikolojisiyle Narlı çiftliğine giden Şeref için dar mekân bir anda
genişler. İnsanın içerdelik
ve dışardalık psikolojisinin irdelendiği bu bölümde, Şeref’in
Narlı Çiftliği’ne gitmesiyle olaylar yeni bir boyut kazanacaktır. Olayların
dışında kalan özne için bu anlamda oradalık ve buradalık’ın da
ayrı bir önemi vardır. Bachelard’ın dediği gibi “mekân korkunç bir
‘dışardalık-içerdelik’ten başka bir şey değildir. ” Şeref’in
Narlı Çiftliğinin dışındayken olaylara bakışı, halk ile aynı tarzdadır.
# Narlı Çiftliğinin
dışında iken içindeki merak duygusunun da kamçılamasıyla daralan mekân,
dışarıdan farklı görünen ortamın/çiftliğin içine girince değişir. İçindeki
şüphelerin yersizliği ile genişleyen mekan daha sonra Şeref’i bir an yalnız
bırakmayan aşağılık kompleksi nedeniyle tekrar daralır.
“Hocadan artık tiksiniyor değilim. Ondan ve
ona benzer insanlardan... Nasıl ki bu etrafında gece böcekleri kaynaşan lüks
lambasının altındaki garip mumsöndü gecesi insanlarından da öyle... hepsi benim
zannettiklerimden büsbütün başka insanlar..." (s.76)
Arada kalmış bir ruhun bunalımlı halini yansıtan Şeref
için orada
bulunmakla burada olmak arasındaki fark sadece Seniha’ya olan
aşkıdır. Her iki mekânın da kendi dışında daha doğrusu hayallerinin dışında bir
yer olduğu gerçektir. Kendini topluma saydırmak ve saygın bir yer edinmek
çabasını sürekli olarak endişe eden Şeref, belki de kendisinin bile inanmadığı
bir tayin konusunu gündeme getirir. Bu sayede çevresindeki kişilerden yapmacık
da olsa ilgi bekleyen bir çocuğun halet-i ruhiyesine dönüşen kahramana Aziz
Paşa’nın söylediği
“bulunduğu yerden sıkılan
insanlarda, hele senin gibi insanlarda yalnızca yer değiştirmek bile
ferahlıktır. Yabancı bir yerde hiç olmazsa oraya giderken birkaç gün yeni
şeyler ümit etmesi bile kârdır. " (s.77) sözleri, Şeref’in
ruhsal yapısını çözümler niteliktedir.
# Şeref için Narlı
Çiftliği gibi küçük mekânlar değil, onun kendini çevreye gösterebileceği Murat
Bey’in tabiriyle kariyer yapabileceği İstanbul gibi büyük mekânlar
gerekmektedir. Bu nedenle onun yaşam çizgisinin değişiminde askere gidişinin
önemli bir rolü vardır.
# Yaşanılan mekânın
şartlarına uygun davranan insanlar gibi Şeref de, İstanbul’da girdiği
çevrelerde suratına mutlu bir maske geçirir. İstanbul, Şeref için hedeflenen
mekân olmanın yanı sıra aşağılık kompleksini unuttuğu itibar gördüğü bir
çevreye kavuştuğu yer de olur. Romanın sonlarına doğru Seniha için darlaşan bu
mekân Şeref için değişmez büyük bir maskeli balo gibidir.
Şahıs Kadrosu
Başkişi
# Reşat Nuri Güntekin’in
bütün romanları göz önüne alındığında olumsuz yönleriyle ön plana çıkan birkaç
kişiden biri olan Şeref, romanın başkişidir. Kahraman- anlatıcı ve bakış açısı
ile duygu ve düşüncelerinin anlatıldığı romanda, kahramanın fiziksel
özelliklerinden ziyade ruhsal ve kişisel özellikleri üzerinde durulur. Bireysel
anlamda aşağılık kompleksine sahip olan Şeref’in ruhsal anlamdaki yetersizliği
bu kompleksin ortaya çıkardığı yükselme hırsı ile birlikte kendine yabancılaşma
sorunsalı etrafında şekillenir. Şeref kendilik değerlerini kurgularken
çevresindeki sıradan insanlardan farklı olmak ve üstün olmak meziyetlerini
gösterme tutkusu içerisindedir. Bu tutkulu kişilik sayesinde “bitmek bilmeyen başarı
ve verimliliğe duyulan şiddetli arzu özerkliğin yerini alır."
Özerkliğini yitiren ve kompleksilerinin
esiri olan başkişi Şeref, küçük bir memur olmanın sıkıntısını duyumsadığı andan
itibaren statü savaşı içerisine de girmiş olur.
# Şeref’in yaşam çizgisi,
memurluğunun ilk ayları ve daha sonra evliliğin ardından farklı bir boyuta
taşınır. Sıradan ve statik bir günlük yaşam içerisinde birdenbire, kendi başına
yaşamak zorunda kalan Şeref, taşra memurluğu psikolojisine bürünür. Fakat onda
bir yandan aşağılık kompleksi görülürken öte yandan yükselme tutkusu, bir “ihtiras maskesi"
altında ruhunu kemirir.
# Babasının ölümümün
ardından yapayalnız kalan kahramanı hayata bağlayan nokta; saygın olma, itibar
kazanma ve kendine bir yer edinme hırsından başka bir şey değildir. Roman
boyunca bu nedenle onun ruhsal çalkantıları işlenir.
# Şeref, 1. Dünya savaşı
yıllarında halkın içinde bulunduğu sefalete karşı askerliği sırasında tanıştığı
Murat Bey sayesinde vurgunculuk işine bulaşarak saygın ve zengin bir işadamı
olmayı başarır. Yaşamını basit değer yargıları üzerine temellendiren kahraman
için etik değerlerin ya da içinde bulunulan toplumsal çöküntünün önemi,
bireysel sorunlarının çok arkasında kalır. Zaman zaman öz eleştiri yöntemi ile
içine düştüğü durumu dile getirmesine karşın kötülerin içindeki iyi adam rolünü
oynamaktan da kaçınmaz.
# Başkişi Şeref, roman
boyunca düz bir tip olarak karşımıza çıkar. Bunun nedeni “bazı aslî şahısların,
kendilerini ömür boyu sürükleyen bir sabit fikir, bir hayal, bir ihtiras,
peşinde koşmaları, yahut söküp atamadıkları bir kompleksin tesiri altında
yaşamalarıdır. " Şeref
de bir yandan bir türlü hazmedemediği sıradan, klişe memur hayatının aşağılık
kompleksi altında ezilmekte öte yandan içinde var olan itibar kazanıp sosyal
tabakanın en üstünde yer alma ihtirası ile varlığını sürdürür.
“İlk aylarda memur hayatı bana çok sıkıcı
göründü. Gündüz basık odalarda renksiz, ehemmiyetsiz şeylerle uğraşmak; rica
yahut kavga etmek; yemek kırıntıları ve sigara külleriyle dolu masalara başını
dayayıp uyuklamak.. Akşamüstü kahve bahçelerinde bir parça dedikodu, maişetten şikayet..
(...) Hep böyle, ölünceye kadar böyle. "(s.14-15)
# Şeref’in vurguladığı “Hep böyle, ölünceye
kadar böyle" ibaresi, onun yaşama bakışının özünü niteler.
Henüz memuriyet hayatının başlarında böyle düşünen bir gencin ilerde bu
düzenden sıkılıp başka yönlere kayması belki de kaçınılmazdır. İstanbul Hukuk
Fakültesi’nden mezun olarak gelen Şeref, “aylarca taşraya düşmüş insanın
trajedisini yaşar." Avukatlık mesleğini Narlı çiftliğinde
sadece kayınbabasının karmaşık işlerini çözdüğü süre zarfında yaptığı için bu
meslek de sıkıcı bir hal alır.
# Şeref, içindeki
ihtirasın tesiri ve Gizli
El’in yardımı ile savaş yıllarında vurgunculuk olarak
nitelendirilen vagon ticareti işine girişerek emellerine ulaşır. Bulaştığı
kirli yolu ilk anlarda bir tereddütle yadırgar. Kendini yurtdışına çıkıp zengin
dönen diğer kuryelerden farklı bir konumda göstermek ister. Başkişi Şeref’in çevresinde
şekillenmesine rağmen anlamakta aciz kaldığı, kendini bir anda içinde bulduğu
durumlarda hayatına yön veren gizli bir elin varlığı hissedilir. Şeref’in ise
bu Gizli Elin getirdiği konumlarda hiçbir şeye isyan etmeden, sorgulamadan
çalışır:
“Peri sarayının kapıları durmadan hemen
hemen kendiliğinden açılıyor, bunları açan elleri yine görmemekte devam etmekle
beraber, kendim de gitgide onları kurcalamakta bir nevi meleke kazanmakta
olduğumu anlıyordum. (...) Fakat, peri elleri, kaderimle beraber ruhumu da
eline almış, rahîm ve ürkütmeyen ellerdi. ” (s. 109)
# Şeref’in kısa süren
tereddütlerinin ardından bir alışkanlık haline gelen yeni yaşamı onu
büyülemekte, içinde yanan ihtiras ateşine su serpmektedir. Eşi Seniha’nın bu
hayattan sıkılıp Gemlik’e dönmesine kadar olan süreçte de bu hayaller
diyarından çıkmak niyetinde değildir. Savaş yıllarının ardından Şeref’in bir
anda kendini hapishanede bulması ile hayallerin yıkımı başlar. Onu hapishanede
ziyarete gelen Seniha, şefkat kollarını açarak Gemlik’te sade ve sessiz bir
hayata davet eder.
Norm Karakterler
# Gizli El romanında
başkişi Şeref’in yaşamını şekillendiren, onun karşıt yönlerini oluşturan eşi
Seniha norm karakterdir. Şeref’in ilk gördüğü an karşısında “zarif çehreli, ela
gözlü, kumral bir genç kız” durmaktadır: “Nefret ettiğini söylemesine rağmen lükse,
gösterişe çocukluğundan beri meraklıdır. Esasen kendisi de lüks bir hayat için
hazırlanmıştır. ”
# Aziz Paşa’nın biraz
alaycı, biraz da gururlanarak tanıttığı kızı Seniha, devrin şartlarına göre iyi
yetişmiş, kültürlü biridir. Roman boyunca düz bir çizgide ilerleyen Seniha,
Şeref’in aksine içinde büyük ihtiraslar barındırmaz. Şeref, daima geleceğe yönelik
umutlar beslerken Seniha geçmişe dair özlemler içinde yaşar. Şeref ne kadar
yaramaz bir çocuk edası ile hareket ediyorsa Seniha o kadar şefkatli ve olgun
bir tavır sergiler. Şeref’in Seniha’ya yönelik “hem erkek hem de yaşça senden beş altı
yaş büyük olduğum halde, neden daima senin yanında çocuk kalıyorum ben? Meryem
Ana gibi bir şey oldun sen benim için. ”
sözleri bunu destekleyici niteliktedir.
# Yaşanılan sosyal çevre,
insanın yaşam standardım oluşturmada önemli bir etkendir. Seniha’nın ve
Şeref’in yaşam standardının birbirinden farklı olması, iki kahraman arasındaki
uçurumun giderek açılmasına sebep olur. Seniha, Şeref’in hedeflediği ve
ihtirasla kavuşmak istediği sosyal çevrenin içinde doğmuş ve büyümüştür. Bu
nedenle, yaşadığı çevrenin gürültülü, şatafatlı taraflarını sevmez ve bundan
daima kaçmak ister.
# Gizli El romanı boyunca
yaşından ziyade olgunluğu ile dikkati çeken Seniha, Batı kültürünü almasına
karşın kendi değerlerine yabancılaşmamış bir genç kız tip olarak görülür. Bu
nedenle o, kendi değerlerini özümsemiş bir karakter özelliği ile Reşat Nuri’nin
diğer romanlarındaki kolej mezunu tiplerinden farklılık gösterir.
# Gizli El romanında,
başkişinin yaşamına yön veren Doktor Cemil de norm karakterdir. Doktor Cemil,
Şeref’in Gemlik’e geldiği anda boşlukta yitip gitmesini önler. Memur hayatına
alışamayan, onlardan farklı bir yapı gösteren Şeref’i ilk fark eden ve onu daha
üst düzey bir çevreye -Narlı Çiftiği’ne- taşıyan kişi olur. Özellikle Şeref’in
Seniha’ya aşık olduğu dönemlerde sığınılacak bir “kovuk” olarak gördüğü Doktor,
ona “başını viran kovuğa sokmuş kuşun şuursuz rahatlığı”nı (s.52) verir.
# Doktor Cemil, emekli
olduktan sonra Gemlik’e yerleşen askeri bir doktordur. Burada kendine bir ev
alarak, hastaları para almadan muayene eden yardımsever bir insandır. En büyük
zevki, uzun yürüyüşlere çıkmak ve Narlı Çiftliğindeki dostu Aziz Paşa ile
muhabbet etmektir. Olgun, bilgili ve kültürlü bir karakter olan doktor, hayatta
kimsesi olmayan Şeref’in adeta babası yerindedir. Zaten Şeref’in Seniha ile
evlenmesinde aracılık yapan, Seniha’yı Aziz Paşa’dan isteyen de bizzat Doktor
Cemil’dir. Roman boyunca kendi başına bir kahraman olmaktan öte Şeref’in
dünyasına yön veren bir karakterdir.
Kart Karakterler
# Gizli El romanındaki
kahramanlar içinde önemli bir yere sahip olan Aziz Paşa, kişisel özellikleri ve
düz karakter yapısı ile dikkat çeker. “Aziz Paşa, eski bir saray
paşası olup, Meşrutiyet’ten sonra İttihatçılarla iyice bir vazgeçtisi olmuş,
sonra İstanbul’u bırakıp Gemlik’e yerleşmiştir. ” (s.21) Narlı Çiftliğinde emeklilik günlerini
çocukları ile mutlu bir şekilde geçirmek ister.
# Aziz Paşa’yı uzaktan
tanıyan Şeref, onun fiziksel özelliklerini şu şekilde anlatır: “Şişman,
kısa, kır sakallı, altmış beş yaşlarında bir adamdı. Yerliler onun İstanbul’da
kumar oynamaya ve hovardalık etmeye gittiğini söylerlerdi.” (s.22) Aziz Paşa, aynı zamanda kültürel birikimi
olan birisidir. Evindeki kütüphanesi, Rübab-ı Şikeste’den ve Cezmi’den ezbere
parçalar okuması bunun göstergesidir.
# Yaşamdan zevk almaya
çalışan, mallarının kıymetini bilmeyen Aziz Paşa, karakteristik bir son dönem
Osmanlı Paşası’dır. Ara sıra kaçamak yaparak Bursa’ya kumar oynamaya giden Aziz
Paşa, çocuklarının eğitimine önem veren, siyaset haberlerini gazetelerden takip
eden, batılı düşünceleri bilen kültürlü bir insandır. Onun Şeref ile ciddi
meselelerde tartışması, fikir alışverişinde bulunması Şeref’in kendine
güvenmesini sağlar.
# Şeref’in yaşamındaki
yönü bir anda değiştiren Miralay Murat Bey ise romanın bir diğer kart
karakteridir. Savaş dönemi Türkiye’sinde, içinde bulunulan şartların aksine
vurgunculuk yaparak zengin olan Murat Bey, bu uğurda Şeref gibi ihtiraslı ama
saf gençleri “Gizli El” dokunuşuyla kullanır.
# Miralay Murat,
çıkarlarını gözetmek amacıyla, çevresindekilere nasıl hitap edeceğini bilen,
zeki birisidir. Şeref’in Miralay Murat’ı ilk gördüğü andaki intibaını;
“Tavırlarında, bakışlarında ve bilhassa
konuşmasında büyük rütbeli askerlere mahsus bir âmirlik ve keskinlik vardı. ” (s.101)
şeklinde açıklar.
# Miralay Murat, Şeref’in
dünyasına birdenbire girmiş, bütün değerleri alt üst etmiş bir kahramandır.
Şeref, başlangıçta Murat Bey’e karşı şüphe ile yaklaşır fakat onun söylediği; “bir kere
geçiyoruz dünyadan, bunun bir ikincisi yok. Hayatı yaşamak lazım.” derken
aldığı tavrı ve sesi asla unutmayacaktım.” (s.103) şeklindeki sözlerin etkisinden de kendini kurtaramaz.
Murat Bey’in, başkişi Şeref üzerindeki etkisi, Seniha’nın aşkından daha üstün
gelecektir. Bir zamanlar Seniha için her şeyi göze alan Şeref, artık Murat
Bey’in büyülü dünyasına adım atar.
Fon Karakterler
# Romanların yapısını
kurmak için vazgeçilmez unsurlar olan fon (figüratif) karakterleri kullanmak
zorunlu bir durumdur. Gizli El romanında da bu gerçeğe uygun şekilde birçok fon
karakter kullanılır.
# Aziz Paşa’nın oğlu
Adnan bunların başında gelmektedir. Yer yer ön plana çıkan Adnan, hiçbir zaman
kurgunun gelişim çizgisini değiştirmeye yönelik bir kişilik yapısı göstermez. “Seniha’nın
kardeşi Adnan’a gelince, o babasına göre “mankafa” çıkmıştır. Uslu, fakat
“tembel, tembel saz benizli, zayıf”
(s.25-26) bir çocuktur. Arabacılığa, fotoğrafa merakından başka,
babasının tabiatı zıddına hiçbir büyük hizmet istidadı yoktur.”
# Narlı Çiftliği’ne
misafirliğe gelen Aziz Paşa’nın akrabalarından olan Nevnihal Hanım, Genç süvari
zabiti, eski bir şehbender olan Nusret Bey, eski bir istinaf mahkemesi reisi
gibi kahramanlar, olayların gelişimine zenginlik kazandıran fon karakterlerdir.
Yine Şeref’in hayatına İstanbul’da sonradan giren Nezihe adlı kadın ve adı
geçen birçok işadamı yap-bozu tamamlayan küçük parçalar gibidir.
İzleksel
Kurgu
# Gizli El romanında
entrik kurguyu oluşturan ve çatışmayı sağlayan değerleri KORA şemasında şu
şekilde göstermek mümkündür:
Ülkü Değerler
|
Karşı Değerler
|
|
Kişiler
Düzeyinde
|
Seniha
Doktor
Cemil Aziz Paşa Anadolu Halkı
|
Şeref
Miralay
Murat Bey Nezihe Hanım İstanbul’daki İşadamları
|
Kavramlar
Düzeyinde
|
Kendi
oluş Sevgi
Alçakgönüllülük
Asalet
Sadakat
|
Yabancılaşma
İhtiras
Sömürü
Aşağılık
Kompleksi Narsisizm Vurgunculuk Nüfuz Ticareti
|
Simgeler
Düzeyinde
|
Gemlik
Narlı Çiftliği Anadolu
|
Gizli
El
Yardım
Teşkilatı Kurye Çantası İstanbul
|
Yabancılaşma:
# İnsanın içindeki
yükselme arzusu, çoğu kez ihtiras halini alırken çevrede olup bitene karşı onu
duyarsızlaştırır ve adeta kör eder. Birey, elde edeceği değerlere doğru
koşarken gittiği yoldaki yanlışları fark edemez ya da umursamaz. “Kendi köklerini
yitirmenin çaresizliği, insanda, her şey üzerinde mülkiyet ve iktidar sahibi
olmaya yönelik bir iç baskı oluşturur. Fakat bu da insanı, kendine
yabancılaşmaya götürür." Şeref de “Gizli El” yardımıyla girdiği
dünyadaki yanlışları göz ardı edip onlara kendince kılıflar uydurur ve bir
kaosun içine gömülmekten kurtulamaz. Şeref, bu kaos durumunda tanımlanamayacak
ihtiraslarıyla birlikte, arzuladığı nesnelerin peşinden sürüklenirken dış
dünyaya karşı bir anlam yitimine uğrar ve benliğini unutmanın getirdiği
bilinçsizlikle bir yenilginin muhatabı olma yazgısını yaşamak zorunluluğundan
kaçamaz. Ancak Şeref’in bilinçsizce yöneldiği bu ihtiraslarının temelinde
kişiliğinde yer alan üstün olma arzusunun da etkisi yadsınamaz.
# İhtiras ve aşağılık
kompleksi, bireysel anlamda, roman boyunca birbirini kamçılayan iki dizgedir.
Toplumda itibar kazanmayı ve zengin olmayı hedefleyen başkişi Şeref, sürekli
olarak kendinden aşağıdakileri değil yukarıdakileri görerek halinden utanç
duymakta ve aşağılık kompleksine kapılır. Öyle ki dış dünyadaki bireylerin
normal davranışlarına saldırgan bir tutumla karşılık veren Şeref, herkesin
kendini küçük düşürmek için bir işbirliği halinde oldukları hissiyle yaşamaya
mecbur kalır.
# Kendisi gibi olmaktan utanan Şeref’in kendine
seçtiği hedef “başkaları
gibi olmak”tır. Kendi kurguladığı bir dünyanın içinde
tutkularının boyunduruğu altında yaşayan ve bir taraftan da bu yaşayışın
muğlâklığı altında ezilen kahraman, öngörüden uzak bir biçimde kendini
ötekileşmenin eşiğine atar. Şeref’in bu arzusunun altında hem bir aşağılık
kompleksi hem de kendini diğer insanlardan farklı görme eğiliminin sebep olduğu
bir kibir söz konusudur. Bu kibir, kahramanın kendini beğenmişlikle örülü
narsist bir iç dünyaya sahip olduğunu gösterir. Onun aşağılık kompleksinin
temelinde de üstün olma ve sıradan yönlerini ortadan kaldırarak yüksek görülme
arzusu vardır. Bu anlamda Şeref’in narsisizmi “büyüklenmeci kendilik” şeklinde
ortaya çıkar. Zira “büyüklenmeci kendilik”, “başkalarına bağımlılığın inkârına olanak
sağlar, bireyi narsisist hiddet ve hasete karşı korur, başkalarının devamlı
küçük görülmesi ve değersizleştirilmesi için ön koşulları yaratır"
# Nitekim, Paşa’nın
damadı olmanın kendisi için yeterli bir statü sağlamayacağını düşünmesi ve
evlendikten sonra eşi Seniha’yı değersizleştirme çabası da bunun bir göstergesi
niteliğindedir.
# Toplumsal sorunların
eleştirildiği romanda, Şeref’in bireysel sorunları da ön plana çıkar. Şeref’te
varolan ihtiras ve aşağılık kompleksi onu bataklığın içine doğru sürükler.
Küçük bir memur ya da Aziz Paşa damadı olmak Şeref için hiçbir zaman yeterli
bir sosyal statü sağlamaz. Kahramanın yükselme hırsında sadece maddi kaygılar
değil aynı zamanda kendini diğer insanlardan farklı ve üstün gösterme arzusunun
sebep olduğu yapmacıklı bir hizmet etme anlayışı söz konusudur.
# Gizli El romanının
henüz başlarında Gemlik’te yeni memur olduğu günlerde Doktor Cemil’le
konuşurken de bunu belirtir:
“Ben sadece muvaffak olmak isteyen bir
insanım. Bu şehri, bu memleketi susta durduran büyük işadamlarından biri...
Böyleleri için büyük servetler kazanmak başta gelir. Benim için de öyle olmak
tabiidir efendim... Fakat asıl zevkim, rastgele bir adam olmadığımı göstermek,
bu bakımsız memleket için büyük şeyler yapmak...” (s.20)
# Şeref’in yaşam
felsefesi “rastgele
bir adam olmadığını göstermek” idealini gerçekleştirme
tutkusudur. Onun içindeki ihtiras ve kompleksi çok iyi anlayan Doktor Cemil ve
Seniha’da ise tam aksine asalet, sadakat ve sevgi hisleri yer alır. Şeref ne
kadar zengin olma ihtirasında ise Seniha o kadar asil ve alçakgönüllüdür.
Seniha zengin bir aileden yetişmiş ve Fransız okulundan mezun birisi olmasına
rağmen şımarık bir yapıya sahip değildir.
# Başkişi Şeref’in içinde
varolan ihtiras, Seniha’yı elde etme tutkusuyla kendini gösterir. Şeref’in âşık
olması ve bu aşkı sadece kendine itiraf etmesiyle başlayan süreç, içinde yanan
ihtiras ateşini görmezden gelmesi ile onu daha çabuk ele verir.
“Tablodaki resim kadar uzak ve yabancı
kalacağım ona. Fakat, bu, benim onu sevmeme engel olmayacak. Bilmiyorum hangi
şair, galiba bir İngiliz şairi: “Ben sizi seviyorsam bundan size ne?” demiş.
Ben, o kadar bile söyleyemeyecek, sezdirmeyecek kadar, zaafımı bir canavar
kırıcılığı ile, bir namus gibi, koruyacak kadar mağrur olacağım. ” (s.36)
# Birdenbire kendini
kaçınılmaz bir aşkın içinde bulan Şeref’in dünyası değişir. Seniha, onun tüm
düşüncelerini işgal eder. Başkişinin yaşamındaki bu değişim, romanın entrik
kurgusundaki gerilim unsurunu da yükseltir. Özellikle Şeref’in aşkını gizlemesi
ve Seniha’yı misafirliğe gelen akrabalarından kıskandığı anlarda gerilim
ekstrem noktaya ulaşır.
# Seniha ile evleninceye
kadar onu elde etme hırsı ile yanıp tutuşan Şeref, hedefine ulaşınca büyük bir
boşluğa düşer. Kahramanın alışılan yaşam biçiminden kopuşu onu bunalıma,
dolayısıyla kendisine yeni hedefler aramaya itecektir. İçinde bastırılamayan
bir ihtiras bulunan Şeref için artık karısı Seniha’nın Narlı Çiftliğinde
sürekli olarak “mesuduz”
sözünü tekrar etmesi de can sıkıcı bir hal alır.
“İnsan, içinde yaşadığı dünyanın
değişimleri içinde aktif olarak devreye giren temel faktörlerden biridir. ”
# Şeref’in de içinde
bulunduğu yaşamın sıkıcılığından kurtulması ve değişimlerle yüz yüze gelmesi 1.
Dünya Savaşının başlamasıyla yeni bir şekle bürünür. Romanın kurgusunu bir anda
değiştiren Şeref’in askere gidiş olayı, kahramanın içsel manadaki değişimine de
yardımcı olacaktır. Kendi isteği dışında askerde çürüğe çıkarılarak cephe gerisi
görevle Bursa’da yazıcı neferi olması; yine kendi isteği dışında kurye olarak
Viyana’ya gidişi onun yaşam çizgisini değiştiren önemli iki durak noktasıdır.
# Özellikle Murat Bey’in
Şeref’e hitaben söylediği: “Aziz Paşa damadı olmak sizin için bir kariyer olamaz. ” (s.104) sözü, romanın düğüm noktasını
oluşturmaktadır. Çünkü bu söz, Şeref’in içindeki hayata hükmetme tutkusunu
yeniden gün ışığına çıkarır. Şeref’in Gemlik’e ilk geldiği andan itibaren
sıradan bir memur olmasına rağmen tavırları ve giyimi ile farklı olma endişesi
başka bir biçimde kendini gösterir. Şeref, dış dünyanın kalabalığı arasında
belirsiz ve silik bir insan olmanın ruhunu huzursuz edeceğini ve onu sınırlı
bir yaşama mahkûm bırakacağını hisseder. Onun ruhunda, otoriteyi elde tutma ve
kendi dışındaki bireylerde üstünlük oluşturma kompleksi söz konusudur. Üstün
olma arzusundan kaynaklanan fırsatçı kişiliğiyle dikkat çeken başkişinin isteği
dışında yaşamına yön veren ve onu tutkularına yaklaştıran bu gelişmeler ise bir
“Gizli El” yardımıyla gerçekleşmektedir. O, bunu roman boyunca sürekli tekrar
eder:
“Peri sarayının kapıları durmadan hemen
hemen kendiliğinden açılıyor, bunları açan elleri yine görmemekte devam etmekle
beraber, kendi de gitgide onları kurcalamakta bir nevi meleke kazanmakta
olduğumu anlıyordum. ” (s.109)
# Bir süre sonra
askerliğini de “Gizli El” yardımıyla sonlandıran Şeref, vagon ticareti yaptığı
dönemlerde zengin bir işadamı olmuş ve örnek aldığı “başkaları”nın sınıfına
girmeyi başarır. Yaşam mücadelesi içinde küçük kalmak yerine kariyer yapmak
isteyen Şeref, artık bu hedefine ulaşır. İlk bölümde hedef obje
konumundaki Seniha, yerini başka hedef objelere terk etmek zorunda kalır.
Kahraman, adeta Seniha ile evliliğinde hayal kırıklığına uğramıştır. Çünkü bu
evlilikte Şeref, “nesneyi
elde etmesinin kendi kişiliğini değiştirmediğini saptar; o kadar beklenen
dönüşüm gerçekleşmemiştir” Uğruna intihar girişiminde bulunduğu
Seniha, kahraman için artık sıradan bir nesne kimliğine bürünür. Kahramanın
arzuladığı nesneye ulaşmadan önce içinde büyüttüğü ve gerçekten de çok sıradan
bir kadın olmayan ve bir paşa kızı olan Seniha’nın zamanla
değersizleştirilmesi, kahramanın hem maddi ihtiraslar içinde boğulmasından hem
de kendini bir zamanlar aşağılandığını düşündüğü Paşa’nın ailesinden üstün
görmesinden kaynaklanır. Seniha’ya ilk âşık olduğu dönemlerde onu yücelten ve
gözünde büyüterek onun yanında kendini küçük gören kahramanın
“değersizleştirme” sürecine girmesine rağmen Seniha, bu yozlaşan benliğin
içindeki ruhsal yolculuğun bütün evrelerinde onun yanında olmuş ve onu adeta
bir anne şefkatiyle içten içe korunur.
# Kahraman, özeleştiri
yöntemiyle yaşamındaki yanlışlıkların farkına vardığında bir pişmanlık
ve dönüş
arzusunu içinde barındırır. Seniha’nın Gemlik’e uzun süreli gidişinin ardından,
kendisiyle baş başa kalan Şeref, yabancılaştığı manevi duygular âlemine geçme
yolunda büyük bir adım atarak kendini eleştirir. Kendi iç dünyasına yönelen
kahraman, ruhundaki “duyarlık bilinci”nin kıpırdadığını hisseder ve hırsının
içine hapsolan beklentilerinin hem ruhunu hem de bedenini yıprattığını
duyumsar:
"Çok yıprandığı muhakkak olan
vücudumla gündüzlerimin bütün kuvveti, iki kelime ile iş ihtirasından ibaretti;
dev mekanizmanın içinde kendimi, neyin nesi olduğumu farkedemediğim bir
mesuliyetin mesulü, mutlak olarak hükmü yerine gelecek bir kaderin âleti
hissetmedi. ” (s.109)
# Şeref’in iş ihtirası ve
bir nevi aşağılık kompleksi ile girdiği sosyal ortam onu içine hapsetmiş, "yalnızlaştırmış ”
ve “yabancılaştırmıştır.
” İhtirasın yükselişinin aksine bireysel manada düşüşünü yaşayan
Şeref’in, gerçek mutluluğu yakalaması için ancak Seniha’nın onu bir süre terk
etmesi gerekir. Bu terk edişin ardından umulmadık anda hızla yükselişe geçen kahramanın
kaçınılmaz düşüşü gerçekleşir. Şeref için büyük bir darbe de
hükümet değişikliğiyle hapse girmesi olur. Sürekli Gizli El tarafından nasıl
yükseldiğini anlamakta zorluk çeken Şeref, bu kez de nasıl düştüğünü anlayamaz.
Yükselmenin ardından gelen bu düşüş, kahramanın parçalanmış benliğinde yeni bir
dönüşüme sebep olacak ve ötekileşen kahramanın “kendilik bilinci”ni
oluşturmasına yardım ederek onun yeni bir varlık ekseni etrafında yaşamına
devam etmesini sağlar. Ruhunun en temiz duygusu olan aşkını Seniha ile
evlendikten sonra yitiren ve hırsının esiri olan Şeref’in bu düşüşün ardından
Seniha’ya sığınması ruhunu arındırmak ve yenilgisini unutmak için yapmış olduğu
bilinçli bir edimselliktir. Kurguladığı düş evreninin gerçeğe dönüşmesinin
ardından Şeref’in yaşadıklarıyla bu düş, bir kâbus halini alır ve kahraman,
“üstün” ve “farklı olma” arzularının kurbanı olarak dış dünyada bırakmak
istediği intibarıın bir anda yok olmasına sebep olarak karısı Seniha’nın saf
dünyasının içine yeniden girerek ruhunu aklama arzusu içinde olduğunu gösterir.
Sömürü:
# Gizli El romanında 1.
Dünya savaşı yıllarında ülkenin girdiği ekonomik darboğaz sırasında bu durumdan
faydalanarak halkı maddi anlamda sömüren belirli kişilerin tutumları eleştirel
bir bakış açısı ile sunulur. Romanın entrik kurgusunda yer alan vurgunculuk ve
nüfuz ticareti ile sefalet arasındaki çatışmalar “harp zenginleri” ile “halk”
arasındaki aşılmaz ekonomik ilişkinin çirkin yüzünü gösterir. Bir yandan vagon
ticareti yaparak zengin olan vurdumduymaz insanlar öte yandan Anadolu’da
yiyecek ekmek bulamayan ya da geçen seneden kalma kurtlu, kuru incir yediği
için ölen insanlar, kapitalist sistemin kural tanımaz ihtiraslarının sonucu
olarak esere yansır. Şeref’in yaptığı işin ciddiyetini kavraması mümkün
görünmemekle birlikte İstanbul’daki bir vapurda
tanık olduğu konuşmalar onu bir an etkiler:
“- Dün Emir Sultan’a çıkmıştım.
Mahallemizde dizanteriden ölmüş iki yaşında bir kız çocuğunu gömmek için...
Mezarlık yokuşunda üç çocuk tabutuna daha tesadüf etmeyeyim mi? Yokuşta sıraya
dizdiler biçareleri... Garibi hepsi aynı hastalıktan ölmüşler... Şeker yok...
Geçen seneden kalma kurtlu, kuru incirleri yedirmekten... Bir masumlar
katliamı...” (s. 123)
# Şeref’in de içinde
bulunduğu vagon ticareti ile uğraşıp stokçuluk yapanlar halkın temel ihtiyaç
maddelerini sömürü aracı olarak kullanırlar. “Harp zengini” olanlar, halkın
çektiği sefalet karşısında lüks bir yaşam içerisinde ülkenin içinde bulunduğu
şartlara duyarsız kalır. Bu duyarsızlık halkın temel ihtiyaçlarını sömürerek
onları kendilerine mecbur etmenin “sefih iştiha”sıyla
bütünleşir.
# Reşat Nuri Güntekin,
ilk romanı Gizli El’i yazarken devrin şartlarını göz önünde bulundurur. “O tarihte vurgunculuk ve nüfuz ticareti günün
meselesiydi. Köprüyü geçmeye para bulamayan birtakım kimselerin, günün birinde
vagon sattığı ve birdenbire harp zengini olduğu görülüyordu. (...) Hesabımca bu
bir hiciv romanı olacaktı. Fakat, vukuat, onu büsbütün başka bir şekle soktu. ”
# Gizli El romanı,
yazarın belirttiği gibi 1. Dünya Savaşı yıllarında, Anadolu’da vagon ticareti yaparak zengin olan işadamlarının sosyal eleştirisini
yapmak üzere yazılır. Bununla birlikte sansür korkusu ile romanın başkişi
Şeref’in aşk macerası bilinçli olarak daha çok ön planda gösterilir.
# 1. Dünya Savaşı
yıllarında, Anadolu’da halk sefalet içinde iken İstanbul’da yardım teşkilatı
adı altında vagon ticareti yaparak birdenbire zengin olan insanlar vardır.
Romanda özellikle Miralay Murat Bey, bu işleri yönlendiren kişilerin başında
gelmektedir. Bilinçli bir şekilde bu işi yapan ve Şeref’i de bu işi yapmaya
sevk eden bizzat odur.
Sizin gibi iyi okuyup hazırlanmış bir genç için
ne yazıcı neferliği ne Aziz Paşa damatlığı bir kariyer olamaz, dedi. ” (s.103)
# İçinde her zaman
yükselme ve kariyer yapma ihtirası olan Şeref başlangıçta masumane şekilde
bulaştığı bu dünyaya çok çabuk uyum sağlar. Bir anda farklı bir dünya içerisinde
“periler ülkesi”nde sefih bir yaşam süren, balolarda, partilerde gününü gün
eden Şeref için bu yaşamdan kopmak mümkün görünmez.
Narsisizm:
# Gizli El romanında Şeref’in ihtiraslı ruh kimliğinin
alt yapısını oluşturan narsistik eğilim de izlekler arasında yer alır. Şeref,
memuriyetin ilk anlarından itibaren kendine aşırı güven duyan ve
etrafındakilerden farklı olduğunu hisseden bir karakterdir. Başkalarından
farklı olduğunu sadece kendi iç dünyasında değil dış dünya karşısında da
söylemekten çekinmeyen başkişi, Doktor’a bu ideallerinden bahseder:
“Ben, sadece muvaffak olmak isteyen bir
insanım. Bu şehri, bu memleketi susta durduran büyük işadamlarından biri...
Böyleleri için büyük servetler kazanmak başta gelir. Benim için de böyle olmak
tabiidir efendim... Fakat asıl zevkim, rastgele bir adam olmadığımı göstermek,
bu bakımsız memleket için büyük şeyler yapmak... Ben kendimde bu ruhu, hatta bu
kabiliyeti görüyorum. ” (s.20)
# “Rastgele bir adam
olmadığını ” göstermek isteyen
Şeref, başkalarından farklı olmanın ihtirasındadır. Sıradan insan olmamak için
kılık kıyafetinde bile diğer memurlardan farklı giyinen Şeref’in bu
tavırlarının altında narsisizm görülür. Ancak onun narsisizminin temelinde,
ulaşılmayacak olan nesneleri elde etmesinin etkisi söz konusudur. Ondaki
aşağılık kompleksi, elde edilen nesnelerle birlikte yerini bir üstünlük
kompleksine, buna bağlı olarak da bir narsisizme bırakır. Sürekli bir haset
duyan kahraman, elde ettikleriyle hiçbir zaman
tatmin olmamış ve hep daha yukarlarda olmayı arzulayarak benliğinin farklı
kimliklerle çarpıklaşmasına engel olamamıştır. Bu anlamda, onun içindeki
hasetin, “sevgi ve şükran duygularını daha
başlangıç evresinde baltalayan çok güçlü bir etken olduğunu” Aziz Paşa’ya ve Seniha’ya olan davranışlarında görmek
mümkündür. Seniha’nın yaşamla ilk tanıştığı anlardan itibaren yaşadığı sosyal
çevre, Şeref’in çok sonradan kavuşacağı bir yaşam tarzıdır. Bu sonradan kavuşma
durumu, onun içindeki hasedi ön plana çıkararak narsistik eğilimlerde
bulunmasına sebep olur.
Sevgi:
# Sevgi izleği anlatıda
başkişi Şeref ile eşi Seniha arasındaki yaşamsal bütünlüğü gösteren bir olgu
olarak dikkatlere sunulur. Sevginin bireysel kullanımını tek taraflı ve
arzulara dayalı bir biçimde Şeref ve Seniha’da cisimleştirilir. Şeref’in
Seniha’ya olan sevgisi onu “elde etme” arzusu ile bütünleşmiş bir kompleks
halinde görülür.
# Şeref’in yükselme
arzusunun aksine Seniha ondan daha iyi bir sosyal çevrede yetişmiş olmasına
rağmen asil ve alçakgönüllü bir yapıya sahiptir. Seniha ile evlendikten sonra
onun Fransız mektebinde okumuş bir sosyete olarak yanında bulunmak düşüncesi
bile Şeref’i aşağılık kompleksi içine sokarken Seniha, Şeref’in düşündüğünün
aksine sade ve alçakgönüllü tavırlar sergiler. Toplum katında yükselmek isteyen
ve kendini başkalarından farklı gören Şeref kendisinden yukarıda gördüğü
Seniha’nın sade kişiliği karşısında hayrete düşer:
“Seniha ile evlendiğim ilk günlerde içimi
durmadan kemiren bir kurt vardı. “Bu yüksek sosyete dediğimiz muhite, bir
Fransız mektebinden yetişmiş bir genç kız yanında ben, bir köylü gibi
kalmıyacak mıyım?” diyordum. (...) Fakat korktuğumun tam tersine, onun kendisi
bir köylü kadın sadeliği alıyordu. ” (s. 114)
# Şeref’e karşı saf bir
sevgi ile bağlanan Seniha içinde bulunduğu ortamın yapısına ait hırslara sahip
değildir. O, yalnızca olduğu gibi görünen bir kadındır. Şeref’in yükselmek ve
sosyeteye girerek sahte yüzler arasına katılmak isteğine her zaman soğuk bakan
Seniha, Şeref’in marazi bir hal alan ihtirası karşısında Gemlik’e gitmeyi uygun
bulmuştur. Ancak bu gidişe rağmen Seniha, Şeref’i tamamen bırakmamış ve
Şeref’in yaşadığı düşüşün ardından onun yanında yer alarak Şeref’e olan
bağlılığını göstermiştir. Evliliğinin ilk yıllarında Şeref’in gözünde büyüttüğü
kendine layık görmediği Seniha, kahramanın “düşme” ile birlikte içsel
dönüşümünü tamamladıktan sonra sığınacağı yegâne liman olması dolayısıyla
dikkat çekicidir. Roman boyunca kendi benliğinden ve asaletinden ödün vermeyen
Seniha’nın kahramanı affetmesi de yine onun ruhundaki sadakat ve bağlılık
bilincinin bir göstergesidir.