Gizli El Romanı – Özet, Tahlil, İnceleme - Edebiyat Araştırmaları
Son Başlıklar
Loading...

30 Ağustos 2020 Pazar

Gizli El Romanı – Özet, Tahlil, İnceleme

Gizli El Romanı – Özet, Tahlil, İnceleme
    

Romanın Kimliği

# Gizli El, Reşat Nuri Güntekin’in Harabelerin Çiçeği romanı tefrika edildikten sonra yazdığı ilk romanıdır. Fakat bu romanı, Çalıkuşu yayınlandıktan ancak iki yıl sonra yayınlanır.
#  Reşat Nuri, Harabelerin Çiçeği adlı romanı bir Fransız romandan etkilenerek yazdığını kabul ettiği için gerçekte ilk romanı olarak Gizli El’i görmektedir. Yazar, romanın girişinde yazdığı “İlk Romanımın Romanı” adlı yazısında bu konuya açıklık getirir.


# 1920 yılında Dersaadet gazetesinde tefrika edilen romanın ilk baskısı, 1924 yılında İkbal Kütüphanesi tarafından yapılır. İncelemeye esas tuttuğumuz kitabın 17. baskısı İnkılâp yayınları tarafından 2007 yılında yayınlanır.



Bakış Açısı ve Anlatıcı

# Gizli El, kahraman-anlatıcı bakış açısı ile kaleme alınır. Başkişi Şeref, roman boyunca olayları kendi gözüyle yansıtır. Romanın “Bugün bir afyon meselesini konuşmak için Umum Müdürü görmeğe gitmiştim. ” (s.9) şeklindeki giriş cümlesinden itibaren başkişi Şeref, 1. tekil şahsın ağzından olayları anlatır.
# Gizli El romanının başından sonuna kadar Şeref, kendi iç dünyası ve çevresiyle olan mücadelesini özeleştiri yaparak okuyucuya sunar.
# Kahraman-anlatıcı yöntemiyle yazılan romanlarda, olay örgüsü romanı anlatan 1. tekil şahsın etrafında şekillenir. “Metinde nakledilen her şey onun duyu organları ile idrâk ettiği ve değerlendirdiği tarzda karşımıza çıkar. Yani ‘kahraman-anlatıcı’ itibarî âleme ait her türlü görünüşü dışa aksettirmede aracı durumundadır.” Bu nedenle Şeref’in yaşadığı olayların tümü, okuyucuya Şeref’in değerler dizgesinin doğruları ve yanlışları çerçevesinde yansır.
“Bütün azaplarım, ümitle ümitsizliğin boğuşmasından ileri gelen bütün buhranların bu meseleyi halledinceye kadardı. Şimdi artık ne o taraftan, ne bu taraftan olmadığımı, iki arada, hatta bütün sınıflar arasında yapayalnız bir adam olduğumu görüyor ve buna üzülüyorum. ” (s.76)
# Dış dünyayı kendi kültürel değer yargılarından hareketle değerlendiren/ gözlemleyen kahraman; iç dünyasında ise kişisel özelliklerini, hayallerini, korkularını, ihtiraslarını açığa vurur. Kahraman anlatıcı konumundaki Şeref’in, dış dünyaya açılımında ise saydığımız kişisel özelliklerinden ileri gelir.
# Gizli El, birinci tekil şahıs anlatıcı tarafından aktarıldığı için, iç monolog yöntemine de sıkça başvurulur. Başkişinin iç dünyasında kendisi ile konuşması bu sayede okuyucuya aktarılır:
“- Mesut muyuz ? - Elbette mesuduz. - Daha sonra... - Daha sonra ne olacak ?
Mesuduz işte. ” Oh ne âlâ, ne âlâ!” (s. 115)
# Şeref’in iç dünyasının aktarılmasına karşın romanda diyalog tekniği de oldukça önemli bir yer tutar. Başkişinin çevresi ile olan ilişkileri, bu sayede bir çizgiye oturtulur. Yine bu diyaloglar sayesinde kahramanın iç dünyası ve bunun dışa yansıması arasındaki farklılıklar da gün ışığına çıkmış olur.

Olay Örgüsü

# Gizli El romanı, yazar tarafından bölümlere ayrılmamıştır. Olaylar, romanın başkişisi Şeref’in sosyal statüsündeki değişiklik ve kişisel/ruhsal gelişiminin şekillenmesine bağlı olarak anlatılır. Bu nedenle Şeref’in yaşadığı olaylar çerçevesinde olay örgüsünü üç vaka halkasına ayırabiliriz.
Birinci Bölüm:
Şeref’in bir afyon konusunu görüşmek üzere Umum Müdürü’nün yanına gitmesi
 Zamanda geriye dönüş tekniği kullanılarak başkişi Şeref’in babasını kaybettiği ve memurluğa başladığı ilk günlerin anlatılması
Şeref’in Gemlik’te maliye memuru olması ve maliye memurluğundan sıkılması
Şeref’in emekli bir askeri doktor ile tanışıp dost olması ve bu doktorun tavsiyesi üzerine Aziz Paşa’nın oğlu Adnan’a ders vermeye başlaması
Şeref’in Aziz Paşa’nın Fransız Koleji mezunu olan kızı Seniha’ya Türkçe dersi vermeye başlaması ve sonrasında ona âşık olması
Seniha ve Adnan’ın bir akraba düğünü için İstanbul’a gitmeleri
Seniha ve Adnan ile birlikte İstanbul’dan akrabalarının da Gemlik’e gelmesi
Gemlik’teki insanların Aziz Paşa’nın misafirlerinin kadınlı erkekli eğlenmeleri hakkında dedikodu yapmaları ve Şeref’in Seniha’yı kıskanarak bu durumdan rahatsız olması
Şeref’in Aziz Paşalarda bir akşam yemeğine kalması ve Seniha’yı boş yere suçladığını anlaması
Şeref’in yaşadığı aşkın tereddüdü ile Seniha’ya ve Aziz Paşa’ya başka bir yere tayin edildiği yalanını söylemesi
Şeref’in Aziz Paşa’nın evinin yakınlarında gezerken düşmesi ve gözlerini Doktor’un evinde açması
Aziz Paşa’nın kızı Seniha’yı sevdiğini öğrenmesi üzerine Şeref ile kızını evlendirmesi
İkinci Bölüm:
Şeref’in memurluktan daha farklı işler yapmak amacıyla Narlı çiftliğinde Aziz Paşa’nın işleriyle uğraşması
Şeref’in Seniha ile evlendikten sonra istediğini elde ettiği için boşluğa düşmesi
Birinci Dünya savaşının başlaması ve Şeref’in askere çağrılması
Şeref’in gizli bir el yardımıyla cephe gerisi göreve verilmesi
Şeref’in Murat Bey ile tanışması ve kurye olarak Viyana’ya gitmesi
Savaş bittikten sonra Şeref’in “Yardım teşkilatı” adı altında vagon ticareti yaparak zengin olması
Üçüncü Bölüm:
Şeref’in İstanbul’da başarılı bir işadamı olması
Seniha’nın babasını görmek için uzun süreli olarak Gemlik’e gitmesi
Şeref’in yalnız kaldığı dönemde geçmişini sorgulaması
Şeref’in ihtirası ile kendine yabancılaştığı dönemdeki gece hayatı ve kadınlarla olan sıradan ilişkisini anlatması
Şeref’in hükümet değişimiyle yaptığı kuryelik ve vagon ticareti işlerinin sonucu hapse girmesi
Seniha’nın Şeref’e bir mektup yazarak ayrılmak istediğini söylemesi
İki ay hapiste kalan Şeref’in gizli bir el tarafından hapisten çıkarılması
Şeref’in hapisten çıktığı gün onu babası Aziz Paşa ile almaya gelen Seniha ile barışması

Zaman

# Gizli El romanı, konusu itibariyle 1. Dünya Savaşı öncesi, savaş yılları ve sonrasında geçer. Belirli zaman ibareleri kullanılmamakla birlikte roman, yaklaşık beş yıllık bir süreci kapsar. Başkişi Şeref’in ağzından aktarılan ve zamanda geriye dönüş tekniğiyle anlatılan eserde s.9’da 20 Nisan , s.12’de 5 Mayıs ve s.113’te 20 Mayıs 19.. şeklinde zaman belirlemesi yapılır.
# Gizli El, andan başlayıp geçmişe gider ve tekrar ana döner. Karısı Seniha ile bir gece yarısı tartışmalarının ardından geçmişe dönerek muhasebe yapan başkişi, bunu okuyucu ile paylaşır:
“Seniha’yı yatmağa gönderdim. Kendim, yarına yetişmesi mutlaka lazım gelen bir hesap işini bahane ederek çalışma odama indim. Muhakkak ki şimdi bu saatte hesapla uğraşıyorum masamın başında... Fakat, eski hayatımın hesabıyla." (s. 14)
# Bu satırların ardından geçmiş günlere dönen kahraman, Gemlik’te göreve başlaması ve Seniha ile evlendiği yıllardan şu andaki konuma gelinceye kadar yaşadıklarını geçmişe ayna tutarak yansıtır.
Yukarıda belirtilen tarihler dikkate alınırsa andan geçmişe, geçmişten de tekrar ana dönüş, bir aylık süreci kapsar.
# Şeref’in geçmişte yaşadıklarının muhasebesi bir gecelik zaman diliminde sona ererken geçmişte yaşanan sürecin tarihi kesin olarak verilmez. Bununla birlikte romanın ilk bölümünde; “Beş sene evvel gene böyle bir ilkbahar günüydü. Bu kapının dışındaki koridorda, süzgün çehreli, mahcup ve korkak bir çocuk dolaşıyordu. " (s.9) cümlesinde olduğu gibi zamanda geriye dönülerek Şeref’in İstanbul’daki ilk memuriyet girişiminin üzerinden 5 yıllık bir süre geçtiği belirtilir.
# Geçmiş zamanın anlatıldığı bölümlerde, anlatıcı sık sık özetleme tekniğine başvurmuş ve çoğu kez zamanda atlamalar yapmıştır. Anlatıcı, geçmiş günleri anlatırken genellikle geçmiş zaman kip ve eklerini kullanır. “Kış aylarında çok sıkıldım”, “Bir cuma sabahı doktor, evime uğradı”, “Artık haftada üç gün Narlı Çiftliği’ne devam ediyordum ” gibi geçmiş zaman belirten yüklemleri tercih eder. Halden geçmişe dönerek yapılan anlatım da bu durumu zaruri kılmaktadır.
# Gizli El romanı, aslında başkişi Şeref’in yaşamının sosyal hayatla sıkı münasebetlerini sergilediği için romanda sosyal zaman unsuruna çokça rastlamak mümkündür: “Saray-Bosna’da Prençip diye bir serseri oğlan, Avusturya Veliahtı François Ferdinand’ı öldürmüş... Sonra tafsilatı uzun uzun okudu. ” (s.90) belirteci İkinci Meşrutiyet sonrasında yaşanan olaylar ve 1. Dünya Savaşı, romandaki sosyal zaman unsurlarının en belirginleridir.
# Zamanın nesnel ve öznel kullanımı, romanın kurgusuna paralel bir şekilde ilerlemektedir. Şeref’in yaşadıkları ile Türk milletinin içinde bulunduğu ortam, yani kahraman ile sosyal hayat birbirini açımlayan unsurlardır.

Mekân

Çevresel Mekân:
# Gizli El romanındaki fiziksel mekânların başında İstanbul, Bursa, Gemlik ve Narlı Çiftliği gelir. Romanın temel vakası, Gemlik’te geçmekle birlikte, Şeref’in askerlik yıllarında kurye olarak yurtdışına Viyana, Romanya ve Almanya’ya gittiği görülür. Vagon ticareti yaptığı yıllarda ise Anadolu’da Konya, Eskişehir, Karaman gibi birçok ile gider. Fakat bu mekânlar, sadece romanın kurgusunu tamamlayıcı unsurlardır.
Olgusal Mekânlar:
Kapalı-Dar ve Labirentleşen Mekânlar:
# Mekân-insan ilişkisi, “Gizli El” romanında başkişi Şeref’in yaşamındaki dolayısıyla ruh halindeki değişimine göre şekil kazanır. Başkişinin memuriyete başladığı günden itibaren sosyal statüsü ile birlikte değiştirdiği mekânlar içinde en önemli yere Narlı Çiftliği sahiptir.
# İçinde büyük ihtiraslar barındıran Şeref için küçük ve kalabalık olmayan mekânlar; dar ve boğucu özellik arz eder. Onun kendini göstereceği, hırslarını tatmin edeceği geniş ve kalabalık mekânlara ihtiyacı vardır. Statik bir yaşam tarzını asla kabullenmeyen kahraman için ilk memuriyet günleri de oldukça bunalımlı geçer:
“Aylar geçiyor, ben, bir türlü bu yeni hayata razı otamıyordum. Bir iki kere başka yere gitmek için fırsat çıktı. Fakat, Anadolu’nun daha içlerine dalmaktan korktum. Burada hiç olmazsa bir deniz vardı. Oralarda onu da kaybedecektim. ” (s.17)
# Yaşamın bir kenarına tutunup sürekli aynı çevrede, aynı insanlarla, aynı işlerle uğraşmak Şeref için büyük bir azaptır. “Mekanın baskıya dönüşerek labirentleşmesi, kişinin kendi ve dünya ile kavgasına gönderme yapan bir durumdur. ” Bu nedenle o kendi labirenti olarak algıladığı “Anadolu’nun daha içlerine dalmaktan” korkar. Özellikle İstanbul’un denizini bir parça olsun Gemlik’te bulabilmek, onun Anadolu’da daha iyi görevlere gitme teklifini reddetmesine sebep olur.
# Dar çevrelerde ihtirasını dizginleyemeyen Şeref, kendini tatmin edecek, enerjisini harcayabilecek büyük ve gösterişli mekânlar arzular. Başlangıçta Narlı Çiftliği’ni ve Seniha’yı ulaşılmaz bir noktada görerek, bu mekânın “içine sinmeye” çalışan Şeref, hedefine ulaşınca kendine yeni mekânlar aramak zorunda kalır.
# Şeref’in Seniha’ya olan aşkını kendine itiraf etmesiyle birlikte Narlı Çiftliğine bakışı da değişir. Özellikle Seniha’nın İstanbul’dan gelen akrabalarının etkisiyle kendini bir anda ikinci planda gören Şeref için mekân kapalı/ dar bir hal alır.
 # Bu süreç içerisinde özellikle Seniha’nın misafirlere olan ilgisini kıskanan kahraman, Narlı Çiftliği’nin dışında yaşayan insanlardan farksızdır. Başkalarının gözüyle ve anlattıklarıyla daha önce gördüğü mekâna birden yabancılaşan Şeref, içini kemiren kuşkularla eriyip gider.
“O kadar ki ertesi gün beni çiftliğe çağırdıkları zaman ne aldığım beş, on kuruş para, ne başka bir şey için değil, sırf orasını ağaç tepelerinden gözetliyenlerin yaptığını yapmak, içimdeki iğrenç merakı tatmin etmek için gittim. ” (s.60)
# Dışarıdan bir bakış açısıyla sunulan mekân, Şeref için boğucu bir biçimde algılanır. “İçindeki iğrenç merak” duygusu ile dışarıdan Narlı çiftliğine bakan başkişi, mekanın kendisine yansıyan ve yansıtılan yüzünün karanlığı içerisine gömülür. Bu nedenle, Narlı çiftliğinde yaşanan olayları, başkalarının bilişiyle yorumlayan Şeref için “dışarıda” kaldığı bu mekân dar bir görünümdedir.
Açık ve Geniş Mekânlar:
# Gizli El romanında, başkişi Şeref’in kendini gerçekleştirmek için ihtirasıyla yöneldiği her mekân açık/mekân özelliği taşır. Mekânı darlaştıran unsurlar, Şeref’in istediği “nesneyi/özneyi” elde edememe durumundan kaynaklanır. Şeref’in istediğini elde ettiği her mekân ise onun için görünürde açık/geniş mekândır.
# Şeref’in Seniha’ya âşık olduktan sonra onu elde etmek için ihtirasa büründüğü anlarda, Narlı çiftliğine gelen misafirler onun için bu mekânı daraltır. Bununla birlikte dışarıda olmanın psikolojisiyle Narlı çiftliğine giden Şeref için dar mekân bir anda genişler. İnsanın içerdelik ve dışardalık psikolojisinin irdelendiği bu bölümde, Şeref’in Narlı Çiftliği’ne gitmesiyle olaylar yeni bir boyut kazanacaktır. Olayların dışında kalan özne için bu anlamda oradalık ve buradalık’ın da ayrı bir önemi vardır. Bachelard’ın dediği gibi “mekân korkunç bir ‘dışardalık-içerdelik’ten başka bir şey değildir. ” Şeref’in Narlı Çiftliğinin dışındayken olaylara bakışı, halk ile aynı tarzdadır.
# Narlı Çiftliğinin dışında iken içindeki merak duygusunun da kamçılamasıyla daralan mekân, dışarıdan farklı görünen ortamın/çiftliğin içine girince değişir. İçindeki şüphelerin yersizliği ile genişleyen mekan daha sonra Şeref’i bir an yalnız bırakmayan aşağılık kompleksi nedeniyle tekrar daralır.
“Hocadan artık tiksiniyor değilim. Ondan ve ona benzer insanlardan... Nasıl ki bu etrafında gece böcekleri kaynaşan lüks lambasının altındaki garip mumsöndü gecesi insanlarından da öyle... hepsi benim zannettiklerimden büsbütün başka insanlar..." (s.76)
Arada kalmış bir ruhun bunalımlı halini yansıtan Şeref için orada bulunmakla burada olmak arasındaki fark sadece Seniha’ya olan aşkıdır. Her iki mekânın da kendi dışında daha doğrusu hayallerinin dışında bir yer olduğu gerçektir. Kendini topluma saydırmak ve saygın bir yer edinmek çabasını sürekli olarak endişe eden Şeref, belki de kendisinin bile inanmadığı bir tayin konusunu gündeme getirir. Bu sayede çevresindeki kişilerden yapmacık da olsa ilgi bekleyen bir çocuğun halet-i ruhiyesine dönüşen kahramana Aziz Paşa’nın söylediği
“bulunduğu yerden sıkılan insanlarda, hele senin gibi insanlarda yalnızca yer değiştirmek bile ferahlıktır. Yabancı bir yerde hiç olmazsa oraya giderken birkaç gün yeni şeyler ümit etmesi bile kârdır. " (s.77) sözleri, Şeref’in ruhsal yapısını çözümler niteliktedir.
# Şeref için Narlı Çiftliği gibi küçük mekânlar değil, onun kendini çevreye gösterebileceği Murat Bey’in tabiriyle kariyer yapabileceği İstanbul gibi büyük mekânlar gerekmektedir. Bu nedenle onun yaşam çizgisinin değişiminde askere gidişinin önemli bir rolü vardır.
# Yaşanılan mekânın şartlarına uygun davranan insanlar gibi Şeref de, İstanbul’da girdiği çevrelerde suratına mutlu bir maske geçirir. İstanbul, Şeref için hedeflenen mekân olmanın yanı sıra aşağılık kompleksini unuttuğu itibar gördüğü bir çevreye kavuştuğu yer de olur. Romanın sonlarına doğru Seniha için darlaşan bu mekân Şeref için değişmez büyük bir maskeli balo gibidir.

Şahıs Kadrosu

Başkişi
# Reşat Nuri Güntekin’in bütün romanları göz önüne alındığında olumsuz yönleriyle ön plana çıkan birkaç kişiden biri olan Şeref, romanın başkişidir. Kahraman- anlatıcı ve bakış açısı ile duygu ve düşüncelerinin anlatıldığı romanda, kahramanın fiziksel özelliklerinden ziyade ruhsal ve kişisel özellikleri üzerinde durulur. Bireysel anlamda aşağılık kompleksine sahip olan Şeref’in ruhsal anlamdaki yetersizliği bu kompleksin ortaya çıkardığı yükselme hırsı ile birlikte kendine yabancılaşma sorunsalı etrafında şekillenir. Şeref kendilik değerlerini kurgularken çevresindeki sıradan insanlardan farklı olmak ve üstün olmak meziyetlerini gösterme tutkusu içerisindedir. Bu tutkulu kişilik sayesinde “bitmek bilmeyen başarı ve verimliliğe duyulan şiddetli arzu özerkliğin yerini alır."  Özerkliğini yitiren ve kompleksilerinin esiri olan başkişi Şeref, küçük bir memur olmanın sıkıntısını duyumsadığı andan itibaren statü savaşı içerisine de girmiş olur.
# Şeref’in yaşam çizgisi, memurluğunun ilk ayları ve daha sonra evliliğin ardından farklı bir boyuta taşınır. Sıradan ve statik bir günlük yaşam içerisinde birdenbire, kendi başına yaşamak zorunda kalan Şeref, taşra memurluğu psikolojisine bürünür. Fakat onda bir yandan aşağılık kompleksi görülürken öte yandan yükselme tutkusu, bir “ihtiras maskesi" altında ruhunu kemirir.
# Babasının ölümümün ardından yapayalnız kalan kahramanı hayata bağlayan nokta; saygın olma, itibar kazanma ve kendine bir yer edinme hırsından başka bir şey değildir. Roman boyunca bu nedenle onun ruhsal çalkantıları işlenir.
# Şeref, 1. Dünya savaşı yıllarında halkın içinde bulunduğu sefalete karşı askerliği sırasında tanıştığı Murat Bey sayesinde vurgunculuk işine bulaşarak saygın ve zengin bir işadamı olmayı başarır. Yaşamını basit değer yargıları üzerine temellendiren kahraman için etik değerlerin ya da içinde bulunulan toplumsal çöküntünün önemi, bireysel sorunlarının çok arkasında kalır. Zaman zaman öz eleştiri yöntemi ile içine düştüğü durumu dile getirmesine karşın kötülerin içindeki iyi adam rolünü oynamaktan da kaçınmaz.
# Başkişi Şeref, roman boyunca düz bir tip olarak karşımıza çıkar. Bunun nedeni “bazı aslî şahısların, kendilerini ömür boyu sürükleyen bir sabit fikir, bir hayal, bir ihtiras, peşinde koşmaları, yahut söküp atamadıkları bir kompleksin tesiri altında yaşamalarıdır. "  Şeref de bir yandan bir türlü hazmedemediği sıradan, klişe memur hayatının aşağılık kompleksi altında ezilmekte öte yandan içinde var olan itibar kazanıp sosyal tabakanın en üstünde yer alma ihtirası ile varlığını sürdürür.
“İlk aylarda memur hayatı bana çok sıkıcı göründü. Gündüz basık odalarda renksiz, ehemmiyetsiz şeylerle uğraşmak; rica yahut kavga etmek; yemek kırıntıları ve sigara külleriyle dolu masalara başını dayayıp uyuklamak.. Akşamüstü kahve bahçelerinde bir parça dedikodu, maişetten şikayet.. (...) Hep böyle, ölünceye kadar böyle. "(s.14-15)
# Şeref’in vurguladığı “Hep böyle, ölünceye kadar böyle" ibaresi, onun yaşama bakışının özünü niteler. Henüz memuriyet hayatının başlarında böyle düşünen bir gencin ilerde bu düzenden sıkılıp başka yönlere kayması belki de kaçınılmazdır. İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun olarak gelen Şeref, “aylarca taşraya düşmüş insanın trajedisini yaşar." Avukatlık mesleğini Narlı çiftliğinde sadece kayınbabasının karmaşık işlerini çözdüğü süre zarfında yaptığı için bu meslek de sıkıcı bir hal alır.
# Şeref, içindeki ihtirasın tesiri ve Gizli El’in yardımı ile savaş yıllarında vurgunculuk olarak nitelendirilen vagon ticareti işine girişerek emellerine ulaşır. Bulaştığı kirli yolu ilk anlarda bir tereddütle yadırgar. Kendini yurtdışına çıkıp zengin dönen diğer kuryelerden farklı bir konumda göstermek ister. Başkişi Şeref’in çevresinde şekillenmesine rağmen anlamakta aciz kaldığı, kendini bir anda içinde bulduğu durumlarda hayatına yön veren gizli bir elin varlığı hissedilir. Şeref’in ise bu Gizli Elin getirdiği konumlarda hiçbir şeye isyan etmeden, sorgulamadan çalışır:
“Peri sarayının kapıları durmadan hemen hemen kendiliğinden açılıyor, bunları açan elleri yine görmemekte devam etmekle beraber, kendim de gitgide onları kurcalamakta bir nevi meleke kazanmakta olduğumu anlıyordum. (...) Fakat, peri elleri, kaderimle beraber ruhumu da eline almış, rahîm ve ürkütmeyen ellerdi. ” (s. 109)
# Şeref’in kısa süren tereddütlerinin ardından bir alışkanlık haline gelen yeni yaşamı onu büyülemekte, içinde yanan ihtiras ateşine su serpmektedir. Eşi Seniha’nın bu hayattan sıkılıp Gemlik’e dönmesine kadar olan süreçte de bu hayaller diyarından çıkmak niyetinde değildir. Savaş yıllarının ardından Şeref’in bir anda kendini hapishanede bulması ile hayallerin yıkımı başlar. Onu hapishanede ziyarete gelen Seniha, şefkat kollarını açarak Gemlik’te sade ve sessiz bir hayata davet eder.
Norm Karakterler
# Gizli El romanında başkişi Şeref’in yaşamını şekillendiren, onun karşıt yönlerini oluşturan eşi Seniha norm karakterdir. Şeref’in ilk gördüğü an karşısında “zarif çehreli, ela gözlü, kumral bir genç kız” durmaktadır: “Nefret ettiğini söylemesine rağmen lükse, gösterişe çocukluğundan beri meraklıdır. Esasen kendisi de lüks bir hayat için hazırlanmıştır. ”
# Aziz Paşa’nın biraz alaycı, biraz da gururlanarak tanıttığı kızı Seniha, devrin şartlarına göre iyi yetişmiş, kültürlü biridir. Roman boyunca düz bir çizgide ilerleyen Seniha, Şeref’in aksine içinde büyük ihtiraslar barındırmaz. Şeref, daima geleceğe yönelik umutlar beslerken Seniha geçmişe dair özlemler içinde yaşar. Şeref ne kadar yaramaz bir çocuk edası ile hareket ediyorsa Seniha o kadar şefkatli ve olgun bir tavır sergiler. Şeref’in Seniha’ya yönelik “hem erkek hem de yaşça senden beş altı yaş büyük olduğum halde, neden daima senin yanında çocuk kalıyorum ben? Meryem Ana gibi bir şey oldun sen benim için. ” sözleri bunu destekleyici niteliktedir.
# Yaşanılan sosyal çevre, insanın yaşam standardım oluşturmada önemli bir etkendir. Seniha’nın ve Şeref’in yaşam standardının birbirinden farklı olması, iki kahraman arasındaki uçurumun giderek açılmasına sebep olur. Seniha, Şeref’in hedeflediği ve ihtirasla kavuşmak istediği sosyal çevrenin içinde doğmuş ve büyümüştür. Bu nedenle, yaşadığı çevrenin gürültülü, şatafatlı taraflarını sevmez ve bundan daima kaçmak ister.
# Gizli El romanı boyunca yaşından ziyade olgunluğu ile dikkati çeken Seniha, Batı kültürünü almasına karşın kendi değerlerine yabancılaşmamış bir genç kız tip olarak görülür. Bu nedenle o, kendi değerlerini özümsemiş bir karakter özelliği ile Reşat Nuri’nin diğer romanlarındaki kolej mezunu tiplerinden farklılık gösterir.
# Gizli El romanında, başkişinin yaşamına yön veren Doktor Cemil de norm karakterdir. Doktor Cemil, Şeref’in Gemlik’e geldiği anda boşlukta yitip gitmesini önler. Memur hayatına alışamayan, onlardan farklı bir yapı gösteren Şeref’i ilk fark eden ve onu daha üst düzey bir çevreye -Narlı Çiftiği’ne- taşıyan kişi olur. Özellikle Şeref’in Seniha’ya aşık olduğu dönemlerde sığınılacak bir “kovuk” olarak gördüğü Doktor, ona “başını viran kovuğa sokmuş kuşun şuursuz rahatlığı”nı (s.52) verir.
# Doktor Cemil, emekli olduktan sonra Gemlik’e yerleşen askeri bir doktordur. Burada kendine bir ev alarak, hastaları para almadan muayene eden yardımsever bir insandır. En büyük zevki, uzun yürüyüşlere çıkmak ve Narlı Çiftliğindeki dostu Aziz Paşa ile muhabbet etmektir. Olgun, bilgili ve kültürlü bir karakter olan doktor, hayatta kimsesi olmayan Şeref’in adeta babası yerindedir. Zaten Şeref’in Seniha ile evlenmesinde aracılık yapan, Seniha’yı Aziz Paşa’dan isteyen de bizzat Doktor Cemil’dir. Roman boyunca kendi başına bir kahraman olmaktan öte Şeref’in dünyasına yön veren bir karakterdir.
Kart Karakterler
# Gizli El romanındaki kahramanlar içinde önemli bir yere sahip olan Aziz Paşa, kişisel özellikleri ve düz karakter yapısı ile dikkat çeker. “Aziz Paşa, eski bir saray paşası olup, Meşrutiyet’ten sonra İttihatçılarla iyice bir vazgeçtisi olmuş, sonra İstanbul’u bırakıp Gemlik’e yerleşmiştir. ” (s.21) Narlı Çiftliğinde emeklilik günlerini çocukları ile mutlu bir şekilde geçirmek ister.
# Aziz Paşa’yı uzaktan tanıyan Şeref, onun fiziksel özelliklerini şu şekilde anlatır: “Şişman, kısa, kır sakallı, altmış beş yaşlarında bir adamdı. Yerliler onun İstanbul’da kumar oynamaya ve hovardalık etmeye gittiğini söylerlerdi.” (s.22) Aziz Paşa, aynı zamanda kültürel birikimi olan birisidir. Evindeki kütüphanesi, Rübab-ı Şikeste’den ve Cezmi’den ezbere parçalar okuması bunun göstergesidir.
# Yaşamdan zevk almaya çalışan, mallarının kıymetini bilmeyen Aziz Paşa, karakteristik bir son dönem Osmanlı Paşası’dır. Ara sıra kaçamak yaparak Bursa’ya kumar oynamaya giden Aziz Paşa, çocuklarının eğitimine önem veren, siyaset haberlerini gazetelerden takip eden, batılı düşünceleri bilen kültürlü bir insandır. Onun Şeref ile ciddi meselelerde tartışması, fikir alışverişinde bulunması Şeref’in kendine güvenmesini sağlar.
# Şeref’in yaşamındaki yönü bir anda değiştiren Miralay Murat Bey ise romanın bir diğer kart karakteridir. Savaş dönemi Türkiye’sinde, içinde bulunulan şartların aksine vurgunculuk yaparak zengin olan Murat Bey, bu uğurda Şeref gibi ihtiraslı ama saf gençleri “Gizli El” dokunuşuyla kullanır.
# Miralay Murat, çıkarlarını gözetmek amacıyla, çevresindekilere nasıl hitap edeceğini bilen, zeki birisidir. Şeref’in Miralay Murat’ı ilk gördüğü andaki intibaını;
“Tavırlarında, bakışlarında ve bilhassa konuşmasında büyük rütbeli askerlere mahsus bir âmirlik ve keskinlik vardı. ” (s.101) şeklinde açıklar.
# Miralay Murat, Şeref’in dünyasına birdenbire girmiş, bütün değerleri alt üst etmiş bir kahramandır. Şeref, başlangıçta Murat Bey’e karşı şüphe ile yaklaşır fakat onun söylediği; “bir kere geçiyoruz dünyadan, bunun bir ikincisi yok. Hayatı yaşamak lazım.” derken aldığı tavrı ve sesi asla unutmayacaktım.” (s.103) şeklindeki sözlerin etkisinden de kendini kurtaramaz. Murat Bey’in, başkişi Şeref üzerindeki etkisi, Seniha’nın aşkından daha üstün gelecektir. Bir zamanlar Seniha için her şeyi göze alan Şeref, artık Murat Bey’in büyülü dünyasına adım atar.
Fon Karakterler
# Romanların yapısını kurmak için vazgeçilmez unsurlar olan fon (figüratif) karakterleri kullanmak zorunlu bir durumdur. Gizli El romanında da bu gerçeğe uygun şekilde birçok fon karakter kullanılır.
# Aziz Paşa’nın oğlu Adnan bunların başında gelmektedir. Yer yer ön plana çıkan Adnan, hiçbir zaman kurgunun gelişim çizgisini değiştirmeye yönelik bir kişilik yapısı göstermez. “Seniha’nın kardeşi Adnan’a gelince, o babasına göre “mankafa” çıkmıştır. Uslu, fakat “tembel, tembel saz benizli, zayıf” (s.25-26) bir çocuktur. Arabacılığa, fotoğrafa merakından başka, babasının tabiatı zıddına hiçbir büyük hizmet istidadı yoktur.”
# Narlı Çiftliği’ne misafirliğe gelen Aziz Paşa’nın akrabalarından olan Nevnihal Hanım, Genç süvari zabiti, eski bir şehbender olan Nusret Bey, eski bir istinaf mahkemesi reisi gibi kahramanlar, olayların gelişimine zenginlik kazandıran fon karakterlerdir. Yine Şeref’in hayatına İstanbul’da sonradan giren Nezihe adlı kadın ve adı geçen birçok işadamı yap-bozu tamamlayan küçük parçalar gibidir.

İzleksel Kurgu
# Gizli El romanında entrik kurguyu oluşturan ve çatışmayı sağlayan değerleri KORA şemasında şu şekilde göstermek mümkündür:

Ülkü Değerler
Karşı Değerler
Kişiler
Düzeyinde
Seniha
Doktor Cemil Aziz Paşa Anadolu Halkı
Şeref
Miralay Murat Bey Nezihe Hanım İstanbul’daki İşadamları
Kavramlar
Düzeyinde
Kendi oluş Sevgi
Alçakgönüllülük
Asalet
Sadakat
Yabancılaşma
İhtiras
Sömürü
Aşağılık Kompleksi Narsisizm Vurgunculuk Nüfuz Ticareti
Simgeler
Düzeyinde
Gemlik Narlı Çiftliği Anadolu
Gizli El
Yardım Teşkilatı Kurye Çantası İstanbul


Yabancılaşma:
# İnsanın içindeki yükselme arzusu, çoğu kez ihtiras halini alırken çevrede olup bitene karşı onu duyarsızlaştırır ve adeta kör eder. Birey, elde edeceği değerlere doğru koşarken gittiği yoldaki yanlışları fark edemez ya da umursamaz. “Kendi köklerini yitirmenin çaresizliği, insanda, her şey üzerinde mülkiyet ve iktidar sahibi olmaya yönelik bir iç baskı oluşturur. Fakat bu da insanı, kendine yabancılaşmaya götürür."  Şeref de “Gizli El” yardımıyla girdiği dünyadaki yanlışları göz ardı edip onlara kendince kılıflar uydurur ve bir kaosun içine gömülmekten kurtulamaz. Şeref, bu kaos durumunda tanımlanamayacak ihtiraslarıyla birlikte, arzuladığı nesnelerin peşinden sürüklenirken dış dünyaya karşı bir anlam yitimine uğrar ve benliğini unutmanın getirdiği bilinçsizlikle bir yenilginin muhatabı olma yazgısını yaşamak zorunluluğundan kaçamaz. Ancak Şeref’in bilinçsizce yöneldiği bu ihtiraslarının temelinde kişiliğinde yer alan üstün olma arzusunun da etkisi yadsınamaz.
# İhtiras ve aşağılık kompleksi, bireysel anlamda, roman boyunca birbirini kamçılayan iki dizgedir. Toplumda itibar kazanmayı ve zengin olmayı hedefleyen başkişi Şeref, sürekli olarak kendinden aşağıdakileri değil yukarıdakileri görerek halinden utanç duymakta ve aşağılık kompleksine kapılır. Öyle ki dış dünyadaki bireylerin normal davranışlarına saldırgan bir tutumla karşılık veren Şeref, herkesin kendini küçük düşürmek için bir işbirliği halinde oldukları hissiyle yaşamaya mecbur kalır.
#  Kendisi gibi olmaktan utanan Şeref’in kendine seçtiği hedef “başkaları gibi olmak”tır. Kendi kurguladığı bir dünyanın içinde tutkularının boyunduruğu altında yaşayan ve bir taraftan da bu yaşayışın muğlâklığı altında ezilen kahraman, öngörüden uzak bir biçimde kendini ötekileşmenin eşiğine atar. Şeref’in bu arzusunun altında hem bir aşağılık kompleksi hem de kendini diğer insanlardan farklı görme eğiliminin sebep olduğu bir kibir söz konusudur. Bu kibir, kahramanın kendini beğenmişlikle örülü narsist bir iç dünyaya sahip olduğunu gösterir. Onun aşağılık kompleksinin temelinde de üstün olma ve sıradan yönlerini ortadan kaldırarak yüksek görülme arzusu vardır. Bu anlamda Şeref’in narsisizmi “büyüklenmeci kendilik” şeklinde ortaya çıkar. Zira “büyüklenmeci kendilik”, “başkalarına bağımlılığın inkârına olanak sağlar, bireyi narsisist hiddet ve hasete karşı korur, başkalarının devamlı küçük görülmesi ve değersizleştirilmesi için ön koşulları yaratır"
# Nitekim, Paşa’nın damadı olmanın kendisi için yeterli bir statü sağlamayacağını düşünmesi ve evlendikten sonra eşi Seniha’yı değersizleştirme çabası da bunun bir göstergesi niteliğindedir.
# Toplumsal sorunların eleştirildiği romanda, Şeref’in bireysel sorunları da ön plana çıkar. Şeref’te varolan ihtiras ve aşağılık kompleksi onu bataklığın içine doğru sürükler. Küçük bir memur ya da Aziz Paşa damadı olmak Şeref için hiçbir zaman yeterli bir sosyal statü sağlamaz. Kahramanın yükselme hırsında sadece maddi kaygılar değil aynı zamanda kendini diğer insanlardan farklı ve üstün gösterme arzusunun sebep olduğu yapmacıklı bir hizmet etme anlayışı söz konusudur.
# Gizli El romanının henüz başlarında Gemlik’te yeni memur olduğu günlerde Doktor Cemil’le konuşurken de bunu belirtir:
“Ben sadece muvaffak olmak isteyen bir insanım. Bu şehri, bu memleketi susta durduran büyük işadamlarından biri... Böyleleri için büyük servetler kazanmak başta gelir. Benim için de öyle olmak tabiidir efendim... Fakat asıl zevkim, rastgele bir adam olmadığımı göstermek, bu bakımsız memleket için büyük şeyler yapmak...” (s.20)
# Şeref’in yaşam felsefesi “rastgele bir adam olmadığını göstermek” idealini gerçekleştirme tutkusudur. Onun içindeki ihtiras ve kompleksi çok iyi anlayan Doktor Cemil ve Seniha’da ise tam aksine asalet, sadakat ve sevgi hisleri yer alır. Şeref ne kadar zengin olma ihtirasında ise Seniha o kadar asil ve alçakgönüllüdür. Seniha zengin bir aileden yetişmiş ve Fransız okulundan mezun birisi olmasına rağmen şımarık bir yapıya sahip değildir.
# Başkişi Şeref’in içinde varolan ihtiras, Seniha’yı elde etme tutkusuyla kendini gösterir. Şeref’in âşık olması ve bu aşkı sadece kendine itiraf etmesiyle başlayan süreç, içinde yanan ihtiras ateşini görmezden gelmesi ile onu daha çabuk ele verir.
“Tablodaki resim kadar uzak ve yabancı kalacağım ona. Fakat, bu, benim onu sevmeme engel olmayacak. Bilmiyorum hangi şair, galiba bir İngiliz şairi: “Ben sizi seviyorsam bundan size ne?” demiş. Ben, o kadar bile söyleyemeyecek, sezdirmeyecek kadar, zaafımı bir canavar kırıcılığı ile, bir namus gibi, koruyacak kadar mağrur olacağım. ” (s.36)
# Birdenbire kendini kaçınılmaz bir aşkın içinde bulan Şeref’in dünyası değişir. Seniha, onun tüm düşüncelerini işgal eder. Başkişinin yaşamındaki bu değişim, romanın entrik kurgusundaki gerilim unsurunu da yükseltir. Özellikle Şeref’in aşkını gizlemesi ve Seniha’yı misafirliğe gelen akrabalarından kıskandığı anlarda gerilim ekstrem noktaya ulaşır.
# Seniha ile evleninceye kadar onu elde etme hırsı ile yanıp tutuşan Şeref, hedefine ulaşınca büyük bir boşluğa düşer. Kahramanın alışılan yaşam biçiminden kopuşu onu bunalıma, dolayısıyla kendisine yeni hedefler aramaya itecektir. İçinde bastırılamayan bir ihtiras bulunan Şeref için artık karısı Seniha’nın Narlı Çiftliğinde sürekli olarak “mesuduz” sözünü tekrar etmesi de can sıkıcı bir hal alır.
“İnsan, içinde yaşadığı dünyanın değişimleri içinde aktif olarak devreye giren temel faktörlerden biridir. ”
# Şeref’in de içinde bulunduğu yaşamın sıkıcılığından kurtulması ve değişimlerle yüz yüze gelmesi 1. Dünya Savaşının başlamasıyla yeni bir şekle bürünür. Romanın kurgusunu bir anda değiştiren Şeref’in askere gidiş olayı, kahramanın içsel manadaki değişimine de yardımcı olacaktır. Kendi isteği dışında askerde çürüğe çıkarılarak cephe gerisi görevle Bursa’da yazıcı neferi olması; yine kendi isteği dışında kurye olarak Viyana’ya gidişi onun yaşam çizgisini değiştiren önemli iki durak noktasıdır.
# Özellikle Murat Bey’in Şeref’e hitaben söylediği: “Aziz Paşa damadı olmak sizin için bir kariyer olamaz. ” (s.104) sözü, romanın düğüm noktasını oluşturmaktadır. Çünkü bu söz, Şeref’in içindeki hayata hükmetme tutkusunu yeniden gün ışığına çıkarır. Şeref’in Gemlik’e ilk geldiği andan itibaren sıradan bir memur olmasına rağmen tavırları ve giyimi ile farklı olma endişesi başka bir biçimde kendini gösterir. Şeref, dış dünyanın kalabalığı arasında belirsiz ve silik bir insan olmanın ruhunu huzursuz edeceğini ve onu sınırlı bir yaşama mahkûm bırakacağını hisseder. Onun ruhunda, otoriteyi elde tutma ve kendi dışındaki bireylerde üstünlük oluşturma kompleksi söz konusudur. Üstün olma arzusundan kaynaklanan fırsatçı kişiliğiyle dikkat çeken başkişinin isteği dışında yaşamına yön veren ve onu tutkularına yaklaştıran bu gelişmeler ise bir “Gizli El” yardımıyla gerçekleşmektedir. O, bunu roman boyunca sürekli tekrar eder:
“Peri sarayının kapıları durmadan hemen hemen kendiliğinden açılıyor, bunları açan elleri yine görmemekte devam etmekle beraber, kendi de gitgide onları kurcalamakta bir nevi meleke kazanmakta olduğumu anlıyordum. ” (s.109)
# Bir süre sonra askerliğini de “Gizli El” yardımıyla sonlandıran Şeref, vagon ticareti yaptığı dönemlerde zengin bir işadamı olmuş ve örnek aldığı “başkaları”nın sınıfına girmeyi başarır. Yaşam mücadelesi içinde küçük kalmak yerine kariyer yapmak isteyen Şeref, artık bu hedefine ulaşır. İlk bölümde hedef obje konumundaki Seniha, yerini başka hedef objelere terk etmek zorunda kalır. Kahraman, adeta Seniha ile evliliğinde hayal kırıklığına uğramıştır. Çünkü bu evlilikte Şeref, “nesneyi elde etmesinin kendi kişiliğini değiştirmediğini saptar; o kadar beklenen dönüşüm gerçekleşmemiştir” Uğruna intihar girişiminde bulunduğu Seniha, kahraman için artık sıradan bir nesne kimliğine bürünür. Kahramanın arzuladığı nesneye ulaşmadan önce içinde büyüttüğü ve gerçekten de çok sıradan bir kadın olmayan ve bir paşa kızı olan Seniha’nın zamanla değersizleştirilmesi, kahramanın hem maddi ihtiraslar içinde boğulmasından hem de kendini bir zamanlar aşağılandığını düşündüğü Paşa’nın ailesinden üstün görmesinden kaynaklanır. Seniha’ya ilk âşık olduğu dönemlerde onu yücelten ve gözünde büyüterek onun yanında kendini küçük gören kahramanın “değersizleştirme” sürecine girmesine rağmen Seniha, bu yozlaşan benliğin içindeki ruhsal yolculuğun bütün evrelerinde onun yanında olmuş ve onu adeta bir anne şefkatiyle içten içe korunur.
# Kahraman, özeleştiri yöntemiyle yaşamındaki yanlışlıkların farkına vardığında bir pişmanlık ve dönüş arzusunu içinde barındırır. Seniha’nın Gemlik’e uzun süreli gidişinin ardından, kendisiyle baş başa kalan Şeref, yabancılaştığı manevi duygular âlemine geçme yolunda büyük bir adım atarak kendini eleştirir. Kendi iç dünyasına yönelen kahraman, ruhundaki “duyarlık bilinci”nin kıpırdadığını hisseder ve hırsının içine hapsolan beklentilerinin hem ruhunu hem de bedenini yıprattığını duyumsar:
"Çok yıprandığı muhakkak olan vücudumla gündüzlerimin bütün kuvveti, iki kelime ile iş ihtirasından ibaretti; dev mekanizmanın içinde kendimi, neyin nesi olduğumu farkedemediğim bir mesuliyetin mesulü, mutlak olarak hükmü yerine gelecek bir kaderin âleti hissetmedi. ” (s.109)
# Şeref’in iş ihtirası ve bir nevi aşağılık kompleksi ile girdiği sosyal ortam onu içine hapsetmiş, "yalnızlaştırmış ” ve “yabancılaştırmıştır. ” İhtirasın yükselişinin aksine bireysel manada düşüşünü yaşayan Şeref’in, gerçek mutluluğu yakalaması için ancak Seniha’nın onu bir süre terk etmesi gerekir. Bu terk edişin ardından umulmadık anda hızla yükselişe geçen kahramanın kaçınılmaz düşüşü gerçekleşir. Şeref için büyük bir darbe de hükümet değişikliğiyle hapse girmesi olur. Sürekli Gizli El tarafından nasıl yükseldiğini anlamakta zorluk çeken Şeref, bu kez de nasıl düştüğünü anlayamaz. Yükselmenin ardından gelen bu düşüş, kahramanın parçalanmış benliğinde yeni bir dönüşüme sebep olacak ve ötekileşen kahramanın “kendilik bilinci”ni oluşturmasına yardım ederek onun yeni bir varlık ekseni etrafında yaşamına devam etmesini sağlar. Ruhunun en temiz duygusu olan aşkını Seniha ile evlendikten sonra yitiren ve hırsının esiri olan Şeref’in bu düşüşün ardından Seniha’ya sığınması ruhunu arındırmak ve yenilgisini unutmak için yapmış olduğu bilinçli bir edimselliktir. Kurguladığı düş evreninin gerçeğe dönüşmesinin ardından Şeref’in yaşadıklarıyla bu düş, bir kâbus halini alır ve kahraman, “üstün” ve “farklı olma” arzularının kurbanı olarak dış dünyada bırakmak istediği intibarıın bir anda yok olmasına sebep olarak karısı Seniha’nın saf dünyasının içine yeniden girerek ruhunu aklama arzusu içinde olduğunu gösterir.
Sömürü:
# Gizli El romanında 1. Dünya savaşı yıllarında ülkenin girdiği ekonomik darboğaz sırasında bu durumdan faydalanarak halkı maddi anlamda sömüren belirli kişilerin tutumları eleştirel bir bakış açısı ile sunulur. Romanın entrik kurgusunda yer alan vurgunculuk ve nüfuz ticareti ile sefalet arasındaki çatışmalar “harp zenginleri” ile “halk” arasındaki aşılmaz ekonomik ilişkinin çirkin yüzünü gösterir. Bir yandan vagon ticareti yaparak zengin olan vurdumduymaz insanlar öte yandan Anadolu’da yiyecek ekmek bulamayan ya da geçen seneden kalma kurtlu, kuru incir yediği için ölen insanlar, kapitalist sistemin kural tanımaz ihtiraslarının sonucu olarak esere yansır. Şeref’in yaptığı işin ciddiyetini kavraması mümkün görünmemekle birlikte İstanbul’daki bir vapurda tanık olduğu konuşmalar onu bir an etkiler:
“- Dün Emir Sultan’a çıkmıştım. Mahallemizde dizanteriden ölmüş iki yaşında bir kız çocuğunu gömmek için... Mezarlık yokuşunda üç çocuk tabutuna daha tesadüf etmeyeyim mi? Yokuşta sıraya dizdiler biçareleri... Garibi hepsi aynı hastalıktan ölmüşler... Şeker yok... Geçen seneden kalma kurtlu, kuru incirleri yedirmekten... Bir masumlar katliamı...” (s. 123)
# Şeref’in de içinde bulunduğu vagon ticareti ile uğraşıp stokçuluk yapanlar halkın temel ihtiyaç maddelerini sömürü aracı olarak kullanırlar. “Harp zengini” olanlar, halkın çektiği sefalet karşısında lüks bir yaşam içerisinde ülkenin içinde bulunduğu şartlara duyarsız kalır. Bu duyarsızlık halkın temel ihtiyaçlarını sömürerek onları kendilerine mecbur etmenin “sefih iştiha”sıyla bütünleşir.
# Reşat Nuri Güntekin, ilk romanı Gizli El’i yazarken devrin şartlarını göz önünde bulundurur. “O tarihte vurgunculuk ve nüfuz ticareti günün meselesiydi. Köprüyü geçmeye para bulamayan birtakım kimselerin, günün birinde vagon sattığı ve birdenbire harp zengini olduğu görülüyordu. (...) Hesabımca bu bir hiciv romanı olacaktı. Fakat, vukuat, onu büsbütün başka bir şekle soktu. ”
# Gizli El romanı, yazarın belirttiği gibi 1. Dünya Savaşı yıllarında, Anadolu’da vagon ticareti yaparak zengin olan işadamlarının sosyal eleştirisini yapmak üzere yazılır. Bununla birlikte sansür korkusu ile romanın başkişi Şeref’in aşk macerası bilinçli olarak daha çok ön planda gösterilir.
# 1. Dünya Savaşı yıllarında, Anadolu’da halk sefalet içinde iken İstanbul’da yardım teşkilatı adı altında vagon ticareti yaparak birdenbire zengin olan insanlar vardır. Romanda özellikle Miralay Murat Bey, bu işleri yönlendiren kişilerin başında gelmektedir. Bilinçli bir şekilde bu işi yapan ve Şeref’i de bu işi yapmaya sevk eden bizzat odur.
Sizin gibi iyi okuyup hazırlanmış bir genç için ne yazıcı neferliği ne Aziz Paşa damatlığı bir kariyer olamaz, dedi. ” (s.103)
# İçinde her zaman yükselme ve kariyer yapma ihtirası olan Şeref başlangıçta masumane şekilde bulaştığı bu dünyaya çok çabuk uyum sağlar. Bir anda farklı bir dünya içerisinde “periler ülkesi”nde sefih bir yaşam süren, balolarda, partilerde gününü gün eden Şeref için bu yaşamdan kopmak mümkün görünmez.
Narsisizm:
# Gizli El  romanında Şeref’in ihtiraslı ruh kimliğinin alt yapısını oluşturan narsistik eğilim de izlekler arasında yer alır. Şeref, memuriyetin ilk anlarından itibaren kendine aşırı güven duyan ve etrafındakilerden farklı olduğunu hisseden bir karakterdir. Başkalarından farklı olduğunu sadece kendi iç dünyasında değil dış dünya karşısında da söylemekten çekinmeyen başkişi, Doktor’a bu ideallerinden bahseder:
“Ben, sadece muvaffak olmak isteyen bir insanım. Bu şehri, bu memleketi susta durduran büyük işadamlarından biri... Böyleleri için büyük servetler kazanmak başta gelir. Benim için de böyle olmak tabiidir efendim... Fakat asıl zevkim, rastgele bir adam olmadığımı göstermek, bu bakımsız memleket için büyük şeyler yapmak... Ben kendimde bu ruhu, hatta bu kabiliyeti görüyorum. ” (s.20)
# “Rastgele bir adam olmadığını ” göstermek isteyen Şeref, başkalarından farklı olmanın ihtirasındadır. Sıradan insan olmamak için kılık kıyafetinde bile diğer memurlardan farklı giyinen Şeref’in bu tavırlarının altında narsisizm görülür. Ancak onun narsisizminin temelinde, ulaşılmayacak olan nesneleri elde etmesinin etkisi söz konusudur. Ondaki aşağılık kompleksi, elde edilen nesnelerle birlikte yerini bir üstünlük kompleksine, buna bağlı olarak da bir narsisizme bırakır. Sürekli bir haset duyan kahraman, elde ettikleriyle hiçbir zaman tatmin olmamış ve hep daha yukarlarda olmayı arzulayarak benliğinin farklı kimliklerle çarpıklaşmasına engel olamamıştır. Bu anlamda, onun içindeki hasetin, “sevgi ve şükran duygularını daha başlangıç evresinde baltalayan çok güçlü bir etken olduğunu” Aziz Paşa’ya ve Seniha’ya olan davranışlarında görmek mümkündür. Seniha’nın yaşamla ilk tanıştığı anlardan itibaren yaşadığı sosyal çevre, Şeref’in çok sonradan kavuşacağı bir yaşam tarzıdır. Bu sonradan kavuşma durumu, onun içindeki hasedi ön plana çıkararak narsistik eğilimlerde bulunmasına sebep olur.
Sevgi:
# Sevgi izleği anlatıda başkişi Şeref ile eşi Seniha arasındaki yaşamsal bütünlüğü gösteren bir olgu olarak dikkatlere sunulur. Sevginin bireysel kullanımını tek taraflı ve arzulara dayalı bir biçimde Şeref ve Seniha’da cisimleştirilir. Şeref’in Seniha’ya olan sevgisi onu “elde etme” arzusu ile bütünleşmiş bir kompleks halinde görülür.
# Şeref’in yükselme arzusunun aksine Seniha ondan daha iyi bir sosyal çevrede yetişmiş olmasına rağmen asil ve alçakgönüllü bir yapıya sahiptir. Seniha ile evlendikten sonra onun Fransız mektebinde okumuş bir sosyete olarak yanında bulunmak düşüncesi bile Şeref’i aşağılık kompleksi içine sokarken Seniha, Şeref’in düşündüğünün aksine sade ve alçakgönüllü tavırlar sergiler. Toplum katında yükselmek isteyen ve kendini başkalarından farklı gören Şeref kendisinden yukarıda gördüğü Seniha’nın sade kişiliği karşısında hayrete düşer:
“Seniha ile evlendiğim ilk günlerde içimi durmadan kemiren bir kurt vardı. “Bu yüksek sosyete dediğimiz muhite, bir Fransız mektebinden yetişmiş bir genç kız yanında ben, bir köylü gibi kalmıyacak mıyım?” diyordum. (...) Fakat korktuğumun tam tersine, onun kendisi bir köylü kadın sadeliği alıyordu. ” (s. 114)
# Şeref’e karşı saf bir sevgi ile bağlanan Seniha içinde bulunduğu ortamın yapısına ait hırslara sahip değildir. O, yalnızca olduğu gibi görünen bir kadındır. Şeref’in yükselmek ve sosyeteye girerek sahte yüzler arasına katılmak isteğine her zaman soğuk bakan Seniha, Şeref’in marazi bir hal alan ihtirası karşısında Gemlik’e gitmeyi uygun bulmuştur. Ancak bu gidişe rağmen Seniha, Şeref’i tamamen bırakmamış ve Şeref’in yaşadığı düşüşün ardından onun yanında yer alarak Şeref’e olan bağlılığını göstermiştir. Evliliğinin ilk yıllarında Şeref’in gözünde büyüttüğü kendine layık görmediği Seniha, kahramanın “düşme” ile birlikte içsel dönüşümünü tamamladıktan sonra sığınacağı yegâne liman olması dolayısıyla dikkat çekicidir. Roman boyunca kendi benliğinden ve asaletinden ödün vermeyen Seniha’nın kahramanı affetmesi de yine onun ruhundaki sadakat ve bağlılık bilincinin bir göstergesidir.

Share with your friends

Add your opinion
Disqus comments
Notification
This is just an example, you can fill it later with your own note.
Done