Harabelerin Çiçeği – Özet, Tahlil, İnceleme
Romanın Kimliği
# Harabelerin Çiçeği
romanı, Cemil Nimet takma adıyla 1919 yılında Zaman gazetesinde tefrika edilir.
# Yazarın ilk romanı
olmasına rağmen, romanın doğuş hikâyesinin ve konusunun “Gangue” adlı meşhur
bir romanla benzerlik göstermesi yüzünden kitap olarak ancak 1953 yılında
yayınlanır. Reşat Nuri’nin ilk romanı olan Harabelerin Çiçeği, onun romancılığa
adım atması bakımından önem taşır.
# Harabelerin Çiçeği, ilk
kez Tanrı Misafiri adlı uzun hikâye ile birlikte Hadise Yayınevi tarafından
İstanbul’da 1953 yılında basılır. Eser, daha sonraki yıllarda İnkılap Yayınları
tarafından basılmaya başlanır ve son olarak yirminci baskısını 2007 yılında
yapar.
Bakış Açısı ve Anlatıcı
# Harabelerin Çiçeği
romanı, çerçeve vaka anlatımıyla birbiri içine geçmiş iki farklı bakış açısı
ile kaleme alınır. Romanın “İlk Tesadüfler” (s.5) başlıklı bölümünden, “Canlı
Bir Mazi” (s.24) başlıklı bölümüne kadar tanık (müşahit) anlatıcı bakış açısı
kullanılır.
# Harabelerin Çiçeği
romanının giriş cümlesi olan; “Bu üçüncü tesadüfümdü. İlk defa
Köstence’de, ikinci defa Korfu’da görmüştüm.” (s.5) ibarelerinden
sonra tanık-anlatıcı, olayları bir müddet kendi gözüyle anlattıktan sonra, sözü
başkişiye emanet eder. Tanık-anlatıcı konumundaki kahraman, yer yer kendini
gösterir. Doktor Hayrullah Bey’in bu araya girişleri ise parantez içinde verilir:
“(Süleyman Bey, hikâyesine küçük bir fasıla verdi...
İhtiyar hizmetçisinin getirdiği kahveleri içtik.... sonra tekrar başladı.)” (s.55)
# Olayların anlatımını
başkişiye devrettikten sonra iki-üç defa araya giren tanık-anlatıcı, sözü son
olarak Doktor Süleyman’ın hikâyesini tamamladığı “Netice” bölümünde devralır.
# Harabelerin Çiçeği
romanının çerçeve vakası tanık anlatıcı kurulurken asıl öykü kahraman- anlatıcı
bakış açısı ile sunulur.
# Olay örgüsüne derinlik
kazandırmak isteyen anlatıcı, tanık konumunda iken olayların merkezindeki
kahramanın yaşadığı olayları kendisi anlatmak yerine ona anlattırarak geri
planda durmayı tercih eder. Çünkü tanık anlatıcı, “vaka içinde yer alan şahıs kadrosunu
teşkil eden fertleri bir kamera tarafsızlığıyla izler; onların geçmişi, ruh
halleri hakkında bilgi vermeden yaptıklarını gözler önüne serer.”.
Romanda tanık-anlatıcıdan sözü devralan
ve asıl vakayı anlatan kahraman-anlatıcı ise olayları geçmişte yaşamış birinci
özne konumundadır.
# Harabelerin Çiçeği
romanı birbiri içine geçmiş iki ayrı hikâyeden ziyade, dışta yer alan tanık
anlatıcının okuyucuyu asıl vakaya hazırladığı bir roman intibaını verir;
A: Dr. Hayrullah Bey: Tanık anlatıcı
B: Süleyman Kemal: Kahraman-Anlatıcı
# Doktor Hayrullah’ın
tanık olduğu bir yaşam yoktur ortada, onun sadece merak ettiği bir adamın
hikâyesini ilk ağızdan dinlemektedir.
# Romanda iki farklı
anlatıcı olmakla birlikte olaylar, hikâye etme şeklinde nakledilir. Özellikle
asıl vakanın anlatıldığı bölümde, özetleme tekniğine sıkça başvurulduğu
görülür.
Olay Örgüsü
# Harabelerin Çiçeği
romanı, yazar tarafından ayrı ayrı başlıklandırılarak yirmi altı bölüme
ayrılır. Bu bölümler, olay örgüsünün ana hatlarını belirlemekten ziyade vaka
birimleri arasındaki bağlantıyı sağlamak amacıyla yapılır.
# Çerçeve vaka anlatımına
sahip olan romanın dış çerçevesinde, Doktor Hayrullah Bey’in, asıl vakaya
ulaşma yolundaki çabası ve bunda başarılı olması; iç çerçevede ise küçükken bir
yangın sırasında yüzü yanan Süleyman Kemal Bey’in hikâyesi anlatılır.
Birinci Bölüm:
Tanık anlatıcı konumundaki Doktor Hayrullah Bey’in, üç
kere ayrı yerlerde tesadüf ettiği yüzü yanık bir adamı merak etmesi
Doktor Hayrullah Bey’in bir hastasının ölümüyle yanık
yüzlü adamla yakından ilgilenmesi ile aralarında bir bağ olduğunu sezmesi
Doktor Hayrullah Bey’in altı aylık bir zaman boyunca
Bursa’da kaldıktan sonra tekrar döndüğünde yanık yüzlü adama (Süleyman’a)
tesadüf etmesi
Doktor Hayrullah’ın Süleyman’ı evinde ziyaret etmesi ve
Süleyman’ın hayat hikâyesini anlatması
Süleyman Kemal’in zamanda geriye dönerek, güzel olduğu
için şımarık yetiştiği çocukluk günlerini hatırlaması
Süleyman’ın teyzesinin kızı Seniha’nın babası Hilmi
Bey’in sürgüne gönderilmesi üzerine babası ile tartışması
Süleyman’ın Seniha’yı görmek için teyzesinin Beylerbeyi’ndeki
evine gitmesi
Bir gece konakta çıkan yangında Süleyman’ın yüzünün
yanması
İkinci Bölüm:
Yüzü yanan ve çirkin bir hal alan Süleyman’ın ailesi
tarafından eski ilgiyi görmemesi
Süleyman’ın köşkün bir odasında sütninesiyle beraber
kalmaya başlaması
Süleyman’ın Galatasaray Sultanisine yatılı olarak
başlaması
Beş yıllık okul yaşamında arkadaşlarının onunla alay
etmeleri
Okulunu başarıyla bitiren Süleyman’ın tıp eğitimi almak
üzere Paris’e gitmesi
Süleyman’ın Paris’te bir maskeli baloda tanıştığı
Bijou’nun onun yüzünü görünce kaçması
Paris’te okulunu bitirip iyi bir göz doktoru olan
Süleyman’ın babasının ölümüyle Mudanya’ya dönmesi
Üçüncü Bölüm:
Mudanya’ya yerleşen Süleyman’ın gözleri görmeyen Maryanti
ile tanışması
Süleyman’ın Maryanti’yi tedavi etmek için babasından izin
alması
Süleyman’ın Maryantiyi tedavi ederek görmesini sağlaması
ve Maryanti ile babasına görünmeden ayrılması
Süleyman’ın hastalanarak bir ay hastanede kaldıktan sonra
Mısır’a gitmek için gittiği rıhtımda sütninesinin köyü olan Kösedere ismini
duyup ani bir karar ile oraya gitmesi
Süleyman’ın sütninesi ile görüşmesi ve sütninesinin
ölmesi
Süleyman’ın
Çanakkale’den İstanbul’a gitmek için bindiği vapurda Seniha’nın kızı ile
tesadüfen konuşması ve Seniha ile teyzesini görmesi
Süleyman’ın İstanbul’da teyzesinin ve Seniha’nın yaşadığı
evi bularak satın alıp teyzesine hediye etmesi
Teyzesinin Süleyman’ı bulup teşekkür etmesi ve Seniha’yı
yanına göndereceğini söylemesi
Seniha ve çocuklarından kaçan Süleyman’ın Seniha’nın bir
yıl sonra Bursa’da öldüğünü öğrenmesi
Hikâyesini bitiren başkişi Süleyman’ın sözü tanık
anlatıcı konumundaki Doktor Hayrullah’a devretmesi
Doktor Hayrullah’ın, Süleyman Bey’in İsviçre’de
Seniha’nın iki çocuğuyla birlikte yaşadığını öğrenmesi
# İç çerçeveyi oluşturan
Süleyman’ın hikâyesi, Seniha ve teyzesinden kaçıp onların yaşamlarını uzaktan
gizlice izlemesi ile sonlanır. Bu noktadan itibaren sözü tekrar tanık anlatıcı
konumundaki Doktor Hayrullah Bey devralır ve romanın dış çerçevesine geçilir.
# Harabelerin Çiçeği
romanının dış çerçevesi, Doktor Hayrullah’ın Süleyman Kemal’in hikâyesini
dinledikten iki gün sonra tayini çıkıp gitmesi ile sürer. Aradan zaman
geçtikten sonra bir gün bir dostundan İsviçre’de yanık yüzlü bir doktorla
tanıştığını işitir. Süleyman Kemal’in, Seniha’nın iki kızını alarak İsviçre’ye
yerleştiği anlaşılır.
Zaman
# Harabelerin Çiçeği
romanının vaka zamanı, Meşrutiyet döneminin öncesindeki yılları kapsar. Başkişi
Süleyman Kemal’in babasının II. Abdülhamit’in yaverlerinden birisi olması bunun
kanıtı niteliğindedir.
# Harabelerin Çiçeği
romanının vakası, andan geçmişe, geçmişten tekrar ana uzanan akronik bir zaman
sunumu ile verilir. Çerçeve vaka olması dolayısıyla tanık anlatıcının sözü
kahraman anlatıcıya bıraktığı anda, andan geçmişe dönüş süreci başlar. Kahraman
anlatıcı, hikâyesini bitirip sözü tekrar tanık anlatıcıya bıraktığında ise
geçmişten ana dönülür.
# Anlatı türlerinde zaman
unsurunun kronolojik bir süreç takip etmesi şart değildir. “Anlatma süresinin şu
veya bu şekilde biçimlenmesi, yazarın niyeti, beklentisi, dünya görüşüyle,
dünyayı kavrayışıyla ve olayların seyri ile ilgili bir husustur. "
# Harabelerin Çiçeği
romanında, zaman unsuru kahramanın karakterini bütünleştirmek ve olgun şartları
hazırlamak için akronik bir şekilde sunulur. Romanın çerçeve vakası, sekiz-on
yıldan fazla bir zamanı kapsar:
“Bu, üçüncü tesadüfümdü. İlk defa
Köstence’de, ikinci defa Korfu’da görmüştüm. Bu sefer de, Çungura köyünden
Bursa ’ya inen tenha yol üstünde ona rastlıyordum. Aradan, hemen sekiz, on
senelik bir zaman geçmesine rağmen, daha, yüzünü görmeden tanıdım." (s.9)
# Doktor Hayrullah’ın
yanık yüzlü adamı üç defa görmesi, zamanda geriye dönülerek anlatılır. Bu
tesadüflerin ardından, altı aylık bir süre Bursa’dan ayrılan Hayrullah Bey,
Bursa’da bir av dönüşünde yanık yüzlü adama yine rastlar. Adının Süleyman Kemal
olduğunu ilk kez o gün öğrenir ve üç gün sonra da Süleyman Kemal’in evine
misafirliğe gider. Süleyman Kemal, Doktor Hayrullah’tan bu andan itibaren sözü
emanet alır ve zamanda geriye dönüş tekniğini kullanarak çocukluk yıllarından
itibaren başından geçenleri anlatmaya başlar.
# Özetleme tekniği ile
yaşam öyküsünü anlatan Süleyman, özellikle 12 yaşından sonra gittiği
Galatasaray Sultanisindeki 5 yıllık süreç üzerinde durmaktadır.
“Mektepteki hayatım, ilk günlerde tahammül
edilemeyecek kadar üzücü oldu. sonra her şeyde olduğu gibi tabii bunun da
zehiri hafifledi. Yalnız şunu söyleyimki mektepte bulunduğum o beş azap senesi
içinde, bir gün bahtiyar olamadım." (s.47)
# Beş yıllık mektep
hayatının ardından Süleyman Kemal’in Paris’te tıp eğitimi alarak göz doktoru
olduğu yıllar anlatılır. Yine zamanda sıçrama ve özetleme tekniği kullanılarak
sadece kahraman anlatıcının zihninde yer etmiş anılardan bahsedilir. Romanda,
Paris’te geçen süre kesin bir tarih olarak belirtilmez. Fakat Süleyman Kemal’in
doktor olduktan sonra, babasının ölümüne kadar iki yıl daha geçtiği belirtilir.
Bu da ortalama, altı-yedi yıl kadar Paris’te kaldığını gösterir. Babasının
ölümüyle kendisine yüklü bir miras kalınca da, Avrupa’da seyahatlere başlar. Bu
seyahatler için ne belirli bir mekân ne de belirli bir zaman ibaresi
kullanılır.
# Süleyman Kemal’in
İstanbul’a dönüşü ve ardından Mudanya’ya yerleşmesi yine tarih belirtilmeden
anlatılır. Anlatıcı, “Mayıs bitmek üzereydi”
(s.79) gibi sadece belirli gün ve mevsim adları vererek kozmik zaman
unsurlarını ön plana çıkarır.
# Başkişi Süleyman
Kemal’in Mudanya ve Bursa’daki yaşamının kaç yıllık bir süreci kapsadığı da
belirtilmez. Fakat romanın genel kurgusu içinde, Süleyman Kemal’in
çocukluğundan başlayarak şimdiki zamana kadar geçen 35-36 yıllık bir süreç
anlatılır.
# Harabelerin Çiçeği
romanının iç çerçevesi yani başkişi Süleyman Kemal’in hayat hikâyesi, bu kadar
uzun bir süreyi kapsarken dış çerçeve 8-10 yıllık bir süreci kapsamaktadır.
# Harabelerin Çiçeği
romanında sosyal zaman, “Babam, Sultan Abdülhamit’in yaverlerinden bir paşa idi. ” (s.24) cümlesinde verilen bilgi ile netleşir.
# Başkişi Süleyman
Kemal’in hatıralarında yer eden eniştesi Hilmi Bey ile paşa babasının saray ile
ilgili tartışmaları da dönemin Saltanat-Meşrutiyet çatışmalarına göndermede
bulunmaktadır. Romanda, zaman unsurunun genellikle geçmişe dönük olarak hikâye
ve rivayet yöntemi ile aktarıldığı görülmektedir.
Mekân
Çevresel Mekân
# Anlatı türlerinde
mekan olgusu, olayların geçtiği topoğrafik zemin olmanın yanı sıra
kahramanların varoluş kaygılarını da içlerinde barındıran bir yapı özelliği
gösterirler. Epik anlatı türlerinde
daha çok bir topoğrafik yer olarak algılanan mekan unsuru, dramatik anlatılarda
olayların akışına yön veren karakterler yaşadıkları mekan ile bilme, görme,
anlama ve yansıtmaya yönelik bir ilişki içerisindedirler.
# Anlatı türlerindeki
mekan unsuru bu bağlamda çevresel mekan ve olgusal mekanlar olarak irdelendiğinde
karakterlerin yaşadıkları ve olayların üzerinde yaşandığı mekan arasındaki
ilişki daha işlevsel olarak ele alınabilir.
# Harabelerin Çiçeği
romanında vakanın geçtiği mekânlar; Bursa, İstanbul, Paris, Kösedere köyü,
Mudanya, Avrupa ve İsviçre’dir.
# Harabelerin Çiçeği
romanının dış çerçevesini oluşturan vaka, Bursa’da geçmektedir. Tanık anlatıcı
konumundaki Doktor Hayrullah, kahraman anlatıcı konumundaki Süleyman’ı burada
tanır.
# İç çerçeveyi oluşturan
ve romanın asıl bölümü olan Süleyman Kemal’in hikâyesi ise, hatıralarının
geçtiği değişik mekânlarda canlandırılır. Çocukluk yılları İstanbul’da, gençlik
yılları Paris’te ve Avrupa’nın diğer şehirlerinde geçen Süleyman Kemal,
olgunluk döneminde Türkiye’ye döner. Mudanya taraflarında bir ev satın alır ve
hayatını burada devam ettirir. Sütninesinin yaşadığı Kösedere köyünde bir hafta
kalan ve ardından Seniha’nın yaşadığı Bursa’da belirli aralıklarla bulunan
kahramanın hayatında, bu mekânlar da önemli bir yere sahiptir.
# Fiziksel mekân
unsurlarının tasvirlere fazla boğulmadan anlatıldığı romanda, Başkişi Süleyman
Kemal’in hayatını yansıtacak mekân-insan ilişkilerinin daha önemli olduğu
görülür.
# Roman dünyasındaki
mekân kullanımı, sadece olayların geçtiği fiziksel çevre ile sınırlı değildir. Roman
kahramanlarının içsel dünyalarının dışa yansıdığı kullanımlarda olgusal mekân
devreye girer. “Olgusal
mekânlar, kişi-yer ilişkisini sorunsal açıdan yansıtan, dönüştürülmüş,
arılaştırılmış yerlerdir; yalnızca topoğrafik bir yer değil, anlam üreten, anıları
barındıran, kişinin iç dünyasını yansıtan bir değerdir. " İç
dünyanın dışa yansıması ise mekânın insanla olan ilişkisine göre;
a- Labirentleşen dünya ya da kapalı ve dar mekânlar
b-
Sınırları sonsuza açılan açık ve geniş mekânlar olarak biçimlenir.
# Çocukluğunda güzel bir
yüze sahipken bir yangın sonrası yüzü yanan kahraman için yaşanılan mekânı
artık kendisi değil çevresi belirler. Başta ailesi olmak üzere çevresinin yüzüne bakmak istemeyişinin çocuk ruhunda açtığı
yara ile birlikte kendi kabuğuna çekilen başkişi için “fiziksel çirkinliğini”
hatırlatacak ve onu küçük düşürecek her mekânın bir hapishaneden farkı yoktur.
# Bu bağlamda Süleyman
Kemal’in yaşamındaki mekânların en önemlilerinden biri Galatasaray Sultanisidir. Paşa
babasının isteğiyle “leylî-meccanî” gittiği bu okul, hayatının ıstırap dolu beş
yılını geçirmesine sebep olur. Okul arkadaşları tarafından sürekli alay edilen
itilip kakılan Süleyman Kemal, gece yarısı olup da arkadaşlarının uyumasına kadar
geçen süreyi, acı ve korku ile geçirir.
# Yangın vakasının
ardından toplumdan yalıtılan ve yalnız bırakılan Süleyman Kemal’in ilerleyen
yaşamı sürekli bir kaçış fenomeni içerisinde geçer. Okul yıllarının üzerinde
oluşturduğu baskı nedeniyle kendini gerçekleştirme arzusunu derslerine yönelten
kahraman, kendini bu konuda geliştirmeye muvaffak olur. Hapishane hayatından
daha ıstıraplı geçen okul yılları, Süleyman Kemal’in iyice soyutlanıp, yalnız
kalmasına sebep olur.
“Mektepteki hayatım, ilk günlerde tahammül
edilemeyecek kadar üzücü oldu. sonra her şeyde olduğu gibi, tabii bununda
zehiri hafifledi. (..) mektepte bulunduğum o beş azap senesi içinde, bir gün
bahtiyar olamadım. Bir tek arkadaş edinemedim. O yaşta bir çocuk için, bu kadar
mutlak bir kimsesizliğin ne olacağını kolayca tahmin edebilirsiniz." (s.47)
# Yalnızlık duyguları
içinde yoğrulduğu mektep, içinde sevgi dolu bir kalp taşıyan Süleyman Kemal’in
yüzüne soğuk bir maske giydirir. “Mutlak bir kimsesizlik"
içerisine bırakıldığı yatılı mektepte geçirdiği yıllar Süleyman Kemal’in
yaşamındaki bedensel yalnızlığının ruhsal yalnızlığa doğru gidişinde etkili bir
süreçtir. “Mekanın
darlığı, fiziksel anlamda küçüklüğünden değil, karakterin imkansızlığından ve
kendini orada sıkıştırılmış duyumsamasından kaynaklanır. "
Bu nedenle sürekli olarak toplumdan ve kalabalıktan kaçan kahraman için mekân
giderek darlaşır ve onun yaşam sınırlarını belirleyerek kuşatır.
# Paris’te geçirdiği
yıllarda da, mekânın baskısını üzerinde hisseden Süleyman’ın yalnızlığı buraya
ilk gediği gündeki mekân tasviri ile doğru orantılıdır:
“Trenden, yağmurlu ve sisli bir günde
indim. Sokaklar çamurlu hava karanlıktı. Etrafımdaki gürültülü yabancı
kalabalıkta kendimi tamamıyla yalnız buldum." (s.55)
# “Yağmurlu ve sisli bir
günde ” indiği Paris yaşamındaki kaçış
mekanlarından biri olma özelliği taşırken başkişinin ruhunda derin bir etki
bırakır. Yüzü yandıktan sonra yalnızlığa itilen Süleyman Kemal, “çamurlu sokaklar”da
karanlık bir havada yalnızlığım daha çok duyumsar.
# Paris’te yüzünün yanığı
ile daha az ilgilenildiği için biraz rahatlayan Süleyman Kemal, yine de toplum
içine rahat çıkamaz ve onlara bakarken kendini “sakatlardan daha bedbaht,
sokak köpeklerinden daha metruk hisseder. ” (s56)
# Başkişinin bedensel
çirkinliği, yaşadığı tüm mekânların olumsuzlanmasına neden olur. Toplumsal
önyargıların ve korku dolu bakışların yüzüne çevrildiği her mekân Süleyman için
yaşanılmazdır. Bu nedenle kendisini daha az tanıyan ve daha yabancısı olduğu Paris’e
gider.
# Anlatı türlerinde
kahramanların kendilik dünyalarını kurguladıkları ve güven içinde oldukları
mekanlar açık ve geniş mekanlardır. “İçtenlik mekanı olan bu mekanlarda
karakter, kendisiyle, çevresi ve bütün evrenle uyuşum içerisindedir. ”
# Romanın başlangıcında
geniş olan mekân, konaktaki yangının ardından sürekli olarak daralarak, boğuk
ve kapalı bir hal alır. Yangında yüzü yanan Süleyman Kemal için artık yaşanılan
mekândan kaçma isteği baş gösterir. Ailesinin ve çevresinin bakışlarındaki
değişiklik, onu toplumdan soyutlayıp dar mekânlara ve hapis bir yaşam sürecine
sürükler. Kaçış mekânları ya da sığınak mekânları olarak görülen bu mekânlardan
ilki konakta en üst katta kalan sütninesinin odasıdır. Bu oda, Süleyman’ın
insanlardan kaçıp sığındığı bir mekân olmaktan öte bir “şefkat barınağı ”
niteliğini de taşımaktadır. Annesi ve babasının yangın sonrası şefkatlerini
esirgedikleri kahraman, sütninesinin sevgisine sığınarak yaşamını sürdürür.
# Süleyman Kemal’in hem
mektep yıllarında hem de Paris’te mutlu olduğu iki mekân tablosu vardır: “Maskeli balolar”.
Herkesin maske takıp yüzlerin tanınmadığı bir anda, Süleyman Kemal gözlerinin
ve saçlarının güzelliği ile dikkati çeker. İşte bu anlarda onun yüreğindeki
mutluluk deryası harekete geçer:
“Sahnede bulunduğum o bir kaç dakikada,
gönlümde senelerden beri unutulmuş bir güneşin ziya ve harareti yaşamıştı.
Çocukluğumun kaybolmuş o eski günlerini, hem acı, hem de tatlı bir suretle
hatırlarım... Velev bir hayal içinde, birkaç dakika, başka insanların kalbinde
uyandırdığım hayret ve takdirin sarhoşluğu içinde ağlayarak, koşa koşa oradan
kaçtım. ” (s.51)
# Okul yıllarında
katıldığı maskeli baloda “çocukluğunun
kaybolmuş eski günlerini ” tatlı “bir hayal içinde” bulan ve
mektep arkadaşlarının üzerinde uyandırdığı “hayret ve takdir sarhoşluğu”na
rağmen Süleyman Kemal acı gerçeğin bilincindedir. Bununla birlikte bu maskeli
balo başkişinin okul yıllarında geçmişe dönük anılarını canlandıran bir sahne
olarak yerini alır.
# Süleyman Kemal,
Paris’te düzenlenen bir baloya ise daha planlı bir şekilde katılmak ister.
Kaldığı pansiyondaki yan komşusu Bijou’yu maskeli baloya davet eder ve onunla
güzel dakikalar geçirmeyi hayal eder. Baloda tam Bijou’yu öpeceği anda
maskesinin düşmesi ile bu hayali suya düşer.
# Paris dönüşünde
Mudanya’ya yerleşen Süleyman Kemal, burada insanlardan uzak ve huzurlu bir
hayat peşindedir.
“Mudanya’ya biraz uzak yerde, küçük bir
köşk tutmuştum. Orada, gözün alabildiğine kadar uzanıp giden zeytin ormanları,
çiçek ve yeşillik dolu tarlalar, güzel bir deniz vardı. ” (s.71)
# Mudanya’da “küçük bir
köşk”e yerleşen Süleyman Kemal, “göz alabildiğine uzanan zeytin
ormanları, çiçek ve yeşillik dolu tarlaları” ile denize yakın bir
inziva yaşamı içerisinde kendi yapay mutluluk yuvasını kurar. Bu yuva onun
toplum dışındaki yalıtılmış halini ruhsal anlamda huzura kavuşturan bir mekan
olur.
# Romanın başkişisi
Süleyman Kemal’in yaşamını etkileyen diğer mekânlardan biri de Kösedere
köyüdür. Sütninesinin köyü olan bu mekân, onun Anadolu insanının samimiyeti
karşısında rahatladığı geniş bir mekân olarak karşımıza çıkar.
“Bu küçük köyde aldığım müddetçe bir aile
ocağı sıcaklığı buldum... Eğri büğrü sokaklardan geçerken, pencereden, “Ninenin
Süleyman ’ı ” sözünü fısıldadıklarını işittikçe tuhaf bir haz duyuyor, ilk defa
yüzümün çirkinliğinden utanmıyordum. ” (s.90)
# Süleyman, bir hafta
süre ile kaldığı Kösedere’de yaşamını normal insan gibi toplumdan kaçmayarak
geçirir. Bu köy başkişinin yıllarca önce kaybettiği “aile ocağı sıcaklığı
”nı duyumsamasını sağlar. Yalnızlığının bir nebze olsun azaldığı bu mekân, aynı
zamanda, anlatıcının Anadolu köylüsünün dış güzelliğe değil iç güzelliğe önem
verdiğini göstermesi bakımından önemlidir.
Şahıs Kadrosu
Başkişi
# Harabelerin Çiçeği
romanının başkişisi, Süleyman Kemal adlı bir göz doktorudur. Romanın asıl
vakasını halden geçmişe dönerek anlatan Süleyman Kemal, 35-36 yaşlarındadır.
Başkişinin yaşamını yangın öncesi ve sonrası iki dönemde fiziksel ve ruhsal
değişimleriyle görürüz. Başkişi, çocukluk döneminde her istediği yapılan
konağın süsü gibi görülen şımarık bir yapıdadır.
“İki kardeşim daha vardı. Fakat, ailem,
beni onlardan çok fazla severdi. Ben, konağımızın canlı bir süsü gibiydim.(...)
En küçük yaşımdan beri kedi yavrusu gibi sevilip okşanmaya alışmıştım." (s.24)
# Çocukluk döneminin, tüm
sorumsuz davranışlarım yüzü yanıncaya kadar yaşayan kahraman, bu olayın
ardından büyük bir olgunlukla başka bir kişiliğe bürünmüştür. Bu
yangın, “birey
olmanın kendi olmanın deneyiminin yaşandığı" bir olguyu
sembolize eder. Bu deneyim neticesinde, yüzündeki güzellikten geriye sadece “Harabelerin Çiçeği"
olarak nitelendirilen yeşil gözleri ve ipek gibi uzun sarı saçları kalan
Süleyman’ın bundan sonraki yaşamı yüzü gibi değişmeye mahkûm olur.
# Fiziksel özellikleri
ile kişisel özelliklerin zıtlık göstermesi kahramanın gelişim çizgisi
bakımından önem arz eder. Güzel yüzlü ve herkesin değer verdiği bir çocuk iken
bunun avantajlarını kullanan Süleyman, yüzünün yanması ile kendine gösterilen
ilginin azalması sonucu olgun bir kişilik yapısına bürünür. “Acı çeken ve umutsuzca
kendi olmak isteyen") kahraman, birdenbire aile içinde de
edilgin bir konuma itilir.
“Eski şımarıklıklarım geçmiş, halim, nazik
bir çocuk olmuştum.(...) Kendimle eğlendirmemek için, o kadar ihtimam ederdim
ki, uşaklar, hizmetçiler kederime hürmet eder, eğlenen değil, acıyan gözlerle
bana bakarlardı. Ailemin şefkat hususunda, bana hizmetçilerden, uşaklardan daha
az cömert davrandıklarını bir türlü aklımdan çıkaramayacağım." (s.42)
# Yüzündeki yanık
yüzünden küçük yaşta önce ailesi, sonra da okulda arkadaşları tarafından
dışlanan Süleyman Kemal, içindeki sevgi cevherini hiç yitirmez. Yalnızlık ve
kaçış sendromu içinde bir yaşam sürmesine rağmen, insanlara olan sevgisini
korumayı bilir.
# Süleyman Kemal, kendi
mutsuzluğunu kabullenip, başka mutsuz insanlara yardım etmeyi hedefleyen
idealist bir kahramandır. Avrupa’da iyi bir göz doktoru olduktan sonra,
Türkiye’ye geldiğinde, Rum kızı Mariyanti’nin gözlerini hayata ve ışığa
kavuşturma isteği bunun kanıtıdır.
# Süleyman Kemal’in
ilginç bir özelliği de çocukluğundan itibaren aşırı ilgiden sıkılan, kaçan ve
resim yapmaya sığınan bir karakter olmasıdır. Reşat Nuri’nin diğer roman
kahramanlarında da görülen (Damga romanındaki İffet gibi) saray ve çevresinin
skolâstik/ tutucu yapısından çok özgürlük düşkünü kahramanlarından biri de
Süleyman Kemal’dir. O, bir paşa çocuğu olmasına ve konakta özel hocalardan ders
alarak büyümesine rağmen onun hayalleri farklıdır. Saray adamı olmak gibi bir
niyeti yoktur:
“Dadılarım, daha bıyıklarım terlemeden,
paşa olacağımı temin ederlerdi. (..) Onlar üstüme düştükçe, ben, köşe bucak
kaçmaya başladım. O vakitler, en büyük merakım, camın üzerine koyarak resim
yapmaktı. ” (s.25)
# Toplumdan kaçışı küçük
yaşlarda fazla ilgiden kaynaklanan Süleyman Kemal’in sonraki yıllarda toplum
tarafından dışlanması trajik bir çatışma unsurudur. Bir zaman kendi isteği ile
aşırı ilgiden sıkılıp kaçan kahraman, artık ilgisizlikten ve yalnızlıktan
bunalır. Bunalımdaki insanın kaçışında sığınacağı en temel mekânlardan biri
doğadır. Süleyman Kemal de yalnızlığını doğa ile paylaşır. Gasset’e göre insanın
her koşulda kendini yalnız hissetmesinin temelinde insan yaşamının başkasına
aktarılamaması ve özünde kökten bir yalnızlığı barındırması söz konusudur.
# Zira Süleyman da hem
çok sevildiği hem de dışlandığı dönemde özündeki “kökten yalnızlığı”n bilincinde
olan bir kahraman olarak karşımıza çıkar. Bu bilinç, onun dışlandığı ve toplum
dışı edildiği dönemlerde kendisini farklı nesnelere yöneltmiş ve kahramanın
hayatla olan bağlarını koparmasına engel olarak onu “bir dünyayı yıkıp
parçalayan” ve bu parçalardan yeni bir dünya oluşturan etkin bir
özne konumuna getirmiştir. Nitekim insanlardan tamamen kaçmak yerine kendi
fiziksel görüntüsünün algılandığı bir mekanizmanın doktoru olması da bunun
göstergesi niteliğindedir.
# Anlatı dünyasında norm
karakterlerin görevlerinden biri de “başkişinin yaşadığı tecrübenin
derinliklerine dalmamızı sağlayan bir sıçrama tahtası olabilir. ”
# Harabelerin Çiçeği
romanının başlangıcında ve sonunda tanık anlatıcı konumunda karşımıza çıkan Doktor
Hayrullah Bey, başkişi Süleyman Kemal’in sır dolu yaşamım açımlayan biri olarak
norm karakterlerin başında yer alır.
# Başkişiyi okuyucuya
tanıtan ve okuyucuda merak duygusu uyandıran Hayrullah Bey, Bursa’da Belediye
doktoru olarak görev yapmaktadır. Fiziksel özellikleri belirtilmemesine rağmen
anlatılan vakanın düzenine bakılarak elli elli beş yaşlarında olduğu tahmin
edilebilir. Doktor Hayrullah Bey’in yaşamına ait en detaylı bilgiyi kendi
ağzından Süleyman Kemal’e aktarırken duyarız:
“Trabzon’daki kızımdan, damadımdan, bu sene
mektebe gitmeye başlayan iki torunumdan bahsettim. İsviçre’de tahsil’e olan
oğlumun çapkınlığından, benden fazla para çekmek için ettiği düzenlerden
şikâyet ettim. ” (s.20)
# Roman boyunca Doktor
Hayrullah’ın fiziksel özelliklerini öğrenemediğimiz gibi kişisel özellikleri
ile ilgili de fazla bilgi edinemeyiz. O, bir yerde, romanın oluşumunu sağlayan,
kurgusunu yönlendiren bir karakterdir.
# Süleyman Kemal’in
yaşamını yönlendiren ve değiştiren asıl norm karakter sütninesi Ayşe Hanım’dır.
Çocukluğundan itibaren yanında olan ve onu “evde en ziyade seven ve
anlayan” (s.33) konumundaki
Ayşe Hanım, başkişinin ıstırap dolu günlerinde sevgisi ve şefkati ile teselli
etmeyi bilir.
# Yangın öncesinde
Süleyman Kemal’i ne kadar seviyorsa sonrasında daha çok seven sütnine, Süleyman
Kemal’in en yalnız anlarında dert ortağı olur. Sütnine Ayşe Hanım, Süleyman’ın
yaşamında ferahlık bulduğu, yanında iken kendini rahat hissettiği bir barınak/
sığınak gibidir. Yangından sonra konakta sütninesinin odasına sığınan kahramana
karşı ailesinin göstermediği şefkati ve sevgiyi o gösterir. Yıllar sonra bile
Kösedere’de ömrünün son günlerini geçiren Ayşe Nine, Süleyman Kemal’in
güzelliklerle dolu bir hafta geçirmesini sağlar.
# Süleyman Kemal’in
yaşamını şekillendiren ve ondaki sevgi duygusunu tamamlayan kişi ise teyzesinin
kızı Seniha’dır. Çocukken sık sık gördüğü Süleyman Kemal’e âşık olan Seniha, babasının Fizan’a sürgün
edilmesi ile ondan ayrılmak zorunda kalır. Bir tesadüf eseri yıllar sonra
Seniha’yı bulan Süleyman, onunla yüz yüze gelmekten kaçınır ve onu uzaktan
takip eder. Bu durum Süleyman’ın yaşama yeniden bağlanmasını sağlayan
etkenlerdendir.
# Seniha aynı zamanda
romanın entrik kurgusunda da önemli yere sahiptir. Çünkü o, tanık anlatıcı
konudaki Doktor Hayrullah Bey ile Süleyman Kemal’i buluşturan ortak paydadır.
Süleyman Kemal’in çocukluk aşkı olan Seniha, Doktor Hayrullah Bey’in ise
hastasıdır.
# Seniha’nın son
günlerindeki tasviri yapılırken özellikle asaleti üzerine dikkat çekilir. Ölüm
döşeğinde bile iki kızının saçlarını taramış, bir bildiklerine göndermiş ve
vakur bir tavırla ölümü bekler.
# Harabelerin Çiçeği romanında başkişi Süleyman Kemal’in yaşamını
şefkat yönünden tamamlayan Sütninesi Ayşe Hanım; sevgi ve aşk yönünden
tamamlayan ise Seniha olur. Onun yaşamını daha doğrusu hayata tutunmasını
sağlayan mektepteki Fransız kimya hocasını da norm karakterler grubuna alabiliriz.
Hayata küsen ve arkadaşları tarafından dışlanan Süleyman Kemal’in Fransa’da
okuması için çok ısrar eder ve bunu da başarır.
# Kart karakterler roman
dünyasında “tek,
yoğun, canlı unsurları somutlaştıran” kişilerdir. Harabelerin Çiçeği
romanında hem çatışma unsurunu oluşturan hem de bir devrin genel özelliklerini
üzerinde taşıyan Süleyman Kemal’in Paşa babası tipik bir kart karakterdir.
Sultan Abdülhamit’in yaverlerinden olan Paşa’nın adının özellikle verilmediğini
görürüz.
“Babam, Sultan Abdülhamit’in yaverlerinden
bir Paşa idi. Kim olduğunu söylemeyeceğim. Çünkü hem hikâyem, onun hakkında
size iyi bir fikir vermeyecek, hem de belki onun hatırasına fazla hürmet
gösteremeyeceğim. ” (s24)
# Fiziksel
özelliklerinden bahsedilmeyen Paşa’nın koyu bir padişah yanlısı olduğu ve
gösterişe olan düşkünlüğü, romanda dikkati çeken en önemli özelliklerindedir.
Süleyman Kemal’in çocukluğundaki güzelliğiyle çevresine karşı övünç duyan Paşa,
yangından sonra oğlunun yüzüne bakamadığı gibi onu çevresinden de uzaklaştırır.
# Harabelerin Çiçeği romanında Süleyman
Kemal ile Paşa’nın düşünce dünyaları arasında da çatışma yaşanmaktadır. “Süleyman’ın
babası, (...) bir siyasi şuurdan ziyade menfaat duygusu ile hareket eden,
sadakati uğruna en yakınlarına kötülük etmekten çekinmeyen, gerektiğinde
“hafiye” olabilen bir davranışa sahiptir.” Süleyman Kemal’in babası da bu tipin
sembolü olarak romanda yerini alır.
# Harabelerin Çiçeği
romanında, Paşa’nın karşısında yer alan Hilmi Bey de kart karakterdir.
Süleyman’ın teyzesinin kocası olan Hilmi Bey, askeri doktordur. Paşa’nın aksine
kibirsiz, şen şakrak, iyi niyetli birisidir. Sarayın sert yapısının karşısında
yer alır. “Şen çehresi, dolgun bıyıkları” ve şakacı tavırlarıyla konakta
çalışanların da sevdiği bir insandır.
“O eve geldiği zaman, hizmetçiler, uşaklar
saatlerce alıkoyarlar, dertlerini hastalıklarını arkadaş gibi söylerdi. O da,
onları, arkadaş gibi dinler, teselli ederdi. Öyle gürültülü ve tatlı bir
gülmesi vardı ki en hastalara, en dertlilere ilaç gibi tesir ederdi. ” (s.27)
# Reşat Nuri’nin diğer
romanlarında da yer yer görülen sarayın ve saltanatın karşısında olma fikri, bu
romanda Hilmi Bey ile vücut bulur. Hilmi Bey’in saraya bakış açısı ve Paşa ile
olan çatışmaları romanda tek cümle ile gözler önüne serilir:
“- Hilmi Bey, kıymetli bir adamdır. Fakat,
değil mi ki sadakati yok, değil mi ki şevketmeap efendimize kem gözle
bakanlardan. ” (s.26)
# Süleyman Kemal’in Paris
dönüşü karşılaştığı; Rum kızı Mariyanti’de kart karakterlerden biridir. Gözleri
on yaşında iken kör olan bu kız, hayata umutla bakan, iyi niyetli saf
birisidir. Sarı saçlı ve kara gözlü Mariyanti, sabahtan akşama kadar deniz
kenarındaki balıkçı kulübesinin önünde uslu uslu oturarak çorap örmektedir.
Babası ile yalnız yaşayan Mariyanti hayata küskün değildir. Onun romandaki en
önemli fonksiyonu başkişi Süleyman Kemal’in insanlara yardım etme arzusunu
ortaya çıkarmış olmasıdır. Süleyman Kemal, toplumdan soyutlanmış Mariyanti’ye
yardım ederek kendi dertlerini de unutmaya çalışacaktır.
# Roman dünyasında
olayların gelişimine katkıda bulunmakla birlikte derinlemesine işlenmeyen ve
boyutsuz olan kahramanlara figüratif/fon karakterler adı verilir. “Dekoratif unsur
durumundaki” bu karakterler, “roman bünyesinde yapının işlemesini sağlayan
çarklar niteliğindedir.”
# Başkişi Süleyman
Kemal’in çevresinde gelişen ve boyut kazanan vaka dolayısıyla, onun yaşamını
fazla etkilemeyen ya da roman boyunca kendini gösterme imkânı bulamayan birçok
fon karakter vardır.
# Süleyman Kemal’in
annesi, çocukluk yıllarındaki hatıralarında ön plana çıkmasına rağmen ne şeklen
ne de ruhen bir kimliğe bürünerek okuyucuyla buluşmaz. Bir anne imgesinden de
uzak şekilde anlatılan annesi, başkişinin hatıralarında silik bir fotoğraf
karesinden ibarettir. Süleyman’ın okula başlamasının ardından annesi ile ilgili
bilgilere de rastlanmaz.
# Süleyman’ın Paris’te
tanıdığı yan odada kalan Bijou, “gam, kasavet nedir bilme(yen), taşkın neşesiyle,
altın gibi sarı saçlarıyla meyhanelerin ebedi bir süsü” olan bir kadındır.
Süleyman Kemal’in içindeki aşk/şehvet kıvılcımlarını harekete geçiren bu kadın,
kahramanın yanık yüzünü görünce çığlıklarla kaçacaktır.
# Olay örgüsündeki bağlantıları
sağlayan ve başkişinin hikâyesini tamamlayıcı rolde karşımıza çıkan konaktaki
çalışanlar, mektep arkadaşları, teyzesi, Seniha’nın çocukları, Nezihe ile
İbrahim, Paris’teki bir sokak kadını, Mariyanti’nin babası, Kösedere’ye giden
yolcular ve Kösedere köylüleri vb. kişiler fon karakterlerdir.
İzleksel Kurgu
# Harabelerin Çiçeği
romanında entrik kurguyu oluşturan ve çatışmayı sağlayan değerleri KORA
şemasında şu şekilde göstermek
mümkündür:
Ülkü Değerler
|
Karşı Değerler
|
|
Süleyman Kemal
|
Paşa (Süleyman’ın babası)
|
|
Kişiler
|
Doktor Hayrullah Bey
|
Süleyman’ın annesi
|
Düzeyinde
|
Seniha
|
Süleyman’ın okul arkadaşları
|
Sütnine Ayşe Hanım Hilmi Bey
|
Bijou
|
|
Kendini Gerçekleştirme
|
Yalıtılmışlık
|
|
Ruh güzelliği
|
Beden güzelliği
|
|
Kavramlar
|
Sev(il)mek ihtiyacı
|
Kaçış
|
Düzeyinde
|
Acımak
|
Yalnızlık
|
Meşrutiyet
Özgürlük
|
Saltanat
|
|
Fotoğraf
|
Y angın
|
|
Simgeler
|
Maskeli Balo (Maske)
|
Mektep
|
Düzeyinde
|
Kösedere köyü
|
Konak
|
Harabelerin Çiçekleri (Gözler)
|
Harabe
|
Yalıtılmışık:
# Harabelerin Çiçeği
romanında, yüzü yanan başkişi Süleyman Kemal’in toplum tarafından yalnızlığa
itilmesi/yalıtılması temel izlek konumundadır. “İnsanın ruhsal yapısının dış dünyadan
birtakım izlenimler edinme yeteneği ile belirlenmiş olması, her insani varlığın
çevresine uymak zorunda oluşundan ileri gelir.”
# İnsanın çocukluk
döneminden itibaren içinde yaşadığı çevre ile birlikte olan ruhsal ve fiziksel
bağlantısı Harabelerin Çiçeği anlatısında eleştirel olarak dikkatlere sunulur.
Romanın başkişisi Süleyman Kemal, on iki yaşına kadar sarı saçları ve yeşil
gözleri ile güzel bir çocukluk dönemi geçirirken konaklarında çıkan bir yangın
sonrasında yüzünün yanması ile acı dolu bir yaşama adım atar. Ailesinin
kendisine gösterdiği şefkatin yapmacık bir düzlemde geliştiğini ve “kırılan bir süs eşyası
gibi kenara atıldığını” fark
eden Süleyman toplumun değer yargısındaki basitliği en temel düzeyde ailesinde
görmüş olur. Aynı kişilik yapısına sahip bir çocuğun yanık yüzlü bir çocuk
olmasının ardından yalıtılması toplumsal bakışın insanın dış görünüşüne ne
denli önem verdiğinin kanıtı niteliğini taşır.
# Süleyman Kemal’in
yüzüne “talihin
taktığı maske” ile toplumdaki bireylerin taktığı görünmez maske
arasındaki çatışma, Süleyman Kemal’in mağlubiyetiyle sonlanır. Görünürde ona
şefkat ve acıma hissi ile yaklaşan ailesi, onun kendi yaşamlarından çekilmesi
için ellerinden geleni yaparak başkişiyi kendilerinden soyutlar. Annesinin
misafir geleceği bir gün takındığı tavrı fark eden başkişi, yaşamın gerçek yüzü
ile de karşılaşmış olur:
“Bir gün annemin misafirleri vardı. Annemin
çehresinden bir şeye canı sıkıldığım, hizmetçilere gizli bir şeyler söylediğini
gördüm. O sabah, beni gördükçe sinirli bir hareketle başını çeviriyordu.
Yavaşça yanına yaklaştım.
-Anne, dedim, budan sonra, misafir geldiği
zaman ben, sütninemle beraber, kendi odamda yemek yiyeyim, e mi?” (s.41)
# Masum bir çocuğun
duygusal gelişim sürecinde karşılaştığı bu durum karşısında, Süleyman Kemal
ailesi tarafından yalıtılmışlığını kabul ederek geri çekilir. Bedensel
çirkinliğinin farkına vardığı andan itibaren suçluluk hissine kapılan başkişi,
kendisini toplumdan soyutlar.
# Anlatıda karşılıklı bir
gizli anlaşma ile toplum ile birey arasında görünmez bir duvar konulması
toplumsal normların fiziksel değerlere ve nesnelerin dış yüzeyine verdiği önemi
gösterir. Toplumu oluşturan bireylerin kendiliklerinin dışına taşarak ortak bir
savunma/tepki olarak Süleyman’a gösterdikleri yalıtılma cezası aslında kendi
çirkinliklerini fiziksel bir nesneye yükleyerek örtme çabasından ileri gelir.
Yüzüne bakılamayacak derecede çirkin olduğu için acıma ve iğrenme ile karışık
duygular içerisinde ondan uzak duran/kaçan bireyler Süleyman Kemal’in yaşam
biçimini kendi iradi tutumundan soyutlayarak baskı altına alırlar. Bu durum
başkişi Süleyman Kemal’in kendilik değerlerini yeniden yorumlaması anlamını
taşımaktadır. Çünkü o, hem yüzü yanmadan önceki durumu hem de sonraki durumu
ile toplumun kendisine gösterdiği ilginin değişimini derinden hisseder. Güzel
bir çocuk iken ailesi tarafından bütün misafirlerin yanına özellikle çıkarılan
Süleyman Kemal, yüzünün yanmasının ardından özellikle “kendi başına”
yaşamaya ve fiziksel anlamda da toplumdan uzak tutulmaya çalışılır. Bu bağlamda
Süleyman Kemal’in aşırı ilgi gördüğü bir dönemin ardından aşırı ilgisizlikle
karşılaşması ailesinin ve toplumun “ikiyüzlü bakış ”ını
kanıtlar. Başkişinin yine aynı kişi olduğu gerçeği ailesi ve toplum tarafından
yadsınarak yanık yüzü ile farklı ve ürkünç bir Süleyman Kemal imgesi
oluşturulur. Kendi içindeki ile dışa yansıyan yüz arasındaki farkı bilmesine
rağmen başkişinin toplumun önyargılarına karşı boyun eğmesi kaçınılmaz olarak
sunulur.
# Fiziksel çirkinliğini
kabul ettikten sonra başkişi, kendisine daha önce verilen şımarıklık
haklarından “gönüllü
olarak feragat” eder. Toplum tarafından yalıtıldığının farkına
varan başkişi, artık ruhsal kirliliğe karşı sürekli bir kaçış süreci içerisine
girer. Toplumdan sürekli kaçış içerisinde olmasına rağmen başkişinin kendisini
soyutlayan topluma/insanlara karşı bir tavır aldığı görülmez. Oysa Reşat
Nuri’nin daha sonraları kaleme aldığı “Bir Kadın Düşmanı” romanında fiziksel
çirkinliğiyle toplumdan yalıtılan Ziya, “Harabelerin Çiçeği” romanı başkişisi
Süleyman Kemal’den farklı davranarak toplumdan intikam almaktadır. Ziya’ya göre
daha boyutsuz ve düz bir karakter olarak anlatılan Süleyman Kemal de
yalıtılmışlığın getirdiği pasifliği başka alanlarda bütünler.
Kendini Gerçekleştirme:
# Bireysel anlamda toplum
tarafından yalnızlığa itilen başkişi Süleyman Kemal, bu durum karşısında
kendisini farklı alanlarda tamamlayarak içinde bulunduğu yalıtık durumdan
kurtulmaya çalışır. “Kendini
gerçekleştirmiş insanın en önemli niteliği çevresi ile baş edebilen ve çevre
ile aynı zamanda uyum içinde olan kişidir. ‘’ Yüzünün yanmasının
ardından kendi iç dünyası ile baş başa kalan Süleyman Kemal için yaşamı anlamlı
kılacak kaçış yolları sınırlıdır. O, ya kendisini yalıtan/soyutlayan topluma
düşman olup iç dünyasında da karanlığa gömülecek ya da kendisini başka alanlara
yönelterek toplumun verdiği cezaya karşı bir içsel gelişim süreci içerisine
girecektir.
# Yaşamın kendisine
sunduğu onulmaz acının çocuk yaşlarda bilincine varan başkişi Süleyman Kemal,
kendilik kurgusunu da erken dönemlerde fark ederek yapılandırmak zorunda kalır.
Bu nedenle o, benlik bilincinin toplumsal bir dayatma ile yıpratılması sonucu
kendisini kabul etme ve kabul ettirme olanaklarını içsel bir gelişim sürecine
dönüştürür.
# Karakter yapısı
itibariyle toplumun kendisini soyutlamasına/yalıtmasına karşı tepki gösterecek
bir intikam alma duygusundan mahrum olan başkişi, kendisini bireysel anlamda
topluma kabul ettirecek başarılara doğru yönelir. Bu yönelimin ortaya çıkışında
ise yatılı okuldaki öğretmeninin yönlendirmesi etkili olur. Başkişinin okul
yılları, ruhsal ve kişisel yönlerden sürekli eziklik yaşadığı ve toplumdan
iyice soyutlandığı yıllar olur. Süleyman Kemal, toplumdan ne kadar dışlanırsa
derslerinde aksi olarak fazlasıyla başarılı olur.
“Ye’sim ve yalnızlığım içinde, o kadar
çalışmıştım ki, bazı sınıfları, ikişer ikişer atlamaya muvaffak olmuştum." (s.51)
# Yalıtık bir yaşam
biçimini kendine dönüştürerek bireysel yalnızlığı içerisinde dersleri ile
avunan ve kendini bu yolda “tatmin
eden" Süleyman Kemal, okuldaki başarısının sonucunda
Paris’te tıp eğitimi almaya karar verir ve Paris’e yerleşir. Süleyman’ın Paris
yılları, insan ilişkiler açısından sıkıntılarla fakat çalışma yaşamı bakımından
başarılarla doludur.
# Süleyman’ın yaşam
çizgisinde kendini geliştirmek açısından önemli olan Paris yılları, aynı
zamanda onun doktorluktaki başarısı ile tekrar ailesinin ilgisini kazanmasını
sağlar. Toplumsal önyargıların minimize edilmiş bir biçimde örneklendirildiği
bu tutum, kazanılan başarılar sayesinde fiziksel görünümün de ötelendiğini
gösterir. Yüzü yanık bir çocukken aile şefkati ve sevgisinden “mahrum
bırakılan” başkişinin kazandığı bilimsel başarılarla yeniden sıcak aile
korunağı altına alınması toplumsal bir önyargının görünümüdür.
# Başkişinin kendini
gerçekleştirme serüveni içerisinde Türkiye’ye döndükten sonra önemli olan üç
olay vardır. Bunlardan birincisi, Mudanya’da kör bir genç Rum kızı olan
Mariyanti’nin gözlerini açmasıdır. Bu vaka ümitsiz ve bedbaht bir adamın
kendini başkalarında gerçekleştirme arzusunun dışa vurumudur. İkinci olay,
Süleyman’ın uzun yıllar haber alamadığı ve öldüğünü zannettiği Sütninesi Ayşe
Nine’yi Kösedere’de bulup onunla geçmişi anma fırsatı bulduğu bir haftalık
süreçtir. Üçüncü olay ise, Süleyman’ın çocukluk aşkı olan teyzesinin kızı
Seniha’ya ve teyzesine yılar sonra bir vapurda tesadüf etmesi ve onların
kaldığı evi bulmasıdır. Süleyman bu vakanın ardından İstanbul’da teyzesinin
yaşadığı evi satın alarak bir mektup aracılığıyla onlara hediye ettiğini
bildirir.
# Fiziksel çirkinliğini
iyi bir doktor olarak gideren Süleyman bu durumu, topluma karşı büyüklenmeci
bir tutum ile sergilemez. Aksine yüzünün çirkinliğini kalbinin temizliği ile
örter. Toplumsal baskının oluşturduğu içe çekilme süreci Süleyman Kemal’in
ruhundaki başarıyı gün ışığına çıkarmasına faydalı olur. Başkişinin kendi
yaşadığı fiziksel yalnızlığı insanlara karşı duyduğu sevme/sevilme ihtiyacı ve
arzusu ile geriye dönüştürdüğü görülür.
Kaçış ve Yalnızlık:
# Güzel yüzlü bir çocuk
iken yüzü yandıktan sonra, önce ailesi sonra da toplum tarafından yadırganan
Süleyman Kemal, toplum tarafından bilinçli bir biçimde soyutlanır. Bu
soyutlamayı öncelikle kendi küçük dünyasında algılamaya çalışan başkişi, daha
tedirgin bir kişilik özelliği sergileyerek çareyi toplum içine çıkmamakta
bulur. Özellikle aile sevgisinin bir anda üzerinden kalktığını hisseden
kahraman, sürekli bir kaçış arzusu ile yalnızlığa mahkûm olur. Çocukluk
yıllarında ailesinin kendisine olan ilgisinin azalması ile sığınılacak tek
şefkatli kucak Sütninesi Ayşe Hanım olur. Süleyman Kemal’in daha sonra mektebe
gitmesiyle içine düşeceği yalnızlık ve insanlardan kaçma arzusu, haklı bir
nedene bağlanır. “Başkalarıyla
nasıl ilişki kurup bir arada yaşayacakları öğretilmemiş çocuklar, okula
başladıklarında kendilerini yalnız hissederler, dolayısıyla çevreleri
tarafından acayip bir gözle görülür, bu da onların başlangıçtaki
yalnızlıklarının büyümesine yol açar.” Bununla birlikte, okul
arkadaşları tarafından sürekli küçümsenen dövülen alay edilen çirkin suratlı
Süleyman Kemal, insanlardan nefret etmek yerine onları sevmeyi sürdürür.
# Topluma karşı cephe
almaktan çok, onlardan kaçarak kendi dünyasında yalnız kalmayı tercih eder.
# Kaçış, insanın dış ve
iç etkenlere bağlı olarak kendisini çevresinden ve insanlardan soyutlamasıdır.
Bu soyutlama, kaçılan nesne/obje ve öznelere karşı alınmış bir tavırdır.
Öznenin ya da nesnenin baskısı altında ezilen birey, çareyi kaçmakta bulur.
Süleyman Kemal de yanık yüzünün çevrede oluşturduğu tepkiye karşılık, yalnız
yaşamayı tercih eder.
# Paris’te kaldığı
yılların ardından, babasının ölümüyle maddi sıkıntısı kalmayan Süleyman,
Avrupa’da şehir şehir, ülke ülke gezerek içinde bulunduğu durumdan kaçmaya
devam eder. “Yalnız
olmaktan en iyi şekilde yararlan(an), yalnız olma cesaretini gösteren” kahraman, çocuk yaşta yalnızlığa itilmesine
rağmen, bunu ilerleyen yaşamında neredeyse hayat felsefesi haline getirir.
Romanda Süleyman’ın acı dolu geçen çocukluk yıllarının aksine geleceğe umutla
baktığı görülür. Doktor Hayrullah’a geçmişini anlattığı sırada hayatını
özetleyen cümleler, kaçış halindeki başkişinin geleceğe dair umutlarını
gösterir:
“Byron’un şu meşhur sözünde ne bitmez bir
teselli vardır;‘Kimse, istikbali bilmiyor. Binaenaleyh, kimse ümitsizliğe
düşmemelidir! ’
Ben de işte, hayatımı sürümek kuvvetini bu
garip teselliden aldım. ” (s.55)
# Geleceğe dair
umutlarını her zaman canlı tutan kahraman, içindeki insan sevgisini de
yitirmez. Bedensel çirkinliğini ruhunun güzelliğiyle örten Süleyman, Mudanya’da
tesadüf ettiği, gözleri görmeyen Rum kızı Mariyanti’nin iyileşmesini sağlarken
bu düşünceden yola çıkar. Bir yandan içindeki acıma duygusu harekete geçen
kahraman, öte yandan Mariyanti’nin içinde bulunduğu durum ile özdeşim kurarak onun
hayat ile olan bağlarını tazelemeyi görev bilir.
Sev(il)mek İhtiyacı:
# Fiziksel çirkinliğin
çocuk yaşlarda üzerine kara bir leke olarak sürülmesinin ardından dış dünyaya
bakışı değişen başkişi, içsel anlamda insanî özünü yitirmez. İnsanın temel
ihtiyaçlarından olan sevgi, başkişi Süleyman Kemal’in fiziksel çirkinliği
yüzünden toplum tarafından kendisinden alınmış bir hak olarak görülür. “Sevgi duygusunun
yeterince gelişmemiş olduğu bir aile içerisinde büyüyen bir çocuğun herhangi
bir şekilde sevgi göstermesini sağlamak güç bir iş olacaktır.” Çevredeki
insanların korku ve acıma dolu bakışları arasında geçen bir dönemin ardından
ilk gençlik döneminde karşı cinse ilgi duymaya başlayan Süleyman Kemal, bu
ilgiyi dışa vuramamamın bunalımını yaşar.
# Özellikle Paris’te
öğrenci olduğu yıllarda kadınlara karşı ilgisi artan başkişi, sevmek
ihtiyacının getirdiği hararetle, birkaç kadınla tanışmak için girişimlerde
bulunur. Bunlardan ilki kaldığı pansiyondaki komşusu olan Bijou’dur. Bir gece
yüzüne maske takarak gittiği operada konuşma cesareti bulduğu Bijou ile
öpüştüğü anda düşen maskesi “kaba realite”yi ortaya çıkarır. Süleyman Kemal’in
yüzünü gören Bijou’nun çığlığı ile başkişi yeniden kaçış sürecine girer.
Bununla birlikte içindeki sevmek ihtiyacı daha da körüklenir. Başkişi, bu
durumu şöyle anlatır:
"Sevmek ve sevilmek ihtiyacının, beni
bir humma gibi yakıp bitirdiği yaz günlerinden biri idi. Bu çılgın aşk rüyasını
yorgunlukla söndürmek için, mütemadiyen yürüyordum. ” (s.62)
# Paris’in sokaklarında
bu duygular içinde gezerken karşılaştığı ve “ilk defa çıktığını” söyleyen aç
bir sokak kadınına yemek ısmarladığı sırada içindeki duygu yoğunluğu, Süleyman
Kemal’in yıllarca ne kadar sevgisizlik içinde yaşadığının kanıtıdır. Yalnız
Süleyman Kemal, bu kadının açlığını gördüğü zaman içindeki karşı cinse olan
aşkı insaniyet aşkına dönüşür. Bu dönüşüm ise yine başkişinin içindeki sevmek
ihtiyacından kaynaklanır.