Harabelerin Çiçeği Romanı – Özet, Tahlil, İnceleme - Edebiyat Araştırmaları
Son Başlıklar
Loading...

30 Ağustos 2020 Pazar

Harabelerin Çiçeği Romanı – Özet, Tahlil, İnceleme

Harabelerin Çiçeği – Özet, Tahlil, İnceleme

Romanın Kimliği

# Harabelerin Çiçeği romanı, Cemil Nimet takma adıyla 1919 yılında Zaman gazetesinde tefrika edilir.
# Yazarın ilk romanı olmasına rağmen, romanın doğuş hikâyesinin ve konusunun “Gangue” adlı meşhur bir romanla benzerlik göstermesi yüzünden kitap olarak ancak 1953 yılında yayınlanır. Reşat Nuri’nin ilk romanı olan Harabelerin Çiçeği, onun romancılığa adım atması bakımından önem taşır.


# Harabelerin Çiçeği, ilk kez Tanrı Misafiri adlı uzun hikâye ile birlikte Hadise Yayınevi tarafından İstanbul’da 1953 yılında basılır. Eser, daha sonraki yıllarda İnkılap Yayınları tarafından basılmaya başlanır ve son olarak yirminci baskısını 2007 yılında yapar.

Bakış Açısı ve Anlatıcı

# Harabelerin Çiçeği romanı, çerçeve vaka anlatımıyla birbiri içine geçmiş iki farklı bakış açısı ile kaleme alınır. Romanın “İlk Tesadüfler” (s.5) başlıklı bölümünden, “Canlı Bir Mazi” (s.24) başlıklı bölümüne kadar tanık (müşahit) anlatıcı bakış açısı kullanılır.
# Harabelerin Çiçeği romanının giriş cümlesi olan; “Bu üçüncü tesadüfümdü. İlk defa Köstence’de, ikinci defa Korfu’da görmüştüm.” (s.5) ibarelerinden sonra tanık-anlatıcı, olayları bir müddet kendi gözüyle anlattıktan sonra, sözü başkişiye emanet eder. Tanık-anlatıcı konumundaki kahraman, yer yer kendini gösterir. Doktor Hayrullah Bey’in bu araya girişleri ise parantez içinde verilir:
“(Süleyman Bey, hikâyesine küçük bir fasıla verdi... İhtiyar hizmetçisinin getirdiği kahveleri içtik.... sonra tekrar başladı.)” (s.55)
# Olayların anlatımını başkişiye devrettikten sonra iki-üç defa araya giren tanık-anlatıcı, sözü son olarak Doktor Süleyman’ın hikâyesini tamamladığı “Netice” bölümünde devralır.
# Harabelerin Çiçeği romanının çerçeve vakası tanık anlatıcı kurulurken asıl öykü kahraman- anlatıcı bakış açısı ile sunulur.
# Olay örgüsüne derinlik kazandırmak isteyen anlatıcı, tanık konumunda iken olayların merkezindeki kahramanın yaşadığı olayları kendisi anlatmak yerine ona anlattırarak geri planda durmayı tercih eder. Çünkü tanık anlatıcı, “vaka içinde yer alan şahıs kadrosunu teşkil eden fertleri bir kamera tarafsızlığıyla izler; onların geçmişi, ruh halleri hakkında bilgi vermeden yaptıklarını gözler önüne serer.”.  Romanda tanık-anlatıcıdan sözü devralan ve asıl vakayı anlatan kahraman-anlatıcı ise olayları geçmişte yaşamış birinci özne konumundadır.
# Harabelerin Çiçeği romanı birbiri içine geçmiş iki ayrı hikâyeden ziyade, dışta yer alan tanık anlatıcının okuyucuyu asıl vakaya hazırladığı bir roman intibaını verir;
A: Dr. Hayrullah Bey: Tanık anlatıcı
B: Süleyman Kemal: Kahraman-Anlatıcı
# Doktor Hayrullah’ın tanık olduğu bir yaşam yoktur ortada, onun sadece merak ettiği bir adamın hikâyesini ilk ağızdan dinlemektedir.
# Romanda iki farklı anlatıcı olmakla birlikte olaylar, hikâye etme şeklinde nakledilir. Özellikle asıl vakanın anlatıldığı bölümde, özetleme tekniğine sıkça başvurulduğu görülür.

Olay Örgüsü

# Harabelerin Çiçeği romanı, yazar tarafından ayrı ayrı başlıklandırılarak yirmi altı bölüme ayrılır. Bu bölümler, olay örgüsünün ana hatlarını belirlemekten ziyade vaka birimleri arasındaki bağlantıyı sağlamak amacıyla yapılır.
# Çerçeve vaka anlatımına sahip olan romanın dış çerçevesinde, Doktor Hayrullah Bey’in, asıl vakaya ulaşma yolundaki çabası ve bunda başarılı olması; iç çerçevede ise küçükken bir yangın sırasında yüzü yanan Süleyman Kemal Bey’in hikâyesi anlatılır.
Birinci Bölüm:
Tanık anlatıcı konumundaki Doktor Hayrullah Bey’in, üç kere ayrı yerlerde tesadüf ettiği yüzü yanık bir adamı merak etmesi
Doktor Hayrullah Bey’in bir hastasının ölümüyle yanık yüzlü adamla yakından ilgilenmesi ile aralarında bir bağ olduğunu sezmesi
Doktor Hayrullah Bey’in altı aylık bir zaman boyunca Bursa’da kaldıktan sonra tekrar döndüğünde yanık yüzlü adama (Süleyman’a) tesadüf etmesi
Doktor Hayrullah’ın Süleyman’ı evinde ziyaret etmesi ve Süleyman’ın hayat hikâyesini anlatması
Süleyman Kemal’in zamanda geriye dönerek, güzel olduğu için şımarık yetiştiği çocukluk günlerini hatırlaması
Süleyman’ın teyzesinin kızı Seniha’nın babası Hilmi Bey’in sürgüne gönderilmesi üzerine babası ile tartışması
Süleyman’ın Seniha’yı görmek için teyzesinin Beylerbeyi’ndeki evine gitmesi
Bir gece konakta çıkan yangında Süleyman’ın yüzünün yanması
İkinci Bölüm:
Yüzü yanan ve çirkin bir hal alan Süleyman’ın ailesi tarafından eski ilgiyi görmemesi
Süleyman’ın köşkün bir odasında sütninesiyle beraber kalmaya başlaması
Süleyman’ın Galatasaray Sultanisine yatılı olarak başlaması
Beş yıllık okul yaşamında arkadaşlarının onunla alay etmeleri
Okulunu başarıyla bitiren Süleyman’ın tıp eğitimi almak üzere Paris’e gitmesi
Süleyman’ın Paris’te bir maskeli baloda tanıştığı Bijou’nun onun yüzünü görünce kaçması
Paris’te okulunu bitirip iyi bir göz doktoru olan Süleyman’ın babasının ölümüyle Mudanya’ya dönmesi
Üçüncü Bölüm:
Mudanya’ya yerleşen Süleyman’ın gözleri görmeyen Maryanti ile tanışması
Süleyman’ın Maryanti’yi tedavi etmek için babasından izin alması
Süleyman’ın Maryantiyi tedavi ederek görmesini sağlaması ve Maryanti ile babasına görünmeden ayrılması
Süleyman’ın hastalanarak bir ay hastanede kaldıktan sonra Mısır’a gitmek için gittiği rıhtımda sütninesinin köyü olan Kösedere ismini duyup ani bir karar ile oraya gitmesi
Süleyman’ın sütninesi ile görüşmesi ve sütninesinin ölmesi
 Süleyman’ın Çanakkale’den İstanbul’a gitmek için bindiği vapurda Seniha’nın kızı ile tesadüfen konuşması ve Seniha ile teyzesini görmesi
Süleyman’ın İstanbul’da teyzesinin ve Seniha’nın yaşadığı evi bularak satın alıp teyzesine hediye etmesi
Teyzesinin Süleyman’ı bulup teşekkür etmesi ve Seniha’yı yanına göndereceğini söylemesi
Seniha ve çocuklarından kaçan Süleyman’ın Seniha’nın bir yıl sonra Bursa’da öldüğünü öğrenmesi
Hikâyesini bitiren başkişi Süleyman’ın sözü tanık anlatıcı konumundaki Doktor Hayrullah’a devretmesi
Doktor Hayrullah’ın, Süleyman Bey’in İsviçre’de Seniha’nın iki çocuğuyla birlikte yaşadığını öğrenmesi
# İç çerçeveyi oluşturan Süleyman’ın hikâyesi, Seniha ve teyzesinden kaçıp onların yaşamlarını uzaktan gizlice izlemesi ile sonlanır. Bu noktadan itibaren sözü tekrar tanık anlatıcı konumundaki Doktor Hayrullah Bey devralır ve romanın dış çerçevesine geçilir.
# Harabelerin Çiçeği romanının dış çerçevesi, Doktor Hayrullah’ın Süleyman Kemal’in hikâyesini dinledikten iki gün sonra tayini çıkıp gitmesi ile sürer. Aradan zaman geçtikten sonra bir gün bir dostundan İsviçre’de yanık yüzlü bir doktorla tanıştığını işitir. Süleyman Kemal’in, Seniha’nın iki kızını alarak İsviçre’ye yerleştiği anlaşılır.

Zaman

# Harabelerin Çiçeği romanının vaka zamanı, Meşrutiyet döneminin öncesindeki yılları kapsar. Başkişi Süleyman Kemal’in babasının II. Abdülhamit’in yaverlerinden birisi olması bunun kanıtı niteliğindedir.
# Harabelerin Çiçeği romanının vakası, andan geçmişe, geçmişten tekrar ana uzanan akronik bir zaman sunumu ile verilir. Çerçeve vaka olması dolayısıyla tanık anlatıcının sözü kahraman anlatıcıya bıraktığı anda, andan geçmişe dönüş süreci başlar. Kahraman anlatıcı, hikâyesini bitirip sözü tekrar tanık anlatıcıya bıraktığında ise geçmişten ana dönülür.
# Anlatı türlerinde zaman unsurunun kronolojik bir süreç takip etmesi şart değildir. “Anlatma süresinin şu veya bu şekilde biçimlenmesi, yazarın niyeti, beklentisi, dünya görüşüyle, dünyayı kavrayışıyla ve olayların seyri ile ilgili bir husustur. "
# Harabelerin Çiçeği romanında, zaman unsuru kahramanın karakterini bütünleştirmek ve olgun şartları hazırlamak için akronik bir şekilde sunulur. Romanın çerçeve vakası, sekiz-on yıldan fazla bir zamanı kapsar:
“Bu, üçüncü tesadüfümdü. İlk defa Köstence’de, ikinci defa Korfu’da görmüştüm. Bu sefer de, Çungura köyünden Bursa ’ya inen tenha yol üstünde ona rastlıyordum. Aradan, hemen sekiz, on senelik bir zaman geçmesine rağmen, daha, yüzünü görmeden tanıdım." (s.9)
# Doktor Hayrullah’ın yanık yüzlü adamı üç defa görmesi, zamanda geriye dönülerek anlatılır. Bu tesadüflerin ardından, altı aylık bir süre Bursa’dan ayrılan Hayrullah Bey, Bursa’da bir av dönüşünde yanık yüzlü adama yine rastlar. Adının Süleyman Kemal olduğunu ilk kez o gün öğrenir ve üç gün sonra da Süleyman Kemal’in evine misafirliğe gider. Süleyman Kemal, Doktor Hayrullah’tan bu andan itibaren sözü emanet alır ve zamanda geriye dönüş tekniğini kullanarak çocukluk yıllarından itibaren başından geçenleri anlatmaya başlar.
# Özetleme tekniği ile yaşam öyküsünü anlatan Süleyman, özellikle 12 yaşından sonra gittiği Galatasaray Sultanisindeki 5 yıllık süreç üzerinde durmaktadır.
“Mektepteki hayatım, ilk günlerde tahammül edilemeyecek kadar üzücü oldu. sonra her şeyde olduğu gibi tabii bunun da zehiri hafifledi. Yalnız şunu söyleyimki mektepte bulunduğum o beş azap senesi içinde, bir gün bahtiyar olamadım." (s.47)
# Beş yıllık mektep hayatının ardından Süleyman Kemal’in Paris’te tıp eğitimi alarak göz doktoru olduğu yıllar anlatılır. Yine zamanda sıçrama ve özetleme tekniği kullanılarak sadece kahraman anlatıcının zihninde yer etmiş anılardan bahsedilir. Romanda, Paris’te geçen süre kesin bir tarih olarak belirtilmez. Fakat Süleyman Kemal’in doktor olduktan sonra, babasının ölümüne kadar iki yıl daha geçtiği belirtilir. Bu da ortalama, altı-yedi yıl kadar Paris’te kaldığını gösterir. Babasının ölümüyle kendisine yüklü bir miras kalınca da, Avrupa’da seyahatlere başlar. Bu seyahatler için ne belirli bir mekân ne de belirli bir zaman ibaresi kullanılır.
# Süleyman Kemal’in İstanbul’a dönüşü ve ardından Mudanya’ya yerleşmesi yine tarih belirtilmeden anlatılır. Anlatıcı, “Mayıs bitmek üzereydi” (s.79) gibi sadece belirli gün ve mevsim adları vererek kozmik zaman unsurlarını ön plana çıkarır.
# Başkişi Süleyman Kemal’in Mudanya ve Bursa’daki yaşamının kaç yıllık bir süreci kapsadığı da belirtilmez. Fakat romanın genel kurgusu içinde, Süleyman Kemal’in çocukluğundan başlayarak şimdiki zamana kadar geçen 35-36 yıllık bir süreç anlatılır.
# Harabelerin Çiçeği romanının iç çerçevesi yani başkişi Süleyman Kemal’in hayat hikâyesi, bu kadar uzun bir süreyi kapsarken dış çerçeve 8-10 yıllık bir süreci kapsamaktadır.
# Harabelerin Çiçeği romanında sosyal zaman, “Babam, Sultan Abdülhamit’in yaverlerinden bir paşa idi. ” (s.24) cümlesinde verilen bilgi ile netleşir.
# Başkişi Süleyman Kemal’in hatıralarında yer eden eniştesi Hilmi Bey ile paşa babasının saray ile ilgili tartışmaları da dönemin Saltanat-Meşrutiyet çatışmalarına göndermede bulunmaktadır. Romanda, zaman unsurunun genellikle geçmişe dönük olarak hikâye ve rivayet yöntemi ile aktarıldığı görülmektedir.

Mekân

Çevresel Mekân
# Anlatı türlerinde mekan olgusu, olayların geçtiği topoğrafik zemin olmanın yanı sıra kahramanların varoluş kaygılarını da içlerinde barındıran bir yapı özelliği gösterirler. Epik anlatı türlerinde daha çok bir topoğrafik yer olarak algılanan mekan unsuru, dramatik anlatılarda olayların akışına yön veren karakterler yaşadıkları mekan ile bilme, görme, anlama ve yansıtmaya yönelik bir ilişki içerisindedirler.
# Anlatı türlerindeki mekan unsuru bu bağlamda çevresel mekan ve olgusal mekanlar olarak irdelendiğinde karakterlerin yaşadıkları ve olayların üzerinde yaşandığı mekan arasındaki ilişki daha işlevsel olarak ele alınabilir.
# Harabelerin Çiçeği romanında vakanın geçtiği mekânlar; Bursa, İstanbul, Paris, Kösedere köyü, Mudanya, Avrupa ve İsviçre’dir.
# Harabelerin Çiçeği romanının dış çerçevesini oluşturan vaka, Bursa’da geçmektedir. Tanık anlatıcı konumundaki Doktor Hayrullah, kahraman anlatıcı konumundaki Süleyman’ı burada tanır.
# İç çerçeveyi oluşturan ve romanın asıl bölümü olan Süleyman Kemal’in hikâyesi ise, hatıralarının geçtiği değişik mekânlarda canlandırılır. Çocukluk yılları İstanbul’da, gençlik yılları Paris’te ve Avrupa’nın diğer şehirlerinde geçen Süleyman Kemal, olgunluk döneminde Türkiye’ye döner. Mudanya taraflarında bir ev satın alır ve hayatını burada devam ettirir. Sütninesinin yaşadığı Kösedere köyünde bir hafta kalan ve ardından Seniha’nın yaşadığı Bursa’da belirli aralıklarla bulunan kahramanın hayatında, bu mekânlar da önemli bir yere sahiptir.
# Fiziksel mekân unsurlarının tasvirlere fazla boğulmadan anlatıldığı romanda, Başkişi Süleyman Kemal’in hayatını yansıtacak mekân-insan ilişkilerinin daha önemli olduğu görülür.
# Roman dünyasındaki mekân kullanımı, sadece olayların geçtiği fiziksel çevre ile sınırlı değildir. Roman kahramanlarının içsel dünyalarının dışa yansıdığı kullanımlarda olgusal mekân devreye girer. “Olgusal mekânlar, kişi-yer ilişkisini sorunsal açıdan yansıtan, dönüştürülmüş, arılaştırılmış yerlerdir; yalnızca topoğrafik bir yer değil, anlam üreten, anıları barındıran, kişinin iç dünyasını yansıtan bir değerdir. " İç dünyanın dışa yansıması ise mekânın insanla olan ilişkisine göre;
a-    Labirentleşen dünya ya da kapalı ve dar mekânlar
b- Sınırları sonsuza açılan açık ve geniş mekânlar olarak biçimlenir.
# Çocukluğunda güzel bir yüze sahipken bir yangın sonrası yüzü yanan kahraman için yaşanılan mekânı artık kendisi değil çevresi belirler. Başta ailesi olmak üzere çevresinin yüzüne bakmak istemeyişinin çocuk ruhunda açtığı yara ile birlikte kendi kabuğuna çekilen başkişi için “fiziksel çirkinliğini” hatırlatacak ve onu küçük düşürecek her mekânın bir hapishaneden farkı yoktur.
# Bu bağlamda Süleyman Kemal’in yaşamındaki mekânların en önemlilerinden biri Galatasaray Sultanisidir. Paşa babasının isteğiyle “leylî-meccanî” gittiği bu okul, hayatının ıstırap dolu beş yılını geçirmesine sebep olur. Okul arkadaşları tarafından sürekli alay edilen itilip kakılan Süleyman Kemal, gece yarısı olup da arkadaşlarının uyumasına kadar geçen süreyi, acı ve korku ile geçirir.
# Yangın vakasının ardından toplumdan yalıtılan ve yalnız bırakılan Süleyman Kemal’in ilerleyen yaşamı sürekli bir kaçış fenomeni içerisinde geçer. Okul yıllarının üzerinde oluşturduğu baskı nedeniyle kendini gerçekleştirme arzusunu derslerine yönelten kahraman, kendini bu konuda geliştirmeye muvaffak olur. Hapishane hayatından daha ıstıraplı geçen okul yılları, Süleyman Kemal’in iyice soyutlanıp, yalnız kalmasına sebep olur.
“Mektepteki hayatım, ilk günlerde tahammül edilemeyecek kadar üzücü oldu. sonra her şeyde olduğu gibi, tabii bununda zehiri hafifledi. (..) mektepte bulunduğum o beş azap senesi içinde, bir gün bahtiyar olamadım. Bir tek arkadaş edinemedim. O yaşta bir çocuk için, bu kadar mutlak bir kimsesizliğin ne olacağını kolayca tahmin edebilirsiniz." (s.47)
# Yalnızlık duyguları içinde yoğrulduğu mektep, içinde sevgi dolu bir kalp taşıyan Süleyman Kemal’in yüzüne soğuk bir maske giydirir. “Mutlak bir kimsesizlik" içerisine bırakıldığı yatılı mektepte geçirdiği yıllar Süleyman Kemal’in yaşamındaki bedensel yalnızlığının ruhsal yalnızlığa doğru gidişinde etkili bir süreçtir. “Mekanın darlığı, fiziksel anlamda küçüklüğünden değil, karakterin imkansızlığından ve kendini orada sıkıştırılmış duyumsamasından kaynaklanır. " Bu nedenle sürekli olarak toplumdan ve kalabalıktan kaçan kahraman için mekân giderek darlaşır ve onun yaşam sınırlarını belirleyerek kuşatır.
# Paris’te geçirdiği yıllarda da, mekânın baskısını üzerinde hisseden Süleyman’ın yalnızlığı buraya ilk gediği gündeki mekân tasviri ile doğru orantılıdır:
“Trenden, yağmurlu ve sisli bir günde indim. Sokaklar çamurlu hava karanlıktı. Etrafımdaki gürültülü yabancı kalabalıkta kendimi tamamıyla yalnız buldum." (s.55)
# “Yağmurlu ve sisli bir günde ” indiği Paris yaşamındaki kaçış mekanlarından biri olma özelliği taşırken başkişinin ruhunda derin bir etki bırakır. Yüzü yandıktan sonra yalnızlığa itilen Süleyman Kemal, “çamurlu sokaklar”da karanlık bir havada yalnızlığım daha çok duyumsar.
# Paris’te yüzünün yanığı ile daha az ilgilenildiği için biraz rahatlayan Süleyman Kemal, yine de toplum içine rahat çıkamaz ve onlara bakarken kendini “sakatlardan daha bedbaht, sokak köpeklerinden daha metruk hisseder. ” (s56)
# Başkişinin bedensel çirkinliği, yaşadığı tüm mekânların olumsuzlanmasına neden olur. Toplumsal önyargıların ve korku dolu bakışların yüzüne çevrildiği her mekân Süleyman için yaşanılmazdır. Bu nedenle kendisini daha az tanıyan ve daha yabancısı olduğu Paris’e gider.
Açık ve Geniş Mekânlar:
# Anlatı türlerinde kahramanların kendilik dünyalarını kurguladıkları ve güven içinde oldukları mekanlar açık ve geniş mekanlardır. “İçtenlik mekanı olan bu mekanlarda karakter, kendisiyle, çevresi ve bütün evrenle uyuşum içerisindedir. ”
# Romanın başlangıcında geniş olan mekân, konaktaki yangının ardından sürekli olarak daralarak, boğuk ve kapalı bir hal alır. Yangında yüzü yanan Süleyman Kemal için artık yaşanılan mekândan kaçma isteği baş gösterir. Ailesinin ve çevresinin bakışlarındaki değişiklik, onu toplumdan soyutlayıp dar mekânlara ve hapis bir yaşam sürecine sürükler. Kaçış mekânları ya da sığınak mekânları olarak görülen bu mekânlardan ilki konakta en üst katta kalan sütninesinin odasıdır. Bu oda, Süleyman’ın insanlardan kaçıp sığındığı bir mekân olmaktan öte bir “şefkat barınağı ” niteliğini de taşımaktadır. Annesi ve babasının yangın sonrası şefkatlerini esirgedikleri kahraman, sütninesinin sevgisine sığınarak yaşamını sürdürür.
# Süleyman Kemal’in hem mektep yıllarında hem de Paris’te mutlu olduğu iki mekân tablosu vardır: “Maskeli balolar”. Herkesin maske takıp yüzlerin tanınmadığı bir anda, Süleyman Kemal gözlerinin ve saçlarının güzelliği ile dikkati çeker. İşte bu anlarda onun yüreğindeki mutluluk deryası harekete geçer:
“Sahnede bulunduğum o bir kaç dakikada, gönlümde senelerden beri unutulmuş bir güneşin ziya ve harareti yaşamıştı. Çocukluğumun kaybolmuş o eski günlerini, hem acı, hem de tatlı bir suretle hatırlarım... Velev bir hayal içinde, birkaç dakika, başka insanların kalbinde uyandırdığım hayret ve takdirin sarhoşluğu içinde ağlayarak, koşa koşa oradan kaçtım. ” (s.51)
# Okul yıllarında katıldığı maskeli baloda “çocukluğunun kaybolmuş eski günlerini ” tatlı “bir hayal içinde” bulan ve mektep arkadaşlarının üzerinde uyandırdığı “hayret ve takdir sarhoşluğu”na rağmen Süleyman Kemal acı gerçeğin bilincindedir. Bununla birlikte bu maskeli balo başkişinin okul yıllarında geçmişe dönük anılarını canlandıran bir sahne olarak yerini alır.
# Süleyman Kemal, Paris’te düzenlenen bir baloya ise daha planlı bir şekilde katılmak ister. Kaldığı pansiyondaki yan komşusu Bijou’yu maskeli baloya davet eder ve onunla güzel dakikalar geçirmeyi hayal eder. Baloda tam Bijou’yu öpeceği anda maskesinin düşmesi ile bu hayali suya düşer.
# Paris dönüşünde Mudanya’ya yerleşen Süleyman Kemal, burada insanlardan uzak ve huzurlu bir hayat peşindedir.
“Mudanya’ya biraz uzak yerde, küçük bir köşk tutmuştum. Orada, gözün alabildiğine kadar uzanıp giden zeytin ormanları, çiçek ve yeşillik dolu tarlalar, güzel bir deniz vardı. ” (s.71)
# Mudanya’da “küçük bir köşk”e yerleşen Süleyman Kemal, “göz alabildiğine uzanan zeytin ormanları, çiçek ve yeşillik dolu tarlaları” ile denize yakın bir inziva yaşamı içerisinde kendi yapay mutluluk yuvasını kurar. Bu yuva onun toplum dışındaki yalıtılmış halini ruhsal anlamda huzura kavuşturan bir mekan olur.
# Romanın başkişisi Süleyman Kemal’in yaşamını etkileyen diğer mekânlardan biri de Kösedere köyüdür. Sütninesinin köyü olan bu mekân, onun Anadolu insanının samimiyeti karşısında rahatladığı geniş bir mekân olarak karşımıza çıkar.
“Bu küçük köyde aldığım müddetçe bir aile ocağı sıcaklığı buldum... Eğri büğrü sokaklardan geçerken, pencereden, “Ninenin Süleyman ’ı ” sözünü fısıldadıklarını işittikçe tuhaf bir haz duyuyor, ilk defa yüzümün çirkinliğinden utanmıyordum. ” (s.90)
# Süleyman, bir hafta süre ile kaldığı Kösedere’de yaşamını normal insan gibi toplumdan kaçmayarak geçirir. Bu köy başkişinin yıllarca önce kaybettiği “aile ocağı sıcaklığı ”nı duyumsamasını sağlar. Yalnızlığının bir nebze olsun azaldığı bu mekân, aynı zamanda, anlatıcının Anadolu köylüsünün dış güzelliğe değil iç güzelliğe önem verdiğini göstermesi bakımından önemlidir.

Şahıs Kadrosu

Başkişi
# Harabelerin Çiçeği romanının başkişisi, Süleyman Kemal adlı bir göz doktorudur. Romanın asıl vakasını halden geçmişe dönerek anlatan Süleyman Kemal, 35-36 yaşlarındadır. Başkişinin yaşamını yangın öncesi ve sonrası iki dönemde fiziksel ve ruhsal değişimleriyle görürüz. Başkişi, çocukluk döneminde her istediği yapılan konağın süsü gibi görülen şımarık bir yapıdadır.
“İki kardeşim daha vardı. Fakat, ailem, beni onlardan çok fazla severdi. Ben, konağımızın canlı bir süsü gibiydim.(...) En küçük yaşımdan beri kedi yavrusu gibi sevilip okşanmaya alışmıştım." (s.24)
# Çocukluk döneminin, tüm sorumsuz davranışlarım yüzü yanıncaya kadar yaşayan kahraman, bu olayın ardından büyük bir olgunlukla başka bir kişiliğe bürünmüştür. Bu yangın, “birey olmanın kendi olmanın deneyiminin yaşandığı" bir olguyu sembolize eder. Bu deneyim neticesinde, yüzündeki güzellikten geriye sadece “Harabelerin Çiçeği" olarak nitelendirilen yeşil gözleri ve ipek gibi uzun sarı saçları kalan Süleyman’ın bundan sonraki yaşamı yüzü gibi değişmeye mahkûm olur.
# Fiziksel özellikleri ile kişisel özelliklerin zıtlık göstermesi kahramanın gelişim çizgisi bakımından önem arz eder. Güzel yüzlü ve herkesin değer verdiği bir çocuk iken bunun avantajlarını kullanan Süleyman, yüzünün yanması ile kendine gösterilen ilginin azalması sonucu olgun bir kişilik yapısına bürünür. “Acı çeken ve umutsuzca kendi olmak isteyen") kahraman, birdenbire aile içinde de edilgin bir konuma itilir.
“Eski şımarıklıklarım geçmiş, halim, nazik bir çocuk olmuştum.(...) Kendimle eğlendirmemek için, o kadar ihtimam ederdim ki, uşaklar, hizmetçiler kederime hürmet eder, eğlenen değil, acıyan gözlerle bana bakarlardı. Ailemin şefkat hususunda, bana hizmetçilerden, uşaklardan daha az cömert davrandıklarını bir türlü aklımdan çıkaramayacağım." (s.42)
# Yüzündeki yanık yüzünden küçük yaşta önce ailesi, sonra da okulda arkadaşları tarafından dışlanan Süleyman Kemal, içindeki sevgi cevherini hiç yitirmez. Yalnızlık ve kaçış sendromu içinde bir yaşam sürmesine rağmen, insanlara olan sevgisini korumayı bilir.
# Süleyman Kemal, kendi mutsuzluğunu kabullenip, başka mutsuz insanlara yardım etmeyi hedefleyen idealist bir kahramandır. Avrupa’da iyi bir göz doktoru olduktan sonra, Türkiye’ye geldiğinde, Rum kızı Mariyanti’nin gözlerini hayata ve ışığa kavuşturma isteği bunun kanıtıdır.
# Süleyman Kemal’in ilginç bir özelliği de çocukluğundan itibaren aşırı ilgiden sıkılan, kaçan ve resim yapmaya sığınan bir karakter olmasıdır. Reşat Nuri’nin diğer roman kahramanlarında da görülen (Damga romanındaki İffet gibi) saray ve çevresinin skolâstik/ tutucu yapısından çok özgürlük düşkünü kahramanlarından biri de Süleyman Kemal’dir. O, bir paşa çocuğu olmasına ve konakta özel hocalardan ders alarak büyümesine rağmen onun hayalleri farklıdır. Saray adamı olmak gibi bir niyeti yoktur:
“Dadılarım, daha bıyıklarım terlemeden, paşa olacağımı temin ederlerdi. (..) Onlar üstüme düştükçe, ben, köşe bucak kaçmaya başladım. O vakitler, en büyük merakım, camın üzerine koyarak resim yapmaktı. ” (s.25)
# Toplumdan kaçışı küçük yaşlarda fazla ilgiden kaynaklanan Süleyman Kemal’in sonraki yıllarda toplum tarafından dışlanması trajik bir çatışma unsurudur. Bir zaman kendi isteği ile aşırı ilgiden sıkılıp kaçan kahraman, artık ilgisizlikten ve yalnızlıktan bunalır. Bunalımdaki insanın kaçışında sığınacağı en temel mekânlardan biri doğadır. Süleyman Kemal de yalnızlığını doğa ile paylaşır. Gasset’e göre insanın her koşulda kendini yalnız hissetmesinin temelinde insan yaşamının başkasına aktarılamaması ve özünde kökten bir yalnızlığı barındırması söz konusudur.
# Zira Süleyman da hem çok sevildiği hem de dışlandığı dönemde özündeki “kökten yalnızlığı”n bilincinde olan bir kahraman olarak karşımıza çıkar. Bu bilinç, onun dışlandığı ve toplum dışı edildiği dönemlerde kendisini farklı nesnelere yöneltmiş ve kahramanın hayatla olan bağlarını koparmasına engel olarak onu “bir dünyayı yıkıp parçalayan” ve bu parçalardan yeni bir dünya oluşturan etkin bir özne konumuna getirmiştir. Nitekim insanlardan tamamen kaçmak yerine kendi fiziksel görüntüsünün algılandığı bir mekanizmanın doktoru olması da bunun göstergesi niteliğindedir.
# Anlatı dünyasında norm karakterlerin görevlerinden biri de “başkişinin yaşadığı tecrübenin derinliklerine dalmamızı sağlayan bir sıçrama tahtası olabilir. ”
# Harabelerin Çiçeği romanının başlangıcında ve sonunda tanık anlatıcı konumunda karşımıza çıkan Doktor Hayrullah Bey, başkişi Süleyman Kemal’in sır dolu yaşamım açımlayan biri olarak norm karakterlerin başında yer alır.
# Başkişiyi okuyucuya tanıtan ve okuyucuda merak duygusu uyandıran Hayrullah Bey, Bursa’da Belediye doktoru olarak görev yapmaktadır. Fiziksel özellikleri belirtilmemesine rağmen anlatılan vakanın düzenine bakılarak elli elli beş yaşlarında olduğu tahmin edilebilir. Doktor Hayrullah Bey’in yaşamına ait en detaylı bilgiyi kendi ağzından Süleyman Kemal’e aktarırken duyarız:
“Trabzon’daki kızımdan, damadımdan, bu sene mektebe gitmeye başlayan iki torunumdan bahsettim. İsviçre’de tahsil’e olan oğlumun çapkınlığından, benden fazla para çekmek için ettiği düzenlerden şikâyet ettim. ” (s.20)
# Roman boyunca Doktor Hayrullah’ın fiziksel özelliklerini öğrenemediğimiz gibi kişisel özellikleri ile ilgili de fazla bilgi edinemeyiz. O, bir yerde, romanın oluşumunu sağlayan, kurgusunu yönlendiren bir karakterdir.
# Süleyman Kemal’in yaşamını yönlendiren ve değiştiren asıl norm karakter sütninesi Ayşe Hanım’dır. Çocukluğundan itibaren yanında olan ve onu “evde en ziyade seven ve anlayan” (s.33) konumundaki Ayşe Hanım, başkişinin ıstırap dolu günlerinde sevgisi ve şefkati ile teselli etmeyi bilir.
# Yangın öncesinde Süleyman Kemal’i ne kadar seviyorsa sonrasında daha çok seven sütnine, Süleyman Kemal’in en yalnız anlarında dert ortağı olur. Sütnine Ayşe Hanım, Süleyman’ın yaşamında ferahlık bulduğu, yanında iken kendini rahat hissettiği bir barınak/ sığınak gibidir. Yangından sonra konakta sütninesinin odasına sığınan kahramana karşı ailesinin göstermediği şefkati ve sevgiyi o gösterir. Yıllar sonra bile Kösedere’de ömrünün son günlerini geçiren Ayşe Nine, Süleyman Kemal’in güzelliklerle dolu bir hafta geçirmesini sağlar.
# Süleyman Kemal’in yaşamını şekillendiren ve ondaki sevgi duygusunu tamamlayan kişi ise teyzesinin kızı Seniha’dır. Çocukken sık sık gördüğü Süleyman Kemal’e âşık olan Seniha, babasının Fizan’a sürgün edilmesi ile ondan ayrılmak zorunda kalır. Bir tesadüf eseri yıllar sonra Seniha’yı bulan Süleyman, onunla yüz yüze gelmekten kaçınır ve onu uzaktan takip eder. Bu durum Süleyman’ın yaşama yeniden bağlanmasını sağlayan etkenlerdendir.
# Seniha aynı zamanda romanın entrik kurgusunda da önemli yere sahiptir. Çünkü o, tanık anlatıcı konudaki Doktor Hayrullah Bey ile Süleyman Kemal’i buluşturan ortak paydadır. Süleyman Kemal’in çocukluk aşkı olan Seniha, Doktor Hayrullah Bey’in ise hastasıdır.
# Seniha’nın son günlerindeki tasviri yapılırken özellikle asaleti üzerine dikkat çekilir. Ölüm döşeğinde bile iki kızının saçlarını taramış, bir bildiklerine göndermiş ve vakur bir tavırla ölümü bekler.
# Harabelerin Çiçeği  romanında başkişi Süleyman Kemal’in yaşamını şefkat yönünden tamamlayan Sütninesi Ayşe Hanım; sevgi ve aşk yönünden tamamlayan ise Seniha olur. Onun yaşamını daha doğrusu hayata tutunmasını sağlayan mektepteki Fransız kimya hocasını da norm karakterler grubuna alabiliriz. Hayata küsen ve arkadaşları tarafından dışlanan Süleyman Kemal’in Fransa’da okuması için çok ısrar eder ve bunu da başarır.
# Kart karakterler roman dünyasında “tek, yoğun, canlı unsurları somutlaştıran” kişilerdir. Harabelerin Çiçeği romanında hem çatışma unsurunu oluşturan hem de bir devrin genel özelliklerini üzerinde taşıyan Süleyman Kemal’in Paşa babası tipik bir kart karakterdir. Sultan Abdülhamit’in yaverlerinden olan Paşa’nın adının özellikle verilmediğini görürüz.
“Babam, Sultan Abdülhamit’in yaverlerinden bir Paşa idi. Kim olduğunu söylemeyeceğim. Çünkü hem hikâyem, onun hakkında size iyi bir fikir vermeyecek, hem de belki onun hatırasına fazla hürmet gösteremeyeceğim. ” (s24)
# Fiziksel özelliklerinden bahsedilmeyen Paşa’nın koyu bir padişah yanlısı olduğu ve gösterişe olan düşkünlüğü, romanda dikkati çeken en önemli özelliklerindedir. Süleyman Kemal’in çocukluğundaki güzelliğiyle çevresine karşı övünç duyan Paşa, yangından sonra oğlunun yüzüne bakamadığı gibi onu çevresinden de uzaklaştırır.
# Harabelerin Çiçeği romanında Süleyman Kemal ile Paşa’nın düşünce dünyaları arasında da çatışma yaşanmaktadır. “Süleyman’ın babası, (...) bir siyasi şuurdan ziyade menfaat duygusu ile hareket eden, sadakati uğruna en yakınlarına kötülük etmekten çekinmeyen, gerektiğinde “hafiye” olabilen bir davranışa sahiptir.” Süleyman Kemal’in babası da bu tipin sembolü olarak romanda yerini alır.
# Harabelerin Çiçeği romanında, Paşa’nın karşısında yer alan Hilmi Bey de kart karakterdir. Süleyman’ın teyzesinin kocası olan Hilmi Bey, askeri doktordur. Paşa’nın aksine kibirsiz, şen şakrak, iyi niyetli birisidir. Sarayın sert yapısının karşısında yer alır. “Şen çehresi, dolgun bıyıkları” ve şakacı tavırlarıyla konakta çalışanların da sevdiği bir insandır.
“O eve geldiği zaman, hizmetçiler, uşaklar saatlerce alıkoyarlar, dertlerini hastalıklarını arkadaş gibi söylerdi. O da, onları, arkadaş gibi dinler, teselli ederdi. Öyle gürültülü ve tatlı bir gülmesi vardı ki en hastalara, en dertlilere ilaç gibi tesir ederdi. ” (s.27)
# Reşat Nuri’nin diğer romanlarında da yer yer görülen sarayın ve saltanatın karşısında olma fikri, bu romanda Hilmi Bey ile vücut bulur. Hilmi Bey’in saraya bakış açısı ve Paşa ile olan çatışmaları romanda tek cümle ile gözler önüne serilir:
“- Hilmi Bey, kıymetli bir adamdır. Fakat, değil mi ki sadakati yok, değil mi ki şevketmeap efendimize kem gözle bakanlardan. ” (s.26)
# Süleyman Kemal’in Paris dönüşü karşılaştığı; Rum kızı Mariyanti’de kart karakterlerden biridir. Gözleri on yaşında iken kör olan bu kız, hayata umutla bakan, iyi niyetli saf birisidir. Sarı saçlı ve kara gözlü Mariyanti, sabahtan akşama kadar deniz kenarındaki balıkçı kulübesinin önünde uslu uslu oturarak çorap örmektedir. Babası ile yalnız yaşayan Mariyanti hayata küskün değildir. Onun romandaki en önemli fonksiyonu başkişi Süleyman Kemal’in insanlara yardım etme arzusunu ortaya çıkarmış olmasıdır. Süleyman Kemal, toplumdan soyutlanmış Mariyanti’ye yardım ederek kendi dertlerini de unutmaya çalışacaktır.
# Roman dünyasında olayların gelişimine katkıda bulunmakla birlikte derinlemesine işlenmeyen ve boyutsuz olan kahramanlara figüratif/fon karakterler adı verilir. “Dekoratif unsur durumundaki” bu karakterler, “roman bünyesinde yapının işlemesini sağlayan çarklar niteliğindedir.”
# Başkişi Süleyman Kemal’in çevresinde gelişen ve boyut kazanan vaka dolayısıyla, onun yaşamını fazla etkilemeyen ya da roman boyunca kendini gösterme imkânı bulamayan birçok fon karakter vardır.
# Süleyman Kemal’in annesi, çocukluk yıllarındaki hatıralarında ön plana çıkmasına rağmen ne şeklen ne de ruhen bir kimliğe bürünerek okuyucuyla buluşmaz. Bir anne imgesinden de uzak şekilde anlatılan annesi, başkişinin hatıralarında silik bir fotoğraf karesinden ibarettir. Süleyman’ın okula başlamasının ardından annesi ile ilgili bilgilere de rastlanmaz.
# Süleyman’ın Paris’te tanıdığı yan odada kalan Bijou, “gam, kasavet nedir bilme(yen), taşkın neşesiyle, altın gibi sarı saçlarıyla meyhanelerin ebedi bir süsü” olan bir kadındır. Süleyman Kemal’in içindeki aşk/şehvet kıvılcımlarını harekete geçiren bu kadın, kahramanın yanık yüzünü görünce çığlıklarla kaçacaktır.
# Olay örgüsündeki bağlantıları sağlayan ve başkişinin hikâyesini tamamlayıcı rolde karşımıza çıkan konaktaki çalışanlar, mektep arkadaşları, teyzesi, Seniha’nın çocukları, Nezihe ile İbrahim, Paris’teki bir sokak kadını, Mariyanti’nin babası, Kösedere’ye giden yolcular ve Kösedere köylüleri vb. kişiler fon karakterlerdir.

İzleksel Kurgu

# Harabelerin Çiçeği romanında entrik kurguyu oluşturan ve çatışmayı sağlayan değerleri KORA şemasında  şu şekilde göstermek mümkündür:

Ülkü Değerler
Karşı Değerler

Süleyman Kemal
Paşa (Süleyman’ın babası)
Kişiler
Doktor Hayrullah Bey
Süleyman’ın annesi
Düzeyinde
Seniha
Süleyman’ın okul arkadaşları

Sütnine Ayşe Hanım Hilmi Bey
Bijou

Kendini Gerçekleştirme
Yalıtılmışlık

Ruh güzelliği
Beden güzelliği
Kavramlar
Sev(il)mek ihtiyacı
Kaçış
Düzeyinde
Acımak
Yalnızlık

Meşrutiyet
Özgürlük
Saltanat

Fotoğraf
Y angın
Simgeler
Maskeli Balo (Maske)
Mektep
Düzeyinde
Kösedere köyü
Konak

Harabelerin Çiçekleri (Gözler)
Harabe


Yalıtılmışık:
# Harabelerin Çiçeği romanında, yüzü yanan başkişi Süleyman Kemal’in toplum tarafından yalnızlığa itilmesi/yalıtılması temel izlek konumundadır. “İnsanın ruhsal yapısının dış dünyadan birtakım izlenimler edinme yeteneği ile belirlenmiş olması, her insani varlığın çevresine uymak zorunda oluşundan ileri gelir.”
# İnsanın çocukluk döneminden itibaren içinde yaşadığı çevre ile birlikte olan ruhsal ve fiziksel bağlantısı Harabelerin Çiçeği anlatısında eleştirel olarak dikkatlere sunulur. Romanın başkişisi Süleyman Kemal, on iki yaşına kadar sarı saçları ve yeşil gözleri ile güzel bir çocukluk dönemi geçirirken konaklarında çıkan bir yangın sonrasında yüzünün yanması ile acı dolu bir yaşama adım atar. Ailesinin kendisine gösterdiği şefkatin yapmacık bir düzlemde geliştiğini ve “kırılan bir süs eşyası gibi kenara atıldığını”  fark eden Süleyman toplumun değer yargısındaki basitliği en temel düzeyde ailesinde görmüş olur. Aynı kişilik yapısına sahip bir çocuğun yanık yüzlü bir çocuk olmasının ardından yalıtılması toplumsal bakışın insanın dış görünüşüne ne denli önem verdiğinin kanıtı niteliğini taşır.
# Süleyman Kemal’in yüzüne “talihin taktığı maske” ile toplumdaki bireylerin taktığı görünmez maske arasındaki çatışma, Süleyman Kemal’in mağlubiyetiyle sonlanır. Görünürde ona şefkat ve acıma hissi ile yaklaşan ailesi, onun kendi yaşamlarından çekilmesi için ellerinden geleni yaparak başkişiyi kendilerinden soyutlar. Annesinin misafir geleceği bir gün takındığı tavrı fark eden başkişi, yaşamın gerçek yüzü ile de karşılaşmış olur:
“Bir gün annemin misafirleri vardı. Annemin çehresinden bir şeye canı sıkıldığım, hizmetçilere gizli bir şeyler söylediğini gördüm. O sabah, beni gördükçe sinirli bir hareketle başını çeviriyordu. Yavaşça yanına yaklaştım.
-Anne, dedim, budan sonra, misafir geldiği zaman ben, sütninemle beraber, kendi odamda yemek yiyeyim, e mi?” (s.41)
# Masum bir çocuğun duygusal gelişim sürecinde karşılaştığı bu durum karşısında, Süleyman Kemal ailesi tarafından yalıtılmışlığını kabul ederek geri çekilir. Bedensel çirkinliğinin farkına vardığı andan itibaren suçluluk hissine kapılan başkişi, kendisini toplumdan soyutlar.
# Anlatıda karşılıklı bir gizli anlaşma ile toplum ile birey arasında görünmez bir duvar konulması toplumsal normların fiziksel değerlere ve nesnelerin dış yüzeyine verdiği önemi gösterir. Toplumu oluşturan bireylerin kendiliklerinin dışına taşarak ortak bir savunma/tepki olarak Süleyman’a gösterdikleri yalıtılma cezası aslında kendi çirkinliklerini fiziksel bir nesneye yükleyerek örtme çabasından ileri gelir. Yüzüne bakılamayacak derecede çirkin olduğu için acıma ve iğrenme ile karışık duygular içerisinde ondan uzak duran/kaçan bireyler Süleyman Kemal’in yaşam biçimini kendi iradi tutumundan soyutlayarak baskı altına alırlar. Bu durum başkişi Süleyman Kemal’in kendilik değerlerini yeniden yorumlaması anlamını taşımaktadır. Çünkü o, hem yüzü yanmadan önceki durumu hem de sonraki durumu ile toplumun kendisine gösterdiği ilginin değişimini derinden hisseder. Güzel bir çocuk iken ailesi tarafından bütün misafirlerin yanına özellikle çıkarılan Süleyman Kemal, yüzünün yanmasının ardından özellikle “kendi başına” yaşamaya ve fiziksel anlamda da toplumdan uzak tutulmaya çalışılır. Bu bağlamda Süleyman Kemal’in aşırı ilgi gördüğü bir dönemin ardından aşırı ilgisizlikle karşılaşması ailesinin ve toplumun “ikiyüzlü bakış ”ını kanıtlar. Başkişinin yine aynı kişi olduğu gerçeği ailesi ve toplum tarafından yadsınarak yanık yüzü ile farklı ve ürkünç bir Süleyman Kemal imgesi oluşturulur. Kendi içindeki ile dışa yansıyan yüz arasındaki farkı bilmesine rağmen başkişinin toplumun önyargılarına karşı boyun eğmesi kaçınılmaz olarak sunulur.
# Fiziksel çirkinliğini kabul ettikten sonra başkişi, kendisine daha önce verilen şımarıklık haklarından “gönüllü olarak feragat” eder. Toplum tarafından yalıtıldığının farkına varan başkişi, artık ruhsal kirliliğe karşı sürekli bir kaçış süreci içerisine girer. Toplumdan sürekli kaçış içerisinde olmasına rağmen başkişinin kendisini soyutlayan topluma/insanlara karşı bir tavır aldığı görülmez. Oysa Reşat Nuri’nin daha sonraları kaleme aldığı “Bir Kadın Düşmanı” romanında fiziksel çirkinliğiyle toplumdan yalıtılan Ziya, “Harabelerin Çiçeği” romanı başkişisi Süleyman Kemal’den farklı davranarak toplumdan intikam almaktadır. Ziya’ya göre daha boyutsuz ve düz bir karakter olarak anlatılan Süleyman Kemal de yalıtılmışlığın getirdiği pasifliği başka alanlarda bütünler.
Kendini Gerçekleştirme:
# Bireysel anlamda toplum tarafından yalnızlığa itilen başkişi Süleyman Kemal, bu durum karşısında kendisini farklı alanlarda tamamlayarak içinde bulunduğu yalıtık durumdan kurtulmaya çalışır. “Kendini gerçekleştirmiş insanın en önemli niteliği çevresi ile baş edebilen ve çevre ile aynı zamanda uyum içinde olan kişidir. ‘’ Yüzünün yanmasının ardından kendi iç dünyası ile baş başa kalan Süleyman Kemal için yaşamı anlamlı kılacak kaçış yolları sınırlıdır. O, ya kendisini yalıtan/soyutlayan topluma düşman olup iç dünyasında da karanlığa gömülecek ya da kendisini başka alanlara yönelterek toplumun verdiği cezaya karşı bir içsel gelişim süreci içerisine girecektir.
# Yaşamın kendisine sunduğu onulmaz acının çocuk yaşlarda bilincine varan başkişi Süleyman Kemal, kendilik kurgusunu da erken dönemlerde fark ederek yapılandırmak zorunda kalır. Bu nedenle o, benlik bilincinin toplumsal bir dayatma ile yıpratılması sonucu kendisini kabul etme ve kabul ettirme olanaklarını içsel bir gelişim sürecine dönüştürür.
# Karakter yapısı itibariyle toplumun kendisini soyutlamasına/yalıtmasına karşı tepki gösterecek bir intikam alma duygusundan mahrum olan başkişi, kendisini bireysel anlamda topluma kabul ettirecek başarılara doğru yönelir. Bu yönelimin ortaya çıkışında ise yatılı okuldaki öğretmeninin yönlendirmesi etkili olur. Başkişinin okul yılları, ruhsal ve kişisel yönlerden sürekli eziklik yaşadığı ve toplumdan iyice soyutlandığı yıllar olur. Süleyman Kemal, toplumdan ne kadar dışlanırsa derslerinde aksi olarak fazlasıyla başarılı olur.
“Ye’sim ve yalnızlığım içinde, o kadar çalışmıştım ki, bazı sınıfları, ikişer ikişer atlamaya muvaffak olmuştum." (s.51)
# Yalıtık bir yaşam biçimini kendine dönüştürerek bireysel yalnızlığı içerisinde dersleri ile avunan ve kendini bu yolda “tatmin eden" Süleyman Kemal, okuldaki başarısının sonucunda Paris’te tıp eğitimi almaya karar verir ve Paris’e yerleşir. Süleyman’ın Paris yılları, insan ilişkiler açısından sıkıntılarla fakat çalışma yaşamı bakımından başarılarla doludur.
# Süleyman’ın yaşam çizgisinde kendini geliştirmek açısından önemli olan Paris yılları, aynı zamanda onun doktorluktaki başarısı ile tekrar ailesinin ilgisini kazanmasını sağlar. Toplumsal önyargıların minimize edilmiş bir biçimde örneklendirildiği bu tutum, kazanılan başarılar sayesinde fiziksel görünümün de ötelendiğini gösterir. Yüzü yanık bir çocukken aile şefkati ve sevgisinden “mahrum bırakılan” başkişinin kazandığı bilimsel başarılarla yeniden sıcak aile korunağı altına alınması toplumsal bir önyargının görünümüdür.
# Başkişinin kendini gerçekleştirme serüveni içerisinde Türkiye’ye döndükten sonra önemli olan üç olay vardır. Bunlardan birincisi, Mudanya’da kör bir genç Rum kızı olan Mariyanti’nin gözlerini açmasıdır. Bu vaka ümitsiz ve bedbaht bir adamın kendini başkalarında gerçekleştirme arzusunun dışa vurumudur. İkinci olay, Süleyman’ın uzun yıllar haber alamadığı ve öldüğünü zannettiği Sütninesi Ayşe Nine’yi Kösedere’de bulup onunla geçmişi anma fırsatı bulduğu bir haftalık süreçtir. Üçüncü olay ise, Süleyman’ın çocukluk aşkı olan teyzesinin kızı Seniha’ya ve teyzesine yılar sonra bir vapurda tesadüf etmesi ve onların kaldığı evi bulmasıdır. Süleyman bu vakanın ardından İstanbul’da teyzesinin yaşadığı evi satın alarak bir mektup aracılığıyla onlara hediye ettiğini bildirir.
# Fiziksel çirkinliğini iyi bir doktor olarak gideren Süleyman bu durumu, topluma karşı büyüklenmeci bir tutum ile sergilemez. Aksine yüzünün çirkinliğini kalbinin temizliği ile örter. Toplumsal baskının oluşturduğu içe çekilme süreci Süleyman Kemal’in ruhundaki başarıyı gün ışığına çıkarmasına faydalı olur. Başkişinin kendi yaşadığı fiziksel yalnızlığı insanlara karşı duyduğu sevme/sevilme ihtiyacı ve arzusu ile geriye dönüştürdüğü görülür.
Kaçış ve Yalnızlık:
# Güzel yüzlü bir çocuk iken yüzü yandıktan sonra, önce ailesi sonra da toplum tarafından yadırganan Süleyman Kemal, toplum tarafından bilinçli bir biçimde soyutlanır. Bu soyutlamayı öncelikle kendi küçük dünyasında algılamaya çalışan başkişi, daha tedirgin bir kişilik özelliği sergileyerek çareyi toplum içine çıkmamakta bulur. Özellikle aile sevgisinin bir anda üzerinden kalktığını hisseden kahraman, sürekli bir kaçış arzusu ile yalnızlığa mahkûm olur. Çocukluk yıllarında ailesinin kendisine olan ilgisinin azalması ile sığınılacak tek şefkatli kucak Sütninesi Ayşe Hanım olur. Süleyman Kemal’in daha sonra mektebe gitmesiyle içine düşeceği yalnızlık ve insanlardan kaçma arzusu, haklı bir nedene bağlanır. “Başkalarıyla nasıl ilişki kurup bir arada yaşayacakları öğretilmemiş çocuklar, okula başladıklarında kendilerini yalnız hissederler, dolayısıyla çevreleri tarafından acayip bir gözle görülür, bu da onların başlangıçtaki yalnızlıklarının büyümesine yol açar.” Bununla birlikte, okul arkadaşları tarafından sürekli küçümsenen dövülen alay edilen çirkin suratlı Süleyman Kemal, insanlardan nefret etmek yerine onları sevmeyi sürdürür.
# Topluma karşı cephe almaktan çok, onlardan kaçarak kendi dünyasında yalnız kalmayı tercih eder.
# Kaçış, insanın dış ve iç etkenlere bağlı olarak kendisini çevresinden ve insanlardan soyutlamasıdır. Bu soyutlama, kaçılan nesne/obje ve öznelere karşı alınmış bir tavırdır. Öznenin ya da nesnenin baskısı altında ezilen birey, çareyi kaçmakta bulur. Süleyman Kemal de yanık yüzünün çevrede oluşturduğu tepkiye karşılık, yalnız yaşamayı tercih eder.
# Paris’te kaldığı yılların ardından, babasının ölümüyle maddi sıkıntısı kalmayan Süleyman, Avrupa’da şehir şehir, ülke ülke gezerek içinde bulunduğu durumdan kaçmaya devam eder. “Yalnız olmaktan en iyi şekilde yararlan(an), yalnız olma cesaretini gösteren”  kahraman, çocuk yaşta yalnızlığa itilmesine rağmen, bunu ilerleyen yaşamında neredeyse hayat felsefesi haline getirir. Romanda Süleyman’ın acı dolu geçen çocukluk yıllarının aksine geleceğe umutla baktığı görülür. Doktor Hayrullah’a geçmişini anlattığı sırada hayatını özetleyen cümleler, kaçış halindeki başkişinin geleceğe dair umutlarını gösterir:
“Byron’un şu meşhur sözünde ne bitmez bir teselli vardır;‘Kimse, istikbali bilmiyor. Binaenaleyh, kimse ümitsizliğe düşmemelidir! ’
Ben de işte, hayatımı sürümek kuvvetini bu garip teselliden aldım. ” (s.55)
# Geleceğe dair umutlarını her zaman canlı tutan kahraman, içindeki insan sevgisini de yitirmez. Bedensel çirkinliğini ruhunun güzelliğiyle örten Süleyman, Mudanya’da tesadüf ettiği, gözleri görmeyen Rum kızı Mariyanti’nin iyileşmesini sağlarken bu düşünceden yola çıkar. Bir yandan içindeki acıma duygusu harekete geçen kahraman, öte yandan Mariyanti’nin içinde bulunduğu durum ile özdeşim kurarak onun hayat ile olan bağlarını tazelemeyi görev bilir.
Sev(il)mek İhtiyacı:
# Fiziksel çirkinliğin çocuk yaşlarda üzerine kara bir leke olarak sürülmesinin ardından dış dünyaya bakışı değişen başkişi, içsel anlamda insanî özünü yitirmez. İnsanın temel ihtiyaçlarından olan sevgi, başkişi Süleyman Kemal’in fiziksel çirkinliği yüzünden toplum tarafından kendisinden alınmış bir hak olarak görülür. “Sevgi duygusunun yeterince gelişmemiş olduğu bir aile içerisinde büyüyen bir çocuğun herhangi bir şekilde sevgi göstermesini sağlamak güç bir iş olacaktır.” Çevredeki insanların korku ve acıma dolu bakışları arasında geçen bir dönemin ardından ilk gençlik döneminde karşı cinse ilgi duymaya başlayan Süleyman Kemal, bu ilgiyi dışa vuramamamın bunalımını yaşar.
# Özellikle Paris’te öğrenci olduğu yıllarda kadınlara karşı ilgisi artan başkişi, sevmek ihtiyacının getirdiği hararetle, birkaç kadınla tanışmak için girişimlerde bulunur. Bunlardan ilki kaldığı pansiyondaki komşusu olan Bijou’dur. Bir gece yüzüne maske takarak gittiği operada konuşma cesareti bulduğu Bijou ile öpüştüğü anda düşen maskesi “kaba realite”yi ortaya çıkarır. Süleyman Kemal’in yüzünü gören Bijou’nun çığlığı ile başkişi yeniden kaçış sürecine girer. Bununla birlikte içindeki sevmek ihtiyacı daha da körüklenir. Başkişi, bu durumu şöyle anlatır:
"Sevmek ve sevilmek ihtiyacının, beni bir humma gibi yakıp bitirdiği yaz günlerinden biri idi. Bu çılgın aşk rüyasını yorgunlukla söndürmek için, mütemadiyen yürüyordum. ” (s.62)
# Paris’in sokaklarında bu duygular içinde gezerken karşılaştığı ve “ilk defa çıktığını” söyleyen aç bir sokak kadınına yemek ısmarladığı sırada içindeki duygu yoğunluğu, Süleyman Kemal’in yıllarca ne kadar sevgisizlik içinde yaşadığının kanıtıdır. Yalnız Süleyman Kemal, bu kadının açlığını gördüğü zaman içindeki karşı cinse olan aşkı insaniyet aşkına dönüşür. Bu dönüşüm ise yine başkişinin içindeki sevmek ihtiyacından kaynaklanır.

Share with your friends

Add your opinion
Disqus comments
Notification
This is just an example, you can fill it later with your own note.
Done