Yaprak Dökümü – Özet, Tahlil, İnceleme
Romanın
Kimliği
# Reşat Nuri Güntekin’in
olgunluk döneminde yazdığı Yaprak Dökümü romanı, Osmanlı’nın son döneminde
etkisini gösteren sosyal değişim karşısında katı ahlakçı yapıya sahip Ali Rıza
Bey ve ailesinin düştüğü trajik durumu ele alır.
# Reşat Nuri Güntekin,
daha sonra tiyatro oyununa dönüştürdüğü Yaprak Dökümü hakkında şunları söyler:
"Harp sonu dediğimiz dünyanın esasen bulanık bir
zamanında bu pek birdenbire olan eskiden yeniye geçiş hareketlerinin birçok
muhafazakâr aile çocuklarında sarsıntılar çöküntüler yapması kaçınılmaz
zarurettir.
Yaprak Dökümü bu çöküntülerden birinin hikâyesidir. Eski
terbiyenin tipik bir örneği olarak tasvire çalıştığım bir mütekait büyük memur,
hayattaki son vazifesini irili ufaklı beş çocuğunu değişmezliğine inandığı
kendi fazilet ve namus idealine uygun birer insan yapmaktan ibaret gören bir
baba onların birer birer döküldüklerini seyrediyordu.”
# İlk baskısı 1930
yılında yapılan Yaprak Dökümü romanı, ayrıca tiyatro olarak da yayınlanır.
İkinci baskısı 1941 yılında Muallim Ahmet Halit Kitabevi tarafından yapılan
eserin üçüncü ve dördüncü baskıları da aynı yayınevi tarafından yapılır. 5.
baskısı Semih Lütfi Kitabevi tarafından yapılır. Daha sonra eserin yayın
haklarını satın alan İnkılâp yayınları 2008 yılında 56. baskısını yapar.
Bakış Açısı
ve Anlatıcı
# Yaprak Dökümü romanı,
hâkim bakış açısı ile anlatılır. Hâkim anlatıcı, olayları üstten izleyerek
özellikle başkişinin ve çevresindeki kişilerin düşüncelerini ve duygu
dünyalarını açıklar. Üçüncü tekil şahıs tarafından aktarılan olay örgüsünde
okur, olayların merkezindeki kahramanların ruh ve hayal dünyasına girme şansına
sahiptir.
# Hakim anlatıcı, Yaprak
Dökümü romanının başkişisi Ali Rıza Bey’in yaşam karşısındaki duruşunu içsel
olandan hareketle anlatırken onun dış dünya ile kurduğu ilişkiyi de gösterir:
"Ali Rıza Bey, onların önünde biraz
oyalandı. Malların en kötüsü ve en çürüğü kalmıştı, ama fiyatlar da sabahkine
nispetle yarı yarıya düşmüştü. Bundan sonra alışverişi bu saatlerde yapmalı
idi. Ah, niçin bu ince hesaplara daha önce akıl erdirememişti?” (s. 26)
# Yaprak Dökümü romanında
hakim anlatıcı ve bakış açısına uygun olarak anlatma, özetleme, zamanda geriye
dönüş ve diyalog tekniklerinden faydalanır. Yaprak Dökümü, Altın Yaprak Anonim
Şirketi’nde geçen bir diyalog ile başlar. Bu diyalogda, şirketin eski
çalışanlarından biri arkadaşlarına şirketten ayrılma sebebini açıklarken başka
işlerde daha çok para kazanıldığım vurgulayan bir konuşma yapar. Aralarında
roman başkişisi Ali Rıza Bey’in de bulunduğu ortam ile ilgili detayları hakim
anlatıcının bakış açısından öğreniriz:
“Öğle paydosuydu. Memurların kibar kısmı
karşı muhallebicide yumurta salatası, baş söğüşü, fasulye pilakisi yemeye
gitmişlerdi, söğüşe harcanacak parası olmayanlar bir yandan peynir, zeytin, lop
yumurta ile karınlarını doyuruyorlar, bir yandan arkadaşlarını dinliyorlardı. ” (s.8-9)
# Yaprak Dökümü romanı
başkişisi Ali Rıza Bey’in çalışma mekânı olan Şirket’in genel bir özelliği
verildikten sonra başkişinin yaşamı özetlenerek anlatılır. Diyalog sırasında
bir köşede sessizce oturan ve sonradan konuşmaya dâhil olan başkişi hakkında
ilk edinilen bilgiler şunlardır:
“Bu, Ali Rıza Bey isminde altmış yaşlarında
bir eski mutasarrıftı. Odanın bir köşesindeki yazıhanesinde, bir çöl ortasında
gibi, daima yalnız ve unutulmuş, çalışır, kimse ile konuşmazdı.
Çok iyi ve terbiyeli bir adam olduğu için,
büyük küçük herkes, hatırını sayardı. ”
(s.10)
# “Eski bir mutasarrıf”
olan başkişi ile ilgili “daima yalnız ve unutulmuş, çalışır, kimse ile ilgili
konuşmazdı” şeklindeki tanıtımlar hakim anlatıcının sınırsız bilme özelliğini
yansıtır.
# Yazar anlatıcı Yaprak
Dökümü romanının ilk iki bölümünde, Ali Rıza Bey’in geçmişten bugüne uzanan
yaşam çizgisini özetleme tekniği kullanarak aktarır. Romanın asıl vakası ise
üçüncü bölümden itibaren başlar. Dürüst ve çalışkan bir devlet memurunun
İstanbul’da beş çocuğu ile birlikte yaşamını sürdürürken devrin getirdiği
şartlar karşısındaki trajik durumu, anlatıcı tarafından dışarıdan bir gözlemci
biçiminde sunulur.
# Hâkim anlatıcı bakış
açısıyla yazılan Yaprak Dökümü romanında, başkişi dışındaki kahramanların ruh
dünyalarıyla ilgili ayrıntılar sınırlıdır. Başkişinin yaşam karşısındaki duruşu
ve devrin şartları karşısındaki yenilgisinin ruhuna yansıması iççözümleme
yöntemiyle sunulmasına rağmen diğer kahramanların iç dünyaları okuyucuya
gösterilmez. Sadece kahramanların yaşadıkları olaylar karşısındaki tavrı
aktarılır.
Olay
Örgüsü
# Yaprak Dökümü, romen
rakamlarıyla bölünmüş 33 bölüm ve “Netice”den oluşur. Yaprak Dökümü romanının
başkişisi Ali Rıza Bey’in modern yaşam karşısındaki yenilgisini ve kültürel
çözülmenin bir aileyi nasıl felakete götürdüğünü anlatan romanda, olay örgüsünü
üç ana bölüme ayırabiliriz.
Birinci Bölüm:
Ali Rıza Bey ile şirkette eski çalışan memurlardan
birinin “devrin şartlarının para ile saadet getirdiği” tartışmasına girmesi
Ali Rıza Bey’in Leman’ın işe girmesine yardımcı olması
Ali Rıza Bey’in, Leman’ın Müdür Muzaffer Bey’den çocuk
düşürdüğünü öğrenmesi, bununla ilgili olarak Muzaffer Bey’le konuşması ve bu
ilişkiye sebep olduğunu düşünerek istifa etmesi
Ali Rıza Bey’in oğlu Şevket’in yüz lira aylıkla bir
bankada memur olarak işe başlaması
Ali Rıza Bey’in eşi Hayriye Hanım ile istifa etme sebebi
yüzünden tartışması
Ali Rıza Bey’in emeklilik günlerini önceden çok
yadırgadığı kahvehanelerde geçirmeye başlaması
Maddi sıkıntılar dolayısıyla Ali Rıza Bey’in evinde,
çocukları arasında çatışmalar/kavgalar çıkması
Hayriye Hanım’ın oğulları Şevket’in evli olan Ferhunde
adlı bir kadını sevdiğini ve onunla evlenmek istediğini Ali Rıza Bey’e
söylemesi
Ali Rıza Bey’in başlangıçta itiraz ettiği Şevket’in
evlenmesini kabul etmesi
İkinci Bölüm:
Şevket ile Ferhunde’nin evlenmesi
Ferhunde’nin Ali Rıza Bey’in kızlan Leyla ile Necla’yı
kendi istediği şekilde hareket ettirmesi
Ferhunde’nin gelişiyle birlikte evin kapılarını dış
dünyaya açması
Ali Rıza Bey ve ailesinin maddi konularda tartışmalar
yaşaması
Ali Rıza Bey’in, kızlarına iyi koca bulmak amacıyla
evinde verilen bazı çay partilerine katılması
Ali Rıza Bey’in en büyük kızı Fikret’in Adapazarı’nda
Tahsin Bey adında eşi ölmüş ve üç çocuklu bir adamla evlenmesi
Ali Rıza Bey’in kızları Leyla ile Necla’yı evlendirme çabaları
Şevket’in çok borçlanması üzerine evlerini rehin ettirip
Emniyet Sandığı’ndan borç almaları
Emniyet Sandığı’ndan alınan paranın büyük bölümünün
Ferhunde ve kızların süslerine harcanması ve her gün kapılarına alacaklıların
gelmesi
Şevket’in çalıştığı bankadan para çalması üzerine hapse
düşmesi
Üçüncü Bölüm:
Şevket’in hapse girmesiyle evin geçiminin Ali Rıza Bey’in
çok az olan emekli maaşına kalması
Ferhunde’nin Şevket hapisteyken yaşadığı sefalete fazla
dayanamayacağını söyleyerek evden ayrılması ve Şevketten boşanmak istemesi
Leyla ile nişanlanan Abdülvehhap Bey’in ondan vazgeçip
Necla ile nişanlanması ve Necla’yı alarak Suriye’ye gitmesi
Ali Rıza Bey’in Emniyet Sandığı’ndan alınan borcu ödemek
için evini satarak Dolapdere’de daha küçük bir ev alıp kızları Leyla ve Ayşe
ile oraya yerleşmesi
Kardeşi Necla’nın nişanlısını elinden alıp gittiğini
düşünen Leyla’nın hasta olması
Necla’nın Suriye’den yazdığı mektupta Abdülvehhap Bey’in
üçüncü karısı olduğunu belirtmesi ve içinde bulunduğu durumun kötülüğünden
bahsetmesi
Ali Rıza Bey’in kahvedeki arkadaşlarından kızı Leyla’nın
zengin bir avukatın metresi olarak yaşadığını öğrenmesi ve Leyla’yı evden
kovması
Ali Rıza Bey’in Leyla’yı kovmasının ardından hafif bir
felç geçirmesi
Leyla’nın babası ile barışmak üzere eve gelmesi ve Ali
Rıza Bey’in bu isteği reddetmesi
Ali Rıza Bey’in Adapazarı’ndaki Kızı Fikret’in yanına
gitmesi ve kızının durumunun çok iyi olmadığını görerek geri dönmesi
Bir süre sokaklarda perişan olan Ali Rıza Bey’in
hastaneye düşmesi üzerine karısı Hayriye Hanım ve kızı Leyla’nın onu alarak
Leyla’nın Taksim’deki dairesine götürmeleri
Zaman
# Yaprak Dökümü romanında
vaka zamanı, Osmanlı’nın son dönemleri diyebileceğimiz Meşrutiyet ve Birinci
Dünya Savaşı sonrasında başlar. Yaprak Dökümü romanında tarihe bağlı zaman
dilimi ile ilgili bir belirleme yapılmaz.
# Anlatılarda zaman,
öyküleme ve vaka zamanının kurguda belirlenmesine göre şekil kazanır. Zamanın nesnel boyutu ile öznel boyutu bir
arada kullanılırken Ali Rıza Bey’in geçmişine dair bilgiler romanın ilk bölümünde
zamanda geriye dönülerek aktarılır. Yazar bu teknik ile, roman başkişisinin
geçmişten bugüne kadar olan yaşamsal sürecini özetler:
“Ali Rıza Bey, Babıâli yetiştirmelerinden
bir mülkiye memuru idi. Otuz yaşına kadar Dâhiliye kalemlerinden birinde çalışmıştı.
(...) Evlendiği zaman kırkına yaklaşıyordu. (...) Ali Rıza Bey, nüfus
işlerinde-devletin başka hiçbir dairesinde gösteremediği- bir faaliyet
gösterdi. Yedi sene içinde birbiri ardı sıra dört çocuğu dünyaya geldi nihayet
dört senelik bir dinlenme müddetinden sonra da -elli yaşına girdiği gün- son
bir kızla çocuklarının sayısı beşi buldu." (s.
12-13)
# Yaprak Dökümü romanının
ilk iki bölümünde başkişi Ali Rıza Bey’in geçmişi ile bilgiler sunulduktan
sonra şimdiki zamana dönülür.
Ali Rıza Bey’in
çocuklarıyla ilgili hatıraları ve devrin değiştiğini kabullendiği bölümler,
andan geçmişe dönülerek sunulur. Örneğin Şevket’in hapiste uyuduğunu görünce
Ali Rıza Bey eski hatırlara dalar gider:
“Oğlu vaktiyle sabah uykusunu fazla
severdi. Mektep vakti gelince Ali Rıza Bey, yavaşça onun odasına girer, yere
bir iki kitap atarak yahut ellerini birbirine çarparak şiddetli bir gürültü
yapardı. Hatta bir kere yatağının başucunda duran bir düdüğü öttürerek çocuğu
boylu boyunca sıçramıştı. ” (s.95)
# Yaprak Dökümü romanında
anlık olarak yapılan bu geriye dönüşler ile zamanın kronik yapısı bozulur.
Halden geçmişe dönülerek akronik zamanlı bir anlatım oluşturulur.
# Ali Rıza Bey’in Altın
Yaprak Anonim Şirketi’nde işe başladığı dönemi beş yıllık bir süreçtir. Romanın
genel vakası da bu beş yıllık süreçten sonra başlar. Zaman unsuru başkişinin
işinden istifa ederek eve geldiği andan itibaren ileriye dönük bir biçimde
ilerler. Bu kısımlarda günler belirsiz olarak sıralanır ve sosyal zaman normal
akışta devam eder:
"Ali Rıza Bey’in bütün tekaüt
memurlarına benzemesi için bir ay kâfi geldi. ” (s.40), "Bir
gün Fikret kardeşlerine çıkışıyor, ikinci gün, Leyla’nın odasında ağladığı
işitiliyor, üçüncü gün Necla yemeğe inmiyordu. ” (s.48) "Düğünün üstünden birkaç ay
geçti. ” (s.69), "O sene, kış çok
şiddetli oldu. ” (s.87) "Şubat’ın ilk
haftası içinde Şevket üst üste iki gece eve gelmemişti. ” (s.93) "O yaz, Leyla ’ya üst üste üç
kısmet çıktı. ” (s.105) vb.
# Yaprak Dökümü romanında
vaka zamanı, Ali Rıza Bey’in Adapazarı’ndaki kızı Fikret’in de yanına gitmeye
karar verdiği anda biraz daha netleşir: "Maksadı Fikret’e
gitmekti. Bütün gece onun üç sene evvel Haydarpaşa istasyonunda söylediği
sözleri düşünmüştü.” (s.130) Fikret’in
evden gidişi ile Şevket’in düğünü arasındaki zaman ve sonraki süreç düşünülürse
vakanın tahmini olarak beş yıllık bir zamana yayıldığı söylenebilir.
# Özellikle romanın
kurgusunu oluşturan kuşak çatışması, batılılaşmaya bağlı olarak modern ve
modern olmayan zaman algısı da yaratır. Bu açıdan Yaprak Dökümü’nde öznel zaman
ve sosyal zaman ilişkisi dikkat çeker. Vaka zamanının Osmanlı İmparatorluğunun
son dönemleri ve Büyük Muharebe sonrasına denk geldiği düşünülürse sosyal
zamanın insanlar üzerindeki etkisi de ortaya çıkar. Bir anlamda yeni ile
eskinin çatıştığı dönemleri konu edinen romanda zamanın farklı algısı da
olağanlaşır:
"Ne çare ki yeni zaman insanları bu
hakikatleri birbirlerinden değil, hayattan, gazetelerin "şerait-i
hayatiye”, "şerait-i iktisadiye” dediği şeylerden öğreniyorlar.
Bilhassa Büyük Muharebe ’den sonra bütün
dünyada bir garip uyanıklık oldu. Şimdi insanlar, artık sizin zamanınızın
insanları değil. ” (s. 11)
# Dünyadaki zaman
değişiminin Osmanlı’ya yansımasının aktarıldığı bu ibarelerde, sosyal zamanın
etkilediği insanlardan söz edilir. Modernleşmenin getirdiği şartlara ayak
uydurmak ya da “devir böyle gerektiriyor” düşüncesi ile olaylara bakmanın
sosyal ilişkileri biçimlendirdiği görülür.
# Eski ile yeni
çatışmasının işlendiği eserde zamanın takvimsel boyutu değil bireysel ve sosyal
boyutu insanları daha çok ilgilendirir. Yaprak Dökümü romanında Osmanlı’nın
batılılaşma çabaları içine girdiği bir dönemdeki bunalımlar anlatılmasına
rağmen tarihle ilgili bir saptama yapılmaz.
Mekân
Çevresel Mekân:
# Yaprak Dökümü romanının
entrik kurgusuna yön veren Ali Rıza Bey’in evi, sadece fiziksel anlamda içinde
yaşanılan bir mekan olarak sunulmaz. Bu ev, romanın izleksel kurgusunu
biçimlendiren ve toplumdaki kültürel çözülmenin aile düzeyinde yaşandığı yer
olarak konumlandırılır.
# Yaprak Dökümü romanının
vakası, sınırlı bir fiziksel mekân kurgusu içinde gelişir. İstanbul’da başlayan
romanın vakası, başkişi Ali Rıza Bey’in kızı Fikret’in Adapazarı’na, diğer kızı
Necla’nın Suriye’ye gitmesi ile İstanbul dışına taşınır. Fakat romanda bu
mekânların fiziksel tasvirleri üzerinde hiç durulmaz.
# İstanbul’da Altın
Yaprak Anonim Şirketi’nde başlayan olaylar, Ali Rıza Bey’in Bağlarbaşı ve
Dolapdere’deki evinde geçer. Ali Rıza Bey’in emekli olduktan sonra gittiği
kahve, Necla’nın metres olduğu avukatın Taksim’deki apartman dairesi ise Yaprak
Dökümü romanında geçen diğer mekânlardır.
Olgusal Mekânlar:
# Yaprak Dökümü romanında
mekan, kültürel değişim geçiren bir toplumun bunalımlı dönemlerini yansıtacak
biçimde kurguda yerini alır. Özellikle bu bağlamda Ali Rıza Bey’in ailesi ile
birlikte yaşadığı ev mekanın insan ile olan ilişkisini içerecek biçimde
dikkatlere sunulur.
Kapalı-Dar ve Labirentleşen Mekânlar:
# Kültürel çözülme ve
kuşak çatışmalarının felakete sürüklediği bir aile dramının işlendiği Yaprak
Dökümü romanında sosyal çevre ile birlikte değişen mekan insanlara sinen yüzü
ile birlikte kurgulanır. Anlatıda, modernleşme bunalımı yaşayan toplumun birey
üzerindeki baskısı ön plana çıkar. Bu baskı ile birlikte değişim sürecine giren
ve uyum sorunu yaşayan bireyler yaşadıkları mekanı da değiştirmeye çalışır.
# Yaprak Dökümü romanında,
değişen yaşam koşulları ile birlikte değişen mekânlar trajik anlamda yıkım
yerleri olur. Ali Rıza Bey’in işinden istifa etmesiyle başlayan süreçteki ruh
hali, yaşadığı eve ve evdeki bireylere yansır. Çalıştığı dönemde maddi
sıkıntıların başkişiye yansımayan yüzü, artık onun da içinde bulunduğu “cehennem”e
benzetilen evde bütün sorumluluğun kendisinden uçup gittiğini görmesiyle
değişir. Anlatıda ev, içeri ve dışarı arasındaki uyuşmazlığın yaşandığı mekan
olarak sunulur. Zira “dışarı
ve içeri diyalektiğinde evi daima içeriyi, derinlikleri, kökleri, güveni ve
geleceği simgeler."
# Bu güven duygusunu
kendi evinde yaşamak isteyen Ali Rıza Bey, “kendilik sınırı"
olarak algıladığı evinde huzur bulmayı umut eder.
# Ali Rıza Bey’in evi
kendi ahlaki normlarının geçerliğini korumak amacıyla dış değişimlerin etkisinden
kurtulmak için dışarıya/ dünyaya kapılarını kapatır. Bu kapalılık özellikle
değişime daha yatkın olan çocukların dünya algısında bir bozulma oluşturur.
Evin koruma özelliğini yitirdiği değişim süreci ile birlikte aile içinde de
çatışmalar meydana gelir. Kızlardan Leyla ve Necla’nın diğer gençler gibi
eğlenmek yerine bu evde hapis gibi yaşamalarına isyanı, Fikret’in kızların süs
ve gösterişe harcadıkları parayı evin zaruri ihtiyaçlarından kesilmesine karşı
tavrı, evdeki gerginliği artırır ve mekân, içinde yaşayan herkes için
yaşanılmaz bir hal alır:
“Cehennem!... ilk defa Leyla ile Necla’nın
kullandığı bu kelime tutmuştu. Küçük Ayşe’ye varıncaya kadar bütün aile şimdi
eve “cehennem" diyordu." (s.52)
# Kapalı kapılar ardında
sığınak görevi gören Ali Rıza Bey’in evi, kendi iradesi dışında “cehennem"
haline dönüşür. Ailesini sosyal yaşamın yıkıcı etkilerinden korumak için evden
dışarı çıkarmayan Ali Rıza Bey, değişen şartlar karşısında çaresiz kalır.
Yaşanılan mekanın “cehennem"
halini alması elbette içinde yaşayan insanların tutumları ve algıları ile
ilintilidir.
# Ali Rıza Bey’in
çalıştığı dönemlerde evinin kapılarını sıkıca kapadıktan sonraki iç huzuru
maddi sıkıntıların yaşanmaya başladığı süreçte yerini huzursuzluğa bırakır.
# Çocuklarının
anlaşmazlıkları ve karısı Hayriye Hanım’ın tavırları, Ali Rıza Bey için evi
yaşanılmaz bir hale getirir. Özellikle güvendiği oğlu Şevket’in evli bir kadın
olan Ferhunde ile ilişkisini öğrendikten sonra gönülsüz olarak kabul ettiği bu
evliliğin düğün gecesinde evden kaçarak uzaklaştığı andaki duyguları, bu evin
mekânsal anlamdaki darlığını gösterir:
“Büyük bir kayanın kenarına oturdu,
şakaklarını elleri içine aldı. Bu haliyle evini yandığını uzaktan seyreden bir
zavallıya benziyordu. Artık yüzde bir ümit kalmamıştı. Bağlarbaşı’ndaki harap
ev, karanlık penceresiyle, kapalı kapılar ile dışarıdaki fırtınanın günden güne
artan zoruna uzun seneler kahramanca dayanmıştı! Bu beyhude mukavemet, ne
gözyaşlarına, ne mahrumiyetlere mal olmuştu.
Şimdi, bu düğün, sıkı bir rüzgâr hücumu
gibi, bir anda kapılarını arkalarına dayıyor, ihtiyar babanın bütün korktuğu
şeyler evi birdenbire istilâ ediyordu. ” (s.59)
# Mekanın yaşanılmaz hale
gelişini çaresiz biçimde izleyen Ali Rıza Bey, kaçmaktan başka bir yol bulamaz.
“Karanlıkpencereler”i
ve “kapalı
kapılar”ı ile kendini yaşamın realitesinden soyutlayan bu mekan,
dış dünyanın kaba realitesini temsil
eden Ferhunde’nin gelişiyle “sıkı
bir rüzgar hücumu”na maruz kalarak “istila” edilir.
Bağlarbaşındaki “harap
ev”, aslında Ali Rıza Bey’in yaşadığı zaman karşısındaki simgesel
görünümünü içinde barındıran bir simge konumundadır. “Ev, insanı gökten inen
fırtınalara karşı koruduğu gibi, yaşamında yaşadığı fırtınalara karşı da ayakta
tutar” (
# Ali Rıza Bey bu ev
gibi dışarıdaki fırtınalara yıllarca kapısını kapatıp kendisini dış dünyanın
değişen şartlarından yalıtır. Bu yalıtık durum, modern çağın Osmanlı’nın son
dönemindeki genel durumunu ile de paralellik gösterir. Ailesini koruma kalkanı
olarak gördüğü Bağlarbaşı’ndaki evi içine adeta hapseden Ali Rıza Bey,
dışarıdan gelen hücumlara evinin gün gelip de dayanamayacağını hesap edemez. Bu
nedenle dışarıya kapadığı evinin kendinin onay vermediği bir süreç içerisine
girdiği anda “ellerini şakaklarının arasına alarak evinin yandığını uzaktan
seyreden bir zavallıya” dönüşür.
# Yaprak Dökümü romanında
roman başkişisi Ali Rıza Bey ile yaşadığı ev birbirine benzemektedir. Hatta bu
ev onun ömrüne ait rüyasını içinde barındırır niteliktedir. Fakat Ali Rıza
Bey’in rüyası istemediği olayların yaşanmasıyla kâbusa döner:
“Ali Rıza Bey, kâh yağmurun tenekelerdeki
cazbandını, kâh Ayşe’nin boğuk şikâyetlerini dinliyor, kendi kendine:
-Bu işte yanan biz ikimiz olduk! Diyordu.
Ben ne dedim de adamın esasen sakat olduğunu hatırlamadım. Bu on gün içinde
eriyen dört yüz liradan ne yapıp edip bir tamirparacığı olsun ayırmalı değil
miydi?” (s.86)
# Evin bakımsızlıktan
çürüyen ve oluklar açılan çatısından “yukarı sofa ve odalara dizilmiş çamaşır
leğenleri, tencereler, boş konserve kutuları ”na
damlayan yağmur, Ali Rıza Bey’in yaşam felsefesinin içine sızan ve onun
düşüncelerini çürüten sembolik manalar içerir. Yaşadığı mekânla özdeşleşen Ali
Rıza Bey, çocuklarının başında bu konak gibi çökmeye yüz tutar. Yaprak Dökümü
romanında insanın mekânla ile birlikte zamana karşı direnememesi, Ali Rıza
Bey’in ailesinin çöküşü örneğinde sembolize edilir. Zamanın değişen şartlarına
karşı kapılarını kapatarak çözüm bulmayı deneyen başkişi Ali Rıza Bey kendini
güvence altına aldığını zannettiği evi ile birlikte yıkıma uğrar.
# Romanın genelinde Ali
Rıza Bey’in evi dar mekân olarak görülür. Bununla birlikte Bağlarbaşı’ndaki bu
evin satılıp Dolapdere’de alınan küçük ev de dar mekân olarak karşımıza çıkar.
Ali Rıza Bey, bu eve taşındıkları zaman Fikret Adapazarı’nda, Şevket hapiste,
gelini Ferhunde evi terk etmiş, Necla Suriye’ye gitmiştir. Bu kopuşların
ardından Ali Rıza Bey’in küçülen ailesi ile birlikte yaşadığı mekan da küçülür.
Fiziksel anlamdaki bu küçülme başkişinin dış dünya karşısındaki değer
yargılarının iflası anlamını taşımaktadır. Bu nedenle aileden ayrılan kişilerle
birlikte Ali Rıza Bey’in yaşam alanı genişlemez aksine daha da dar ve boğucu
bir hal alır:
“Burası iki büyük odalı, karanlık, harap
bir yerdi. Çocukların hep bir ağızdan “cehennem” ismini verdikleri eski evleri
bunun yanında cennet bağının köşkleri gibi idi. ” (s. 113)
# Giderek daralan mekân
olgusu, roman karakterlerinin ruh dünyalarını da etkiler. Özellikle başkişi Ali
Rıza Bey, dağılan ve “Yaprak Dökümü” gibi birer birer yitip giden ailesinin
başında “bostan
korkuluğu” (s.50) vaziyetinde kalır.
Dışarıdaki dünyanın değişimlerine karşı gerekli tedbirleri alamayan başkişi,
korunak/sığınak olarak gördüğü evinin içersinde kendi iç dünyasının karanlığına
gömülür.
# Başkişinin son çare
olarak yaşadığı acılardan kaçmak amacıyla gittiği Adapazarı’ndaki kızı
Fikret’in evi de kendi evinden farklı değildir. Mekân değiştirerek
yaşadıklarından kurtulmak isteyen kahraman, kızının durumunu görünce daha da yıkıma uğrayacaktır. Kızının “belki rahat bir evim olur” diyerek geldiği bu mekân kaçtığı mekândan çok da farklı
değildir. Ali Rıza Bey, ilk gördüğünde fark eder ki “burası da başka türlü bir cehennemdi(r)” (s.132)
# Mekânın kuşatıcı
özelliği roman kahramanlarının yaşadığı tüm çevreyi etkisi altına almıştır.
Yaşanılan mekândan kurtulmak ya da içinde bulunulan mekânı yaşanılır hale
getirmek için birlikte olmak yerine farklı olmak ya da kendince yaşamak
duygusuyla hareket eden roman kişileri, bu sayede tutunamayarak bir dağılma süreci
içerisine girerler.
Açık ve Geniş Mekânlar:
# Yaprak Dökümü romanı,
genel anlamda bir ailenin çöküş ve dağılma süreci karşısında ne yapacağını
bil(e)meyen bir babanın çaresizliği üzerinde durur. Bu nedenle romanda
açık/geniş mekân kullanımı çok yer almaz.
# Başkişi Ali Rıza Bey’in
istifa ettiği gün evini nasıl geçindireceğini kara kara düşünürken evindeki
şenlik havasını görüp şaşırdığı andan itibaren dar mekân genişe doğru
açımlanacaktır:
“Evinde bu gece anlaşılmaz bir fevkalâdelik
vardı. Bahçe kapısı açıktı. İçerde ağaçların arasında fenerler yanıyordu daha
epeyce uzakta Ayşe 'nin ince sesi ile “geliyor!” diye haykırdığını işitti.
(...) Nihayet, bahçedeki çardağın altına kurulmuş süslü bir sofra başında ona
müjdeyi verdiler. Büyük oğlu Şevket müsabakayı kazanmış, yüz lira aylıkla bir
bankaya memur olmuştu. ” (s.26-27)
# Ali Rıza Bey’in
içindeki umutsuzluğun bir anda umuda döndüğü bu süreçte mekân giderek genişler
ve kahramanları baskılayan halinden çıkar. Mutluluğunu gizleyemeyen Ali Rıza
Bey, çocuklarının karşısında o gün ilk defa olarak ağlayarak sevincini farklı
bir duyuş tarzı ile dışa vurur. Mekânın genişlediği bu kısa süreç, romanda Ali
Rıza Bey’in oğlu Şevket’e sofradaki yerini vererek onu aile reisi olarak ilan
etmesiyle belirginlik kazanır. İstifası ile ailenin yıkılacağım düşünürken
oğlunun işe girmesiyle rahatlayan Ali Rıza Bey için mekân bu anlamda geniş bir
hal alır.
# Ali Rıza Bey’in
yadırgadığı kahveler de emekli olduktan sonra onun için büyük bir sığınak
halini alır. Evdeki çatışmadan kendisini kurtarmak amacıyla gittiği ve
kendisine dert ortağı arkadaşlar bulduğu bu mekân, onun içsel huzuru
yakalayabildiği ender zaman dilimlerini içermektedir.
“Nihayet anladı ki, kahve, işsizlikten ve
aile dirliksizliğinden doğan ıstıraplara karşı sığınılacak tek köşedir. O da
olmasa, mütekaitler için ölmekten başka yapılacak iş kalmayacak." (s.42)
# Yaşamın güçlükleri
karşısında kaçış eylemi içerisinde olan başkişi Ali Rıza Bey “sığınılacak tek
köşe" olarak kahveyi bulur. Kendisi gibi birçok dert sahibi
insanın ortak kaderinin yazıldığı bir mekân olan kahve, romanda geniş/açık
mekân olarak Ali Rıza Bey’in kendisini ve dertlerini hafiflettiği yerdir.
# Yaprak Dökümü romanında
mekânın fiziksel özelliklerinden sıyrılarak ruhsal anlamda genişlemesi Şevket
hapishanede iken Ferhunde’nin kendisinden ayrılmak istediği zaman gerçekleşir.
Ali Rıza Bey, oğluna Ferhunde’den gelen mektubu okurken tereddütler yaşarken
oğlunun da zaten ondan ayrılmak istediğini öğrenince mekân birdenbire geniş
algılanır:
“- Ne diyorsun baba!... Zindanların en
büyüğünden kurtuldum. Beni bu saatte buradan çıkarıp seninle beraber eve
gönderselerdi bu kadar memnun olmazdım." (s.104)
# Fiziksel anlamda dar
bir mekânda olan Şevket’in ruhsal anlamdaki rahatlığı mekânı birdenbire
genişletir. Ali Rıza Bey ve Şevket’in birbirlerine sarıldıkları anda Şevket’in “geçmiş olsun
baba" dediği o an, bu mutsuz iki kişi “karanlık bir
zindanda" bulunduklarını unutur ve ruhlarını daraltan, onları
kendi dünyalarına hapseden içsel bir sıkıntıdan kurtulmanın getirdiği
ferahlıkla bir rahatlama içine girerler.
# Sığınak olarak gördüğü
kızı Leyla’nın evinde Ali Rıza Bey kendini içinde yaşadığı mekâna ayak uydurmak
zorunda hisseder. “Güneşe
ve denize karşı" bir odada kendini olayların akışına bırakan
Ali Rıza Bey geçmiş dertlerini unutur. Bu nedenle artık yeni mekânı ile barışık
bir tavır sergileyen başkişi için mekân giderek daha geniş bir hal alır.
Şahıs
Kadrosu
Başkişi
# Yaprak Dökümü romanının
başkişisi Ali Rıza Bey, Meşrutiyet döneminin aydın profilini yansıtır. Altın
Yaprak Anonim Şirketi’nde çalışırken karşımıza çıkan Ali Rıza Bey, eski bir
mutasarrıftır. O, geleneksel Osmanlı aydın tipinin “ahlâkçı” tutumu içerisinde
yetişmiş, idealleri uğruna her şeyini feda edecek bir yapıya sahiptir. Bu
nedenledir ki ailesinin dağılma sürecini prensiplerinden ödün vermeyerek
başlatan kişi olur.
# Ali Rıza Bey’in yaşam
felsefesi olaylar karşısında “seyirci olmak” ve kendini
bu olayların dışında tutmak ilkesini uygulamaktır. Bireysel bir davranış biçimi
olarak sergilediği bu bencil düşünce onun ve ailesinin değişen toplum yaşamı
karşısındaki çözülme sürecini tetikleyen unsur olur. Ailesindeki otoritesini
kaybettikten sonra ise Ali Rıza Bey’in “seyirci olma” durumu ailesinde yaşanan
olaylar karşısında da tekrarlanır
# Ali Rıza Bey, otuz yaşına kadar Dâhiliye
Kalemlerinde çalışır, annesi ve kız kardeşinin arka arkaya ölümleri üzerine
İstanbul’dan ayrılarak yirmi beş yıl boyunca Anadolu’nun çeşitli yerlerinde
memurluk yapar. Arapça ve Farsçanın yanı sıra Fransızca bilen, boş vakitlerinde
gazeller yazan, titiz nazik ve mahcup bir adam olarak tanıtılan Ali Rıza Bey’in
en belirgin özelliği kanuna göre iş yapmasıdır:
“Hak yemek, kanuna aykırı bir şey yapmak,
kalp kırmak korkusuyla bir türlü iş göremezdi. İsterdi ki elinden çıkacak iş,
sadece kanuna değil, teamüle, insanlık ve nezaket kaidelerine de uygun, yani
dört başı mamur olsun... Ondan bahsedenler: “İyi adam... Peygamber gibi adam...
Elini öp... Dua ettir... İlimden bahsettir... Şiir okut... Ne yaparsan yap...
Fakat iş isteme, ” derlerdi. ”
(s.12-13)
# Bireysel anlamda
toplumsal normların belirlediği durumları iyi değerlendirme yetisine sahip olan
Ali Rıza Bey’in eksik tarafı, yaşam karşısındaki pasif tutumundan ileri gelir.
Modernleşme karşısında fobik ve paranoyak bir tutum sergileyen başkişi, işten çıkarıldığı
gün oğlu Şevket’in bir bankaya memur olarak girmesiyle üzerindeki yükün
kalktığını zannederken yanılgıya düşer.
# Çevresinde gelişen
olayları gözlemleyerek yargılar verebilen fakat uygulamada başarılı olamayan
Ali Rıza Bey’in evdeki durumu, “para kazanan baba”
konumundan çıkarak “emekli
olmuş baba” konumuna gelir. Bu durum, Ali Rıza Bey’in “erk
yitimi” sorunuyla karşı karşıya kalmasını sağlar. Ailenin otorite makamı olan
baba’nın yerini oğlu Şevket’e bırakması bu anlamda sadece sembolik bir rol değişimi
değil aile bireylerinin “baba”ya karşı bakışlarım da değiştirecek bir durum
olur. Babalık görevinin getirdiği sorumlulukları oğluna devrettiğini söyleyen
Ali Rıza Bey böylelikle ailesi üzerindeki “eylemde bulunma” erkini de yitirir.
Bu erk yitiminin ise çok geç farkına varır:
“Fukaralık; Ali Rıza Bey için ne güzel bir
mektep olmuştu. Her şeyi hakki rengiyle, hakiki çehresiyle görmeye başladı.
Artık kimse bu parasız ihtiyara kendini olduğundan başka türlü göstermek için
canın sıkıntıya sokmuyordu. Hatta çocukları bile...” (s.45)
# Sadece maddi anlamda
değil manevi anlamda da “değer yitimi”ne uğrayan Ali Rıza Bey, kendisini
çevresinde yaşananlardan soyutlama yoluna gider. Soyutlama ise; “insanı kendi
duygularından uzaklaştırır. ”
# Başkişi, çalıştığı
şirketten istifa ettikten sonra yaşam karşısında daha edilgin bir kimliğe
bürünür. Sembolik bağlamda yemek masasındaki yerini oğlu Şevket’e gurur ve
iftiharla verdiği andan itibaren ailenin bütün yükünü de üzerinden atar. Ali
Rıza Bey’in güvensizliği değişen yaşam şartları ile paralellik gösterir. Nitekim
kendi dünyasına çekilmeye mecbur kalan Ali Rıza Bey’in olaylara müdahale etme
gücünü bulamaması maddi güvensizliğinin dışa yansıması olarak kabul edilebilir.
# Katı ahlâkından ve
kuralcılığından ödün vermeyen kişiliğiyle çevresi tarafından tanınan Ali Rıza
Bey, pasif bir roman kahramanıdır. Ali Rıza Bey, geleneksel yapı içerisinde
modernleşmenin yanlış algılandığını ve yerleştiğini görmekle birlikte kendi
çevresini bu yanlışlıktan kurtaramayacak kadar edilgin bir kişiliktir. O, “soyut ahlâk adına,
nedense, hep geri çekilmiş, öfke ile ‘tevekkül’ arasında umutsuz bir telaşla
boş yere koşturup durmuştur. ” Altın Yaprak Anonim Şirketi’nde
şirkete kendi ricasıyla alınan Leman ile müdür Muzaffer Bey arasındaki ilişkiyi
eleştirecek kadar ahlak ve prensip sahibidir. Fakat bu prensiplerin ve katı
ahlakçı tutumun sonuçları kendisi ve ailesinin aleyhine işler.
Norm Karakterler
# Yaprak Dökümü romanında
roman başkişisi Ali Rıza Bey’in eksik yanlarını bütünleyen oğlu Şevket, kızı
Fikret ve karısı Hayriye Hanım norm karakterlerdir. Başkişi Ali Rıza Bey’in
emekli olduktan sonra pasifize edilmiş yönlerini bu üç kişi tamamlar. Oğlu
Şevket, onun yerine eve para getiren aile reisi, kızı Fikret kız kardeşlerinin
yanlışlarını uyaran abla, eşi Hayriye Hanım ise evin içindeki tüm işleri idare
eden anne konumunda ondan boşalan yeri doldururlar.
# Ali Rıza Bey’in kendi
değerleri doğrultusunda yetiştirdiği Şevket, ailenin en büyük çocuğudur. Ali
Rıza Bey’in kendi modeli gibi yetiştirdiği Şevket, yirmi iki yaşında, tahsili
oldukça düzgün bir gençtir. Başkişi, oğlunu “kendi hayalindeki mükemmel insan
modeline göre” (s.28) yetiştirir. Bu model bilgili, kültürlü,
ahlaklı, dürüst bir insandır. Şevket, böyle bir modelde yetişmiş olmasına
rağmen onun yaşam dengesini alt üst edecek olay, çalıştığı bankada Ferhunde
adlı bir evli memuru sevmesiyle başlayacaktır.
# Babasının yolunda
ilerlerken onun gibi olmayı hedefleyen Şevket de yaşam karşısında edilgin bir
hal sergilemektedir. Başkişinin maddi yönden eksikliğini gideren ve onun
istediği gibi insan modeli olan Şevket, karısı ve kız kardeşlerinin kendisini
sürüklediği uçurumu fark etmesine rağmen bu itime karşı koyacak güç/harekete
muktedir değildir. Bu yönü, babasının katı ahlakçı tutumunu sürdürüp
çevresindeki olaylara tepki vermemesine benzer.
# Çalıştığı bankadan
gizlice para alan ve onu bir daha yerine geri koyamayan Şevket’in hapiste
babasına söyledikleri kişilik özelliğinin birer yansımasıdır:
“- Çocuklarının arasında en çok bana
güveniyordun. Hâlbuki en büyük tekmeyi benden yedin, zavallı babacığım. İhtiyar
günlerinde sana yardım etmeyi ne kadar isterdim. Yazık ki olmadı. Bir kere
nasılsa ayağım kaydı; bir daha kendimi toparlayamadım. (...)İnanır mısın baba?
Hiçbir şeyin farkında değil gibi göründüğüm halde her pisliği görüyordum. Kendi
kendime ne lanetler ediyordum, bilemezsin...” (s.97)
# Dirayetsiz bir kişilik
örneği gösteren kahraman, çevresindeki olayları yorumlama gücünden şüphe etmez.
Fakat harekete geçip sorunların karşısına çıkmak, kişilik yapısına önceden
işlenmemiş bir olgudur. Yaşam karşısında nasıl tavır alması gerektiğini babası
Ali Rıza Bey’den öğrenen Şevket, modernleşme karşısındaki çaresizliğini de
ondan ödünçler. Şevket’in kişilik yapısındaki büyük bir sorun da omuzlarına birdenbire ağır bir yükün binmesinden kaynaklanır.
Ailenin bütün sorumluluğunu üstünde hisseden Şevket, hata yapmama kaygısıyla
daha çok hata yapmaya sürüklenir.
# Ali Rıza Bey’in büyük
kızı Fikret ise yaşam karşısında babası ve ağabeyinden daha fazla aktif rol
oynar. Ali Rıza Bey’in emeklilik sonrası evde düştüğü “bostan korkuluğu”
mevkiinin farkında olan Fikret, kardeşlerinin ve Ferhunde’nin gösteriş
merakını, danslı çay partilerini şiddetle eleştiren tek kişidir. Açıktan açığa
aile bireyleriyle kavga eden annesini uyaran kardeşleriyle kötü olan Fikret de
Ali Rıza Bey’in oğlu Şevket gibi özenle yetiştirdiği çocuğudur. Bedensel
anlamda çok güzel olmayan Fikret’in bu eksikliğini kapatmak isteyen babası onun
zeki ve bilgili olması için çaba gösterir. Bu çaba sonuç verir fakat Ali Rıza
Bey, Fikret’i yanlış terbiye ettiğini düşünür:
“Fikret, galiba yanlış terbiye edilmişti.
Çirkin bir kalbin içine uyanık bir ruh koymak niçin? Beğenilmediğini, her
yerde, her şeyde ihmal edildiğini daha çabuk fark etsin diye mi?” (s.37)
#Çirkin bir bedenin
içerisine yerleştirilen uyanık ruh, Fikret’in babası ve Şevket’ten daha aktif
bir yapıda olmasını sağlar. O, ailesinin geçirdiği bunalımlı dönemi ve çöküşü
sadece fark etmekle kalmayıp tepkisini dile getirir. Ali Rıza Bey ve Şevket’in
daha çok tevekkül ile karşıladıkları olayları şiddetle eleştiren Fikret, bu
noktada babasına da tavır alır. Bu tavrını dul ve üç çocuğu olan
Adapazarı’ndaki Tahsin Bey ile evlenip evden ayrılmasıyla sürdürür.
# Babasının bir köşeye
çekilerek olayları seyretmesine tepki gösteren Fikret, kendi adına yapılacak en
doğru şeyi yapar. Ali Rıza Bey’in ve Şevket’in içinde bulunulan gidişe karşı
hareketsiz tavırları, Fikret’i derinden etkiler. Onun gözünde suçlu olan
babasıdır. Fakat bu suçluluk, fakirliği yüzünden değil ailesinin başında söz
sahibi olamaması ve dirayetsizliği yüzündendir. Fikret, romandaki bu kişilik
özelliğiyle babasının ve Şevket’in eksik kalan aksiyoner taraflarını tamamlar.
# Hayriye Hanım ise Ali
Rıza Bey’in evdeki eksikliğini bütünleyen çocuklarının geleceği için çırpınan
bir anne konumundadır. Ali Rıza Bey’in emekli olmasından sonra ona karşı tavır
almasına rağmen evin iç işlerindeki birçok yük onun omuzlarına biner. Hayriye
Hanım, hayat karşısındaki tutumu ile kocasından daha realist bir kişilik
yapısına sahiptir. İstifa eden Ali Rıza Bey’e söylediği: “(...) ekmeksiz
kalırsak onların namusu tehlikeye girer” (s.34) diyerek
çocuklarının içine düşebileceği durumları öngörür.
# Hayriye Hanım,
özellikle evde kızları Leyla ve Necla’nın tarafında yer alıyor görünmekle
birlikte diğer çocuklarla olan kavgalarda hep arabulucu rolü üstlenir. Ayrıca
içten içe kızdığı kocasına karşı ise sadakatle bağlıdır.
Kart Karakterler
# Yaprak Dökümü romanında
Ali Rıza Bey ailesinin ortanca kızları Leyla ve Necla ile Şevket’in karısı
Ferhunde kart karakterler arasında yer alırlar. Leyla ve Necla, ev içinde
oldukları sürece babaları tarafından her istedikleri yapılan gösterişe meraklı
kızlardır. Kapalı bir aile içinde yetişmenin etkisiyle dışa dönmeye meyilli
olan bu kardeşler, ablaları Fikret’ten güzel olmakla birlikte onun kadar zeki
değillerdir. Ali Rıza Bey’in katı ahlak kurallarının yıkılması ve devrin
değişen şartları karşısındaki çekingen tavrıyla korkularının gerçekleşmesi bu
iki kardeş sayesinde olur. Ferhunde’nin
eve gelmesiyle birlikte “üç kişi olduk” şeklinde bir yorumla evde eski-yeni
çatışması başlatan bu gençler, batılılaşma ya da modernleşmeyi yanlış algılayan
tiplerdendir.
# Babalarının emeklilik
günlerinde ona sırt çeviren bu iki kardeş, dışarıya karşı gösteriş yapmak
uğruna kendi değerlerini yadırgayan ve ailelerini beğenmeyen kişilik
yapılarıyla dikkat çekerler. Neredeyse hayata bakışları tamamen aynı olan bu
iki kardeşin peşine düştüğü arzular ve istekler onları küskün bir biçimde
ayırır:
“Ali Rıza Bey ’e göre onlar, birbirlerinden
ayrı yaşaması tasavvur edilemeyecek bir çift, kan ve aile bağı denen en
mükemmel bir numunesi idiler. Halbuki, bir daha yüz yüze gelmemesiyle, kanlı
iki düşman gibi ayrıldılar. ” (s. 113)
# Kapalı bir çevrede
yetişen ve geniş düşünemeyen, hayatı sadece süs ve gösterişten zanneden Leyla
ile Necla yanlış batılılaşmanın “özenti boyutunu” simgeleyen karakterler olarak
anlatıda varlık bulurlar. Bu bağlamda Leyla ile Necla, Ali Rıza Bey’in
modernite ve yeni hayat karşısındaki yenilgisinin simgesi konumundadırlar.
# Yaprak Dökümü romanında
başkişi Ali Rıza Bey’in “katı ahlâkçı” tutumu karşısında kişiler düzleminde yer
alan Ferhunde de kart karakterdir. Ali Rıza Bey’in oğlu Şevket’in çalıştığı
bankada çalışan ve henüz başka biri ile evli iken sevdiği bu kadın, ailenin
gelini olduğu anda “ahlâk” ve “modernizm” algıları da değişime uğrar. Ferhunde,
etrafına karşı gösteriş bağlamında duyarlı fakat insani özellikler bağlamında duyarsız
bir kişiliktir.
# Yaşam algısı hedonizm
(hazcılık) üzerine kurulu olan Ferhunde, toplumsal çevrenin değil kendi
isteklerinin ön planda olduğu bir kişilik özelliğine sahiptir. Sömürücü ve
hedonist bir dünya görüşünden hareketle yaşayan Ferhunde, kendi çıkarları
doğrultusunda hareket eder. Sömürücü tipler; “insanları kullanıp sömürmeyi istedikleri
için açık ya da örtük bir şekilde, ümit verici sömürü objeleri olan kimseleri
severler. Sızdırıp tükettikleri kimselerdense bıkarlar. ” Ali Rıza
Bey’in evine gelin olarak geldiği günden itibaren kendi yaşam felsefesi
doğrultusunda hareket eden Ferhunde de aynı şekilde hareket ederek onları
sömürür.
# Ali Rıza Bey’in romanda
temsil ettiği ahlâk ve namus kavramlarının zıt yönünde bir karakter taşıyan
Ferhunde, onun değişim karşısındaki fobisinin temsili gibidir. Ferhude’nin evin
gelini olduktan sonra ev halkını kendi istekleri doğrultusunda hareket
ettirecek kadar zekidir:
“Bu genç kadın, zeki olduğu kadar da
hilekâr ve cesurdu. Birkaç gün içinde idareyi eline aldı ve tek başına
hükmetmeye başladı. ” (s.64)
# Kendi menfaatleri
doğrultusunda hareket eden ve etrafındakileri de tahakkümü altına alan
Ferhunde, aile içindeki geçimsizliği körükleyen bir güç olarak da dikkat çeker.
Kendi isteklerini yaptırmak için Leyla ve Necla ile birlikte Hayriye Hanım ve
Şevket’i de etkisi altına alır. Ali Rıza Bey ise bir tür bela olarak gördüğü bu
kadından genellikle uzak durur. Onun Ferhunde’den uzak duruşu ile yenilikten
kaçışı arasında bir ilinti kurmak mümkündür. Çünkü yeniçağın kötü temsilcisi
konumundaki Ferhunde, Ali Rıza Bey’in korkularını açığa çıkaran bir simge
değerdir.
Fon Karakterler
# Yaprak Dökümü romanı
sınırlı bir mekân ve sosyal çevre ilişkisi içerisinde gelişir. Bu nedenle fon
karakterler, Reşat Nuri’nin diğer romanlarına oranla daha az sayıdadır.
# Yaprak Dökümü romanında
genellikle adı geçen ve varlığı çok az hissedilen Ali Rıza Bey’in en küçük kızı
Ayşe fon karakterlerin başında yer alır. O, ailenin en küçük çocuğu olduğu için
taraflar arasındaki tartışmalarda fazla yeri olmayan, belirli bir fikre hizmet
etmeyen bir karakter görünümündedir.
# Yaprak Dökümü romanının
ilk bölümünde Altın Yaprak Anonim Şirketi’nde çalışan Ali Rıza Bey’in
çevresinde yer alan; şirketten birkaç önce ayrılmış ve Havyar Hanı Komisyonunda
çalışan adam, şirkette bu adamın konuşmalarını dinleyenler, ihtiyar odacı,
şirket sekreteri Leman ve annesi, Müdür Muzaffer Bey de figüratif
karakterlerdir.
# Ali Rıza Bey’in
emeklilik günlerinde gitmek zorunda kaldığı kahvelerde tanıştığı yine kendisi
gibi emekli olmuş bir Kalem Müdürü, Malmüdürü, Vali Sermet Bey, Leyla’nın kötü
yola düştüğünü haber veren Binbaşı da romanın entrik kurgusunu tamamlamakla
görevli dekoratif unsurlardır.
# Fikret’in Adapazarı’nda
evlendiği kocası Tahsin Bey ve onun annesi ile iki çocuklu kız kardeşi de
romanı sadece bir bölümünde yer alan kişilerdir. Yine Şevket hapse düştüğü
zaman onu görmeye gittiğinde Ali Rıza Bey’e yardım eden eski tanıdığı bir
Tahrirat Müdürü de fon karakterdir.
Ferhunde’nin aileye
girmesiyle birlikte verilen çay partilerine katılan, “yirmişer, yirmi ikişer yaşında terbiyesiz,
cahil, küstah mahalle çocukları... Kimi kumardan, kimi kadından, kimi büyük
borsa ve ticaret manevralarından, kimi yediği veya beklediği büyük miraslardan
hayret verici bir yüzsüzlükle bahseden çeşit çeşit serseriler... Yıprak, kokainci, ayyaş çehreler... Sırf gafil kız çocuklarını kandırmak için
ailelerin içine sokulmuş ihtiyar tilkiler” (s.71-72)
de
sadece görüntüde var olan kişilerdir.
# Leyla ile Necla’ya
görücü olarak kişiler de fon karakterler grubunda yer alırlar. Bunlar Leyla’ya
görücü olan Tahsin Bey adlı bir komisyoncu ve Nazmi Bey isminde bir genç doktor
ve Necla’ya talip olan bir postane kâtibidir. Bunların yanı sıra önce Leyla ile
nişanlanan ve daha sonra bir bahane ile ondan ayrılarak Necla ile evlenen
Abdülvehhap adlı bir Suriyeli adam vardır ki bu adam ile Suriye’ye giden Necla
orada bu adamın uzun entarili babası ve Necla’dan önceki iki karısı ve onların
çocukları ile karşılaşır.
# Yaprak Dökümü romanının
sonlarında ortaya çıkan Leyla’nın metres olduğu Avukat da sadece görüntü
itibari ile var olan fon karakterlerdendir.
İzleksel Kurgu
# Yaprak Dökümü romanında
entrik kurguyu oluşturan ve çatışmayı sağlayan değerleri “KORA şemasında” şu
şekilde göstermek mümkündür:
Ülkü
(Tematik) Değerler
|
Karşı
Değerler
|
|
Kişiler
Düzeyinde
|
Hayriye
Hanım Ali Rıza Bey Şevket Fikret
|
Ferhunde
Leyla
Necla
Leman
Muzaffer
Bey
|
Kavramlar
Düzeyinde
|
Kendisi
olmak
Gelenekçilik/Ahlâkçılık
Namuslu
Olmak/Maneviyat
Aile
Dürüstlük
Maneviyat
Güven
|
Y
abancılaşma
Kültürel
Çözülme
Yozlaşma
Hedonizm
Sömürü
Özenti
İhtiras
Güven
Yitimi Kaçış
Dirayetsizlik
|
Simgeler
Düzeyinde
|
Konak/Ev
Kahvehane Tavan arası Aile fotoğrafı
|
Cehennem
Y aprak dökümü Bostan korkuluğu Çay partileri
|
Yabancılaşma:
# Yaprak Dökümü romanında
yabancılaşma izleği, başkişi Ali Rıza Bey’in geleneksel ve ahlaki tutumlarından
kopuş süreci biçiminde görülür. Yabancılaşma en yaygın anlamı ile kişinin
kendilik değerlerinden kopması ve öteki olma yolunda ilerlemesidir. “Yabancılık bilincin
kendi dışından ve kendinden aldığı uyuşmazlık duygusudur.”
# Yaprak Dökümü romanında
Roman başkişisi Ali Rıza Bey de kendilik değerleri ile kendi dışındaki
değerlerin uyuşmazlığı sürecini yaşayarak kendine yabancılaşır. Kendi
bilincinin yadsıdığı değerler dünyasını dışarıdan aldığı tehditler karşısında
sürekli bir “boyun
eğiş” eylemi ile kanıksayan Ali Rıza Bey, yaşamını kurguladığı
değerler dizgesinden kopar. Bu kopuş süreci ile birlikte “kendini vareden
değerleri yıka(rak)” ben’liğinden uzaklaşır ve karşısında olduğu
eylemleri yaşamak zorunda kalır.
# Ali Rıza Bey’in yaşam
karşısında duruşunu belirleyen temel ahlak ilkeleri, devrin değişen ekonomik ve
sosyo-kültürel şartları karşısında tutunamaz. Kendini var eden değer
yargılarını yaşadığı olaylar karşısında birer birer yitiren başkişi Ali Rıza
Bey’in yabancılaşma sürecine ilk adım atışı “namusu kurtarmak” (s.33)
adına çalıştığı şirketten ayrılması ile başlar. Bu ayrılış, maddi imkânsızlığa
giden bir yolda manevi duygularını tatmin eden başkişinin hayal dünyasında
kabul görürken eşi tarafından kabul edilemez bir tutum olur.
Kültürel Çözülme
# Yaprak Dökümü romanında
kültürel çözülme, toplumsal değerlerin değişimi esas alınarak Ali Rıza Bey ve
ailesinin devrin şartları ve modern hayat karşısında tutunamayışlarından
hareketle anlatılır. Özellikle toplumsal yapının çekirdeği ve temeli olarak görülen
aile kurumunun değişen ekonomik ve sosyo-kültürel şartlar karşısındaki
çözülmesi, anlatının temel sorunlarındandır. Bu çözülmeyi Ali Rıza Bey de “sosyal çevrenin
kaçınılmaz değişimi ile ona dayanan anıların unutulması” sürecini
kapsayacak biçimde yaşar.
# Kültürel çözülme
toplumun sosyolojik yapısında aşağıdan yukarıya doğru daha etkin bir biçimde
yayılır. Bu çözülme, “Linton’un
hiyerarşik kültür şemasında en yukarıda yer alan ve toplumun büyük çoğunluğunun
paylaştığı üniversal (dil gibi) kültür ile en aşağı tabakadaki davranış
normları arasındaki uyuşmazlıktan” kaynaklanır. Yaprak Dökümü
romanında Ali Rıza Bey’in ailesinde görülen çözülme ve dağılma süreci davranış
normlarının dengesizliğinin/tutarsızlığının sonucu olarak görülür.
# Yaprak Dökümü
romanındaki ailenin değişim karşısında tutunamayışının temel nedeni, toplumsal
anlamdaki çözülüşün batılılaşma adı altında kültürel değer yitimine sebep
olmasından kaynaklanır. Zira devir şartlarının getirmiş olduğu kültürel
değişimle birlikte, toplumun özyapısında ahlaki açıdan bir gerileme
gerçekleşir. “Toplumun
nesnel koşulları ve kültürü dingin kaldığı sürece, toplumsal özyapının üstün
bir dengeleyici işlevi vardır. Ama eğer dış koşullar geleneksel toplumsal
özyapıya artık uyamayacak bir şekilde değişirlerse bir gerileme doğar’’Kültürel
çözülmenin nedenlerinden biri olarak gösterilen bu gerileme süreci romanda
değişen dış dünyaya ayak uydurma arzusunun doğurduğu sonuçların yansımasına
dönüşür.
Erk Sorunu ve Güven Yitimi:
# Aile kurumundaki
çözülüşü kültürel boyutta irdeleyen anlatıda başkişi Ali Rıza Bey’in tutum ve
davranışları önemli bir yere sahiptir. Çözülmenin toplumsal boyutunun farkında
olmasına karşın kendi ailesini bu durumdan kurtaramayan Ali Rıza Bey, sahip
olduğu değerleri kaybetmenin acısını duyumsar. Ali Rıza Bey, katı ahlakçı
tutumu ile kültürel çözülme ve yeni zaman karşısında yıkıma uğrar. Bu yıkım,
aslında sadece başkişi ve ailesinin değil bir devrin modernlik bunalımı yaşayan
insanlığın geneli içindir. Toplumsal anlamdaki yıkımı bir aileyi örnek alarak
gösteren anlatıcı, Türk insanının sosyal değişim karşısındaki geleneksel tavrı
ile yanlış algılanan değişim kavramlarının çatışmasını da irdeler.
# Geleneksel bir ailenin
anlatıldığı Yaprak Dökümü romanında “baba” rolünü üstlenen Ali Rıza Bey’in
toplumsal beklentilerin üzerinde etkin bir görevi bulunmaktadır. Babalık,
fizyolojik olarak biçilmiş bir rolün ötesinde toplumdaki aile kurumunun
dinamiklerini ayakta tutan bir erk biçimidir. Bu erkin sahibi olarak “toplum içinde yaşamak,
başkalarının eylemleri üzerinde eylemde bulunmanın mümkün olduğu -ve fiilen
sürüp gideceği- bir şekilde yaşamaktır. Ali
Rıza Bey, iktidar sahibi olduğu ailesine karşı “babalık” otoritesinin verdiği
iktidar gücünü kullanamaz. Bu nedenle, ailenin her anlamda iktidarına sahip
olan başkişinin tutum ve davranışları onun erkinin zayıflamasına yol açar. Bu
bağlamda, o, ailesinin çözülme sürecinde gösterdiği “seyirci” olma durumu, onun
daha sonraki dönemde ailesi üzerindeki erkinin kaybına neden olur. “Egemenlik dizgesi
sarsılmaya başladığında başkaldırılar ortaya çıkar. Bu nedenle işten ayrıldıktan
sonra babalık görevini Şevket’e devreden Ali Rıza Bey, çocuklarının gözündeki
yerini de yitirir:
“Ali Rıza Bey, biraz evvelki yeisini
tamamıyla unutmuştu. Yalnız, sofraya kendi için hazırlanan baş iskemleye oturacağı
vakit durdu. Sonra, dikkatle oğluna gülümseyerek:
- Şevket, seninle yerimizi değiştireceğiz,
dedi. Sen baba, ben ailenin büyük çocuğu olacağız.
(...) Kendi onun soluna, karısının yanına
geçti.
-Ailede, onun yeri er geç orası olacak,
diyordu. İşitiyor musunuz çocuklar? Zamanı geldiği vakit benim yerime onu baba
tanıyacaksınız, onu sayacaksınız. ” (s.29)
Sömürü
# Kültürel çözülmenin
toplumsal düzeni alt üst eden en önemli silahlarından birisi sömürüdür.
Anlatıda sömürü toplumun kültürel değerlerini yitirmesiyle ilintili olarak yeni
asrın insanının gereklerine atfedilerek verilir. Sömürücü tipler “başkalarından
alabilecekleri şeyler onlara her zaman kendi kendilerine üretebilecekleri
şeylerden daha iyi görünür. Kendisinden bir şey sızdırabilecekleri her şeyi ve
herkesi kullanıp sömürürler.” Bu bağlamda, Ali Rıza Bey’in
çalıştığı şirketten ayrılmasına neden olan daktilo kız Leman ile şirket müdür
Muzaffer arasındaki ilişki tamamıyla karşılıklı bir sömürü niteliği taşır.
# Muzaffer Bey şirkette
daktilocu olarak çalışan Leman’dan bedensel anlamda yararlanarak kendi cinsel
egolarını tatmin eder. Bununla birlikte Leman ise Muzaffer’e teslim ettiği
bedenin karşılığında onun parasına göz diker ve onu bir maddi sömürü aracı
olarak görür.
# Ali Rıza Bey’in Leman’ı
savunmak ve haklarını korumak amacıyla Muzaffer Bey’in yanına gittiği zaman
olayların iç yüzünü öğrenir. Leman ve Muzaffer’in birbirlerini nasıl sömürü
aracı olarak kullandıklarını Muzaffer’den öğrenir:
“Leman zannettiğiniz gibi masum bir kız değildi...
Önüne gelenle düşüp kalkıyordu. İsterseniz bunu size ispat da edebilirim. Hatta
doğacak çocuğun babası olduğum da şüpheli idi. Fakat her nedense, belki de
mevkiim sebebiyle, o şeref öteki babalardan ziyade bana layık görülmüştür. ” (s.22)
# Muzaffer ve Leman’ın
hedonist bir yaşam tarzı ile kendilerini kurdukları dünya çıkar ilişkisine
dayanmaktadır. Bu çıkar ilişkisinin “yeni çağın gereği!”
olduğunu kavrayamayan Ali Rıza Bey, kendi yaşam felsefesi ve ahlakçı tutumu ile
yadsıdığı bu davranış biçimleri karşısında işinden ayrılmayı en doğru karar
olarak görür.
# Değişen toplumsal yapı
ile birlikte yaşamdan zevk almayı düşünen insan modeli ortaya çıkar. Ali Rıza
Bey’in şirketten ayrılmak zorunda kaldığı dış yaşamdaki hedonist tutum, gelini
olarak evine giren Ferhunde ile birlikte aile ortamına taşınır. Ferhunde, Ali
Rıza Bey’in işten ayrıldıktan sonraki dönemde evdeki “iktidar” ve “otorite”
boşluğundan yararlanarak dilediği yaşam tarzını uygulamayı başarır. Bu anlamda
Ali Rıza Bey ailesinin değerlerini sömüren Ferhunde, Leyla ve Necla’nın da
Kaçış
# Kaçış izleği romanda
başkişi Ali Rıza Bey’in yaşama karşı duruşunu belirleyen konumda ele alınır.
Yaşam karşısında sürekli kendi ahlaki normlarını geçer değer olarak görmesine
karşın dış dünya ile çatışma durumunda olan Ali Rıza Bey, hep pasif bir biçimde
geri çekilir ve içe kapanır. Ali Rıza Bey, “hayatın güçlükleri karşısında mücadele
etmek, kötü şartları iyiye doğru değiştirmek yerine; genellikle çareyi” kaçmakta
bulurlar. Bildiği doğruları bile uygularken yaptığı kendi dünyası içinde
yaşamak ve dışa karşı direnç göstermemektir.
# Ali Rıza Bey’in kaçış
süreci şirketteki Leman ile Müdür arasındaki ilişkiyi öğrendiği andan itibaren
başlar. “Namusu kurtarmak” için işten ayrılan Ali Rıza Bey, evdeki “babalık”
görevini de oğluna devrederek yaşamın üstüne yüklediği sorumluluklardan kaçmaya
başlar. Zor dönemlerin başladığı bir süreçte kaçış psikolojisi içine girmesi
başkişinin yaşam karşısındaki pasif ve dirayetsiz tavrını gösterir.
# Evdeki babalık görevini
de Şevket’e devrettikten sonra aile bireyleri arasındaki otoritesi sarsılan Ali
Rıza Bey, ilk işsizlik günleri ile birlikte evden uzaklaşmaya başlar. Çünkü ev,
ona sorumlu olduğu babalık rolünü hatırlatan temel bir yapıdır. Evden kaçtığı
bu dönemlerde önce kendini doğanın kucağına atarak uzun yürüyüşler yapar,
yorgunluğunu gidermek için önce kır kahvelerinde dinlenir sonra yavaş yavaş
mahalle kahvelerinde zaman geçirmeye başlar. Kendisini bir süre gitmemek için
engellediği bu kahveler bir süre sonra Ali Rıza Bey’in kaçarak sığındığı
mekanlarının başında gelir.
# Ali Rıza Bey’in
kaçışının temelinde evde aile reisi görevini yitirip “bostan korkuluğu”
konumuna düştüğünü fark ettiği anda başlar. Otoritesini kaybettiğini anlayınca
yaşam felsefesi haline getirdiği olayların akışı karşısında “seyirci olmak”
durumunu kendi ailesi içinde uygulayarak kendisini
yaşanan sorunların dışına iter.
“Şimdi, baba diye -bir dereceye kadar-
hatırını sayıyorlardı. O vakit, buna da lüzum görmeyecekler, zavallı korkuluk
büsbütün yıkılmış ayak altında kalmış olacaktı. Onun için Ali Rıza Bey, evde
seslerin titizleşmeye, yükselmeye başladığını işittiği zaman ya odasına
kapanıyor yahut mutfak kapısından sokağa çıkıyordu. ”
(s.51)
# Yaprak Dökümü
romanındaki anlatıda kendi isteği dışında gelişen olaylar karşısında çaresiz
kalan Ali Rıza Bey sürekli bir içe kapanma yaşar. “İçe kapanma, kişinin kendi ben’iyle olan
değillleyici ilişkisinin sonucudur ve kendini giderek daha çok iletişimden
yalıtır.” Otoritesini kaybettiğinin bilincinde olan başkişinin bu
kaçışı ve yalıtılmış durumu sadece aile içindeki kavgalarda değil istemediği
durumların yaşandığı her olayda tekrarlanır. Özellikle Şevket’in Ferhunde ile
evlenmek istemesine karşı başlangıçta ayak direyip sonra çaresiz razı olan Ali
Rıza Bey, üstesinden gelemediği bu olay karşısında da kaçış psikoljisi içine
girer. Bu nedenle gönülden onaylamadığı Şevket’in düğün gecesi evden
uzaklaşarak sorunlardan da uzaklaşmaya çalışır:
“Ali Rıza Bey, usulca arkadaki mutfak
kapısından kaçtı, dört beş yüz adım uzaktaki bir tepeye çıktı. Büyük bir
kayanın kenarına oturdu, şakaklarını ellerinin içine aldı. Bu haliyle evinin
yandığını uzaktan seyreden bir babaya benziyordu. ” (s.59)
# Olaylara karşı
dışarıdan “seyirci” olma durumu Ali Rıza Bey’in yine en çok sığındığı kişilik
özelliği olur ve “evinin
yandığını uzaktan seyreden baba” konumuna bürünür. Yaşamın
getirdiği zorluklar karşısında mücadeleci tavır gösteremeyen ve kendi pasif
kişiliğini haklı çıkarmak için olayları bir sel akışına benzeten Ali Rıza Bey,
selin yön değiştirerek kendi ailesine doğru geldiği anda da yaşama reflekslerini
kaybetmiş olmanın çaresizliği içerisindedir.
# Ferhunde’nin gelişiyle
birlikte yıllarca dış dünyanın akıl almaz değişim fırtınalarına karşı duran
evin kapalı kapıları da açılır. Bu hızlı değişim sürecinde danslı çay partileri
ve gürültülü cazbantlar eşliğinde iyice kendi kabuğuna çekilme ihtiyacı duyan
Ali Rıza Bey, evde olduğu zamanlarda tavan arasına çareyi tavan arasına
kaçmakta bulur.
“Ali Rıza Bey aşağıdaki gürültüleri mümkün
olduğu kadar az işitmek için kolunda bir kitap, elinde bir mum ile tavan
arasına çıkardı. ” (s.67)
# Kendi algıladığı yaşam
biçiminin tersini evinde görmek zorunda kalan Ali Rıza Bey, pasif bir tepki
olarak geliştirdiği kaçmak eylemini artık alışkanlık haline getirir. Kültürel
anlamda büyük bir çözülme yaşanan ailesini toparlama erkini kendinde bulamadığı
için bu eylem ona son derece doğal görünür.
# Kaçış izleği roman
başkişisinin yaşam felsefesine uygun olarak yetiştirdiği çocukları Şevket ve
Fikret de yansımasını bulur. Ali Rıza Bey’in bilgili ve ahlaklı yetiştirdiği bu
iki çocuğunda ihmal edilen nokta yaşamın kaba realitesi karşısında aktif olarak
mücadele etme gücünün aşılanmamış oluşudur. Kaçış izleği, fiziksel anlamda bir
hareketin ötesinde kendilerini mücadele edemeyecekleri olayların dışına atma
arzusuyla eşdeğer olarak sunulur.