Tol, Murat
Uyurkulak’ın romanıdır. Uyurkulak Türkiye tarihinin ihtilallere denk gelen
dönemlerini Tol eserinde postmodern bir
yaklaşımla gözler önüne sermiştir.
Toplumsal
ve siyasal yakın tarihimizin fantastik bir kurguyla ele alındığı Tol romanında, “Tol”
Kürtçe “İsyan” anlamına gelmektedir. Tol bir intikam anlatısıdır. Ayrıca “Tol” sözcüğündeki üç harf, kitabın üç
ana bölümünün başlığıdır.
Dört kuşak
ve dört kentin iç içe bir kurguda yer aldığı Tol, sıra dışının olağan
fantezilerine ya da sıradanın olağandışı düşlerine konu olabilecek ilginç bir
öyküdür. Kısacası Tol, 1950’lerden bu yana öldürülen, eziyet çektirilen, teslim
alınan, böcekleştirilen tüm kayıp kuşak mensuplarının üzerinde anlaşabileceği
fantastik bir anlatıdır.
Genel olarak
kurguya bakacak olursak Tol, “Yıllar sonra ben nedense Yusuf’tum. Çok
düşünüyor, düşünürken dalıp gidiyordum. Durmadan ne düşündüğümü sorup
duruyorlardı bana. Birilerini, bir şeyleri, bir yerleri, diyordum ama
yetinmiyorlardı. Aç köpekler gibi soruyorlardı: Kimi, neyi, nereyi? Borçlarımı
desem inanmazlardı. Borçlu olmamı yadırgarlardı. Yıllardır aynı ayakkabıyı,
aynı gömlekle ceketi giyiyordum. Çaycıya bi rkez çay ısmarlamamıştım, öğlen
kazıntılarını simit kemirerek bastırmış, her mesafenin yayası olmuş, yaş günü
partilerinin bir tekine bulaşmamıştım. Aynur’un memelerini desem hiç olmazdı.
Aynur patronun yüksek lisanslı metresiydi. Ulaşılamayacak kadar pahalı memeleri
vardı. Ben de ONU diyordum. O’nu, O olanı. O kimdir diye soracak olduklarında
sizin ve benim tanımadığımız O, bir başka O, herkesin O’su diyordum.
Gülüyorlardı tabi. Onların gözünde zararsız bir deliydim.” (Uyurkulak, 2003:
11-12) ifadelerin başlangıçta yer bulmasıyla farklılığını ortaya
koyar.
Tol
romanında anlatı kahramanı Yusuf, bir yayınevinde düzeltmen olarak
çalışmaktadır. Aynı trende Diyarbakır’a yolculuk yaptığı Şair ise 60’lı
yaşlarda biridir. Bu iki Diyarbakır yolcusu bir müddet sonra içki ve dumanın da
etkisiyle geçmişe uzanırlar. Önce 1960’lı yıllar, sonra devrimcilik ve 1980 darbesi
birbirlerine anlattıkları öykülerin fonunda durmaktadır. Mektuplardan ve
anılardan anlatılan bu iki geçmiş yaşamda da siyasi ve sosyal bir Türkiye’nin
yanı sıra kişilerin aşkları, çaresizlikleri, tükenmişlikleri verilir. Şair ve
Yusuf farklı iki karakter olmalarına rağmen hiç bitmeyen bir kavganın erleri
gibidirler. Onlar nesilden nesle ortaya çıkıp, Cumhuriyet tarihini
benliklerinde birleştiren iki kahramandır.
Buna ek
olarak Yusuf’un kayıp babası İhtiyar şairin elindeki kitapta yer alan hikâye
ile metne katılır. Bu andan itibaren olaylar yitik bir devrimci olan Oğuz’un
hayatına odaklanır ve yol boyunca mola verilen istasyonlarda ülkenin dört bir
yanında patlayan bombaların, önemli şahsiyetlere düzenlenen suikastların
haberleri yayılır.
Kendilerini
o vakitler bir ihtimal olan devrime adayan birkaç kuşağın, Oğuz’un Canan’ın,
Adnan, Şadi ve diğerlerinin İstanbul’un gecekondu mahallelerinde, Doğu’nun
dağlarında, İsmail gibi işkencecilerin ellerinde sönüp giden hayatlarını,
parçalanmış bir bilincin içerisinden yansıtan Uyurkulak, Tol romanında zaman
zaman yaşanan şiddeti de olduğu gibi yansıtmaktan çekinmemiştir.
Tol, siyasî ve toplumsal olayları,
onların mağduru kitlelerin perspektifinden aktarırken, mekân da doğal olarak
yoksul mahallelerden, yetimhanelerden, bitirimlerin kol gezdiği meyhane ve
randevu evlerinden seçilmiştir. Böylelikle o çok alışılan Beyoğlu
manzaralarından ve küçük burjuvaların entelektüel sorunlarından uzaklaşılmış,
arka mahalleye göz atılmıştır.