Edebiyat Araştırmaları: edebiyat
Son Başlıklar
Loading...
edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2022 Cuma

Bir Sürgün Romanı Özeti

Bir Sürgün Romanı Özeti

Bir Sürgün Romanı Özeti

# Bir Sürgün Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun romanıdır. İlk baskısı 1937’de yapılan Bir Sürgün’de olaylar,  Abdülhamit döneminde geçmektedir. Romanın başkarakteri Doktor Hikmet’dir. İstanbullu bir paşazade olan Hikmet, iyi bir eğitim almış ve batı kültürüyle yetişmiş bir doktordur.

# Hikmet İzmir’de yaşamaktadır. Genç adam istibdat rejiminden memnun değildir ve Jön Türkler’e sempati duymaktadır. Bir icraatı olmasa da kendini bir ihtilalci kabul etmektedir ve Jön Türkler’in genelde yaptığı gibi Fransa’ya kaçma planları yapmaktadır. Bir süre sonra yurdunu terk ederek Fransa’ya kaçar.
Suç ve Ceza Konusu

Suç ve Ceza Konusu

Suç ve Ceza romanı konusu, suç ve ceza ne anlatır, suç ve ceza neyi anlatır
Suç ve Ceza Dostoyevski’nin romanıdır. Dostoyevski, 1865 yılında sağlık sorunları nedeniyle yurtdışına çıkar ve Suç ve Ceza  adlı romanı üzerine çalışmaya başlar. Bu yazımızda Suç ve Ceza romanının konusuna değineceğiz. Romanın genel incelemesi için Suç ve Ceza Romanının Tahlili başlılı yazımıza bakabilirsiniz.
Suç ve Ceza romanının kahramanı olan Roskalnikov üniversiteden ayrılmış fakirlik içinde yaşayan bir gençtir. İçinde yaşadığı bu berbat durumdan kurtulmaya karar verir.   Bu karar yaşlı bir tefeci kadını öldürmek ve paralarını almaktır. Bu pa­ralarla Raskolnikov ilk olarak anne ve kızkardeşini fakirlikten kurtarmak ve iyi işlerde kullanmayı düşünür. Aslında bu suçu kuvvet sahibi olmak uğruna işlemektedir

23 Şubat 2022 Çarşamba

Üvercinka Üzerine

Üvercinka, Cemal Süreya’nın şiirinin özelliklerini üzerinde taşıyan, edebî camiada ilk sınavını verdiği, gerek eleştirmen, gerek şair ve okuyuculardan tam not alan bir kitap olmuştur. Kendisinin de söylediği gibi, her şairin ilk yapıtı, bir kumaşın ilk metresi gibidir. Şair bütünüyle o ilk yapıtta, ilk dizelerde saklıdır. Gerisi boş laf. Lirizmle ve humourun, erotizmle ve toplumsallığın bir şiirde birbirini kucaklamasını göstererek, yeni şiir ve yeni insanı bize tanıtmıştır.

21 Şubat 2022 Pazartesi

Genç Kız Kalbi Romanı Özeti

Genç Kız Kalbi Romanı Özeti

# Bu içerikte Mehmet Rauf’un Genç Kız Kalbi isimli romanı özetlenmiştir. Roman özeti aktarılmadan önce roman hakkında ön bilgiler verilmiştir. Keyifli okumalar.

Genç Kız Kalbi Romanı Hakkında Bilgi

# Genç Kız Kalbi, şahısların psikolojik tahlillerine yer veren, Mehmet Rauf’un Servet-i Fünûn topluluğu dışında kaleme alıp, 1912 yılında Servet-i Fünûn topluluğunun mecmuasında tefrika edilmiş ve aynı yıl kitap halinde basılmış romanıdır. Romanın başkahramanı Pervin’in günlüklerinden oluşur.

Hocaefendi’nin Sandukası Romanının Postmodern Tahlili



Hocaefendi'nin Sandukası, alt ve üst katmanlardan oluşan yapısı ile dikkati çeker. Esas olarak günümüzde yaşanan ilerici- gerici fikir çatışmalarına göndermeler yapar. Ancak üst metin noktasında okuru çeşitli sürprizler bekler.

Hocaefendi'nin Sandukası  romanında soğuk bir kış günü Beyazıt sahaflarda üç yazar tesadüfen karşılaşır. Bu yazarlardan biri Emre Kongar, diğer ikisi de Umberto Eco ve Orhan Pamuk’tur. Dükkânın sahibi de yazarın yakın bir dostudur ve sabah kapının önüne bırakılmış bazı el yazmaları bulmuştur. Kolinin içindeki el yazmalarının bir kısmı Latince, bir kısmı da Osmanlıca’dır. Orhan Pamuk, babası tarih profesörü olduğundan Osmanlıca’yı iyi derecede bilen bir kişi olarak bu yazmaların bir kısmını edinmiş, geri kalanını Emre Kongar ve Latinceleri de Umberto Eco almıştır. İlerleyen zamanlarda bu yazmaların her biri edebiyat dünyasında ses getiren eserler olmuştur: Gülün Adı, Beyaz Kale ve Hocaefendi’nin Sandukası.

Hocaefendi'nin Sandukası romanındaki bu başarılı üstkurmaca metinle başlayan anlatı, yazarın yakın dostu bir sahaftan aldığı el yazması ile üzerine kurgulanır. Anlatı bu yazmadan bize aktarılan sürükleyici bir maceradır. Kitap Fatih Sultan Mehmet döneminin İstanbul’unda kurulan gizli bir öğrenci örgütünün hikâyesi ile saraya doktor görünümü ile giren ve padişahın güvenini kazandıktan sonra onu zehirlemeye çalışan, kullandığı zehir ilaçlarını da bir türlü açılamayan bir sandukada saklayan Giftos Karpantiye’nin serüvenini anlatmaktadır.

Hocaefendi'nin Sandukası Türk edebiyatında postmodern algının yerleşmeye başladığı dönemlerde ortaya konulmuştur. Söylemin çoğu özelliğini taşıması adına önem arz etmektedir. Bu açıdan bakacak olursak Emre Kongar’ın anlatısında ilk dikkati çeken husus üstkurmacadır.

Yukarıda da kısaca özetlediğimiz üzere, Emre Kongar’ın arkadaşının sahaf dükkânında bir el yazması bulması ve olayların buradan takip edilmesi, anlatının anlatısını vermek bağlamında bir üstkurmacadır. Üstelik bunun eserin başında “Romanın Öyküsü” başlığı ile verilmesi açıkça durumu izah etmektedir.

Hocaefendi'nin Sandukası romanında yazarın kurgusuna göre, d’Abussion de Calevela’nın mektuplarının düzenlenmiş şekli olan bu el yazması, anlatıcı tarafından günümüz Türkçesine aktarılacaktır. Konuyla ilgili olarak “Her neyse, d’Abussion de Calevela’nın raporlarını elimden geldiğince derledim, topladım, düzenledim... Ama hiçbir şey eklemedim, sadece bazı bölümleri çıkardım, o kadar. Bazı mektupların başına koyduğum kendi yorumlarımı ise metinden ayırmak için italikle belirttim ve imzamı attım.” (s. 19) diyen yazar, okuru üstkurmacanın gerçekliğine inandırır.

Hocaefendi'nin Sandukası romanında her bölümün başında yazar tarafından konulan açıklama metinleri okura birebir seslenme bağlamında üstkurmacadır. “Bu mektup-rapordaki ‘aşk büyüsünü’ bizim komşu Zehra hanım uyguladı. ‘İnanın ki yüzde yüz olumlu sonuç veriyor’ diyor. Günahı vebali söyleyenin boynuna. Ben yalnız aktarıyorum.” (s. 61) “Bu mektup-rapor teknik açıdan çok büyük önem taşıyor. d’Abussion de Calevela ilk ve son kez mektubun ortasına (hem de hiç gerekli olmadığı halde) d’A. de Cal. diye dipnot düşmüş. Herhalde Avrupa siyasetini İngiliz Efendilerine özetlerken, Raşid’in serüvenlerinden kopmadığını kanıtlamak istemiş olsa gerek. Kronolojiye meraklı olan okuyucu, isterse bu rapordan önce, otuzuncu raporun zaman içindeki devamı olan birinci mektup-raporu yeniden okuyabilir.” (s. 140) gibi örnekler bu durumu belirlememize yardımcı olmaktadır.

Hocaefendi'nin Sandukası  romanında anlatıda yer alan “Bu mektubun yerinin burası olduğunu başlığından anladım. Fakat mektubun sonunun olmayışı pek çok ayrıntıyı tarihin karanlıklarında bırakıyor. Gerisi okuyucunun hayal gücüne kalmış artık.” (s.74) gibi ifadelerle gerçek-hayal çatışması oluşturan sanatçı bazen de olayların el yazması metinde kronolojik ve gerçekçi anlatılmadığına değinerek realiteyi zorlar:

“Bu satırlardan Dilruba’nın hiç yaşlanmadığı anlaşılıyor.
Oysa ilk mektuptan bu yana 15-20 yıl geçmiş olduğu belli. Mahmud Paşa’nın sadrazamlığından, Karamanlı Mehmet Paşa’nın sadrazamlığına geçmiş olan Osmanlı’da zaman akıyor, ama Dilruba hala ‘delikanlı’. d’Abussion de Calevela’nın ‘çizgi romansal’ biçimde hiç yaşlanmayan ‘kahramanları’nın en önemli göstergesi Raşid’in dinamizmi ile Dilruba’nın zaptedilmez dişiliği.” (s. 82)

Hocaefendi’nin Sandukası romanında okuru gerçekliğe inandırabilmek için bütün imkânları seferber eden anlatıcı, metinde Fatih Sultan Mehmet’in karşısında yapılan bir tartışma ortamında aktarılan bir bilgi hakkında şu dipnotu düşer: “Sakın buradaki tartışmayı, İstanbul’un Fethi sırasında Ortodoksların ‘melekler erkek midir, dişi midir?’ münakaşasına benzetmeyin. İbn-i Rüşd ile Gazzali arasındaki fikir tartışması için bkz. İbn Rüşd’ün Metafiziği ile Gazzali Metafiziğinin Karşılaştırılması, İsmail Agâh Çarıkçı, M. E. B. 1001 Temel Eser, No: 1941, İstanbul, 1976. Bu tartışma felsefedeki ontoloji (varlık) sorununun esasına ilişkindir.” (s. 55) Aslında Kongar’ın okurla oyun oynadığı bu kısımda bahsedilen eser, Süleyman HayriBolay’ın Aristo Metafiziği ile Gazzali Metafiziğinin Karşılaştırılması (1980) adlı çalışmasıdır. Sanatçının verdiği künye bilgileri kısmen uydurmadır.

Hocaefendi’nin Sandukası romanının en önemli özelliklerinden birisi de kuşkusuz kurgusunun güçlü olmasıdır ki bu, esere önemli bir “gerçeklik” kazandırmıştır. Bu “gerçeklik”, kaynağını, anlatının analitik yönteme göre hazırlanmış olmasından almaktadır.

Hocaefendi’nin Sandukası âdeta, cevap anahtarına göre hazırlanmış test sınavı gibidir. Özellikle eserin sonuna eklenen “Tepkiler” bölümü okuru metnin gerçekliğine inandırır.

Hocaefendi'nin Sandukası tarihî bir meselenin yeniden, ironik bir şekilde ele alınmasını içeren yöntemi içerir. Bu yöntem Yazar tarafından başarı ile uygulanır. Yazar, Beyazıt Sahaflar Çarşısında Elif Kitabevi’nde rastladığı d’Abussion de Calevela’nın el yazması metnine tarihin romanını yüklerken, anlatının tarihî kısmını kendisi bir anlatıcı olarak gerçekleştirir. Eserdeki bu uygulama, okuyucunun her şeyi kendisinden önce bilen yazarı, okuduğu metnin içinde hissetmeme arzusunun bir sonucudur. Fakat yazar, okuyucunun bu isteklerine karşılık en ince noktasına kadar yine kendisinin kurguladığı başka bir yapı unsurunu geliştirir. Ve aslında anlatının dışına hiç çıkmaz, metinde her şeyi belirler. Diğer yandan bu uygulama tarih-roman ilişkileri içerisinde her zaman var olmuş tarih-roman-gerçeklik üçlemesinden kaynaklanan “Ne kadar gerçek?” gibi sorulara karşı da bir savunma biçimidir. Yazar, önceden yazılmış bir metni, üstelik de tarihle bilimsel anlamda ilgilenen kişileri eliyle sunarak aradan çekilir ve bu türden sorularla muhatap olmaz.

Hocaefendi'nin Sandukası romanında kütüphane ve bazı araştırmacı isimleri de verilerek okuyucuda gerçeklik duygusu oluşturulmuştur. Bu gerçeklik duygusunu oluşturan  Kongar, yazmanın d’Abusion de Calevela isimli bir İspanyol Yahudisinin Raşid adlı genç bir öğrencinin ağzından yazdığı bir vakayiname olduğunu tahmin eder. Fakat şüpheleri vardır. Sonra Calevela’nın İngiliz Casusu Lawrence’ın torunu olduğunu, onun başka bir anlatıcı kullanarak üstelik eserini Osmanlı alfabesiyle yazarak kendisini gizlediğini ve bütün bunların birer mektup/rapor olduğunu düşünür. Üzerinde herhangi bir tarih, numara vb. taşımayan bu mektupları kendince bir sıraya dizdiğini belirten Emre Kongar, postmodernizmin çoğulculuk ilkesine uyarak okuyucuya başka alternatifler de önerir ve onun okuma alanını genişletir.

Hocaefendi'nin Sandukası romanında Kongar, metinlerarasılık bağlamında postmodern söylemin imkânlarını kullanarak kurmuştur. Öncelikle eserde genellikle parodi ve pastiş bağlamında Keykâvus’un Kabusname (1082) adlı nasihatnamesine gönderme yapılmıştır. Ayrıca Ziya Gökalp’ın Kızıl Elma’sına da bu anlamda bir atıf yapılmıştır. Karamanlı’nın “Kızılelma’yı yüzlerce yıl öteye tehir ettik evlat.”(s. 146) deyişi buna örnek olarak verilebilir.

Hocaefendi'nin Sandukası romanının anlatısında yer alan  bir diğer ilginç gönderme de Hurufilikteki “Vahdet-i Hurûf” düşüncesine yapılmıştır. Kongar, eserde “Bak kardeşim: Allah kelimesinde kaç harf var? Beş. Bu harflerin her birini ayrı imlalarla yazarsan kaç harf meydana çıkar? On dört. Peki, Peygamber Efendimizin adı, yani Muhammed, harflerin m h mm ve d biçimde yazılmaları sonunda yine bu 14 harfe varmaz mı? Peki iki on dört birleşince kaç eder? Yirmisekiz. İşte sana kelimeyi şahadet.” (s. 42) Anlatıcının esere yansıttığı ve karşı taraf için bir sapıklık olarak addedilen mesele, Kongar’ın ifade ettiği gibi Müslümanlıkta var olan bir düşünce değildir. Hurufilerin inanışında yer alan bu mantık, esere farklı bir algılama ile yerleştirilmiştir.

Yukarıda belirtilen özelliklerin dışında pop-art (s. 65, 105), ironi (s. 32, 39, ) ve kolaj (s. 87, 119, 122) gibi postmodern söylemin diğer yönlerini de içeren Hocaefendi’nin Sandukası, her ne kadar tarihî meselelerde subjektif yorumlarıyla dikkati çekse de kurgusu yönüyle başarılı bir postmodern anlatı sayılabilir.


6 Eylül 2020 Pazar

Tasvir (Betimleme)  Tekniği Nedir?

Tasvir (Betimleme) Tekniği Nedir?

Anlatı türlerinde anlatı yerleşimleri tasvir yöntemiyle gerçekçi bir hale getirilir. Anlatıyı oluşturan zaman-mekân ve kişilerin tasvirleri yapılarak anlatı sağlam bir zemine oturtulur. Bir şeyin gerçekçi bir hale getirilmesi yani başka bir deyişle somutlaştırılması ancak onun belli başlı özelliklerinin anlatılmasıyla olur. Somutlaştırma işlemi, somutlaştırılan şeyin karakteristik çizgilerinin, renginin ve ruhunun canlandırılmasıyla yapılır. Bu işlem yapılırken uygulanan yöntem tasvirdir. Mehmet Tekin tasviri şöyle tanımlar:

“Tasvir, romanın kurmaca dünyasında yer alan kişi, zaman, olay, mekân gibi unsurları, sanatın sağladığı imkânlardan yararlanarak görünür kılmaktır. Romancı bu işlemi gerçekleştirirken, söz konusu unsurların karakteristik yönlerini görmek, bilmek, seçmek zorundadır. Tasvir etmek, bir şeyi ‘olduğu gibi’ anlatmak, çizmek değildir. Esasen bir şeyi ‘olduğu gibi’ anlatmak mümkün olamaz. Romancı, tasviri, tasvir edeceği şeyin karakteristik yönlerini dikkate alarak gerçekleştirir ve çizdiği, anlattığı şeyi ‘gerçekmiş gibi ’ hissettirir. En azından bunu başarmak zorundadır. Bu durumda ona düşen görev, iyi bir gözlemci olmak, dikkati elden bırakmamak, ayrıntıları yakalama becerisini gösterebilmektir. ”

Okuru metnin dünyasına çekmek için kişi, zaman, olay ve çevreye dönük tasvirler, Nesnel (objektif=realist) ve Öznel (sübjektif=romantik) olmak üzere iki şekilde yapılır. 
Mektup Tekniği Nedir?

Mektup Tekniği Nedir?

Bir iletişim aracı olan mektup zamanla romanlarda da kullanılmaya başlanmıştır. Anlatım tekniği olarak roman ve hikâye gibi anlatı türlerine giren mektup, duygu ve düşünceleri aktarması özelliği bakımından önemlidir. Çünkü anlatıda mektup tekniğinin uygulandığı yerlerde yazar bir kenara çekilerek sözü mektubu yazan kahramana bırakır. 

Mehmet Tekin, mektuplu romanın özellikle XVIII. yüzyıldan itibaren bir hayli ilgi gördüğünü bu tekniğin romana sokulmasıyla roman türünün gizemli bir damarı olarak hemen her romanda varlığını hissettiren ‘romanesk doku’nun daha anlamlı bir boyut kazandığını, okurun romana olan ilgisini daha çok artırdığını ifade eder. Bu şekilde birden fazla karakter devreye girerek farklı bakış açıları ortaya çıkar. Modern romanda yaygın bir şekilde kullanılan çoğul bakış açısı tekniğinin ortaya çıkmasında da mektup tekniğinin romana girmesinin büyük bir payı vardır. Tekniğin romanlarda iki kullanım şekli vardır. Bu kullanımlardan ilki, romanın müstakil ve peş peşe mektuplarla şekillenmesi, ikincisi, tekniğin romanın genelinde ve gerektiğinde kullanılmasıdır.






Kan Konuşmaz

Nazım Hikmet’in “Kan Konuşmaz” adlı yapıtı bir tarih ve aile romanı karışımıdır. Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasından; Atatürk yönetimindeki Cumhuriyet’e kadar uzanan geniş bir zaman dilimine denli gelmekte. Paşaların, burjuva entellektüllerinin ve işçilerinin yaşamlarından okuyucuya kesitler sunmaktadır
Kitabın Özeti: Sağ gözünü bir çelik talaşıyla yitirmiş ve mekteb-i sanayiden çürüğe çıkarılmış olan tamirci Nuri Usta, annesi ile beraber mutaassıp bir yaşantısı olan ve herkesçe tanınan biridir. Nuri Usta’nın “Gavur” lakaplı olan; çok okuyan bir o kadar da düşünen “Gavur Cemal” adlı bir arkadaşı vardır. Nuri Usta “Cemal Hoca” nın düşünsel gidiş gelişleri ve sürekli değişen yapısıyla karşılaştığında Nuri Usta güçlü bir insan imgesi yaratmaktadır. “Seyfı Bey” adlı zengin bir soylu tarafından hamile bırakılan ve sonra da terk edilen “Gülizar” adlı fakir, sahipsiz genç bir kadın ile evlenir; onun çocuğunu nüfusuna kaydeder, Ömer ismi verilen çocuğunun babası olur. Bu evliliğin sebebi; Nuri Usta’nın Gülizar’a aşk ya da sevgi hissetmesi değil; hamile olan Gülizar’a toplumun kötü gözle bakmasına engel olmak ve ona sahip çıkmaktır. Nuri Usta bu davranışı ile ataerkil aile yapısına mensup annesi ve arkadaşları tarafından tepki ile karşılanmıştır. Ancak anne tarafından zamanla durum kabullenilmiş, Gülizar bir gelin, babasız çocuğu da torun olarak kabul edilmiştir. Devam eden zaman içerisinde savaş çıkmış, dükkanını kapamak zorunda kalan Nuri Usta ve ailesi açlıkla karşı karşıya kalmıştır. Tüm zorluklara karşı ailece, birlik ve beraberlik içinde, aile olmanın verdiği güçle; bu kötü günleri birlikte atlatmayı başarmışlardır. Nuri Usta Gülizar’m oğlunu okutmuş ve Ömer avukat olmuştur. Ancak bir gün öz babası Seyfı Bey Nuri Usta’ya çarpıp bacağının kesilmesine sebep olduğundan Nuri Usta’nın oğlu Ömer, Nuri Usta’yı savunmak için avukatlığını üstlenmiştir ve öz babası ile karşı karşıya gelmiştir. Burjuva bir aileden gelen Seyfı Bey öz oğlunu karşısına alır ve ona soyadını, mirasını teklif eder:

Eğer ben cezaya uğrarsam senin kanın ...nedamet ve esetle isyan etmez mi? der. Ancak Ömer babasının hiç ummadığı bir cevapla ona karşı çıkar:

Etmez... Zira beşeri alçaklıklar karşısında feryatları kanlar değil, şuurlar koparır ...Kan Konuşmaz....”

Nazım Hikmet “Kan Konuşmaz” adlı eseri ile toplumsal sorumlulukların kan bağından önce geldiğini okuyucusuna en etkili bir şekilde anlatmak istemiştir.



‘T936’da “Son Posta” gazetesinde teifika edildikten (yayımlandıktan) sonra 1965’e kadar basılmaz: 1965’te Pınar Yayınları 1975’te Günce Yayınları, 1976’da Ararat Yayınları, 1977’de Yol Yayınları’nca basıldıktan sonra araya 12 Eylül dönemi girer ve roman ancak 1990’da Adam Yayıncılıkça yeniden sunulmaya başlar; Bulgaristan’da bütün eserleri’nin 7. cildi olarak “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim” ile bildikte sunulur''.

Featured

[Featured][recentbylabel2]

Featured

[Featured][recentbylabel2]
Notification
This is just an example, you can fill it later with your own note.
Done